| Konu: | Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 6 |
| Tarih: | 10.10.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Efendim, ben de yüce heyetinizi selamlayarak konuşmama başlamak istiyorum. Konuşmama başlamadan önce ben de Kerbelâ şehitlerine ve Ankara'da meydana gelen olayda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza iyilikler diliyorum, mekânları cennet olsun. Allah bütün iyiliklerini kabul etsin diye dua ediyorum.
Değerli milletvekilleri, serbest piyasa ekonomilerinde devresel hareketler vardır. Bu devresel hareketler örneğin genişlemeyle başlar. Bu genişleme esnasında ya bir yanlış politika uygulaması ya yanlış bir karar ya da uygulanan politikanın dozunun yanlış hesaplanması neticesinde birtakım arızalar çıkar ve bunun sonucunda da ekonomi yavaşlamaya girer, yavaşlayan ekonomi daralır, daralmanın arkasından da yanlış politikaların bedeli ödendikten sonra tekrar işler düzene girer ve bunun sonunda tekrar bir ekonomik büyüme başlar. Şu anda yaşadığımız tam da budur. IMF programının uygulanması aşamasında iktidara gelen bugünkü AK PARTİ maalesef ekonomiyi bugün, aldığı noktaya getirmiştir. Lütfen, konuşmamı siyasi bir partinin siyasi konuşması olarak almayın, bu son derece ciddi bir konudur. Bizim burada sizi ikna edebilecek gücümüzün, kabiliyetimizin olmadığını ben son iki aydır görmüş durumdayım.
BAŞKAN - Sayın Yılmaz, bir saniye...
Değerli arkadaşlarım, salonda ciddi bir uğultu var, sayın hatibi biz bile buradan duymakta zorluk çekiyoruz.
İSMET YILMAZ (Sivas) - CHP'den geliyor.
BAŞKAN - Lütfen, birbirimize saygı gösterelim ve sayın hatibi dinleyelim.
Sayın Yılmaz, buyurun.
DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Dolayısıyla, benim söyleyeceklerime, bize inanmayın, inanmamaya devam edin ama kendi grubunuzda kendi yöneticilerinize lütfen sorun. "Nereden başladık ve nereye geldik? Neyi devraldık? Bugün geldiğimiz nokta nedir?" Bu soruları sorun. Bizim grubumuzun ekonomiyle ilgili verdiği araştırma önergesine AK PARTİ milletvekilinin verdiği bir cevap var, her şey keşke onun söylediği gibi olsaydı vallahi ben de bugün evime rahatlıkla gider, rahatlıkla uyur ve torunumun, çoluğumun çocuğumun istikbalinin emniyette olduğunu düşünürdüm. Ama inanın, mesele o beyefendinin anlattığı gibi değil. Bir sorun geldi, kapımızın önünde durdu, ben "Bir cisim yaklaşıyor." demiştim, o cisim bize çarpmak üzere; bunu böyle bilesiniz.
Şimdi, 2001 krizine giden yolda ne olmuştu? Şeffaflık ortadan kaybolmuştu, hesap verilebilirlik yoktu, denetim ve kontrol ortadan kalkmıştı ve dolayısıyla bu süreçte biz "28 Şubat" diye de bir olay yaşadık. Bunun sonucunda ekonomi gerçekten şirazesi çıkmış bir ciltli kitap gibi darmadağın oldu ve bunun sonucunda da bildiğimiz 2001 krizini yaşadık. Bu krizin sonuncunda zamanın hükûmeti elini taşın altına koydu ve ekonomiyi tekrar rayına oturtmak için birtakım tedbirler aldı. Ne yaptı? 5018 sayılı Yasa'yı uygulamaya koydu, bu Meclisten geçirdi; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunu kurdu, Bankacılık Kanunu'nu geçirdi ve ondan sonra da oturdu bu ekonominin tekrar rayına oturabilmesi için IMF'yle bir anlaşma yaptı, bu anlaşma sonucunda ihtiyaç duyulan kredi alındı. Bunun üzerine Merkez Bankası Yasası değiştirildi ve Merkez Bankası bağımsız hâle geldi. 2002'nin sonuna geldiğimizde işler yavaş yavaş rayına girmeye başlamıştı. Ki o dönem bir erken seçim yapıldı, o erken seçimin sonunda AK PARTİ iktidara geldi. AK PARTİ iktidara geldiğinde elinde hazır, uygulanabilir, hatta uygulanması sekiz aydır devam eden IMF sponsorlu, IMF destekli bir program buldu. Bu programa da sahip çıktı ve bunu benimsedi ve uygulanabilecek en iyi şekilde de uygulamaya gayret etti. O günkü koşullar sizleri bu ortaya konulan anlaşma ve bu anlaşmanın kriterlerine uymaya zorladı. Bunun siyasi nedenleri, vesaireleri var, oralara girmiyorum. Ancak bütün bunlara rağmen, Sayın Cumhurbaşkanımız geçen hafta Kızılcahamam'da dedi ki: "En büyük icraatlarımızdan biri Türkiye'yi IMF boyunduruğundan kurtarmak oldu, IMF defterini kapattık. Şu an yaptığımız ülkemize yatırımcı çekmek. Varsa yatırım yapmak isteyen buyursun gelsin." Yani buradan şu anlaşılıyor, aynı konuşmanın içerisinde dedi ki: "Biz iktidara geldiğimizde bir borç bulduk kucağımızda ve bu borcu da çalıştık, ödedik."
Arkadaşlar, insaflı olalım; bu, gerçek değil; bu, hakikatin tamamı değil; bu, hakikatin yarısı. Gerçek hakikat şu: Evet, AK PARTİ iktidara geldiğinde 17'nci, 18'inci ve 19'uncu IMF anlaşmaları var idi. 18'inci ondan önceki üçlü koalisyonun yaptığıydı, sekiz aylık uygulaması vardı ama 19'uncu program tamamen AK PARTİ'nin kendi isteği, arzusu ve iradesiyle yaptığı bir anlaşmaydı. Dolayısıyla ben, birinciyi, 17'nciyi çıkarıyorum, geriye kalan 18'inci ve 19'uncuya baktığımızda şunu görüyoruz: Bu 2002'nin ikinci ayından 2005'in ikinci ayına üç yıllık bir dönem, 19'uncu da 2005'in beşinci ayından 2008'in beşinci ayını kapsayan bir dönem, toplamda altı yıl IMF'yle birlikte bu ülkenin ekonomisini yönettiniz. IMF her üç ayda geldi, verilen ev ödevlerinin yapılıp yapılmadığını kontrol etti, eğer yapıldıysa ortaya konulan 30 milyon 315 bin "SDR" denilen özel çekme hakkını -ki bunun karşılığı da üç aşağı beş yukarı o günkü kurdan 28 milyar dolarlık bir tutardı- peyderpey ev ödevi yapıldıkça serbest bıraktı.
AK PARTİ olarak, bu paranın 4 milyarını önceki üçlü koalisyon kullanmıştı ama geriye kalan 24 milyarın tamamını siz kullandınız. Dolayısıyla, iktidara geldiğinizde kucağınızda bir borç bulmadınız, bulduğunuz bir program vardı, bu programı uyguladınız. Seçeneğiniz neydi? Seçeneğiniz şuydu: "Biz bu programı kabul etmiyoruz. IMF boyunduruğuna girmek istemiyoruz. Ekonomimizin yönetimine IMF'yi ortak etmek istemiyoruz." deyip, yırtıp çöpe atabilirdiniz.
İkinci seçeneğiniz şuydu: "Biz bu programa baktık, inceledik. Bunun uygun yerleri de var ama uygun olmayan yerleri de var. Dolayısıyla biz bunu tadil ederiz, tadil ettikten sonra uygulamaya geçeriz." diyebilirdiniz, bir pazarlık yapabilirdiniz. Bu da yapılmadı. Yapılan şuydu: Noktasına, virgülüne dokunulmadan bu program uygulamaya konuldu ve uyguladınız ve bu paraları da siz harcadınız. Bana göre de o paraları düzgün harcadınız, doğru harcadınız. Ama niye bugün bunları söylemek yerine, sanki IMF'yle anlaşmayı siz uygulamamışsınız gibi, bu harcamaları siz yapmamış gibi topluma yanlış bilgi veriyorsunuz. Bunun hiçbir kimseye faydası yok.
Dolayısıyla söylemek istediğim şu: Siz, 2002'de bir IMF programıyla iktidara geldiniz ama bugün aradan geçen on altı yılın sonucunda ülkeyi getirdiğiniz nokta 2002'deki durumdur. Bütün makroekonomik göstergeleri alt alta yazdığımızda, iki tanesi hariç diğerleri gerçekten 2002'de devraldığınız makroekonomik göstergelerin aynısı. 2002 yılında enflasyon... Örneğin 2002'nin sonunda TÜFE yüzde 29,75; ÜFE yüzde 30,84. Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla sizin yüzde 30,84 olarak aldığınız Toptan Eşya Üretici Fiyatları Endeksi yüzde 46. Onun neredeyse 1,5 katı. Onun dışında faizlere baktığımızda faizde şunu görüyoruz: 11 Kasım 2002 tarihinde, seçimlerin hemen arkasında, Merkez Bankasının gecelik borç alma faizi yüzde 44'tü, borç verme faizi yüzde 51. Bir haftalık repo işlemlerinde yüzde 44 ve açık piyasada piyasa yapıcı bankalara verilen faiz de yüzde 47 idi. Bugün sanayicinin, tüccarın, iş adamının muhatap olduğu faiz yüzde 40'lara dayanmış durumda. Onun dışında ne iddianız vardı? İddianız şuydu: "Biz iktidara geldiğimizde Merkez Bankasının -amiyane tabirle- kasası boştu, bizim o zaman altın dâhil toplam rezervimiz 27 milyar dolardı. Biz bugün -konuşmayı yaptığınız 2013, 2014, 2015 vesilesiyle- işte 70 milyara, 80 milyara, 90 milyara çıkardık ve bir noktadan sonra da biz bunu 120, 130 milyar dolara çıkardık." dediniz. Evet, bu rezervler bu noktalara, dediğiniz noktalara geldi fakat o günkü rezerv ile bugünkü rezervin arasında bir fark var. O günkü altın dâhil 27 milyar dolarlık rezervin tamamı kullanılabilir ve Türk lirası karşılığı olarak satın alınmış bir rezervdi ama şu andaki 80, 90 milyar dolar civarında olduğu söylenen -ki öyledir- rezervin sadece 17,5 milyar doları -iki hafta önceki rakamı veriyorum- TL karşılığı alınmış rezerv, geriye kalanı bankacılık sisteminden uygulanan para politikası gereğince alınmış borç. Eğer sistemde bir arıza çıkarsa bankacılık sistemi bunu otomatik olarak geri çekecektir. Bu, uygulanan zorunlu karşılığa dayalı bir para politikasının sonucunda ortaya çıktı.
Onun dışında, ne iddia ettiniz 2002'de? "Efendim, devlet görevini yapmıyordu, devlet vatandaşından bir sürü para toplamıştı, konut edindirme yardımı diye bir şey ortaya koydu, vatandaşın parasını aldı ödemedi, biz iktidara geldik bunu tasfiye ettik." Evet, doğru, gerçekten tasfiye ettiniz. Ama bugün itibarıyla sizin de biriktirdiğiniz bir borç var, o da: İhracatçıya ödemeniz gereken KDV, 40 milyar doları aştı. Yani değişen bir şey yok, sıkıntı aynen devam ediyor.
Onun dışında, 2002 yılında bankacılık sistemimiz içerisinde 20 küsur banka battı. Bunların yeniden rehabilitasyonu bu ülkeye o günkü millî gelirinin üçte 1'i kadar bir maliyete sebep oldu. Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla aynı durum belki telaffuz edilmiyor fakat şunun üzerinde lütfen durun: Bizim bugün reel sektörümüz çok daha borçlu, hane halkımız çok daha borçlu ve beyefendi buradaki konuşmasında dedi ki: "Bütün bunlar uluslararası standartlara göre de yönetilebilir." İspanya'yla, Portekiz'le, Doğu Avrupa'daki ülkelerle karşılaştırdığınızda bu rasyolar gerçekten düşük. Ama şunu unutuyorsunuz: O ülkelerin millî gelirleri bizim aşağı yukarı 3-3,5 katımız, ayrıca o ülkelerin bir referans noktası var. Avrupa Birliğinin içerisinde, Almanya'nın riskinin biraz üstünde bir riskle bu işleri çevirmeye çalışıyorlar ama bizim böyle bir şeyimiz yok. Dolayısıyla bizim riskimiz kendimize ait.
Ben bugün size hemen şunu söyleyeyim: Biraz önce bir kamu bankası, yurt dışına yapacağı ödemeleri, kredi kartlarını, vesairesini teminat göstererek ve bu teminat da sattığı tahvili satın alan bankanın yurt dışı hesabında olmak koşuluyla -onun üzerine herhangi bir denetimi, kontrolü yok- 300 milyon dolarlık on yıllık bir tahvil sattı. On yıllık Amerikan kâğıdının şu andaki getirisi yani maliyeti yüzde 3,25. Bizim bu bankamızın aldığı on yıl vadeli 300 milyon kredinin maliyeti yüzde 12,75 ve üstelik alacaklarını da buraya teminat olarak veriyor. Ve banka kendi kredibilitesiyle uluslararası piyasalara çıkamıyor. Bu sadece oraya ait bir şey değil. Ülke tamamen tefeci piyasasına düşmüş vaziyette.
Ben bakıyorum oraya, beş dakika kaldı, dolayısıyla toplamak istiyorum. Siz bizim dediklerimizi kabul etmiyorsunuz. Lütfen, siz AK PARTİ'liler ne yapın edin, bizim bu tarafın dediklerini kabul etmiyorsunuz, dinlemiyorsunuz ama kendi grubunuza, Sögütözü'ndeki genel merkezinize gittiğinizde oradaki yetkilileri bir çağırın, deyin ki: "Arkadaş, Türkiye'nin bilançosu nedir? Şunu bize bir söyleyin. Muhalefet bunu diyor, bunun neresi ne kadar doğru, ne kadar yanlış? Gerçekten böyle bir şey var mı?" İnşallah olmaz ama göreceksiniz bu ülke IMF'nin kapısına dayandı. Kurtarmak için zaman var mı? Bunun için zaman hâlâ var ama para lazım buna. Danışmanlık hizmeti satın aldığı şirketten bu parayı sağlayamaz. Dolayısıyla bu parayı nereden bulacaksınız? Bu son derece önemli. IMF büyük sermayenin temsilcisi. Bir ülkeye geldiği zaman büyük sermayenin çıkarlarını düşünür ve ona göre plan, proje koyar önünüze, nitekim 2001 krizinde olduğu gibi.
Şu anda can havliyle fiyat artışlarını vesaireyi ortadan kaldırabilmek için birtakım tedbirler alıyorsunuz. Bu tedbirlerin ekonomi kitabında hiç yeri yok. Bunlar narh ekonomisiyle, kontrollerle vesaireyle çözülecek işler değil. Bunun sonucunda, bakın, kendi elinizle kıtlık ekonomisi yaratacaksınız ve bunun sonucunu da hep birlikte ödeyeceğiz. O nedenle, yapılması gereken şey, önce gerçek bir resim çekmek. Şu anda biz -siz biliyor musunuz bilmiyorum, biz muhalefet olarak bilmiyoruz- Türkiye'nin toplam bilançosunun aktifinde, pasifinde ne var bilmiyoruz. Mesela kamu-özel iş birliğiyle ilgili olarak 2019 yılı bütçesine konulacak olan rakam konusunda herhangi bir bilginiz var mı? Bize bu konuda bir bilgi verebilir misiniz? Bunu ancak biz şöyle öğreneceğiz anlaşıldı ki çünkü başta söylediğim iddianız şuydu... Cenab-ı Hak kulunu iddiasıyla denermiş, şu anda siz bu iddialarınızla deneniyorsunuz. Şeffaflık, hesap verebilirlik, denetim, kontrol vesaire ortadan kalkmış vaziyette. Biz el yordamıyla gidiyoruz.
Kamu-özel iş birliğiyle ilgili olarak bizim bildiğimiz şu: 59 milyar dolarlık bir anlaşma var, yapım anlaşması; bunun karşılığında 133-134 milyar dolarlık kamu gelirlerinden feragat ediliyor ama bunun zaman içerisinde nasıl yayıldığı, hangi tarihte neyle karşılayacağımız belli değil. Gördük ki 2018 yılı bütçesine köprüler için, diğer alımlar için 6,2 milyar TL'lik karşılık koyduk. Biz bunları bilmiyoruz, bizim size söylediğimize de siz inanmıyorsunuz, elinizin tersiyle itiyorsunuz.
Yani beyefendi öyle bir resim çizdi ki ben ona inanmak isterim, vallahi inanmak isterim, billahi inanmak isterim ama öyle değil iş. Bak kapınıza kriz geldi dayandı, bu sizi götürdüğü gibi bizi de götürecek, bizim çoluğumuzun çocuğumuzun rızkına da sebep olacak. Onun için, Söğütözü'ne gittiğinizde -buraya getirmiyorsunuz- oradaki yöneticilerinize sorun "Neydi şu durum?" diye, bizim önümüze bir koyun. Mesela, dediğim gibi, kamu-özel iş birliğiyle ilgili bu ülkenin yüklendiği yük nedir ve hangi zaman dilimindedir? Eğer ödenemezse ne olacak? Ve bunun arkasından Düyun-ı Umumiye de gelir, bunu laf olsun diye söylemiyorum, bunu inanarak söylüyorum. İnşallah beni yalancı çıkarırsınız, ben de gelir burada özür dilerim ama öyle değil. Siz şu anda mart ayındaki seçime kadar ayağınızı sürüyorsunuz ama bu sizi oraya götürmeyebilir; götürse bile mart ayından sonra mutlaka bir kaynak bulmak için bir yere gideceksiniz, gideceğiniz yer de IMF'dir. Dolayısıyla bugünden gerekli tedbirleri alın ki daha güçlü bir pazarlık yapabilmek için masaya oturmanın imkânlarını arayın.
Sonuç olarak şunu söylüyorum: Bugün 2002'de ne devraldıysanız, bir iki tane gösterge hariç, ona geri döndünüz. Bunun adı krizdir; "Kriz yok." demek bizatihi krizdir, krizin kendisidir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)