GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:5
Tarih:09.10.2018

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her ne kadar önümüzdeki Tüzük bir mutabakat sonucu Genel Kurula gelmiş olsa da hiçbir boyutuyla eleştiriden muaf değildir. Biz aslında bunun bir bütüncül yaklaşımla ve bütün maddelerini kapsayacak şekilde gözden geçirilmesi görüşündeydik ama maalesef bu gerçekleşemedi. Bunun bir temel sebebi de Tüzük'ün Anayasa temelinde şekillenmiş olmasıdır. Dolayısıyla elimizdeki Anayasa özürlü olduğu için İç Tüzük de Anayasa gibi özürlü bir şekilde karşımıza gelmiştir. Malumunuz olduğu üzere, biz demokratik parlamenter sistemin çağdaş normlarda yeniden ihdas edilmesinden yana bir tavır sergilemekteyiz. Buna diğer muhalefet partileri de katılmaktadırlar. Ama maalesef bunu bugünkü koşullarda gerçekleştirebilecek durumda değiliz, oyumuz yetmiyor ama o günlerin de geleceğini ümit ediyoruz. Tüzük'e baktığımda pek çok yazım hatasıyla karşılaştım. Yazım hatası derken örnek vermek isterim. Bakan dediğimiz nedir? Buradaki yazıma bakarsanız bakan, buradaki küçük harfle yazılan "bakan" olsa olsa pencereden bakan biri olabilir. Hâlbuki bizim bildiğimiz bakan, aynı zamanda gören biri olması lazımdır ama sizler "bakan"ı küçük harfle yazmakla zaten fonksiyonları itibarıyla aşağıya çekilmiş, icraat yeteneği kalmamış insanları bence doğru tasvir ediyorsunuz ve dolayısıyla bence buradaki bakanlar hak ettikleri şekilde yazılmış vaziyetteler.

İkinci gözlemim, yine Tüzük'ün bir başka hükmüyle ilgili, anlaşmaların onaylanması. "Anlaşmalar" derken "d" harfiyle yazılıyor yani "andlaşmalar" diye yazılıyor. Ben bunu sorguladım Komisyonda, dedim ki: Anlaşmalar ne olacak, d'siz olanlar, sözleşmeler ne olacak, protokoller ne olacak? "Yo, hepsi birdir." dediler. Ben bu anlayışı da maalesef kabullenmek durumunda değilim. Dolayısıyla örnek vermek gerekirse Lozan andlaşmadır, Montrö sözleşmedir. Bunların hepsinin aynı kefeye konulması bütün mantıkların dışındadır.

Yazılı sorular... Ben Meclis açıldığından bu tarafa, 7 Temmuzdan bu tarafa 10 tane yazılı soru verdim. Sadece anacağım bunları: Ege Denizi'ndeki ada ve adacıkların aidiyeti sorunu 17 Temmuzda, Dışişleri Bakanlığındaki FETÖ yapılanması 26 Temmuzda, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Kanal İstanbul 26 Temmuzda, Suriye ve Irak'ta yakalanan yabancı uyruklu teröristlerin akıbeti 10 Ağustosta, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları hakkında yapılacak kovuşturmalara kimin izin vereceği 10 Ağustosta, Batı Trakya'ya müftü atanması ve Lozan Barış Andlaşması 3 Eylülde, Polis Özel Harekât ve Jandarma Özel Harekâtın sınır ötesi operasyonlarda kullanılması 14 Eylülde, esnaf ve sanatkârların sorunları 25 Eylülde, Türkiye harp malulü gaziler, şehit dul ve yetimlerinin yanıt bekleyen sorunları 1 Ekimde ve bugün Cumhurbaşkanına verilen hediyeler konusunu gündeme getirdim. Bir çaylak milletvekili olduğum için de bunlar nasıl acaba bu binanın içinde işlem görüyor diye merak ettim ve ilkini, birincisini aldım, 17 Temmuzda vermişim. 17 Temmuzda verdiğim yazılı soru bu bina içinde yirmi sekiz gün dolaştı, bir milletvekili olarak verdiğim yazılı soru önergesi yirmi sekiz gün bu binanın içinde kaldı ve ancak 14 Ağustosta Dışişleri Bakanlığına gitti. "Gitti" diyorum buradan Balgat'a da üç günde gitti. 14'ünde buradan çıktı 17'sinde vardı Bakanlığa. Niye bunu anıyorum? Ben şahsen ümidi kesmiş vaziyetteyim. Hangi anlamda ümidi kesmiş vaziyetteyim? 17 Temmuzda Dışişleri Bakanlığına hangi adalar işgal altında dedim. Aradan iki ay üç hafta geçti, Dışişleri Bakanlığı hâlâ hangi adaların işgal altında olduğunu bulamadı. Ne kadar sürecek bu araştırma bilmiyorum. Hâlbuki Sayın Çavuşoğlu geçen sene kendi ağzıyla bu adalardan bazılarının işgal altında olduğunu kabullenmişti "Benim dönemimde değil ama..." diyerek. Benim için fark etmez, birisi söylesin ne zamandan beri hangileri işgal altında?

Başka bir soru, yine bugün gündeme getirdiğim yazılı soruyla ilgili, Cumhurbaşkanına verilen hediyeler konusu. Cumhurbaşkanına sormak istedim "Bu hediyeler ne oldu, nereye gitti, kayıt altına alındı mı?" diye. "Yo, sen Cumhurbaşkanına soru soramazsın." dediler. Demek ki Cumhurbaşkanı o kadar yüce bir makam ki. Ama biraz evvel her şeyin sorumlusunun o olduğu söylendi bize. Her şeyin sorumlusuna ben niye soru soramıyorum? Ha, belki velayet altında mı? Ben o kanaati de aklıma getirdim. Çünkü bana diyorlar ki: "Cumhurbaşkanına soracağın soruyu Cumhurbaşkanı yardımcısına soracaksın. Cumhurbaşkanı yardımcısı da senin sorunu Cumhurbaşkanına soracak." Burada bir gariplik yok mu?

Bütün bunları bir tarafa bırakarak şu hususlarla sözlerime son vermek isterim. Biz İYİ PARTİ olarak uluslararası normlar dışına düşmüş bir demokrasi ve çağ dışı bir anayasa temelinde ülkemize hâkim olan otokratik yönetimin totaliter bir sisteme kaymaması için tüm imkânlarımızla mücadele etmeye devam edeceğiz. Bu hususları hem yüce Meclisin hem de bizleri televizyon kanalları ve sayılı sayıdaki hür basın yayın organları üzerinden izleyen vatandaşlarımızın bilgi ve dikkatine getirmek isterim. Umudumuz, önümüzdeki ilk genel seçimlerde vatandaşlarımızın desteğiyle içine düştüğümüz bu antidemokratik düzenden sıyrılmamız ve halkımızın hak ettiği çağdaş bir demokratik parlamenter sisteme geçiş sağlayacak yapılanmalara gidilmesidir. O güne geldiğimizde bu İç Tüzük'ü de yeniden ele almak öncelikli bir konu olacaktır bizler için.

Biraz evvel AK PARTİ'li bir arkadaşımız parlamenter sisteme atıfta bulunduğunda "O sistem bitti." dedi. Demokrasilerde hiçbir şey ebedi ve ezeli değildir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi de ebedi ve ezeli değildir. Ben bugün bu tarafa bakarak konuşuyorum, ümit ederim ki o gün geldiğimde bu tarafa bakarak konuşacağım sizlere.

Teşekkür ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erozan.