| Konu: | 701 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/4) ile İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 11 |
| Tarih: | 30.10.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA BEHİÇ ÇELİK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce ben de memleketim Mersin'e 26 Ekim tarihinde Tunceli Nazımiye'de şehit olan 2 uzman çavuşumuzla ilgili özellikle rahmet niyaz ederek sözlerime başlamak istiyorum.
27 Ekim 2018 tarihinde Asım Türkel şehidimiz, Mersin merkez Akbelen Mezarlığı içerisinde bulunan şehitlikte, Ferruh Dikmen şehidimiz de Silifke ilçesi Yeşilovacık beldesinde defnedilmiştir. Biz de bu şehit olan hemşehrilerimize, çocuklarımıza bizzat giderek, aileleriyle görüşerek taziyelerimizi ifade ettik.
Ayrıca, yine, cumhuriyetimizin 95'inci yılını idrak ettik. Dün Birinci Meclisteydik. Cumhuriyetimizin ilelebet payidar kalması için dileklerimizi, temennilerimizi dile getiriyoruz ve cumhuriyetimizin 95'inci yılını bu vesileyle kutluyoruz.
Değerli milletvekilleri, 6 sıra sayılı metnin içerisindeki 701 sayılı olağanüstü hâl kapsamında bazı tedbirlere ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresi üzerinde söz aldım.
Bu metne baktığımız zaman -kalın kitap hâline getirilmiş- başta madde gerekçeleri ve ilgili kısa bir madde var. Arkasında on binlerce kişiyi kapsayan ihraç hükümleri var. Şimdi, bunun eleştirisini yapmak isterim çünkü eleştiri yaparken şuna dikkat ediyorum: Her zaman biz, siyasi rantla hareket etmeden, doğruyu söyleyerek ve Genel Kuruldan daima iyi kararların, milletimiz lehine olan kararların çıkmasını yürekten isteyerek eleştirilerimizi yapmak isteriz. Böyle bir metin, ne anayasal ne yasal, herhangi bir hukuki uygulamaya müncer olamayacak yapıda bir kanun hükmünde kararname. Bu, görüşülememiş Komisyonda, dolayısıyla, doğrudan Genel Kurula inmiş.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada, Fetullahçılar olarak bilinen bir grup -aslında FETÖ/PDY yapılanması olarak daha sonra ifade edilen Fetullahçılar- geçmişte, son elli yıl içerisinde âdeta 2002 yılına gelinceye kadar palazlanamamış, bazı yerlere sızmış olmasına rağmen, güç devşirememiş bir gruptur, sözde dinci bir gruptur ama bunların hangi mihraklara bağlı olduğu da daha sonra net bir şekilde ortaya çıkmıştır ama 2002 yılından sonra nasıl bir anda güçlendi, bunların kökünü besleyen besin hangi kaynaklardan temin edildi, bunlara bakmak lazım.
2004 yılına geldiğimiz zaman, AK PARTİ iktidarını hep birlikte o dönemde yaşıyorduk. 2004 yılında, Millî Güvenlik Kurulu kararıyla Fetullahçı grup, ilk kez Millî Güvenlik Kurulu kararı içerisine alınarak, bunların tehlikeli bir grup olduğu, bir terör faaliyeti yürüttüğünü, bunların elemanlarının mutlaka takip edilmesi ve dolayısıyla cezalandırılması gerektiğini içeren bir MGK kararı o zaman izhar edilmişti ve şimdiki Sayın Cumhurbaşkanı da bunu imzalamıştı.
Ancak 2004 yılından sonra hiçbir zaman Fetullahçılar üzerine gidilmediği gibi -ben, 2007 yılında da milletvekili oldum- bu yüce Meclis içerisinde bunlara karşı inanılmaz bir sempati görüyordum bu Meclisin benim sol tarafımdaki cenahında ve bunlar içerisinde hep övgü dolu sözler, methiyeler işitiliyordu. Bunlara karşı MGK kararı asla uygulanmadı, bunun bir tek örneği dahi yoktur ve süreç böyle devam ederken 3 Kasım 2002 seçimlerinden hemen sonra -bunu da hatırlatmakta yarar var- Necip Hablemitoğlu cinayeti oldu bu memlekette, hâlâ faili meçhul. Bundan AKP iktidarı sorumludur. Necip Hamlemitoğlu evine girerken ensesine kurşun sıkılarak katledildi, şehit edildi.
Yine, bunlarla ilgili bir kitap yazdı başka bir yazar, kitabın adı "Misyonerler Arasında Altı Ay." Bu kitap yazıldı, bu kitabı yazan kişiyi Ergenekon, Balyoz davası kapsamında Silivri'ye attılar, en fazla yatan kişi oldu, altı yıl yattı, altı yıl, dile kolay, altı yıl yattı. Şimdi, bu hangi hakkaniyete, hangi adalete, hangi hukuk devletine, hangi demokrasiye sığar? Böyle bir kural var mı?
Ve şunu da ifade edeyim: Dershaneler, yurtlar açıldı 2002'den sonra ve Türkiye'nin âdeta her tarafını kapsayacak şekilde inanılmaz boyutlarda bunlara imkânlar sunuldu ve Türkiye'nin OSB'leri ve sanayi kuruluşları bu örgütün, FETÖ/PDY örgütünün âdeta eline bırakılarak iş adamları bunların emrine amade kılındı. Bunları yaşadık. Ve ayrıca Bank Asya açılışının fotoğrafını görüyoruz, Bank Asya. Bank Asya'dan para çeken, bunlara dâhil olmayan polis memurlarının... Şu listelerin içerisinde ihraç edilen polis memurları da var, 9 bin kişiye yakın insan var. Belki ben bilmiyorum, bu 9 bin kişiye yakın insanın içerisinde Bank Asya'dan para çekti diye atılan var mı? Mutlaka vardır ama komisyon kuruluyor, komisyon bu konuda karar almıyor. Komisyon insanları dinler. Suç yönelttiğin kişiyi dinlersin "Bunu yaptın mı?" diye. O da yok. Dönüyor, kendi kurumuna soruyor komisyon. Nereye soruyor? Emniyet Genel Müdürlüğüne soruyor, İçişleri Bakanlığına soruyor, diyor ki: "Bunu biz ihraç ettik ama bu gerçekten masum mu değil mi?" Kurum ne diyecek? "Masum değil." diyecek. "Bu, bu suçu işlemiş, Bank Asyadan para çekmiş, bunu atalım."
Şimdi, bu şekilde ocaklar söndürülüyor, insanlar toplum içerisine çıkamaz duruma geliyor, böyle bir kesim de var.
"Dinler arası diyalog" diye bir kavram gelişti. AKP iktidarında oldu bunlar, hepimiz gördük.
Dinler arası diyalog nedir arkadaşlar? Şanlıurfa'da bir park yapıyorsunuz, içinde kilise var, cami var, sinagog var, bunları yapıyorsunuz. Bu ne anlama geliyor? Bu, işte, FETÖ'nün ideolojisi anlamına geliyor. Bunları yaptınız. Acaba Şanlıurfa'da Musevi vatandaşlarımız var da onlara ibadethane mi gerekiyor, sinagog yapıyorsunuz veya Hristiyanlar var da onlar mı oraya gidecek?
İBRAHİM ÖZYAVUZ (Şanlıurfa) - Yapılmadı ama, yanlış bilgi!
BEHİÇ ÇELİK (Devamla) - Bunlar ucube şeylerdir. Bunlarla ilgili birçok iddialar oldu. İmar Kanunu'nda değişiklikler yapıldı talep üzerine. Ne yaptınız? İmar Kanunu'nda "cami ve mescit" hükmünü "ibadethane" yaptınız ve binlerce apartman dairesinde kiliseler açıldı Türkiye'de ihtiyaç olmamasına rağmen.
Şimdi, bu süreç, işte, Fetullah ideolojisinin süreciydi. Bunları hep birlikte yaşadık. Ne tedbir aldınız? Hiçbir şey. "Türkçe Olimpiyatları" adı altında, emperyalist mantıkla çalışan bir mekanizmanın değirmenine âdeta su taşıdınız. Bunları kabul etmek zorundayız. Ben eleştiri yapıyorum. Bundan sonra inşallah hataya düşmezsiniz. Ve şöyle bir şey söylemek istiyorum: 15 Temmuz hain darbe girişimi oldu ama bunun yanında biz gençlik yıllarımızda 12 Eylül darbesini de gördük. 12 Eylülden itibaren Türkiye'de ülke genelinde sıkıyönetim ilan edildi. Askerî rejim geldi oturdu. İhraç edilen kamu görevlileri oldu, toplam 3 bin civarında kamu görevlisi ihraç edilmiş, idam edilenler var. Ama şimdi, bir ara 170 bine çıkan atılan kamu görevlisi var 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra. Burada bir kafa karışıklığı var. Bu attığınız kamu görevlilerinden bir kısmı döndü, şu anda tahminen 130 bin civarında ihraç edilmiş olan kamu görevlisi var. Bunların, değerli milletvekilleri, çok iyi araştırılması lazım.
Devletin her zaman müşfik olması lazım. Bir polis memuruna, Maliyede bir memura, bir okuldaki hizmetliye siz bu işlemi uygularsınız, ihraç edersiniz ama FETÖ/PDY terör örgütünün tepedeki elemanlarının kaçmasına izin verirseniz, hepsini yurt dışına çıkarırsanız Türkiye'de FETÖ'yle gerçekten mücadele ettiğinizi söylemeniz mümkün değildir. Yarın en ufak zafiyetinizde yine karşınıza çıkarak bu milletin ve devletin başına bela olurlar. Onun için 12 Eylülden daha ağır şartların oluştuğu bir 15 Temmuz sonrası dönemi hep birlikte yaşıyoruz.
Bunun yanında şunu ifade etmek isterim: Devletteki olağan rejim dışındaki rejim türlerinin kademelenmesini ortadan kaldırdınız. Komisyon Başkanı aynı zamanda bizim değerli meslektaşımız, bunları iyi bilir, olağan rejim dışında... Nedir bu? Olağanüstü hâl, olağan rejim dışında bir yönetim şeklidir, yasal bir yönetim şeklidir aslında. Bunun üstünde sıkıyönetim vardır 1402 sayılı Yasa'yla, sıkıyönetimin üstünde seferberlik vardır, onun üstünde savaş hâli vardır. Bunlar kademeli yönetim biçimleridir. Ama şimdi, olağanüstü hâl geliyor, sıkıyönetimi kaldırıyorsunuz. "Sıkıyönetimi -Allah göstermesin- yarın ihtiyaç duyulduğu zaman bu Mecliste hemen apar topar hazırlarız, çıkarırız." diyebilirsiniz. Niye kaldırıyorsunuz? Bir şeyden korkuyor musunuz da bunu kaldırdınız, 1402'yi? Bunun nedeni nedir? Çünkü olağanüstü hâlle keyfî idarenin aslında temelini oluşturmaya çalışıyorsunuz. Keyfî idare de şu: "Ahmet, Mehmet, efendim, FETÖ'ye bulaşmış ama biz bunları çıkaralım; Hasan, Hüseyin FETÖ'ye bulaşmış, onlar bize yakın değil, bunlar yatsın." diyebilmek. Yani subjektif kararlarınızı hayata geçirebilmenin en iyi yöntemlerinden biri nedir? Olağanüstü hâl. Çünkü sıkıyönetim olduğu zaman... 15 Temmuzdan sonra sıkıyönetim ilan edilebilirdi kısmi veya genel, ona tevessül etmediniz. Dört ay, sekiz ay bir sıkıyönetim rejimiyle Türkiye tekrar normal rejime dönebilirdi. O istenmiyor. Yeni bir rejim geliyor benden önceki hatibin söylediği gibi. Bu nedir? Burada tek adam rejimine giden bir yola kapı aralıyorsunuz. Türkiye bunu mümkün değil kaldıramaz ve bunu asla gerçekleştiremeyeceksiniz, bu olmayacak. Türkiye için en iyi rejim, yine dönüp dolaşacağız, geleceğimiz nokta parlamenter rejimdir.
Şimdi, eski bir içişleri bakanı diyor ki: "81 vilayetimizin 74'ünün emniyet müdürü FETÖ'cü." Bunu kim atadı sayın milletvekilleri? Bunu dış güçler mi atadı Türkiye'de, soruyorum size, dış güçler mi atadı?
Tutuyorsunuz, bir arkadaşınızı, AK PARTİ'nin üst düzey yöneticiliğini yapmış, vekilliğini yapmış bir arkadaşınızı -kardeşi de FETÖ terör örgütünden şu anda hapiste yatan bir general- Lahey'e büyükelçi atıyorsunuz. Nasıl mücadele bu, nasıl olacak? Bu listede on binlerce insan varken nasıl onu büyükelçi atadınız? Bunun mantığı nedir?
Tuttunuz polis, hâkim, savcı iş birliği üçgenini oluşturdunuz ve Ergenekon, Balyoz'da ocaklar söndürdünüz, ocaklar. Bazı onurlu insanlar -hepsi onurlu da- kafalarına sıktılar, gittiler; intihar edenler oldu. Bunların vebali kimin omuzlarında? Bunları sorgulamak lazım.
Kozmik büroya girildi ve daha sonra istihbarat elemanlarımızdan 800'ün üzerinde kişi güneydoğunun ya da Irak'ın, Suriye'nin dağlarında şehit edildiler kozmik bürodan dolayı; bunun hesabını kim verecek? Hendek savaşlarından sonra 700'ün üzerinde polisimiz ve askerimiz şehit edildi; bunun hesabını kim verecek? Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpaslar kuruldu; bunun hesabını kim verecek?
Şimdi, onun için -bu zinciri uzatır gideriz- 2018 yılının sonuna geldiğimiz bugünlerde aklımızı başımıza devşirelim, FETÖ'yle mücadele için bir ilkeler manzumesi hazırlayalım hep birlikte ve kaçırılan üst düzey FETÖ'cülerin getirilmesini sağlayalım. Bir merkez kuralım -komuta kontrol merkezi ya da karargâh, adı ne olursa olsun- tek merkezden FETÖ'yle mücadele yapılsın. Orada asker olsun, polis olsun, bu konuda uzmanlaşmış sivil insanlar olsun. Bir merkez kuralım ve bunlar üzerinden FETÖ'nün, kılcal damarlarımıza kadar giren FETÖ'nün bütün artıklarını, unsurlarını bir bir ayıklayalım ve bu terör örgütünün devletimizin içinde kendisini saklamayı başarmış unsurlarını alıp yok edelim.
Değerli milletvekilleri, 4 Ekim 2016'da kurulmuş Darbe Araştırma Komisyonumuz vardı. Bu, 12 Temmuz 2017'de bir rapor hazırlıyor ve Meclis Başkanlığımıza veriyor. Hâlâ basılıp yayımlanmadı. Bunun anlamı nedir? Niye yayımlanmıyor? Bunu da dikkatlerinize sunuyorum. O raporun yayımlanması gerekir.
Bu itibarla, son olarak şunu yüksek heyetinize arz etmek istiyorum: Burada bulunan on binlerce kişinin ihracının aslında idari bir işlem olması gerekir. Kanun hükmünde kararnameyle, yasayla bunların atılması mümkün değil ama biz ne yapıyoruz? Bunları şimdi KHK'yle ihraç etmiş oluyoruz. Ama bunları ne yapmamız gerekir? Mutlaka soruşturma açıp soruşturma sonucuna göre insanların ihraç edilmesi gerekir. Fakat bu yöntem benimsenmemiş, maalesef, kanun hükmünde kararnameyle bunların görevine son verilmiş. Bu yanlış yoldan da dönelim diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)