| Konu: | Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 15.11.2018 |
HDP GRUBU ADINA NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaklaşık on gündür sağlık üzerine konuşuyoruz. Aslında belli aşamalardan da geçtik fakat sağlık, daha önce de söylediğimiz gibi, oldubittiye getirilebilecek bir süreç değildir. Sağlık -tekrar söylemiştik- torbaya sığmaz, çuvala sığmaz. Üstünde uzun uzun konuşmamız gereken, değerlendirmemiz gereken bir süreç sağlık.
Sağlıkta en önemli şey, yapacağımız düzenlemelerde sivil toplum kuruluşlarının, demokratik kitle örgütlerinin katılımını beklemek çünkü bu konuda emek harcayan, çaba yürüten kişilerin, kurumların çabalarını, ürettiklerini dikkate almadığımızda sadece kendi adımıza, onların adına karar almış oluyoruz, yasalar çıkarmış oluyoruz ama aslında ne yaşıyorlar, neleri talep ediyorlar, bunları bilmemiz lazım, ona göre düzenlemeler yapmamız lazım. Nitekim, ilk gün, işte, Türk Tabipleri Birliği, sağlık alanında, emek alanında çalışan sendikalar katıldı. Daha sonraki süreçte daha ağırlıklı hep 5'inci madde konuşulduğu için sağlıkla ilgili diğer düzenlemelerden hep yoksun kaldık veya dikkate almadık.
Şimdi, bunu niçin dile getiriyoruz? Normalde, Türkiye'de sivil toplum örgütü geleneklerine baktığımızda, özellikle meslek kuruluşlarına baktığımızda, mesela 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Yasası'nı ben biliyorum ama avukatlarla ilgili var, diş hekimleriyle ilgili var, eczacılarla ilgili var. Bunlar aslında kamu yararına çalışan yani ismi üstünde kamu yararına çalışan ve 1950'lilerde oluşturulmuş kurumlar. Yine, aynen, Parlamento, Meclis onlara o yetkiyi vermiş. Yasanın getirdiği ve kendi haklarından dolayı aslında demokratik özerkliklerini kullanmışlardır, demokratik mücadeleyi kullanmışlardır ve hep örnek olmuşlardır. Özellikle AKP'ye baktığımızda, bizdeki her kurumu sanki işveren örgütü gibi, böyle bir sanayi kurumu gibi düşünmekte ve kendilerini böyle pohpohlayan, alkışlayan bir tarzda düşünüyorlar. Aslında meslek örgütleri meslekçi değiller, mesleğin etik kurallarını ve demokratik mücadelesini yürütüyorlar. Meslek örgütü dediğimizde, kafamızda sanki bir kooperatif kuracak, kendilerine konut yapacak veya araba kampanyası düzenleyecek, sadece bir festival düzenleyecek... Bunlar da olabilir, olmaz değil ama meslek örgütünün en büyük özelliği, kendi mesleğiyle ilgili demokratik mücadeleyi yürütmek. Hukukçuysa hukukçu, ziraatçiyse ziraatçi, eczacıysa eczacı ama hekimlik mesleğinin sağlık alanı daha büyük olduğu için bu konuda çalışma yürütür. Nitekim, 1950'lerde Tabipleri Birliği... Peşinden, işte, Türkiye'de toplum sağlığının büyük öncülerinden Nusret Fişek bilinir; 1960'larda, Türkiye'nin tarihinde sosyalizasyon denilen sürecin en büyük öncülerinden. Dönemin Sağlık Bakanı Diyarbakır Milletvekili Yusuf Azizoğlu'nun Bakanlığında Türkiye'nin en ücra köşelerine bile sağlıkevi gitmiş Türk Tabipleri Birliğinin katkısıyla. Daha yakın tarih, 12 Eylül. 12 Eylülde Türk Tabipleri Birliği kapatılıyor -kapatılma gerekçesi- idama karşı çıktığı için; ya bir hekim örgütü herhâlde alkış tutamaz.
Geliyoruz Türk Tabipleri Birliğine. Bunları yaparken sürekli toplum sağlığını gündemde tutmuş. Toplum sağlığı dediğimizde de bunun içinde çatışmaya, savaşa karşı çıkmak olduğu kadar bir nevi kendi mesleğini icra etmek için çeşitli kuralları da uydurmanız lazım çünkü meslek ta yüzyıl öncesinde durmuyor, günün koşullarına göre kirlilik gelişebiliyor, teknolojik dayatmalar olabiliyor; bu özelliklere dayalı olarak meslek örgütü hem etik kuralları dikkate almakta hem de düzenlemeler yapmakta. Ne oluyor mesela? Diyelim ki uzmanlık dernekleri kuruluyor çünkü hekimlik ilk başladığında şey değildi ama artı dâhilî bilimler bile kendi içinde kurumlara ayrılmış veya kredilendirme; bunlarla uğraşıyor. Başkan neyle uğraşıyor? Bir hekim işkence yapmışsa meslek örgütü o hekimle ilgili uğraşıyor yani "Sen nasıl yaparsın?" veya "Nasıl buna ortak olursun?" veya "Nasıl bunu görmezlikten gelirsin?" ve gerekirse meslekten de men edebiliyor, kendisine ait öyle bir yetki var. Açlık grevi veya ölüm orucu, bir hekim bu durumlarda nasıl bir tutum sergileyecek? Bu, bütün dünyada tartışılıyor. En sık görülen yerde de hekimler bu konuda bir tutum belirler. Nitekim, Türk Tabipleri Birliği, adli tıptan tutun, açlık grevinden tutun, ölüm orucundan tutun, işkenceyle ilgili bir yığın çalışma yürütmüş. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti'nin de imza attığı ve uygulamaya çalıştığı, pratikte birçok sıkıntı yaşadığı, Türkiye İnsan Hakları Vakfıyla birlikte Türk Tabipleri Birliği "İstanbul Protokolü" diye bir şey geliştirdi. İstanbul Protokolü Türkiye'ye özgü değil, bütün dünyaya özgü, Birleşmiş Milletlerin savunduğu, savcılar, hâkimler, kolluk güçleri ve artı hekimlerin, sağlık çalışanlarının dikkate alması gereken... Bir kişi başvurduğunda ruhsal bütünlüğüyle beraber öyküsünü almak. Biz, böyle bir kurulun yaptığı şeyleri dikkate almadığımızda kendimizle çelişiyoruz. Nitekim, arkadaşlarımız dile getirdi, Türkiye'de bugün cezaevinde çocuklar, kadınlar, tecrit konumunda yaşayanlar, tek başına hücrede olanlar, kendi sorunlarını yargıda dile getiremediği için açlık grevine gidenler -Hakkâri Vekili Sayın Leyla Güven'i arkadaşlarımız dile getirdi- gibi bir yığın sıkıntı.
Sağlık çalışanları, biz dile getirdiğimizde çatışma, savaş, böyle bir şey gibi çıkıyor. Bakın, iki gün önce Amerika Birleşik Devletleri'nde doktorlar ne söylediler, dediler ki: "Biz, artık normal iş yerlerinde silah satışını istemiyoruz, silah satışına karşı çıkıyoruz. Silah satışıyla beraber birçok yerde bireysel -marketinde, okulunda, sokakta- keyfî uygulamalar insan yaşamını tehdit etmekte. " Ne oldu biliyor musunuz? Amerika'daki silah üreticileri doktorlara karşı çıktı ve doktorları suçlamaya başladı. Ve o günden sonra, iki gün boyunca sosyal medyada bütün Amerika'daki hekimlerin -etnik kökeni ne olursa olsun çünkü Amerika'nın biraz daha devasa bir özelliği var- hepsi, özellikle -ateşli silah yaralaması sonucu- insan organlarıyla ilgili görseller paylaştılar.
Şimdi, buradan buraya geliyoruz. Şiddet meselesini konuştuk, başlı başına çok büyük bir konu. Aslında şiddetle ilgili dün konuşulan maddede hiçbir şey yapılmadı. Neden yapılmadı? Yani sadece adliyeye gideceğine veya emniyete gideceğine -ifadeye gitmesi gerektiğinden- yerinde ifadesi alınsın diye bir karar alındı. Yapılması gereken caydırmaktır. Biz bazı şeyleri böyle yaptığımızda başarılı olamıyoruz.
Arkadaşlar, bakın, Türkiye'de 12 Eylülden sonra işkence diyoruz. "İşkence" kelimesi bile insanları irite ediyor. İşkence yapanlara ceza verilmediği için sistematik hâle dönüşüyor. Siz ceza vermezseniz resmen onu teşvik etmiş gibi oluyorsunuz. Bugün Türkiye'de işkence yapanları herkes biliyor; ya zaman aşımına uğruyorlar ya mahkemeleri tümüyle -savunup- kapatılıyor, kimi zamanda ödüllendiriliyorlar. Siz bugün sağlık çalışanlarına şiddet yapan insanlara ceza vermezseniz sistematik olur, Sanki onları bu konuda desteklemiş olursunuz. Buna yönelik de mutlaka ceza vermek lazım.
Şey gibi... Geçenlerde medyada bir haberi vardı; şehit yok, şehitlik yapılmış. Yani o zaman biz sağlık çalışanlarına diyeceğiz ki: "Size insanlar gelecek, ifadeye gelmeyin de biz ifadenizi alalım." Bu değil, tam tersine uygulayanlara yönelmek lazım. Bir de niçin şiddet uyguluyorlar? Aslında öfke, hırs sistemin kendisinedir. Sistemin kendisine olduğu için, o anda ilk karşısına çıkan sağlık çalışanına -hekim mi, hemşire mi, acil tıp teknisyeni mi- öfkesini kusmakta. Bizim ona yönelmemiz lazım yani bunu yapmadığımız zaman tümüyle sıkıntıya düşmüş oluruz.
Hatta Cizre'de sadece bu şiddete değil, sağlık çalışanları bazen kendi mesleklerini icra ettikleri için de şiddete maruz kalıyorlar. Hiç anmadık, Cizre'de Aziz Yural, bir acil tıp teknisyeni. Bir kadın yaralı, ona giderken tek mermiyle başından vurulup yaşamını yitirdi, sağlık şehidi oldu. Ve yine, orada kan kaybından ölenler var. Bunları biz anmadığımızda sıkıntı oluyor.
Şimdi, bu maddeyle ilgili konuştuğumuzda çok dile getirildi, işte, şiddetle ilgili, özellikle 5'inci madde, eğitim ve çalışma hakkıyla ilgili süreçler de ama biz, şu anda hasta sayısının artmasından, hastaneye başvuruların artmasından mutluyuz. Norveç'te en düşük hastaneye başvuru oranı var. Başvuru oranlarının çoğu da yaştan dolayı. İşte, bir nevi, böyle artık belli bir yaşa gelmiş, kendisiyle ilgili "geriatrik" dediğimiz yaşın getirdiği kemik kırıkları, işte, fizik tedaviyle ilgili süreçler.
Biz, eğer Türkiye'de şehir hastanelerini yayarak hastaneye başvuruları çok anlatırsak, peki, bu insanlar niçin hasta oluyor? Biz hastaneleri büyütüp koruyucu sağlığa önem vermezsek, o zaman insanlara sanki "Hasta olun." diyoruz ama bunun arkasındaki kafa şöyle düşünüyor: "Ben işletme açıyorum, insanlar gelsin." Zaten silah sanayisinden sonra en büyük para sağlığa ayrılıyor, birileri para kazansın, deyim yerindeyse peşkeş çekelim.
Niçin bunu söylüyorum? Şehir hastaneleri, hep konuşuluyor, toplu konut gibi yüksek yüksek binalar, geniş alanlar, ismi "şehir", şehrin en uzak yerinde ve bakın, çıkardım madde madde, hiç uzatmayacağım, şehir hastanelerini yapan şirketlere yüzde 70 doluluk garantisi veriliyor...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Devam edin Sayın İpekyüz, buyurun.
NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - ...ücretsiz hazine arazisi veriliyor, en az yirmi beş yıl boyunca kira garantisi veriliyor.
Tıbbi hizmetlerde en az on yıl sözleşme... ki biliyor musunuz arkadaşlar, bu teklifte on yıla çıkarıyorsunuz. Birisi bir anlaşma yaptığında, normalde o yılın ikinci yılında pazartesiye göre saptarsınız yani pazar nasıl olmuş diye. Diyorsunuz ki "On yıl, aynı devam et." Ve artış da var.
Başka ne yapıyoruz? Kurumlar vergisinden muaf ediyoruz. Başka ne yapıyoruz? KDV'den muaf ediyoruz. Başka ne yapıyoruz? Kamu İhale Kanunu'ndan da muaf ediyoruz. Kürtçe bir deyim var "..."(x) Vallahi bunu kime verirseniz gel keyfim, gel. Bu, peşkeşten başka bir şey değil. Zaten bu ihaleye girenlere teminatı düşük tutuyorlar. Buna da sadece inşaat döneminde değil, ondan sonra da devam ediyorlar. Şimdi, sizin normalde yapmanız gereken şey en uygun şirketi bulmakken siz, ortak olabileceğiniz, en iyi para kazanabileceğiniz ve kazandırabileceğiniz şirketlere "en uygun" diyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayın Sayın İpekyüz.
NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - Yani halkın cebinden çıkan tarza dönüştürüyorsunuz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir yığın düzenleme yapıyorsunuz aile hekimleriyle ilgili ama kendi kendisiyle çelişen bir tarza dönüştürüyorsunuz. "65 yaşın üstündeki aile hekimleri çalışmayacak." diyorsunuz, dışarıdan gelse de diyorsunuz ki: "Bizden ayrılırsa biz, onun Sosyal Güvenlik Kurumundan sonradan alabileceği tazminatlarından, işsizlik sigortasından yararlanmasını istemiyoruz." Veya izinleriyle ilgili daha önce devlet memurlarında olan şeyi giderek daha da kısıtlıyorsunuz. Yani deyim yerindeyse aile hekimliğini giderek koruyucu sağlıktan çıkarıp onlara "İşveren olun, bir iş yeri kurun, hiç olmazsa bu yük bizden de çıksın. Yarın öbür gün belki biz aile hekimliği merkezlerini satarız." diyorsunuz. Nitekim öyle oluyor. Bakın, önemli devlet yerlerinde daha önceki sağlık ocakları boşaltılıyor, yine inşaat firmalarına veriliyor. Hatta hatta Diyarbakır'da "Bağlar" denilen bir semt var, üstüne şarkılar, türküler söylenmiş. Bağlar'da 1960'larda kurulan, az önce söylediğim tarihlerde kurulan 2 sağlık ocağı karakol yapıldı, karakol.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Artık bağlayın lütfen.
NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - Ya, bir sağlık kurumundan karakol oluyorsa bu, bütün sözleşmelere falan aykırı. Bari bundan vazgeçelim.
Bir diğeri -bunların izin hakları filandı zaten yoğun problem- üniversiteyle ilgili, daha önce söylemiştim, Sağlık Bilimleri Üniversitesi kurulmasıyla ilgili. Sağlık Bilimleri Üniversitesini Anayasa Mahkemesi bozmuş, reddetmiş, göndermiş; yine aynı şekle dönüştürüyorsunuz. Nitekim -Komisyon üyeleri burada- rektör ilk gün geldi, baktı ki suya sabuna dokunan bir şey yok, çekip gitti. Yani Sağlık Bakanlığını hem şirket hem üniversite hem hizmet satan hem peşkeş çeken bir kuruma dönüştürmüşsünüz. Başına da zaten burada olmayan bir şirket yöneticisini atamışsınız. Yani deyim yerindeyse tekrar "..." (x) diyorum. Ne için? Geçmişte de -bugün 15 Kasım- biz diz çökmedik, o günün anısı üzerine bugün de diz çökmeyeceğiz. Sağlıkla ilgili düzenlemelerin bütün insanların yararlanacağı bir sağlık alanına dönüşmesi gerekiyor.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)