| Konu: | Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 5 |
| Tarih: | 09.10.2018 |
CHP GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sevgili Başkan, öncelikle görevinizde başarılar diliyorum.
Yapılan konuşmaları dikkatle dinlemeye çalışıyorum. Hukuku yaratan bir yüce Meclisin hukuk arayışına tanık olmamız da aslında aynı zamanda bir çelişkiyi ama belki de bir umudu yansıtıyor. Ben çelişkilere değineceğim ama umudu da eksik etmeden, umuda açılan kapıyı da ihmal etmeden.
Gerçekten, geçen perşembe günü İç Tüzük değişikliğinde en azda buluşmamız -en az bile olsa- aslında siyasal uzlaşmanın önemini ortaya koyması bakımından önemlidir. Bu en azda buluşmak, esasen Anayasa değişikliğinin çatışmacı yaklaşımla yapılmış olması nedeniyle bizleri, gerek değişikliği savunanları gerek karşı çıkanları sevindirmiştir ve umuyorum ki bu en azda uzlaşma bundan böyle ikinci adımda, İç Tüzük değişikliğinin daha kapsamlı hâle getirildiği aşamada devam etsin. Ama bu uzlaşma sadece İç Tüzük değişikliğinde değil, yasalarda devam etsin ve aynı zamanda Anayasa'ya da çıksın çünkü bu uzlaşma olmadan, gerçekten burası hukukun umudu olma yerine, daha çok kavgaların öne çıktığı bir Meclis olmanın ötesine geçemez.
Evet, İç Tüzük'ün önemini vurguladılar sayın vekiller ve gerçekten bir ülke için, bir devlet için anayasa ne ise iç tüzük de bir meclis için, bir yasama organı için odur; bu açıdan iç tüzük önemlidir. İç tüzük yasama faaliyetinin asgari eşiğidir. Eğer biz, bu en az değişiklikle yetinmeden daha kapsamlı bir değişikliği yapabilirsek o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendisine düşen denge ve denetim mekanizmasının önemli bir merkezi olabileceğini söyleyebiliriz. Bu bakımdan, İç Tüzük'te daha ileri adımların atılmasını beklerken esasen, biraz sonra değineceğim üzere, yasalar konusunda da Meclisimizin yasama gündemini acil ele almasında yararın ötesinde gereklilik var diye düşünüyorum. Ancak tabii ki konuşmaların önemli bir kısmı Anayasa sorunsalında düğümlendiğine göre Anayasa'mızın, anayasa hukukumuzun temel niteliklerine değinmeden de geçemeyeceğim.
İki kavram belirliyor -Tanzimat'tan, Kanun-ı Esasi'den, cumhuriyet anayasalarından bugüne kadar- bizim anayasal gelişmeleri: Bir, süreklilik; iki, kırılma veya kopma. Şimdi bu süreçte her şeye rağmen, darbelere rağmen, kesilmelere rağmen gecikmeli olarak da başlamış olsa Türkiye'de anayasacılık Batı'ya göre -19'uncu yüzyılın son çeyreğinde- şunu açıkça söyleyebiliriz ki 20'nci yüzyılda büyük bir paralellik gözlenmektedir Batı anayasacılığı ile Türkiye anayasacılığı arasında.
Acaba 21'inci yüzyılın başındaki durum nedir, bugün burada sıkça tartışılan husus. Buna tabii ki olgular açısından yaklaşılırsa bunu nitelendirmek mümkün olabilir. Çünkü bu değişiklikler esasen, bilindiği üzere 15 Temmuz sonrasında ilan edilen olağanüstü ortam ve koşullarda, çok acele bir biçimde, büyük bir hızla yapılan değişikliklerdir ve İç Tüzük vesilesiyle en azda uzlaşmamızın bizi sevindirici tarafı bu metnin değiştirilme tarz ve yönteminden kaynaklanmaktadır. Gerçekten 20 Temmuz gecesi ilan edilen olağanüstü hâl aslında 15 Temmuz günü bozulmuş olan anayasal düzenin tesis edilmesi amacına dayanıyordu fakat çifte sapma oldu. Birincisi, anayasa değişikliği; ikincisi, OHAL kanun hükmünde kararnameleri yoluyla, olağanüstü hâlle hiç ilgisi olmayan binlerce, on binlerce kişinin yaptırıma tabi tutulması. O nedenle bu anayasal düzenin veya anayasal değişikliğin ele alınması, anlatılmasında mutlaka bu ortam ve koşulların dikkate alınması gerekir. Biz bunları yaşadık, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası örgüt raporları bunları saptadı, Venedik Komisyonundan AGİT'e kadar. Özü şöyle: OHAL ve OHAL ortam ve koşullarında serbest bir anayasal bilgilenme hakkı kullanılamayacağından, anayasal kanaat oluşamayacağından birçok anayasada, demokratik hukuk devleti temelinde yazılan birçok anayasada açık hükümler yer aldığı üzere -olmasa da bu karşılaştırmalı anayasa hukuku ilkesine uyuluyor- anayasa değişikliği yapılamaz. Hele hele bu anayasa değişikliği çok kökten bir anayasa değişikliği ise bundan kaçınmak gerekirdi. Bundan neden kaçınmak gerekirdi hemen belirteyim.
21 Ocak 2017 günü sabaha karşı kabul edilen Anayasa değişikliği 2 Şubat 2017 günü Cumhurbaşkanlığına gönderilmiş, 10 Şubat 2017 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından imzalanmış ve ertesi gün Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Komisyon ve Genel Kurul görüşmelerinin bu kadar süratli yapılmış olmasına karşın Anayasa değişikliğinin on iki gün sonra Cumhurbaşkanlığına gönderilmiş olması ve dokuz gün sonra imzalanmış olması, Komisyon ve Genel Kurul görüşmelerinin toplam on sekiz gün sürmesine karşın metnin kanunlaştıktan sonra Resmî Gazete'de yayımlanması yirmi bir gün sürmüştür; bu çelişkili bir durum yaratmıştır. Ancak çelişkili durum sadece bu hızdan kaynaklanmıyor. Çelişkili durum, esas büyük çelişki on sekiz gün ile otuz ay arasındaki çelişkidir. On sekiz günde tarihimizin en köklü, en radikal Anayasa değişikliği yapıldığı hâlde, kotarıldığı hâlde bunun yürürlüğe girmesi otuz ay sonrasına ertelenmiştir. Mademki olağanüstü hâl iki yıl devam edecektir, iki yıl neden on sekiz güne sıkıştırılmıştır; bir. Mademki bu Anayasa değişikliği otuz ay sonra yürürlüğe girecektir, neden bu Anayasa değişikliği bu kadar kısa bir zaman dilimine sıkıştırılmıştır? İşte bu tür soruları, çelişkileri çoğaltabiliriz. Hukuk devletinin bir tanımı makul olmaktır, ölçülü olmaktır, ölçülülük ilkesini aştığınız zaman hukuk devletini de ihlal ediyorsunuz demektir. Başka ülkeye gitmeye gerek yok, bizim Anayasa'mızın 2'nci maddesi demokratik hukuk devleti, üstelik değiştirilmez bir maddedir bu.
Şimdi, bu bakımdan bu değişikliği incelerken daha önce dile getirildiği gibi, mutlaka Anayasa'mızın 2'nci maddesinin esas ana eksenleri olan anayasal denge ve denetim düzeneğini, görev, yetki ve sorumluluk ilkesini, hesap verebilirlik ilkesini öne çıkarmak lazım. Bu üç ilke açısından bu 6771 sayılı Yasa'nın çok iyi incelenmesi gerekir. Bu üç ilke açısından incelediğimiz zaman, üzgünüm, üzgünüm, aynı zamanda bir anayasacı olarak bu üç ilkenin asgari gereklerinin yerine getirilmediğini görmekteyiz. Görev, yetki ve sorumluluk bakımından, Sayın Cumhurbaşkanı burada dile getirdi "Tek muhatabı benim." dedi yani "Yürütme tek kişilik." dedi ama Sayın Cumhurbaşkanı cezai sorumluluk dışında herhangi bir sorumlulukla karşı karşıya değil, sadece cezai sorumluluk. Halka hesap vermek hukuki anlamda bir sorumluluk değil çünkü seçimlere girerseniz eğer ama ikinci kez Cumhurbaşkanıysanız zaten seçimlere de giremiyorsunuz. Dolayısıyla, sayın vekiller, kavramları yerli yerine oturtmak başka bir şey, belirli bir siyasal görüşü savunmak başka bir şeydir. Bu bakımdan bu üç ilke açısından maalesef 6771 sayılı Kanun hukuk devletinin asgari gereklerinden sapma şeklinde karşımıza çıkmaktadır ve özellikle erkler ayrılığı ilkesini partili Cumhurbaşkanı kuralı zedelemektedir.
Bu bakımdan şu saptamalar yapılabilir: İlk Anayasa 1877 Heyet-i Vükela ve çift Meclis, 2017 tek Meclis ve tek kişilik yürütme. İkinci saptama: Ocak 1921 Meclis hükûmeti, Temmuz 2018 hükûmetsiz Meclis ve şuna geliyoruz: 1982 Anayasası 61 Anayasası'na tepki idi ama 2017 değişikliği Osmanlı, cumhuriyet anayasacılık ve siyasal kazanımlarına bir tepki niteliğini taşımaktadır yani bir mirasın reddi anlamına gelmektedir. Burada anayasacılığımıza çifte yabancılaşma söz konusudur. Tanzimat'tan bu yana oluşan kurullar yoluyla ve istişare yöntemiyle yönetim anlayışı, uygulaması ve geleneği haklı bir nedeni olmaksızın ve bunu yapmaya elverişli olmayan bir zaman diliminde sonlandırıldı. Dolayısıyla halkın öz geçmişi olarak tanımlanan anayasal ve siyasal miras görmezlikten gelindi. Aynı zamanda anayasacılık ilkeleri ihlal edildi.
Burada özellikle uygulamada değinmek durumda olduğum 3K kaosu şöyle belirtilebilir: Birincisi kanun hükümde kararnameler mağduriyeti. Kanun hükmünde kararnameler mağduriyeti o kadar geniş boyutludur ki bu süreçte 150 bin kişi olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerinde yer almıştır. O kişilerin hiçbir başvuru hakkı bulunmamaktadır. Özellikle 60 bin kişi için affın konuşulduğu bir ortamda 100 bini aşkın kişi yargısal başvuru hakkından da yoksun bulunmaktadır. Sadece bunların çocuklarını dikkate alırsak şu kadar bin kişi, her ailede ortalama olarak 2 çocuğun olduğunu düşünelim, 300 bin çocuk yargısız infaza tabi tutulmuştur, hem de gece yarılarında. Tabii ki mağdurların çalışma hakkından alıkonulması, uluslararası seyahat özgürlüğünden alıkonulması özellikle "Yurt dışından öğretim üyesi getireceğiz." denildiği bir ortamda esasen 7 bin öğretim üyesinin hesap kitap yapılmadan, yargı hakkı onlara tanınmadan üniversitelerden uzak tutulması aynı zamanda bir bilim kıyımıdır, insanlığa karşı suçtur ve bu devam ediyor. Tabii ki bunu gidermek yüce Meclisin bir görevidir. Bu bakımdan yüce Meclis bu İç Tüzük'ü yaptıktan sonra, onayladıktan sonra, oyladıktan sonra esasen yüce Meclise düşen görev önündeki yasama faaliyetinde öncelikle kanun hükmünde kararnameleri yasalaştırmak olmalıdır. OHAL kanun hükmünde kararnameleri üzerinde, özellikle son kararname, bunun üzerinde denetim yapmaktır ve OHAL kanun hükmünde kararnameleri yoluyla aslında kişilerin yaptırıma tabi tutulduğu düzenlemeleri burada gündeme getirip onlardan vazgeçmektir ve onları yasal sürece tabi tutmaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakika süre verirseniz...
BAŞKAN - Buyurun Sayın Kaboğlu.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Bu yüce Meclis yasama işlevini sahiplenmek durumundadır. Herkes için bağlayıcı kural koyma yetkisine sahip olan bu Meclis, biraz önce değindiğim o büyük mevzuat tortularını, olağanüstü hâl düzenlemelerini mutlaka elden geçirmeli; onlar eğer elden geçirilmez ise, olağanüstü hâl üç yıl sonra kaldırılsa bile onların tortuları 21'inci yüzyıl boyunca devam edecektir. Bu bakımdan, geleceğe umutla bakabilmek için anayasal ve siyasal kazanımlarımızı mutlaka sahiplenmek durumundayız; bir.
İki: 21'inci yüzyıl toplumlarında artık kişisel iktidar, kişiye dayanan anayasa projesi geçerli değildir. Mutlaka bunu yüce Meclisin gündemine getirmek durumundayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım Sayın Kaboğlu.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Burada, lütfen yatay erkler ile düşey erkler ayrımı bakımından şunu belirtmemiz gerekir ki: Bu kadar yetkili bir kişi, bir sistem ancak federal devletlerde işleyebilir çünkü orada birçok devlet var, üstteki başkan yetkili olabilir. Ama böyle bir üniter devlette tek kişiye bu kadar aşırı yetki verilmesi aslında sürdürülemezdir. Bu sürdürülemezlik, meşruluk sorunu ve yabancılaşmayla birlikte ele alınmalıdır.
Ve son sözlerim sayın üyeler: Burası hukuk yapan bir Meclistir, yüce Meclistir. Hukuka dönüş yasamanın özerkliğiyle birlikte düşünülmelidir ve esasen asıl yetkili organ olan bu Meclis tartışmaları partiler ötesi bir yaklaşımla sürdürmeli ve belki de Sayın Cumhurbaşkanının açılış konuşmasında vurguladığı üzere Anayasa'ysa "Anayasa" demesi. Benim anayasacı olarak bakış açım: Bu sistemin işleyişinin karşılaştığı engeli aşmak bakımından örtülü bir biçimde yüce Meclisi aynı zamanda göreve çağırmak şeklinde de yorumlanabilir. Bu bakımdan, benim temennim, bu İç Tüzük değişikliğini kabul ettikten sonra -kuşkusuz bu ilk adımı olacaktır, bu tabii ki en azıdır esasen ikinci aşamayı beklerken- Meclisin gündeminde toplumun barışını bozan, kamu düzenini bozan olağanüstü hâl düzenlemelerini öncelikle ele almak ama onunla yetinmeyip esasen bu anayasal düzenin geçen yıl...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kaboğlu, selamlamak için bir dakika daha süre veriyorum.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Evet, selamlıyorum.
...Anayasa oylamasıyla yapılan Anayasa değişikliğinin, Tanzimat'tan bu yana Osmanlı-Türkiye birikimine yabancı olan bu düzenlemelerin bu yüce Mecliste tartışılarak Türkiye'nin kendi kazanımlarıyla uyumlu hâle getirilmesi ve Anayasa'nın 2'nci maddesinde yazdığı üzere demokratik hukuk devleti yönünde çalışmalara başlamak bu yüce devletin görevi olsa gerek.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kaboğlu.