| Konu: | Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 17 |
| Tarih: | 14.11.2018 |
TAMER AKKAL (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1991'den bu yana 14 Kasım, Dünya Diyabet Günü olarak belirlenmiştir. Diyabet, tıbben tedavisi olmayan, insülin bağımlısı olarak yaşamayı gerektiren bir hastalıktır ve genel olarak çocukluk çağlarında ortaya çıkmaktadır. Son dönemde artış hızı yüksek olan bu hastalığın tedavisi için gerekli olan ilaçların Türkiye'ye ulaşımında ciddi sıkıntı vardır. Çocuklarımızın sağlığı ve geleceği için büyük önem arz eden diyabet ilaçlarının ve teknolojilerinin ülkemize düzenli olarak ulaşamıyor olması kabul edilebilir bir durum değildir. Ülkenin geleceğinin temeli olan çocuklarımızdan bu hastalığa yakalanmış olanlar devletimizin özel ilgi ve yaklaşımını hak etmektedir.
Kan ölçümü yapan sensör ve insülin pompaları gibi gerekli olan malzemelerin temin edilmesinde Sağlık Bakanlığımızı harekete geçmeye davet ediyorum.
Yapıcı bir muhalefet anlayışıyla, torba yasayla teklif edilen sağlık çalışanlarına karşı şiddetin önlenmesine yönelik düzenleme, sigara yasağının kapsamının genişletilmesi, doku ve organ nakline yeni standartlar getirilmesi gibi olumlu gördüğümüz her noktada desteğimizi verdik ancak bu yasa tekliflerinin içinde gizlenmiş bazı maddeler var ki bunları akıl ve vicdan kabul etmiyor.
Bu maddelerden bir tanesi, insan haklarının âdeta yok sayıldığı 5'inci madde ve onunla uygulanmak ve başlatılmak istenen cadı avıdır. Bu maddede "Millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu için kamu görevinden çıkarılan doktorlar sadece Sosyal Güvenlik Kuruluşuyla sözleşmesi bulunmayan sağlık kuruluşlarında çalışabilecek." deniyordu, biraz önce değiştirildi, şimdi de "Hadi çalışsınlar ama dört yüz elli gün beklesinler." deniyor.
Peki, bu madde kimi tarif ediyor? Mahkeme kararıyla suçu sabit bulunmuş, hüküm giymiş doktorları mı tarif ediyor? Hayır. Bir terör örgütüyle irtibat, iltisak, bağlantı olduğuna dair bir mahkeme kararı varsa, zaten Türk Ceza Kanunu'na göre hekimler mesleklerini icra edemezler. Ancak burada ifade edilen, bir mahkeme kararı olmaksızın, istihbarat raporlarına dayalı olarak, bürokratik mekanizmalar içerisinde, yalnızca kanaatlere yönelik olarak verilen kararlardır. Bu durumda, kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilmiş bir doktor hakkında mahkemenin vermiş olduğu bir hüküm ya da ceza olmamasına karşın, bir nevi dört yüz elli gün hak mahrumiyeti cezası almaktadır. Bu, her şeyden önce, adaletin en temel dayanağı olan masumiyet karinesine aykırıdır. Suç kesinleşmediği sürece hiç kimse hükümlü sıfatıyla değerlendirilemez. Suçu ispat edilinceye kadar herkes masumdur. Ancak teklifin bu ilgili maddesiyle birlikte, suçluluğu ispatlanmamış, mahkemesi sonuçlanmamış, yalnızca KHK'yle görevine geçici olarak son verilmiş doktorlar suçlu ve hükümlü muamelesine tabi tutuluyor. Mahkeme süreci tamamlanmamış her doktoru peşinen terör örgütü üyesi ilan etmek ve bu insanların hayatlarını adayarak elde ettikleri doktorluk mesleklerini ellerinden almak veya ara vermelerini istemek ne hukuka ne vicdanlara sığan bir durumdur. Antidemokratik rejimlerde bile rastlanmayacak kadar vahim bir içerikte olan bu madde kabul edilemez. Bir insanın hekim olup olmadığına, hekimlik yapıp yapamayacağına mezun olduğu okul, aldığı diploma, mesleki yeterliliği üzerinden karar verilir. Mesleğini icra etmeye engel bir suç veya ceza olmadığı sürece de hekimliğini yapmaya devam eder. Suçlu, elbette, cezası neyse onu çekecektir. Bu millete ve bu devlete karşı suç işleyen, ihanet eden her kim varsa bir gün elbet bedelini misliyle ödeyecektir. Bizim burada karşı çıktığımız husus, kanun teklifinin suç işleyenleri değil, yalnızca şüphe duyulan vatandaşları doğrudan cezalandırmasıdır. Eğer mesele FETÖ terör örgütüyle iltisak meselesiyse AK PARTİ'nin önce dönüp kendisine maalesef ki bakması gerekiyor.
Bu fotoğrafta FETÖ'yle iltisaklı olduğu kanıtlarıyla sabit, FETÖ liderini ziyaret edip el etek öpen, hatıra fotoğrafı çekilen AK PARTİ'li vekiller hâlâ bu sıralarda, bu koltuklarda, hepimizin arasında oturuyor. FETÖ lideriyle doğrudan bağlantı kurmuş bu kişileri yeniden milletvekili sıfatıyla Meclise sokacaksınız ancak henüz yargılama süreci bitmemiş, tamamlanmamış, hüküm giymemiş, suçlu bulunmamış doktorları ve sağlık personelini "FETÖ'yle iltisakı olabilir." diyerek mesleklerinden men edeceksiniz ya da açığa alacaksınız, açlığa mahkûm edeceksiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Akkal.
TAMER AKKAL (Devamla) - Böyle adalet de olmaz, böyle mücadele de olmaz.
Şu resimde FETÖ elebaşıyla masada oturan herkes dışarıda, tutuklu değil. Burada tek tutuklu kim biliyor musunuz?
ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Masa yok orada.
TAMER AKKAL (Devamla) - Pardon, yanlış resmi gösterdim.
Elinde sürahiyi tutan, oradaki sadece sürahiyi tutan kişi içeride. İşte sizin FETÖ'yle mücadele anlayışınızın özeti maalesef ki budur. FETÖ'nün siyasi ayağının Meclis tarafından araştırılmasını istedik, kabul etmediniz. Bu hıyanet şebekesi Emniyetten istihbarata, Silahlı Kuvvetlerden doktor ve sağlık çalışanlarına kadar her türlü alana sızdı ama bir tek Meclise sızmadı. Hiç FETÖ'cü grup başkan vekili yok muydu? Hiç FETÖ'cü bakan yok muydu? Hiç genel başkan yardımcısı, hiç Başkanlık Divanı üyesi yok muydu?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TAMER AKKAL (Devamla) - Çok az kaldı.
BAŞKAN - Tamam, bağlayın, Sayın Akkal.
TAMER AKKAL (Devamla) - Maide suresi 42'nci ayette Yüce Allah diyor ki: "Hükmedersen adaletle hükmet. Allah, adaletle hükmedenleri, adaleti ayakta tutanları sever." Siz adaletle hükmetmiyorsunuz. İlk önce Allah katında, sonra da hukuk devleti nezdinde bu adaletsizlik elbet karşılık bulacaktır.
Saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Akkal.