GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:5
Tarih:09.10.2018

İYİ PARTİ GRUBU ADINA YAVUZ AĞIRALİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Meclis İçtüzüğü'nün müzakerelerini hem Komisyonda hem de çalışma gruplarımızda yaptık, mutabakat oluştu, elden gelenin en iyisini yapmaya çalıştık. Hükûmetimizin, bu meselelerle alakalı, hızı verimlilikle birleştiren iradesine şerh etmiş olmamıza rağmen, her hızda bir hayır murat eden bir aceleciliğe gelmiş oldu. Aslında biz Meclis İçtüzüğü'nün Meclisin müzakere, mutabakat, denetim ve bundan sonraki süreçlerle alakalı şeffaflığının hem bu mevzuda oluşacak mutabakata hem de bundan sonra bunlar vesilesiyle çıkaracağımız kanunların yapboz tahtasına dönmemesine vesile olacağına inanıyorduk ama mutabakat böyle oldu. Şimdi, bu vesileyle söz alıp söyleyeceklerimizin peşinden Hükûmetimize sitemlerimizi, tenkitlerimizi, tekliflerimizi iletip kürsüden ayrılacağım.

Her şeyden önce yeni bir sistem; bizim de intibak etmekte zorlandığımız, hatta Hükûmetin de intibak etmekte zorlandığı bir sistem. Henüz "Dört başı mamur olur, memleketi abat eder, ihya eder, inşa eder." diye takdim edilmiş bu yeni sistemin içerisinde biz Meclis İçtüzüğü'nün bile çalışma verimliliğini bulamadık. Dolayısıyla "Memleketi abat eder, memleketin karanlık günlerinde etkin karar mekanizmalarını hızlı bir şekilde çıkararak memleketi ihya ve inşa eder." diye önümüze konulan sistem, henüz bu safhada bile verimliliğini yitirmiş durumdadır.

Dolayısıyla biz Hükûmetin alelusul iş görme şeklinden genel olarak muzdaripiz; genel olarak muhalefetin her türlü tenkidini düşman hattından kendi cephelerine yöneltilmiş bir saldırı gibi telakki eden, muhalefetin tenkitlerini, eksik kalmış yönleri tamamlamaya yönelik tekliflerini mutlaka bir hasımlık telakki eden üslubun muzdaripiyiz. Dolayısıyla biz Genel Kurulda elimizde ifade imkânı bulduğumuz her mevziyi hem bu sitemlerimizi, bu tekliflerimizi ifade imkânına dönüştürüyoruz hem de bu vesileyle Hükûmetin bizi duymaz kulaklarına sesimizi avazımız çıktığı kadar duyurmaya çalışıyoruz.

Genel Kurulda İç Tüzük'le alakalı evvelen bir mutabakatımız vardı, o mutabakat üzerinden aslında biz sadece, Meclisin sesi kısılmasın tenkitlerimizi, daha etkin, daha verimli, daha şeffaf denetim imkânlarını elinde bulunduran bir Meclis olma tekliflerimizi bir şekilde bugün buraya kadar taşıdık; ele böyle bir metin çıktı. Bu, en azından mutabakat sağlanabildiği için daha ehven gördüğümüz bir metindir. Tali komisyonların, esas komisyonların, ihtisas komisyonlarının bu meselelerle alakalı daha verimli çalışabildiği bir siyasal alan oluşsun isterdik, bir çalışma alanı oluşsun isterdik; olmadı, muvaffak olunamadı. Bu meselelerle alakalı "hızlı, etkin karar alma mekanizması" diye hızlı bir şekilde Meclisin yasaları çıkarmasına cümle kurmak her zaman istediğimiz verimi alamamamıza da dönük menfi neticelerle bizi karşı karşıya bırakıyor. Daha önce yaşadık bunları, İhale Kanunu'nda yaşadık, benzer kanunlarda yaşadık. Yapboz tahtasına dönmesin diye bir kanunu sükûnetle çıkarabilmek, bütün menfi taraflarını izole edebilmek -eskilerin tabiriyle "Efradını cami, ağyarını mâni." derler- böyle mükemmel hâle getirebilmek isterdik ama derme çatma bu, bu hâle geldi.

Şimdi, bu elimizdeki, çıkarabildiğimiz bu metin üzerinden, biz, Meclisin konuşma haklarını, Mecliste muhalefetin iktidarı tenkit etme imkânını, iktidarın muhalefet vasıtasıyla denetlenme imkânını kaybetmeyelim diye, konuşma süreleri dâhil, soru sorma usulleri dâhil, bütün bunlarla ilgili, kanunların yapılma süreçleri, tali komisyon ve esas komisyonların çalışma mekanizmaları dâhil birtakım tekliflerde bulunduk. Şimdi mutabakat metni diye elimize gelen metin, inşallah devamlı yapboz tahtasına çevirmek zorunda kalmayacağımız bir metin olur. Hayırlı olmasını temenni ediyoruz parti grubumuz adına.

Bu vesileyle Sayın Başkana evvelen söyleyeyim, AK PARTİ'ye, iktidar partisine, şahsiyetine değil ama manevi şahsiyetine sataşmada bulunacağım efendim, sataşma dolayısıyla söz talebi olursa lütfen verin.

Biz böyle sıkışma zamanlarında iktidarımızın muhalefetin yerine cümle kuruyor olmasından şu açıdan muzdarip oluyoruz: Muhalefetin elinde siyasal iletişim enstrümanları açısından kendisini ifade etme imkânı çok fazla olmadığı için bazı yanlışların muhalefet tarafından dillendirilmesini iktidarımız sadece oy kaybına uğrayacakları bir alanı görünce dinler hâle geliyor. Yani en yakınımızda McKinsey tartışmasıyla alakalı dile getirmeye çalıştığımız, muhalefetin daha çok vurgulamaya çalıştığı, hassasiyet gösterdiği ne kadar cümle varsa bu cümlelerin siyasal karşılığı ancak oy kaybedebilme, siyasi itibar kaybedebilme ihtimali mevzubahis olunca dinlenebilir hâle geliyor. Dolayısıyla, bizim bu mevzuda aslında söylediğimiz tam olarak budur. Misalen, bu bir uluslararası anlaşma mahiyetinde olsaydı, McKinsey bizim mutabakat metni çerçevesinde Meclise sunulacak bir yasa olsaydı alelusul geçmiş olacaktı. Müzakerenin faydasını gördüğümüz bir iştir. Sağ olsun, Sayın Cumhurbaşkanımız bizi damat beyin ihanet ve cehalet suçlamasından kurtardı. Bazen Başkomutanlık böyle bir şeyi de gerektirir. Yani bazen Meclisinize galiz cümlelerle hakaret edilmesi sonucunu doğuracak bir şeye kendinizi siperlemek zorunda kalırsınız. Dolayısıyla ben bu fedakârlığa müteşekkirim, sağ olsunlar.

Şimdi, muhalefetin kendisini ifade imkânı bulamamaktan kaynaklanan, siyasal iletişim enstrümanlarını kullanamamaktan kaynaklanan sesinin kısıklığı zaman içerisinde iktidarın kendi yaptıklarına muhalefet etme sürecini besliyor. Biz bazen iktidar partisinden bizim cümlelerimizi duymaktayız. Münhasıran Cumhurbaşkanımız imdada bu tür netameli zamanlarda kavuşabildiği için onun üzerinden gruba konuşmak, onun üzerinden Türkiye'ye mesaj vermek bizim için çok daha makul, çok daha verimli bir yol hâline geliyor.

Geçen haftaki parti grubunda Sayın Cumhurbaşkanımızın yerel yönetimlerle ilgili politik çerçevesini çizmeye çalıştığı liyakat hassasiyetinin arkasına eklediği bir cümle var, takdirle izledik. Malumualiniz, aslında muhalefet veciz cümlelerle iktidarı tenkit edebilir. İktidar, veciz cümle kurmanın değil, veciz iş yapmanın merkezidir, mercisidir. Dolayısıyla şöyle bir şey olmaya başladı: Bizim muhalefet olsun diye kurduğumuz cümlelerimizi artık zaman zaman ve bu ara daha çok sıklıkla Sayın Cumhurbaşkanından duymaya başladık. Geçen haftaki parti grubu konuşmasında "Bana hiç kimse yakınıyla gelmesin. 'Bu benim akrabamdır, bu benim şuyumdur, buyumdur.' diye gelmesin." hassasiyetine teşekkür ediyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanımızın bilmesi lazım, parti grubumuz AK PARTİ Grubunun bunu söyleyemediğini düşündüğü için, Sayın Cumhurbaşkanının "Bana kimse yakınıyla gelmesin, akrabalık iddia ederek akrabalarını çekip getirmesin." hassasiyetine biz şöyle karar vererek mukabele ediyoruz: AK PARTİ Grubu belki nezaket gösterir, yakınlık ihsas ettiren iradenin sizinle akrabalık bağını göz önüne alarak sitemlerini, tenkitlerini size ulaştıramaz diye biz söylüyoruz: Sayın Cumhurbaşkanım, yakınların devlet kademelerine taşınmaması hassasiyetinize teşekkürle mukabele ediyoruz ama zatıalinize bir mevzuda haber vermemiz lazım. Sizinle aynı anneden, aynı babadan olduğunu iddia eden ve bu iddiasıyla mütenasip bir siyasi geçmişin içerisinde arkadaşlarınızın kafasında hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak Recep Tayyip Erdoğan isimli bir beyefendi var. Sayın Cumhurbaşkanım, bu beyefendi sizin "Bana kimse akrabasıyla gelmesin." hassasiyetinizin rağmına damadını sizin yanınıza getirip "Bunu Hazine ve Maliye Bakanı yapar mısınız?" diyor. Yetmiyor, efendim, benim damadımı Varlık Fonu'na, yetmiyor, Savunma Komisyonuna, yetmiyor, yanına, yandaşına, akrabalık ilişkilerini katarak, siyasi nüfuzu size sual edilemediği için devlet kademelerinde size yakınlık ihsas ettirecek şekilde pek çok insanı devletin hizmetiyle buluşturuyorlar. Sayın Cumhurbaşkanımızın dikkatlerine arz edeceğimiz husus şudur: Ya hassasiyetini çizdiğiniz çerçeve içerisinde Recep Tayyip Erdoğan'ı parti disiplinine davet edin lütfen ya da uymuyorsa parti disiplinine uymamanın gereğini yerine getirin. Bu memlekette yakınlık ihsas ettirerek, devlet kademelerinde eş, dost, akraba, usul-füru ilişkisi içerisinde en kötü dönemi yaşadığımıza inanıyoruz, en kötü dönemi. Üniversitelerde de bürokraside de bu mevzuyla ilgili hassasiyet gösterecek, soru önergeleri vereceğiz yani soy isim beraberliklerinin devlet yönetiminde şu anda ne tür idari mevzileri işgal ettiğinin ifade edilmesi anlamında söylüyorum. Dolayısıyla, iktidarın bugün veciz cümleler kurarak, muhalefetin kurması gereken cümleleri kurarak muhalefetin etkinliğini kırma teşebbüsünden ancak böyle kurtulunabileceğine inanıyoruz.

Biz, şimdi, yerel yönetimlerle alakalı çalışmalara başladık. Bu yapmaya başladığımız çalışmalar içerisinde, siyasetin elindeki gücü kullanma şeklinden, "İktisadi olarak karşımızda duran büyük krize kriz demeyelim de ne diyelim?" istişarelerine denk geliyoruz Anadolu'da. Ticaret odaları, iş adamları, meslek odaları, Hükûmetimizin kulaklarının olabildiği, gözlerinin olabildiği toplantılarda "Biz buna kriz demeyelim de ne diyelim?" istişaresini toplantıdan önce yapıyorlar, bilesiniz. "Daralma, nefes darlığı, terleme, geçici bir türbülans" benzeri cümlelerle, salavatlarla kürsüye çıkan iş adamları, kürsüden indikten sonra durumun vahametine cümle kurar hâle geldiler. Önce hastalığın teşhisini sağlıklı yapabilme imkânından mahrum kalırsak sonra tedavi için yapacağımız her şey havada kalır.

Arkadaşlar, "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." diye yola çıkmış harekete konuşuyorum. Bugün, "Partimizi yaşatın ki devlet yaşasın." noktasına gelmiş bir partiye sitem ediyorum. "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın."dan "AK PARTİ giderse memleket mahvolur."a gelen bir siyasal iradeyi tenkit ediyorum. Parmaklarındaki yüzükleri göstererek, Hazreti Ömer'in fedakârlıklarından bahsederek, Efendimiz'in yüzüne değmemiş hasırları millet vicdanına ihbar ederek yola çıkmış bir iktidarın, geldiği yere kriz demeyecek kadar örtme duygusuna mukabele ediyorum. Yani biz bugün milleti fedakârlığa davet edeceksek -Hükûmetimizin boynuna borç- başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere, kendisi bulgura, kendisi yoğurda talim edecek, ondan sonra "fedakârlık" diyecek. Dolayısıyla, sarayın masrafları... "Makam arabaları özelleştirilecek, lojmanlar satılacak." diye başlanmış yolun nihayeti saray olmamalıydı. Bu kadar şatafat, debdebe olmamalıydı. Verimlilik diye, üretim diye, alın teri diye en aziz nimetimizi bunlardan bilmek ahlakımız, ranta, beton ekonomisine dönmemeliydi.

Bugün yerel yönetimlerle ilgili seçim sürecine giriyoruz. Şu anda Türk ekonomisine, üretim bandına, üretim ahlakına, üretim şuuruna, üretim iradesine kasteden şey AK PARTİ'nin belediyecilik maharetsizliğidir. Bu beton ekonomisinin arkasında yeni keşfedilmiş emsal-yoğunluk usulü-usulsüzlüğü vardır. Otuz kırk yıllık büyük inşaat firmaları hâline gelmiş gibi davrandıklarına bakmayın, büyük sanayi firmaları, büyük üretim firmaları kırk yıldır sanayiden kazanamadıklarını, imar, emsal usulsüzlükleri içerisinde -kendilerine sunulmuş- beton inşa etmekten kazandıklarını kırk yıldır kazanamaz hâle geldikleri için üretim yetimdir. Bugün bu üretimin iki ayağı var, onunla ilgili de önerge vereceğiz, inşallah vicdanlarınızda makes bulur.

Bugün, FETÖ'cülerin yurt dışına kaçırdığı iddia olunan, tespit edilen hatta... Yani alelusul, kanuni ne kadar tespit edildi bilemiyorum. Lakin, piyasada iş yapan her iş adamından çok rahatlıkla bilgilerini alabileceğiniz, bu beton ekonomisinin arka planından güçlendi; FETÖ'nün finansal kuvveti, imar yoğunlaşması vasıtasıyla oluşturulmuş büyük iş merkezleri, AVM'ler ve gökdelenlerle oluşturuldu. 15 Temmuzdan önce oluşan bu iktisadi büyüklüğün 15 Temmuz alçaklığından sonra kimlere mal teslim edilerek, devir teslim yapılarak yurt dışına sermaye kaçışına sebep olduğu da araştırılacak arkadaşlar çünkü iki türlü işimiz var bizim. Bugün ekonomimizin, bizim üzerimizde ağırlaşan, üretim yapan insanlarımızın kaldıramayacağı hadde mevzuyu vardıran, alın terini yetim bırakan şey, rantın Türk yurdunda hükümferma olmasıdır. Bu rantı elindeki imkânları belediye imkânlarını kullanma şekliyle kırbaçlayan, AK PARTİ belediyeciliğidir. Dolayısıyla Türk ekonomisini bugün davet ettiğiniz üretim alanında Türk ekonomisi nefes alamaz hâle gelmiştir. Bugün zabıtalar marifetiyle dizginleyemeyeceğiniz bu enflasyon karşısında, hutbelerle de engellenemez bir stokçulukla karşı karşıya olduğumuz gerçeğini, iş adamlarına "Kriz demeyin.", esnaf odalarına "Sakın ha krizden bahsetmeyin." diyerek örtemezsiniz. Bugün konkordato ilan eden firmaların peşinden, finansal daralmanın peşinden yaşanacak yeni kırılmalar eklenince beraberinde getireceği toplumsal savrulmayı hesap etmek zorundayız.

İstirhamımız şudur: Hükûmetimizin başına bir şey geldi mi doğruları yapmaya meyli daha çok artmaktadır. Evvelen bizim söylediklerimizi duymayan Hükûmet, başı duvara çarpınca muhalefetin söylediklerine kulak kesilmektedir. McKinsey meselesinde tenkitlerimizi kulak arkası ettiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım.

BAŞKAN - Sayın Ağıralioğlu, sözlerinizi toparlayınız.

Buyurun.

YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Bizim, Hükûmetimize içine girmiş oldukları bu siyasi girdaptan kurtulabilmeleri için, memleketi içine düşürdükleri bu iktisadi krizden çıkarabilmeleri için teklif ettiğimiz usul şudur: Türkiye'ye yatırıma çağırdığınız insanlara lütfen "Başınıza bir şey gelirse beni arayın." demeyin. Sayın Cumhurbaşkanımıza da sözümüzü söylemiş olalım: Lütfen, Türkiye'ye çağırdığınız, yatırım yapsınlar diye ülkenize çağırdığınız iş adamlarına, finansman imkânları olarak Türkiye'de yeni kredi imkânlarına dönüşecek yatırımlara davetiye çıkarırken "Başınıza bir şey gelirse bizi arayın." demeyin çünkü bu, dünyanın hukuku oturtamamış ülkelerinin beylik lafıdır. Bu lafı duyduktan sonra bir ülkeye yatırım gelmez, sadece bu saikle gelmez.

Dolayısıyla, hukukun egemen olduğu bir ülke kurmak zorundayız, liyakatin istihdam edildiği bir ülke kurmak zorundayız. Liyakati istihdam ederken de dinin, dilin, mezhebin, meşrebin, aidiyetin, bizim mahalleden olmanın hiçbir öneminin olmadığını berrak bir şekilde siyasi irademizle buluşturmak zorundayız. Bunları gerçekleştirebilirsek ondan sonrasını yönetmek daha kolay olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Heyetinize saygılarımı arz ederim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Ağıralioğlu, selamlamak için biraz daha süre vereyim, selamlayalım isterseniz.

YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Yok, teşekkür ederim, sağ olun.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ediyorum.