| Konu: | Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 22 |
| Tarih: | 27.11.2018 |
CHP GRUBU ADINA MAHİR POLAT (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Divan, yüce Meclisimizin değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz, Çevre Komisyonumuzun da Değerli Milletvekili olan Edirne Milletvekilimiz Erdin Bircan'ı rahmetle anıyorum.
Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine söz almış bulunmaktayım. Komisyon çalışmaları sırasında bu kanunla ilgili muhalefet ettiğimiz, karşı çıktığımız maddeleri dile getirmiştik, önerilerimizi de dile getirmiştik; bir kısmı kabul oldu, bir kısmı kabul olmadı. Ben burada, bu muhalefet ettiğimiz maddeler ve Türkiye'de yaşanan çevre sorunlarıyla ilgili, özellikle İzmir ölçeğinde, konuşma yapmak istiyorum.
Sayın milletvekilleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın sunumunda da görüldüğü üzere Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın geçtiğimiz yıllarda terörle ilgili ciddi bir emek, zaman ve para harcadığını görüyoruz. Terörün her türlüsüne karşıyız, terör bir insanlık suçudur. Fakat son zamanlarda artan çevre katliamlarını da aynı derecede çevre terörü olarak addediyoruz, öyle görüyoruz. Seçildiğim günden bugüne İzmir'de yaşanan çevre terörüyle mücadele etmek durumunda kaldım. Buradan, Tire Başköy'de jeotermale karşı direnen Tire Başköylüleri selamlıyorum. Tire Başköy, dünyada, incir üretimi için iklimi en uygun iki yerden bir tanesidir; birisi Kaliforniya, birisi Kaliforniya, birisi Tire Başköy. İncirin olgunlaşma süresinde iklimi itibarıyla çok önemli bir iklime sahip ve yüzde 80'i ihraç olan bir ürün, yüksek bedellerle ihraç olan bir ürün. Bu ürünü ülkemizin bir zenginliği olarak görüyoruz. Şimdilik, Tire Başköy'ün başta kadınları olmak üzere, mücadele ederek incirlerinin yaşamını ve jeotermal sorununu bertaraf etmişlerdir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; "yenilenebilir enerji" denilince aklımıza ilk rüzgâr enerji santralleri gelmektedir. Rüzgâr enerji santralleri kurulurken kurulum izni rüzgârın verimlilik ölçümleriyle yapılmakta, onun dışında herhangi bir ölçüm yapılmamakta. Oysaki oralar göçmen kuşların geçiş yolları, arı popülasyonlarının yaşadığı yerler olabilir. Göçmen kuşların geçiş güzergâhları gözetilmeden verilecek her izin kuşların ölümüne, türlerin ortadan kaybolmasına sebep olmaktadır. Aynı şekilde, Einstein "Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanların dört yıl ömrü kalır. Arı olmazsa bitki, hayvan ve insan olmaz." diyor. Biz, arı popülasyonlarının yaşam alanlarını da gözetmek zorundayız.
Dünyanın gelişmiş ülkelerinde, Avrupa'da, Amerika'da ve Kanada'da rüzgâr enerji santrallerine izin verilirken insanların yaşam alanlarından 1,4 kilometre kadar uzaklıkta izinler verilmekte. Maalesef bu izinler ülkemizde 400 metreye kadar düşmüş bulunmakta.
Şöyle bir düşünelim: Sabahtan akşama, akşamdan sabaha bir rüzgâr uğultusuyla ve bir metal gürültüsüyle yaşamak zorunda kaldığınızı. İşte, rüzgâr enerji santrallerine izin verilirken bütün bu durumları gözetmek zorundayız.
Sayın milletvekilleri, bu kanun teklifi komisyonlarda görüşülürken denizlerimizde seyreden gemilerin sintinelerini denizlere boşaltması durumunda alacakları ceza miktarıyla ilgili çekince koymuştuk. Bu ceza miktarlarıyla ilgili, ilk defa, bir muhalefet partisi cezaların artırılması yönünde görüş bildirdiği hâlde Meclisin birinci partisinden bu konuda herhangi bir destek göremedik.
Şöyle düşünün: Hafta sonu İstanbul limanlarına gelen bin grostonluk bir geminin 200 metreküp sintinesini limana boşaltması durumunda ödeyeceği hizmet bedeli 70 bin TL. Bunu gidip liman dışında Türk kara sularına boşalttığı zaman, eğer yakalanırsa alacağı ceza 100 bin TL. Bu ceza maalesef caydırıcı değil. Buradan bir kez daha haykırıyorum: Bizim denizlerimiz kirletilmeyecek kadar değerli, kıymetlidir; çocuklarımıza bırakacağımız bir mirastır, bu cezanın artırılması gerekmektedir.
Şimdi, sayın milletvekilleri, "ÇED Gerekli Değildir" kararlarıyla ülkenin birçok yerinde tahribatlara neden olan bir süreç yaşanıyor. Sadece bir dosya, dosya içerisindeki proje üzerinden değerlendirmelerle ülkemizin binlerce yılda oluşan endemik bitki örtüsü, doğası, ağacı, insanları, yaşam alanları tahrip edilmekte. İşte dün Menemen Alaniçi'nde Karagöl'de yaşanan çevre katliamı, sadece mıcır ocağı için yüzlerce yaşında binlerce ağaç katledildi. Torbalı ilçemizde kurulmak istenen, Belevi Gölü çevresindeki kalker tesisine -eleme ve kırma tesisiyle birlikte- "ÇED Gerekli Değildir" raporuyla izin verilmiştir. Oysa bu bölge, birçok yaşam alanını içinde bulunduran bir bölge. Flamingolar, su kazları gibi 26 tür kuşa ev sahipliği yapıyor, 12 çeşit balığa hayat veren bir bölge. Sadece kalker ve mıcır ocakları için bu bölgelere kıyılır mı sayın milletvekilleri?
Yine, bu kanun taslağı metni konuşulurken Kıyı Kanunu'nun 6'ncı maddesiyle ilgili çekincelerimizi dile getirmiştik. Dünyanın temiz su sorunu var iken bizim göllerimizde enerji santralleri yapılmasına izin verilmesine karşı çıkmıştık. Göllerde yaşayan ekosistemin nasıl bir zarar göreceğinin öngörülemediği, sularımızın ne gibi bir zararla karşı karşıya kalacağının öngörülmemesi sebebiyle bu maddenin kanundan çıkarılmasını talep etmiştik.
Sayın milletvekillerim, İzmir'in birçok çevre sorunu, iyi planlama yapılmaması sonucunda felaketler zinciri hâlinde gelmekte. Bakın, Karabağlar'ın Uzundere Mahallesi'nde yapılmak istenen jeotermal enerji santralleri, Zeytincilik Kanunu'na aykırı bir şekilde oradaki zeytin alanına çalı çırpı raporu verilerek burası jeotermal enerjiye açılmış ve bir tahribata neden olunmuş. 3 kez kapasite artırımına giden Çukuralan Altın İşletmesi Kozak Yaylası'ndaki fıstık çamlarının yaşam alanlarını tahrip etmektedir. Oysaki Kozak Yaylası'nda yaşayan köylülerin gerçek altınları o ağaçların üzerinde sallanan kozalaklardır, onlara izin verilmemesi gerekiyordu. Saymakla bitmeyen sorunlar "ÇED Gerekli Değildir" raporlarıyla birlikte hayatımızı her gün biraz daha sıkıntılı hâle sokmaktadır.
Bu taslak komisyonlarda görüşülürken "Tanımlar" kısmında yer alan "çevre görevlisi"nin "çevre mühendisi" olarak değiştirilmesi gerektiğini söylediğimiz hâlde o gün için dikkate alınmamıştı. Çocuklarımızı üniversitelerde uluslararası standartlarda eğiterek çevre mühendisi olarak yetiştiriyoruz fakat bu çocukları istihdam ederken... "Çevre görevlisi" diye addedilen insanların büyük bir çoğunluğu mühendis fakat yüzde 90'ı çevre mühendisi değil. Çevre mühendislerini buralarda istihdam edersek onların istihdam sorunlarını da ortadan kaldırmış oluruz ve önlerini açmış oluruz diye düşünüyoruz.
Sayın milletvekilleri, Karadeniz'de 90'lı yıllarda bulunduğum bir günde bir afet olmuştu, fırtınayla ve dalgalarla birlikte orada ne kadar dolgu varsa deniz onu söküp atmıştı. Hopalı bir yaşlı amcayla sohbet ederken şu sözlerle seslenmişti: "Bizim denizlerimiz engindir, yüzlerce yıl geçse de gelir yatağını bulur." Biz doğayı ne kadar tahrip edersek doğanın bize intikamı da o derece sert olmakta.
Maalesef, üzülerek analım buradan, 2012 yılında, Mert Irmağı'nın taşması sonucu, Samsun'un Canik ilçesi Kuzey Yıldızı TOKİ Konutlarının zemin katlarında 6'sı çocuk 9 insanımız, iyi yapılaşma olmaması sebebiyle hayatlarını kaybetmişti. Beton kentlere çevirdiğiniz İzmir ve Ankara'da her yağmurdan sonra ya ölümlerle ya da birçok olumsuzluklarla uyanmak zorunda kalıyoruz. Bu halkın çocuklarına yaşayacak yeşil alanlar bırakmamaya devam ettiğimiz sürece sağlıklı nesiller yetiştiremeyeceğiz, en ufak bir yağmurda, maalesef sabahlara olumsuzluklarla uyanmak zorunda kalacağız.
Sayın milletvekilleri, çevreyi para kazanacağımız, kâr elde edeceğimiz bir rant alanı olarak görür isek yarının sahibi çocuklarımıza bırakacak güzel bir dünyamız, güzel bir ülkemiz, güzel bir çevremiz olmayacak. Bizlerin yaşam biçimleri, beslenme alışkanlıkları, uyku biçimleri; hepsi farklı olabilir fakat hepimizin soluduğu hava aynı. Havamızı, suyumuzu korumak hepimizin bir görevi, vicdani sorumluluğudur.
Çok eski bir dostum bana şöyle seslenmiş, bunu da doğa talanı yapan insanlar için söyleyeyim: "Bilmezler yeşilin hazzını, zeytinin tadını, suyun berraklığını, göğün özgürlüğünü; varsa yoksa karanlığın karası."
Buradan, sözlerime son verirken doğaya sahip çıkmamızın hepimizin boynunun borcu olduğunu belirtir, Tire Başköy'ü, Menemen Alaniçi'ni, Emiralem Çevre Platformunu, altın madenine karşı fıstık çamlarını koruyan köylülerimizi, Torbalı'da taş ocaklarına "Dur." diyen çevre gönüllülerini, Aydın'da yaşamı savunan, jeotermale karşı Aydın Çevre Platformunu, Cerattepe'deki doğa dostlarını ve Türkiye'nin neresinde olursa olsun çevre duyarlılığı gösteren dostlarımı selamlıyorum.
Konuşmama Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleriyle son vermek istiyorum: "Tabiata saygı aklın vicdanıdır." Hepimizi vicdanlı olmaya davet ediyorum.
Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)