| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ve Birleşmiş Milletler Arasında En Az Gelişmiş Ülkeler İçin Teknoloji Bankası Kurulmasına Yönelik Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 24 |
| Tarih: | 29.11.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Filistin'le ilgili çok anlamlı bir gün, ne var ki son on altı yılda iktidarın inişli çıkışlı teşebbüsleri bugüne kadar hiçbir sonuç vermemiştir; Filistinlilerin haklı davaları, tam tersine, çok gerilemiştir son on altı yılda. Öncelikle bunu kaydetmek istiyorum. Hassasiyet gösterileri ile sahici sonuç almak farklı şeydir, heyecan ve diplomasinin farklı olduğu gibi, samimi olmak ile mübeddel olmanın farklı olduğu gibi. İtirazı olan varsa bilahare konuşuruz.
Gündemdeki kanun teklifine olumlu yaklaşıyoruz, teklifin Dışişleri Komisyonunda görüşülmesi sırasında da bu yaklaşımımızı dile getirdik. Proje, Türkiye'ye ciddi mali ve icrai sorumluluklar, yükler getirmektedir ve ülkemiz maalesef, büyük devlet olma pratiklerinden ve uluslararası planda olumlu gündem yaratma yeteneğinden bir süreden beri hayli uzaklaşmıştır. Bu bankanın ülkemizde kurulması ve sorumluluğunun tarafımızdan üstlenilmesi bu genel olumsuz gidişat sürecinde asıl istidadımıza uygun küçük bir istisnai adım oluşturmaktadır. Böylelikle ülkemizde Birleşmiş Milletlerin bir kuruluşunu ağırlamış oluyoruz. Bankanın ülkemizde kurulacak olması simgesel anlamda bir prestij hamlesi oluşturmanın ötesinde en az gelişmiş ülkelere yönelik siyasetimizin ve olumlu hedeflerimizin hareket sahasını genişletme imkânı sağlayacak, teknoloji diplomasimize de katkıda bulunabilecektir. Banka esasen 2017 sonuna kadar kurulmalıydı. Hükûmet bu taahhüdünde gecikmiştir.
Temennimiz gecikmenin hızla telafi edilmesi, uluslararası normlara uygun, etkin ve iktidarın alışık olduğumuz ahbap çavuş ilişkisine yer vermeyen, israfa ve yandaş kayırmaya kapalı ciddi bir idari yapılanmanın oluşturulabilmesidir. Bankanın finansman kaynakları bakımından ciddi noksanları bulunduğunu biliyoruz. İlgililerin bu konuda aşırı iyimser olarak nitelendirilebilecek bazı beklentileri mevcuttur. Bu kısıtlamaların aşılması ancak ciddi bir yapılanma ve yönetimle gerçekleşebilir. Bunda da esas sorumluluk ev sahibi Türkiye'ye ait olacaktır. Bu çerçevede anlaşmaya olumlu yaklaşmakla birlikte idari yapılanmayı ve tatbikatı olabilecek en yakın şekilde izleyeceğiz. Zira bu konudaki başarısızlık olası suistimal ve hatalar Türkiye'nin hanesine yazılacaktır. Bunlardan sakınılmalı, itibarımızın korunmasına azami özen gösterilmelidir.
Sayın milletvekilleri, itibar dış politikanın temel niteliklerinden biridir. Dış politikanın varlık nedeni ve esas hedefleri ülkenin ulusal güvenlik çıkarları ile ekonomik ve ticari çıkarlarının azamileştirilmesi, itibarının artırılmasıdır. Maalesef, iktidarın dış politikası uzun yıllardan beri bu alanlarda tam bir başarısızlık içindedir. Bunun aksine iddialar beyhudedir; inanılır, güvenilir yönü yoktur. Cumhuriyet dış politikasının kurumsal geleneklerinden, ulusal çıkar anlayışından uzaklaşılmış, hayal ve hezeyanların hâkimiyeti altına girilmiş, "ümmet" kavramı öne çıkartılmış, gâh ihvan, gâh hain FETÖ uzantıları dış politikada tesir yaratmıştır. Sonuçta Türkiye'nin dış politikası büyük bir tahribata maruz kalmış, kimliğini yitirerek dış politika ticaretine, bir al ver ilişkisi manzumesine dönüşmüş, ulusal güvenliğimize yönelik risk ve tehditler azami düzeyde yükselmiştir.
MGK'nin son bildirisine bakın. Bildiri âdeta coğrafyamızın her bir yönünde risk ve tehdit endişelerinin ağır yükünün itirafıdır. Fırat'ın doğusu, terörist PYD-YPG varlığı, yabancı aktörler ve ülkemize birçok açıdan tehlike yaratan girişimler hepimiz için kaygı verici gelişmelerdir ama bu gelişmelerin her birinde iktidarın yanlış politikalarının sonuçları birinci derecede etkilidir. Bugünün tehditleri dünkü hataların neticeleridir. İktidar bundan sonra sağlam bir politikaya yönelmek istiyorsa önce bu gerçeği kabullenip ilan etmelidir.
Bu meyanda, biz Fırat'ın doğusu derken İdlib'de de tehlike çanları yeniden kuvvetli şekilde çalmaktadır. Rusya yönetimi sözcüleri 15 Kasımdan bu yana ikazlarını artırmışlardır. Halep'te kimyasal silah kullanıldığına dair iddialar durumu daha da vahim hâle getirmektedir ve hâlâ oradaki teröristlerin, ağır silahların nereye, ne şekilde taşınacağı meçhuldür. Hükûmet bu soruların cevabını verememektedir. Fırat'ın doğusundaki risklerin bertaraf edilmesi için tedbir ve girişimleri öngörelim ama İdlib'i de ihmal etmeyelim.
Yine, MGK bildirisinde yer alan başka tehditlerden söz edeceğim. Ege Denizi ve Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerimize karşı somut projelere ve olabilecek gelişmelere karşı en üst düzeyde kararlılık gösterilmesi yönündeki iradenin elbette yanında olacağız. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin çıkarlarına aykırı hiçbir gelişmeye izin verilmeyeceğinin teyit edilmiş olmasını da önemsiyoruz. Ancak bu konuları muhalefetle daha yakın istişare ve daha ulusal uzlaşmayla değerlendirmenin bir vecibe olduğunu, bu konularda atılacak adımların hezeyan ve iç siyaset kaygılarından arındırılarak atılması gerektiğini iktidara hatırlatıyoruz.
İktidarın Doğu Türkistan'da müstebit, totaliter, zorba Çin rejiminin barbar uygulamaları altında inleyen, temerküz kamplarında baskı gören Uygur Türklerinin akıbeti karşısındaki sessizliği ve ataleti acıklıdır ve sadece ülkemizdeki geniş yığınlar ve partimiz tarafından değil, tüm dünyaca yadırganmaktadır. Korkuyor musunuz? Çin rejimi, emperyalizmin, totalitarizmin ve ırkçılığın ta kendisidir, farklı gördüğüne karşı zulüm refleksi kodlarına başvurur, bu kodlar o rejime mündemiçtir ve tarihi bu tür vakalarla doludur ama iktidarın emperyalist kategorisinde nedense Çin yer almamaktadır. Maalesef Uygur Türkleri de mazlumlar sınıfında yoktur. Uygur Türklerinin gördüğü zulüm karşısındaki duyarsızlığınız insanlık namına, Türk dünyası namına ve söyleminizden eksik etmediğiniz İslam âlemi namına hafifliktir, acıklıdır.
Saygıyla selamlıyorum Genel Kurulu. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)