| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında; Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü Bünyesinde UNIFIL'e, 31/10/2018 tarihinden itibaren bir yıl daha iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair tezkeresi (3/44) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 7 |
| Tarih: | 16.10.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA BEHİÇ ÇELİK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; UNIFIL'e ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerinde konuşma yapmak için grubum adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi dünyanın birçok bölgelerinde, çatışma alanlarında buna benzer kararlar alarak katılımcı ülkelerin güvenlik kuvvetleriyle güven, istikrar ve çatışmasızlığı sağlamak için, devletlerin birtakım güçlerini oraya göndererek birtakım önlemler alır. UNIFIL de bu bağlamda alınan karar doğrultusunda yaklaşık on iki yıldır Lübnan'ın güneyinde konuşlu 30 ülkeden müteşekkil bir askerî güvenlik örgütüdür.
Değerli milletvekilleri, 2005 yılında Lübnan'ın güneyinde İsrail'in amansız bir saldırısı gerçekleşti. Bu saldırı sonucunda Lübnan'ın güney bölgesinde bulunan bütün yerleşim birimleri ve başkent Beyrut dâhil olmak üzere büyük bir yıkıma uğratıldı ve Lübnan devletinin güneyinde bulunan bütün bu yerleşim alanlarının altyapısı çöktü ve yıllarca süregelen, o, televizyonlarda izlediğimiz, delik deşik edilmiş binalar, yıkılmış tesisler, yakılmış evler ve tamamen bölgeden göçmek zorunda kalan 1 milyon civarında Lübnanlı. 2005 yılında böyle bir ortam oldu ve bu çatışma İsrail ile Hizbullah örgütü arasında cereyan etti ama bu çatışmada İsrail büyük bir yara aldı. İsrail kendisini her zaman gerek Filistin'e karşı gerek bütün Arap ülkelerine karşı asla yenilmeyecek, daima her çatışmada, her savaşta, büyük savaş veya düşük yoğunluklu savaşlar dâhil olmak üzere, galip gelebileceğini zannetti ama burada İsrail'i sarsan bir çatışma oldu ve İsrail buradan kendisini çekmek ve bu bataklıktan kurtulmak için ilk kez başvuru yaptı. İşte, Güvenlik Konseyi 2006 yılında bir karar aldı, 1701 sayılı Kararı'yla birlikte Lübnan'ın güneyinde, özellikle "Mavi Hat" olarak adlandırılan bölge ile Litani Nehri arasındaki tampon bölgeyi boşaltarak oraya Hizbullah'la ve Lübnan grupları ile İsrail arasında bir çatışmasızlık alanı yaratarak kendisini Lübnan sınırı bağlamında güvene almak için bir uygulama amaçlı Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü kurulması yönünde Güvenlik Konseyinden karar talep etti. Bu karar, biraz önce arz ettiğim gibi, 1701 sayılı Karar'la gerçekleşti. Ancak biz Türkiye Cumhuriyeti olarak 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'nı aldık. Bu karar neyi içeriyor? Bu karar ilkeleri belirliyor, bu görev gücüyle ilgili ilkeleri belirliyor; Güvenlik Konseyi kararıyla paralel olan bir ilkeler manzumesinden ibaret.
Biz 2006 yılından itibaren, 2007, 2008 tarihleri ve devam eden yıllarda her yıl birer yıl uzatmak suretiyle bugüne kadar UNIFIL'e katılım kararımızı yinelemeye devam ettik. İşte, bugün önümüze gelen karar da aynı şekilde Güvenlik Konseyi'nin 2433 sayılı Kararı doğrultusunda almamız gereken bir karar olarak karşımıza çıkıyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Türk askerinin, Mehmetçik'in sadece Lübnan'da değil, dünyanın birçok bölgesinde, birçok çatışma alanında engin hoşgörüsü ve şuurlu görev anlayışı her zaman barışa azami katkı sağlıyor. Bunu bütün dünya biliyor. Afganistan için böyle, Bosna-Hersek için böyle. Dünyada Mehmetçik, Türk ordusu bu konuda kendisini kanıtlamış, yüksek deneyim sahibi bir ordu olarak yine buraya katkı yapmaya devam ediyor. Önümüzdeki karar da bunu içeriyor.
Değerli milletvekilleri, bu bölge çok netameli bölge. Bir sorununu çözseniz başka bir sorunla karşılaşırsınız. Hatta bir sorununu çözseniz birkaç sorun daha ortaya çıkar. Orta Doğu, her ne kadar birçok kişi eleştiriyor olsa da gerçekten bir bataklıktır. Orta Doğu bütün bölünmüşlüğünün içerisinde, özellikle 1916 yılında, Osmanlı ordusunun, Osmanlı egemenliğinin sona ermesinden ve Osmanlı ordusunun bölgeden çekilmesinden sonra neredeyse hiçbir zaman barış yüzü görmemiştir diyebiliriz çünkü Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgeden çekilmesi bölgede sömürge rejimlerinin ortaya çıkmasına ve belli bir süre sonra da cetvelle çizilen yapay devletlerin oluşmasına yol açmıştır. Ama Batı, bölgenin yer altı kaynakları, bölgedeki etnik yapılar, inanç yapıları üzerinden hep bir çatışma ortamı düşünerek, bölgeyi bu eksende bölerek ortaya işin içinden çıkılmaz bir durum yaratmıştır.
Özellikle "Lübnan" demişken, Lübnan'ın hemen güneyinde İsrail ve bizim sınırımıza da -Hatay sınırına- fevkalade yakın bir mesafede ve onun yanında, İsrail'in hemen doğusunda, Lut Gölü'nün civarında ve Gazze itibarıyla da güneyinde bir Filistin bölgesi var ki bu müteaddit kez hem sosyal medyada hem bu konuda birçok araştırmacının kitaplarında gösterildiği gibi, haritalarda... 1948 yılından itibaren adım adım İsrail devletinin işgalci tutumu yüzünden Filistin topraklarının bir bir ele geçirilerek yerleşimlere açılıp Filistinlilerin neredeyse uzun yıllar, yetmiş yıl gibi bir sürede sürekli olarak katliama uğratılması maalesef hepimizin vicdanını kanatmaktadır. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri, devletimiz birçok kez gerek İsrail'le gerekse bölgedeki Arap ülkeleriyle temas içerisinde olmasına rağmen, sadece buradaki insani ve ahlaki yoksunlukların ortadan kaldırılması ve zulmün sona erdirilmesi için gerekli girişimleri yapmasına rağmen maalesef İsrail hâlâ saldırgan tutumunu sürdürmektedir. Lübnan'daki durum da böyledir aslında. Yani bunlar topluca bizim Orta Doğu'daki dış politikamızı, dünyanın bütün devletlerinin dış politikalarını doğrudan etkileyecek olan bir manzumedir. Bu itibarla, buna benzer barış gücü yapılarıyla barışı azami ölçüde kuvvetlendirerek bölgede kalıcı barışın tesis edilmesi, sonuçta buna benzer geçici görev gücü yapılarının bölgeden çekilmesi ve istikrar ve güveni sağlamak önem arz ediyor.
Değerli milletvekilleri, Orta Doğu derken Lübnan bölgesi ve hemen yanında İsrail... Yine, şu anda, güvenlik politikamız desek Suriye için uygun olur, dış politika desek uygun olur, ekonomi desek uygun olur; hangi kapsamda değerlendirirsek değerlendirelim Lübnan ve birlikte Suriye aslında Türkiye'nin şu anda, kısa vadede, orta vadede -bırakın uzun vadeyi- doğrudan bekasını etkileyecek çok önemli sorunlar yumağı hâlindedir.
Daha 2008 yılında bu Gazi Mecliste bütün milletvekilleri olarak toplandık ve o zaman büyük bir mücadele verildi bu Mecliste. Konu neydi biliyor musunuz? Konu, Suriye sınırının, 911 kilometrelik Suriye sınırının 513 kilometresinin mayından arındırılmasıydı. Böyle bir mantıksızlık olabilir mi? Niye mayından arındırıyorsunuz Suriye sınırını? O konuda bizler direndik ama iktidar partisi o zaman ısrarla "Mayından bölgeyi arındıralım." diye büyük bir mücadele verdi; bunu bir yasa olarak getirdiler, tasarı olarak getirdiler ve Genel Kurula indirdiler ama burada bu direniş etkisini gösterdi. O zaman AK PARTİ'nin yetkilileri şunu söyledi, dediler ki: "Mayından temizleyelim, tarıma açalım. Burayı David veya başkaları alsın, işlesin ve Ayşe, Ali, Fatma ekmek yesin." Bunun mantığı nasıl olabilir? Ama gelinen noktada, şu anda, biz sınırımıza boydan boya, neredeyse 4 metrelik hat çekerek Suriye ile aramıza büyük barikatlar kurmuş durumdayız. Ama geçişler yok mu? Yine aynı şekilde geçişler devam ediyor ve Suriyeli mültecilerden dolayı ülkede ciddi bir dram yaşanıyor. Bu bizim demografik yapımızı olumsuz etkiliyor. "Ege'de düzensiz göçmenler denizde boğuldu." ve "20 kişi öldü, 15 kişi öldü." diye neredeyse haber geçmedik gün yok. Böyle bir şey olabilir mi? İnsanların hayatlarını riske atıyoruz, bunun önlemi yok.
Şimdi, soruyoruz, sınırlarımız delik deşik olmuş, hiçbir önlem yok, Afganistanlılar veya başka ülkelerden gelen insanlar İran'dan Doğu Anadolu'nun daha içeride Erzurum gibi illerine kadar yürüyerek geliyorlar, polis durduruyor "Nereye gidiyorsunuz?", ya böyle bir şey olabilir mi? Eskiden sınırlardan bırakın insan geçmesini bir koyun bile geçemezdi, mümkün değildi; bunlara önlem almak lazım. Ülkemiz âdeta bir göçmenler batağına dönüştü ve illegal mahalleler oluşuyor, suç örgütleri oluşuyor. Ülkemizin asayişi en batıda Edirne'den doğudaki Kars'a kadar bozuluyor. Bunun nedeni maalesef başta Suriye'deki savaştır diyebiliriz, en başat olanı odur. Ama Irak'ta da aynı sorunlarla biz karşı karşıya kaldık. İktidar partisinin iktidar olduğu ilk yıllarda başlayan Irak Savaşı yine 1 milyon 200 bini aşkın insanın, Iraklının maalesef ölümüyle sonuçlandı. Ve biz Amerika'nın bu öldürme olayını bir anlamda destekler mahiyette politikalar ürettik. Bunlar insani değil, İslami değil, ahlaki değil, hangi şeye koysanız bu olmuyor. Onun için dış politikayı total olarak ele alıp baştan sona yeniden değerlendirmek ve kalıcı bir dış politika yapmak hatta devletin kurucu temel değerlerine, fabrika ayarlarına dönmek fevkalade önem arz ediyor. Dış politikayı oturttuğumuz zaman güvenlik politikaları da oturur, millî savunma politikaları da yerine oturur. Şimdi süremiz kısıtlı olduğu için onlara girmek istemiyorum. Güvenlik, dış politika ve millî savunma politikaları bir bütünlük arz eder, birbirinden koparamazsınız. Bunu tamamlayan da ekonomidir. Bugün ekonomiyi sayın hatipler tek tek anlatıyor. Bugün Türkiye'de güven endeksi düşmüş. Yüzde 50'lere varan bir devalüasyon varken ve fert başına düşen millî gelir 7.900 dolar düzeyine inmişken ve bunun yanında tasarruf oranı yüzde 11'ler düzeyine gerilemişken ekonominin sağlamlığından bahsetmek tamamen abesle iştigaldir.
Onun için, biz ne yapacağız değerli milletvekilleri? Bizim öncelikle çok sağlam bir dış politikayı benimsememiz ve bunu hayata geçirmemiz gerekir. Diğer yandan, güvenlik politikalarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir. Bunu da tamamlayacak olan kuvvetli bir ekonomiyle biz yolumuza devam etmek, devletimizin bu sayede geleceğini garanti altına almak durumundayız.
Şimdi, 4 milyon nüfuslu -ki bu, çatışmalar başladığı zaman- Lübnan'dan 1 milyon insanın bu çatışma nedeniyle göç ettiğini düşünürsek o devletin nasıl bir yıkıma uğradığını, o devletin, o halkın nasıl bir yıkıma uğradığını da görüyoruz. Ancak burada şunu da hatırlatmak gerekir: Lübnan, maalesef, bu olaydan bir yıl önce Lübnan Meclisi, sözde Ermeni soykırım tasarısını görüşerek bu konuda soykırım olduğuna ilişkin karar almıştır. Lübnan'la ilgili acaba siyasal iktidar sözde Ermeni soykırımıyla ilgili aldığı karar nedeniyle bugüne kadar ne yapmıştır, bunun da hesabını vermesi gerekiyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; UNIFIL bölgede İsrail'in çekilmesini sağlamak, gözlemcilik yapmak, İsrail ordusunun boşalttığı alana Lübnan ordusunu yerleştirmek, güven arttırıcı çalışmaları İsrail ve Lübnan hükûmetlerince koordine etmek, insani yardımların ulaştırılması ve yerlerini terk etmiş kişilere yardımcı olmak ve Lübnan ordusunun tampon oluşturabilmesine destek vermek, Lübnan Hükûmetinin silah ve mühimmat girişleriyle ilgili taleplerinin karşılanmasına yardımcı olmak ve ayrıca UNIFIL'in kendi görev yönergesinde yazılı olan hükümleri yerine getirmek için, bu görevleri yapmak üzere, söz konusu olan, arz etmiş olduğum bölgededir. Bu bölgede, Türkiye Cumhuriyeti olarak her zaman, Orta Doğu'da dinî fanatizme asla izin vermememiz gerekir. Rasyonaliteye aykırı olan her türlü icraata karşı çıkmamız gerekir. Saldırgan İsrail'in saldırganlığını durdurmamız gerekir ve doğu Akdeniz'deki enerji havzalarımızı da bu bağlamda göz önünde tutmamız gerekir.
Bunlara dikkatinizi çekmek için başlıklar hâlinde arz ettim. UNIFIL'in bölgede faydalı hizmetler yapacağına biz grup olarak inanıyoruz. Dolayısıyla UNIFIL'e bir yıl daha Türk görev gücü olarak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayın Sayın Çelik.
BEHİÇ ÇELİK (Devamla) - ...ordumuzdan gidecek heyetin bölgede vazife yapmasını uygun görüyoruz.
Konuşmamı bitirirken hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Çelik.