GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek türk silahlı kuvvetleri unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla tespit edilen ilkeler kapsamında; Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü Bünyesinde UNIFIL'e, 31/10/2018 tarihinden itibaren bir yıl daha iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair tezkeresi (3/44) münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:7
Tarih:16.10.2018

YUNUS EMRE (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben de Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Kamuoyunda bilinen ismiyle Lübnan tezkeresi üzerinde söz almış bulunuyorum. Grubumuz adına konuşmasında Sayın Çakırözer'in de belirttiği gibi bu tezkereye olumlu oy vereceğiz birkaç temel gerekçeye dayanarak.

Bir defa, Birleşmiş Milletler gücü olmasına önem veriyoruz temel olarak ve bunun yanında 2014'ten beri Deniz Kuvvetlerimizin bölgede, Doğu Akdeniz'de bayrağımızı dalgalandırıyor olmasını da önemsiyoruz. Ancak bu durum AK PARTİ'nin on altı yıllık dış politikasına ve Orta Doğu politikasına olan kapsamlı eleştirilerimizi geride bırakmıyor tabii. Bunları da anlatmak, açıklamak durumundayız.

Şimdi, ilk olarak, tabii, bir önemli eleştiri konusu, bir önemli tema bu kapsamda düşünmemiz gereken: Sanki Türkiye'nin uluslararası barışa katkılarının AK PARTİ döneminde başladığı gibi bir yanılsama, bir yanlış fikir topluma anlatılıyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, tarihi boyunca uluslararası barışa çok önemli destekte bulunmuş bir ülkedir ama özellikle 1993'ten itibaren artan ölçekte -yani Somali'de, Bosna Hersek'te, Arnavutluk'ta, Afganistan'da, Kosova'da- bir çok farklı örnekte Türk askerleri uluslararası barışa hizmet etmiştir.

Şimdi, bildiğiniz gibi, ilk defa 2006 yılında Lübnan tezkeresi Mecliste oylanıyor. O dönemde Meclisteki konuşmalar izlendiğinde, bizim grubumuz adına yapılan konuşmada kıymetli bir büyüğümüz, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ'ın yaptığı konuşmanın içinden çok kısa bir bölümünü dikkatinize sunmak istiyorum. Çünkü bugün yaşadığımız tartışmalarla çok ilgili olduğunu düşünüyorum ve buradan çıkaracağımız çok kapsamlı dersler olduğunu düşünüyorum.

2006'da Sayın Elekdağ diyor ki: "Başkan Bush yönetimine hâkim olan yeni muhafazakâr düşüncenin İsevi ve Musevi inançları kaynaştıran yapısı Amerika ile İsrail'in güvenliğine ve çıkarlarına eş değerde görmesi ve dünyayı bir tarafta demokrat Hristiyanlar ve Yahudiler, öte tarafta da İslamcı faşist Müslümanlar diye ikiye ayıran bir yaklaşımı benimsemiş olması, İsrail'in sözünü etmiş olduğu hedeflerinin kolaylıkla Amerika'nın 11 Eylül sonrasında oluşturulan yeni ulusal güvenlik stratejisiyle bunun siyasi kanadı olan Büyük Ortadoğu Projesi'ne entegre edilmesine imkân vermiştir. Amerika'nın Irak'ı işgal etmesi Washington'un global enerji kaynaklarının denetimini öngören dünya hegemonyası stratejisi bağlamında gerçekleştirilmiş olsa da temel hedeflerinden biri İsrail'in güvenliğidir. Lübnan savaşıyla da Hizbullah etkin bir güç olmaktan çıkarılmak ve böylece İsrail'i tehdit eden bir unsur daha likidite edilmek istenmiştir. Bu sürecin bundan sonraki aşamalardaki hedefleri, dikkatinizi çekiyorum, Suriye ve İran'dır."

Değerli arkadaşlar, bu, bu manzara Şükrü Elekdağ'ın bizim grubumuz adına on iki yıl önce bu kürsüden anlattığı manzara 2018'e kadar aslında Türkiye'nin dış politikasının yazılmamış kısa tarihidir ve burada, AK PARTİ hükûmetleri bütün bu alanlarda Türkiye'nin menfaatine olmayan politikalar izlemiştir. Bu, 1 Mart Tezkeresi'nden başlar, Lübnan savaşında ya da en son yaşadığımız Suriye iç savaşında izlenen politikaya kadar gelir. Bu kapsamda şunu da hatırlatmak istiyorum: 2006 yılında askerlerimizi gönderdiğimiz Lübnan Hükûmetinin acaba bize dönük politikası ne olmuştur? Şunu da hatırlatmak istiyorum yine aynı zamanda: Aynı evrede bizim TELEKOM'un Lübnanlı bir ailenin ağırlıkta bulunduğu bir şirkete satılmış olmasını da hatırlatmak istiyorum. Şunu söyleyeceğim değerli arkadaşlar: Hemen arkasından, 2006'da biz askerlerimizi gönderdikten sonra, 2007 yılında Lübnan Hükûmeti, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'yle Doğu Akdeniz'de bir münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalamıştır yani grubunuzun devri iktidarında bu anlaşmanın imzalanmasına engel olunamamıştır. Bugün Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları üzerinde yaşanan tartışmalardaki karşılaştığı zorlukları biliyoruz. Özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin her platformda Türkiye'yi zora sokan yaklaşımını biliyoruz ve arkasında yatan o dönem izlenmiş yanlış politikalara işaret etmek istedim.

Değerli arkadaşlar, bir önemli konu bu kapsamda, bildiğiniz gibi, özellikle 2014'ten sonra biz deniz gücümüzü ağırlıkla gönderdik Lübnan'a. Şimdi, Deniz Kuvvetleriyle ilgili aynı evrede yaşanan Türkiye'de çok kapsamlı, önemli gelişmeler var. Bir defa, Balyoz yargılamaları var. Balyoz yargılamaları kapsamında 36 amiralin, 115 subayın, 5 astsubayın değişik yıllarla ağır cezalara çarptırıldığını hatırlatmak istiyorum. Yine sizin döneminizde Balyoz davası haricinde işte amirallere suikast, Poyrazköy, Ergenekon, İrticayla Mücadele Eylem Planı, Kafes Eylem Planı, casusluk davası, fuhuş davası gibi isimli davalarda, bu kumpas davalarda Türk Deniz Kuvvetlerinin yetişmiş insan personelinin önemli ölçüde tasfiye edildiğini, onlara büyük bir zulüm yapıldığını sizlerin iktidarınızda, hatırlatmak istiyorum. Kimdi bu insanlar? Bugün "Türkiye'de millî gemiler yapılıyor." diye övündüğümüz tasarımları yapan insanlardı sevgili arkadaşlar. Bu insanların arasında kahrından kanser olan kahraman subaylarımız vardı, bu insanların arasında intihar eden yurttaşlarımız vardı. Bunları hatırlatmak istiyorum.

Bu kapsamda geçmişte AK PARTİ hükûmetleri döneminde izlenmiş yanlış politikaların, skandalların bugün de önemli ölçüde sürmekte olduğunu ne yazık ki görmekteyiz. Özellikle bu haftaya gelirken yaşadığımız Rahip Brunson hadisesi sanıyorum en önemli örnek olarak görülebilir. Yani AK PARTİ dönemindeki dış politika skandallarının bir son örneğini bu hafta ne yazık ki ülkemiz adına bir utanç manzarası olarak yaşamış olduk. Türkiye böyle bir manzarayı hak etmiyor. Amerikan Başkanının şu konuşmasını izlemişsinizdir: "Brunson'u kurtardık. Başka yerlerden de Amerikan yurttaşlarını kurtardık. Daha yeni Kuzey Kore'den de Amerikan yurttaşlarını kurtardık." diyor. Tarafınızdan yani kişisel olarak söylemiyorum, partiniz tarafından Türkiye'nin düşürüldüğü manzara budur. Türkiye'nin Kuzey Kore'yle aynı ligde değerlendirildiği bir durumdur sevgili arkadaşlar.

Türkiye'nin, Türk halkının, Türk milletinin en önemli özelliklerinden birisi, bizim onurumuza düşkün bir millet olmamızdır ancak bu son karşılaştığımız Brunson hadisesi bu bakımdan bizim millet olarak onurumuzu yaralamış bir hadisedir.

Şunu diyorsanız eğer: "Ya, kardeşim, alışın buna." Bakın, bir önemli örnek: Biz Rus uçağını düşürdük, değil mi? Sonra Rusya'nın Türkiye'ye tepkisiyle karşılaştık ve araya birtakım aracılar koyarak Rusya'yla aramızı düzeltmeye çalıştık. Peki, şunu sorayım size: Suriye bizim bir uçağımızı düşürdü, askerlerimiz şehit oldu. Biz ne yapabildik sevgili arkadaşlar, ne yaptık Allah aşkına? Rusya'nın...

İSMET YILMAZ (Sivas) - Suriye'nin uçağı düşürüldü.

YUNUS EMRE (Devamla) - Suriye'nin bizim uçağımızı düşürmesinin arkasından Türkiye'nin izlediği politikayı bir düşünelim, bir de buna karşılık bizim Rus uçağını düşürdüğümüzden sonra karşılaştığımız manzarayı düşünün.

Sevgili arkadaşlar, uluslararası planda gerçekten Türkiye'nin çok zorlu bir süreçten geçtiği bir dönemi yaşıyoruz, bu çok doğru ancak Türkiye'nin ulusal onurunun devri iktidarınızda çok ağır hasar gördüğü bir manzarayı çok yazık ki yaşamış bulunuyoruz. Türkiye'nin bu durumdan çıkması gerekiyor. Bu anlayışla yani partinizin şimdiye kadar uygulamış bulunduğu anlayışla bu durumu gerçekleştirebileceği kanaatimde olmadığımı da belirtmek istiyorum.

Tekrar çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Emre.