| Konu: | Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 10 |
| Tarih: | 24.10.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA YAVUZ AĞIRALİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; saygıyla selamlıyorum hepinizi.
Bugün önerge sahibi olarak hem de önergesi kabul edilmiş biri olarak size hitap etmek isterdim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, Nasreddin Hoca bir gün konuşacağı kitleden para toplamış, konuşmasını yaptıktan sonra da parayı geri dağıtmış. Demişler ki: "Hocam sebebihikmeti ne?" Demiş ki: "İnsanlar para verince daha dikkatli dinliyorlar." Sonra demiş ki: "Allah var, insan, parası olunca da başka konuşuyor." Şimdi, önerge sahibi olmak kuvvetli konuşmaya mehaz, kabul edilmiş önerge sahibi olmak da daha iyiydi. Keşke bu süreç böyle devam edeydi de biz iktidara karşı bir hakkı hukuku parmak hesabıyla değil de vicdan hesabıyla konuşup iktidarı denetleme imkânını bir vesile elimize geçirmiş olsaydık da bu kürsüde ben biraz daha dolu dolu konuşabilmiş olsaydım. Allah var, dün mevzu konuşmaya gelir deyince birazcık Hükûmete sitem edecektim ama bizim bu oylamalar vesilesiyle iktidarı denetleme hevesimiz, iktidarı milletin taleplerine doğru çekebilme gayretlerimiz biraz örselendi. Ben Milliyetçi Hareket Partisindeki arkadaşlarımızın oylamanın ilk turunda oy verip ikinci turunda veremeyişlerinden muzdarip olduklarına inanıyorum.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Hangi oylama bu?
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - EYT'yle ilgili oylama.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Yani açılımı ne bunun? Tam net bilmiyoruz.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Şimdi arz edeceğim şu: Tabii, kendi mesuliyetlerimizi biliyoruz. Biz memlekette iktidarın düşmanı değiliz, rakibiyiz. İktidarın elinden memleketi yönetme anlamında hizmeti teslim almaya gayret edeceğiz. Biz memleketin, milletin taleplerini size lisanimünasiple ifade edeceğiz. Siz bunlarla ilgili mücadele edeceksiniz. Biz vicdanlara, siz parmaklara... Ne kadar olursa, mücadele ne kadar olabilirse elimizden geldiği kadar yapacağız. Sonra sizin bu oylamalarda gösterdiğiniz tavırları milletimize şikâyet edeceğiz, yapacağımız o olur. Takdir tabii ki milletin, demokrasilerde sandık hakem, dolayısıyla biz de ona razıyız, vesile edeceğiz.
Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı Kanunu'ndaki mutabakatımız, malumunuz bütün gruplar bu mevzuda mutabıktırlar. Ama önergelerimizi bir şekilde muvafık olup geçiremiyoruz, sesimizi bir şekilde duyuramıyoruz, sözümüz iktidar grubunun vicdanında makes bulmuyor. Dolayısıyla, biz de ilgili ilgisiz kanun tasarılarında, tekliflerinde size sitem edebilme imkânı buluyoruz. O vesileyle ben Saffet Bey'in pasını da aldım. Memleket millet mesuliyetini konuşurken yine -rahmet olsun- Galip amcanın "Beşiktaş nasıl kurtulur?"dan başlamaktan da çok muzdaribim. Yani kırk yıl sonra yine "Beşiktaş nasıl kurtulacak?" diye bir muhasebe alanına düşmüş olmaktan muzdaribim. Bu, parolası ülkücü camianın anlayacağı bir sitem.
Şimdi, Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'yle ilgili ben sitemlerimi şöyle sıralayacaktım Hükûmete: Türk Silahlı Kuvvetlerindeki "Türk" deyince Türk'e, "silah" deyince anda, "kuvvet" deyince ikisinin mütemmimimden doğan ahenge, "güçlendirme" deyince bütün bunların bizi bir araya getirdiği, oluşturduğu Türk milletine, "vakıf" deyince de büyük medeniyetimize cümle kuracaktım. Yani bu kanunun kelimeleri ve bendeki tedaileri üzerinden İYİ PARTİ'nin siyasi koordinatlarıyla milletimize duyduğumuz sadakati heceleyeyim, kendi siyasi koordinatlarımızı size ifade etmiş olayım istedim. Birazcık -Allah var- gardım düştü oylama vesileyle, kabul ediyorum, keşke olmasaydı ama EYT hassasiyeti dolayısıyla bir mutabakat vardı, muhalefet grubu, muhalefet partileri sanki daha yeknesak gibiydi, ona rağmen muvaffak olunamadı. Bu mevzudaki pozisyonumuzu biz millete sizi şikâyet ederek taşıyacağız, bilesiniz.
Şimdi, Andımız vesilesiyle, bugün iktidarın büyük ve küçük ortağı arasındaki ahenksizlik vesilesiyle -basın mensupları birazcık bu işlere heveslidir- "Efendim, ne olur, nasıl olur, bu çatlak büyür mü?" falan diye suallere muhatap olduk, hepsine şöyle cevap verdik arkadaşlar: Bu, demokrasinin güçlenmesi açısından bir imkâna döner. Yani Mecliste her istediğimizi yapabileceğimiz bir kuvvet elimizdedir. Dolayısıyla muhalefetin ne dediğini dinlemeyecek kadar tenezzülsüz iktidara bugünkü bu niza, belki iktidar denetimine dönebilir cihetiyle makul baktık. Dün bütün cümleleri böyle kurduk. Yani bizim bir mebusumuzun söylediği gibi, çakı bulmuş kızan gibi sevinmedik. Ben sadece şuna imkân olur diye düşündüm: İktidarın denetlenmesi açısından bunun memleket, millet hayrına fırsata döneceğine itimadım vardı, bir gün sürdü. Dilerim, sayısal çoğunluk yerine siyasal meşruiyeti konuşmak zorunda kalacağımız günler içerisinde vicdanlarımız galip gelir.
Şimdi, vesilesiyle ifade edeyim, Hükûmetimize, yürütmeye, temsilen de Cumhurbaşkanına sitem edeceğim birkaç husus var: Bu memlekette milliyetçilik mevzubahis olunca Türklüğü, diğer unsurların alternatifi ya da muadili ya da muarızı gibi gösteriyor olmak, bir kurgu zafiyetidir, bir muhteva zafiyetidir. Yani bu mevzuda AK PARTİ Grubunda hatırı sayılır düzeyde akademik kariyer sahibi insan vardır. Türklük, bu memlekette "Türk" deyince, Kürt'ü provoke eden bir kelime değildir. Türk, Kürt'ün, sair unsurların, hepsinin mütemmim cüz olarak birleştiği yerdeki ortak çatı ismidir. Bir milletin adıdır. Türkmen'in muadili, Kürt'tür. Dolayısıyla, bu memlekette Andımız ve tedaileri üzerinden "Sen 'Türk' dersen Kürt'ü provoke edersin." kabilinden bir cümleyi devletin kuruluş iradesine, ciddiyetine, vakarına yakışık bir ifade olarak değerlendirmediğimi ifade ediyorum.
Osmanlıcılık -içimizde hocalarımız var, keşke Naci Hocam da burada olsaydı- İslamcılık ve Türkçülük, bir mecburiyetin parolasıdır. Osmanlıcılık yaparak kurtarılamamış vatanın, İslamcılık diyerek toparlanamamış yurdun, kendinden başka tutunacak hiçbir şeyi kalmamış bir milletin kendine tutunma iradesidir milliyetçilik. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Dolayısıyla milliyetçilik, bir kurucu iradedir.
Arz edeceğim husus şudur arkadaşlar: Bu topraklarda Türk milliyetçiliğini bugün Cumhurbaşkanımızın bilhassa 15 Temmuzdan sonra Milliyetçi Hareket Partisinin kendilerine sunmuş olduğu olağanüstü jest ve avansla, ülkücü camianın iktidar olamayışını "Biz iktidar olamadık ama devlet ülkücüleşti." parolasıyla Cumhurbaşkanını kendi mevzisine çektiğine dair cümleleri bugün biraz tekzip ettiğimiz zamanlardayız. "Sen 'Türk' dersen, öbürü de 'Kürt' der." cümlesi, kurgu olarak hatalıdır. "Türkmen" dersem, "Kürt" diyebilir, onda da serbesttir herkes. Ama "Türk milleti", bu memlekette yaşayan herkesin ortak ismidir.
Dolayısıyla, istirhamımız şudur: Bu memlekette nifak, kurucu iradede bütün cesametiyle görünen; giyecek ayakkabısı, yiyecek ekmeği olmayan bir milletin varlık iradesini cihana haykırdığı, düvelimuazzamaya kabul ettirdiği yani "Bu milleti kuran iradenin adı 'Türk milletidir.'"i kabul ettirdiği işi, kendi milletimize kabul ettireceksiniz, hepsi bu kadardır.
Şimdi, bunun arkasından, eşleştirmeye itirazımı söylüyorum: Cumhurbaşkanımız Gagavuzya'nın merasiminde konuştu, "Gökoğuzca öğrenin, Göktürkçe öğrenin..." dilin yeknesaklığı üzerinden bir millet tarifi, Adriyatik'ten Çin Seddi'ne bir Türk dünyası tasavvuru falan gibi cümleler kullandı. Çok memnunuz bu cümlelerden. Şimdi, bu cümleler içerisinde Türk milliyetçiliğini, kurucu irade olarak Türk milletinin Türk milliyetçiliğini bu memlekette otuz yıldır evlatlarımızın kanı, canı üzerinde tepinen bölücü bir hissiyatla aynı cümlede terennüm etmek, devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz arkadaşlar; asla, böyle bir şeye asla tolerans tanıyamayız. Türk milliyetçiliğini siyasi Kürtçülükle aynı cümle içerisinde zikretmek bir nezaketsizliktir, Türk milliyetçiliğine, Türk milletine hakarettir. Dolayısıyla, istirhamım şudur. Ben şimdi koordinat vereceğim, arkadaşlarımızın, muhtemelen bu siyasi koordinatlar içerisinde nerede durduğumuzla alakalı kafalarında istifham oluşuyordur, Andımız'la alakalı, Türk milliyetçiliğiyle alakalı hassasiyetim bu memlekette "Ben kendimi öyle hissetmiyorum." diyenlerin provoke olmasına imkân vermesin diye şerh ediyorum, açıyorum: Bu memlekette HDP'ye, HDP'ye oy veren her vatandaşımıza "PKK'lı" demeyecek kadar namuslu, izzetli memleket, millet mensuplarıyız. Evet, HDP'ye oy veren her vatandaşımıza "PKK'lı" demeyecek kadar kalbimize itimat ediyoruz. Evet, HDP'ye oy veren her vatandaşımız, PKK'lı değildir ama her PKK'lı, HDP'lidir. Bu arada, terörle arasına mesafe koyabilme imkânını bulduğu hâlde bunu kullanmayanlar; bu Mecliste hassasiyet göstermesi gereken bir üslup olduğuna inanıyorum. Bu Meclisin kürsülerinden devletin başına, Cumhurbaşkanına HDP hatiplerinin "Sen kimsin!" demesini, onlar kadar sizin zafiyetiniz görüyorum. PKK'ya bir kere "Sen kimsin!" diyememişlerin, devletin başına "Sen kimsin!" demesini sizin zafiyetiniz sayıyorum. Bu memlekette üslubunu ayarlayamadığınız, kendinize verilmiş oyların hakkını, hukukunu yerine getiremediğiniz için, kendinize oy vermiş, terörize olmamış Kürtlerinizle memleketin meselesini konuşamadığınız için, sizin öğrenme maliyetleriniz yüzünden sıra dağlar gibi çocuklarımızı çukurlara gömdük. Bu öğrenme maliyetlerinin arkasında sadece şöyle bir kurgu zafiyeti vardı: Terörle, teröristlerle kendi milletinizin hakkını, hukukunu konuşmamanız gerektiğini 750 evladınızı şehit vererek öğrenmek zorunda değildiniz, bize sorabilirdiniz. Diyebilirdik ki size: "Oturmayın. Kendinize oy veren insanlarla oturun." Size oy veren insanlar size zaten şu iradeyi göstermiş oldular: "Biz her şeye rağmen beraber yaşama iradesine sadığız. Bizim dertlerimizi, bizim problemlerimizi duyun." Ama mevzu şu hâle geldi: Problemin demokratik olduğunu söyleyen siyasi Kürtçülük, çözümün coğrafi olduğu yere getirdi sizi. Oradan dönmek için ödediğimiz bedel, her işte olduğu gibi... Yani siyasetin feraseti tam burada gerekli. Sizin vazifeniz, sizden sonra emaneti teslim alacakların vazifesi şudur: Başını duvara vurmadan duvarı görebilmek. Kaza yapmadan kazayı önleyebilmek. Siyasetin mahareti şudur: Önleyici istihbarat gibi, başa bela gelmeden belayı görebilmek, savuşturabilmek.
Şimdi, biz, iktidarınız döneminde şöyle bir şey yaşar hâle geldik: Her şeyin bedelini milletin ödediği bir süreç içerisinde öğreniyoruz. FETÖ'cülerin darbeye teşebbüs ettiğini darbe ettikten sonra anlıyoruz. Biz de biliyoruz bu darbeye Amerikancıların yardım ettiğini, biz de gördük, ondan sonra öğreniyoruz. Önceden bilmek, siyasetin feraseti odur. Orada görev yapmak zorundaydınız. Efendim, hep mazeretler şöyle geldi: "Bizden önce de vardı." Evet, kendi sorumluluklarımızı inkâr etmiyorum, bizim de dâhil olduğumuz o havza içerisinde istisnası olduğumuz işler vurdu bizi arkadaşlar. Bakın, bu işleri henüz bu Meclis kürsüsünden, yeminle söylüyorum, konuşamadınız. Ben üniversite kürsülerinde konuştum, konferanslarda konuştum ama siz, namluların doğrultulduğu irade olmanıza rağmen siz, muhatap siz olmanıza rağmen henüz bu meseleyi konuşamadınız, konuşmadınız. Siz, Mahmut Tanal'dan bir FETÖ'cü çıkarmaya çalışıyorsunuz.
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Yapmayın, Allah aşkına!
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Bak, CHP'ninki çok basit Mehmet Bey, CHP'ninki çok basit: Ayrılmış bir ortaklıktan "Acaba biz bunları yenebilir miyiz?" diye malzeme devşirme şehveti. Çok basit bir şey yani "Sizin eski ortağınızdan biraz malzeme alıp eski ortaklığın sırlarını sizin kafanıza atabilir miyiz?" şehveti, bundan ibaret bir şey, başka bir şey değil. Bunu şunun için arz ediyorum: Sizin, memleketi yönetirken muhalefete kulak tıkamanızın maliyetlerini konuşuyoruz biz şimdi. Cumhuriyet Halk Partisinin itirazlarını ciddiye almıyorsunuz. Devlet Bey'in, Fetullah Gülen organizasyonuyla henüz aranızda niza çıkmasına yakın zamanlarda "Üzerinizdeki istifhamlar kalkana kadar faaliyetlerinizi durdurun." şeklinde çok nazik bir ihtarı olmuştu o zaman. Hatırlayın lütfen. Merak edenler, lütfen, sosyal paylaşım sitelerinde baksın. Bu kadar nazik bir ihtarı bütün kabine, Devlet Bey'e hakaret merasimine çevirdi. İnternette var, izleyin, seyredin. Son cümleyi Sayın Cumhurbaşkanımız yaptı, Devlet Bey'i kastederek şöyle dedi: "Fetullah Gülen Hocaefendi'nin adını abdest alarak ağzına alacaksın." dedi.
Şimdi bu kadar cümleler kurulurken bu işlerin arasında bizim istirhamımız şudur: Başımıza binbir türlü gaile geldi, darbe geldi; başımıza 17/25 Aralık geldi. Bütün bunlarla alakalı dediniz ki: "Birbirinden farklı soruşturma süreçlerinin farklı zamanlarda bitirilmesi gereken dosyalarını uzatıp siyasi davranışı değiştirecek şekilde yargı darbesi yaptılar." Biz de sizin gibi düşünüyoruz, doğrudur. Doğrudur ama bütün bu süreçler olup biterken biz sizden şöyle bir şey duymak istiyoruz. Grubunuzda bu hissiyatı göremediğimiz için, böyle mukabele etmek zorunda kalıyoruz.
Hâlâ ısrarla, her mevzu konuşulurken, her mevzuda sanki iktidarı on altı yıldır MHP ya da işte Cumhuriyet Halk Partisi yönetiyormuş gibi davranmanızdan kaynaklanır bir sitem bu. Yani sizi dinleyince vallahi şöyle hissediyorum: Allah razı olsun, yani Sayın Cumhurbaşkanımız, on altı yıldır iktidarı elinde bulunduran Kemal Bey'den aldı iktidarı, şimdi Kemal Bey'in ettiği ne kadar yanlış varsa onları toparlamak için "Bismillah." dedi. Konuşmalarınızın tonlamasında yüzünüzde böyle bir ifade var. Nasıl başarıyorsunuz bilmiyorum? Ya insan birazcık mahcup olur. Ben şimdi, mahcup olmanızdan şunu kastetmiyorum -lütfen, nezaketsizlik saymayın- vallahi utanmanızdan bahsetmiyorum ama birazcık mahcubiyet arkadaşlar.
Şöyle bir mahcubiyet, bu mahcubiyetin tezahürü şudur: Ya daha önce dinlemedik biz bu muhalefeti, biraz kulak kabartalım; biz daha önce bu muhalefetin her dediğini yanlış saydık, onlar bizim her dediğimizi yanlış saydılar. Sitem ettiniz bize ki sitem ettiniz ve haklısınız. "Ya bizim her yaptığımız mı yanlış?" diyorsunuz. Gerçekten doğru bir sitem. Her yaptığınız yanlış değil sizin, bazı yaptıklarınız yanlış. Ama siz de takdir edersiniz ki bize şöyle davrandınız: Ya her yaptığımız, her dediğimiz mi yalan bizim, her dediğimiz mi yanlış?
Dolayısıyla körler-sağırlar diyaloguna dönen bu süreci ortadan kaldıracak olan şey, dün heves ettiğimiz işti. Milliyetçi Hareket Partisinin hassasiyet izhar edip "Belli mevzularda hassasiyetimize göre davranacağız." anlamına gelen o itirazını biz vallahi şöyle kodlamayı düşünüyorduk: Allah'ın izniyle biz memlekette hakkı, hukuku, talebi -işte, EYT'ler dâhil, bu takipsizlik kararı aldığı hâlde göreve dönemeyenler dâhil, fındık dâhil- memleketin meselesi gibi gördüğümüz şeyde kuvvete dönüştürürüz. Yani iktidarı mızraklamaya çalışmıyoruz aslında, sadece muhalefetin de bazı taleplerinin meşru, haklı millet talepleri olduğunun alameti sayılsın, bir kuvvete dönsün istedik. Muvaffak olunamadı.
Şimdi, hususiyetle, ben bu vesileyle ifade ediyorum, kalbinizi kırmak, kabalık etmek için söylemiyorum, bizim memleketi yönetme irademiz, idealimiz, ferasetimiz, mesuliyetimiz -ne derseniz adına- bir siyasi üslupla birleşmek zorunda. Bu ülkede ayaklarımızın üstünde duracağımız şartların sizin belirlediğiniz meşruiyet alanında olma mecburiyeti bizi sıkıntıya sokuyor. Yani attığınız her yerde okun üstünü çevirip üstüne "12" yazmanızdan bıktık sizin. Vuramadınız, vurduğunuz her yere "12" yazma hevesinden kurtulun artık. Bazen isabet ettirememekten doğacak şeyleri yönetelim, beraber yönetelim. Diyelim ki: "Teklif ettiniz, yanlış oldu. Yanlış oldu arkadaşlar, toparlayalım." Bu çok normal bir şeydir, tabii bir şeydir.
Bir seçim önce Cumhuriyet Halk Partisinin önerisiydi, hatırlarsınız: Efendim, emeklilere birer ikramiye. Mehmet Şimşek Bey -kelamı çok kibar da etmedi, Allah var- bekâra hanım boşamak falan gibi elfâzıgalîzeden bir teşbihle dedi ki: "Bekâra hanım boşamak kolaydır, öyle onlar..."
Ha, bir seçim önce dediği lafı, seçmen davranışını değiştirecek olduğunu gördükleri için öbür seçim parti politikası hâline getirdiniz. Bunu şuna mehaz olsun diye anlattım: Bak, bugün alkışlamaktan imtina etmediğiniz bu hak için Sayın Cumhurbaşkanımız dese ki: Arkadaşlar, bu EYT... Ki Sayın Cumhurbaşkanımızın bunu demesi kalben böyle, bühtan ediyorsam beni bağışlayın. Seçmen davranışının ciddi oy kaybına dönüşeceği yeri görsün Sayın Cumhurbaşkanımız, çok ifade ediyor onu. Bizim partimize de, CHP'ye de münhasıran diyor ki: Anket yaptırın. Anketlerde Sayın Cumhurbaşkanımız görsün ki bu EYT işi oy kaybettiriyor; kaynağı da bulur, parayı da bulur... Onun para bulma şekli kendi üslubuncadır. Yani iktidarda olduğu için kuralsız para kazandırdığı pek çok adama, kazandırdığı paradan istemeyi hak görür ve bu, onun hakkıdır.
Ben sitem eden bazı iş adamlarına, sitem eden sağda solda -belki uluorta konuşacak cesaretleri yoktur, bak vallahi söylüyorum, yüzünüz diye söylemiyorum- onlara söylüyorum, onlardan denk gelenler size söylerler: Kazanırken Tayyip Bey'e konuşmayıp kaybederken Tayyip Erdoğan'a konuşmanızdan rahatsızız biz. Size kuralsız para kazandırırken, mübalağalı para kazandırırken itiraz etmeyip bugün hak edişleriniz biraz gecikiyor diye AK PARTİ'ye böyle bühtan etmenizi çok yakışık bulmuyoruz diyorum. Tayyip Bey'i size yedirmeyeceğiz, Tayyip Bey'i biz yiyeceğiz. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Yani mevzu şu: Bizim bu...
ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) - Dikkat et boğazında kalmasın.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Arkadaşlar, istirham ediyorum. Şöyle: Şimdi bizim için bu meseleler konuşulurken içine düştüğümüz istisna olma hevesi, siyasetimizin ilkesizliğidir. Bu, AK PARTİ'nin değil, bakın. Ben kendimi bu işten azade tutmam. Öyle olsaydı biz bu kadar yanlışın içerisinde ülkücü milliyetçi camia, çoktan devletin hizmetini almış olurdu. Biz alamadık ki zaten siz yönetiyorsunuz, zaten biz başaramadık ki siz yönetiyorsunuz.
ALİ MUHİTTİN TAŞDOĞAN (Gaziantep) - Ülkücü milliyetçi camia hakkında biz konuşuruz.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Bizim için kırkyıllık bir hareket, fazlası var; kurucu irade, fazlası var yani bin yıllık geçmişi var, beş bin yıllık iradesi var. Bütün bunlara rağmen, devlet bizim irademizin hizmet anlamında elinde değilse biz kendi mesuliyetlerimizi konuşacak kadar da kendimizle barışığız, bir problemimiz yok ama sadece şunu ifade ediyorum: Bizim bu memlekette varlık irademizin kulluk irademizle, kulluk irademizin devletin bekasıyla, devletin bekasının milletin hür ve müreffeh yaşamasıyla, milletin hür ve müreffeh yaşamasının da hukukla mümkün olduğuna inanıyoruz.
Dolayısıyla mücadelemizi bu çerçeve içerisinde vereceğiz. Bu hassasiyetlerle siyaset konuşmaya gayret edeceğiz. Yani ne kırıp dökmeye gayret ediyoruz ne kabalık etmeye çalışıyoruz ne sizi utandırmaya çalışıyoruz. Sadece olur da ortak bir vicdan, ortak bir dil, ortak bir sükûneti, devletin milletin yarınları için ümit hâline getirebilir miyiz diye gayret ediyoruz.
Yüce heyetinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)