| Konu: | Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 25 |
| Tarih: | 04.12.2018 |
CHP GRUBU ADINA ALPAY ANTMEN (Mersin) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun Teklifi hakkında partim adına söz almış bulunmaktayım.
Kanun teklifiyle ilgili olarak Adalet Komisyonunda uzlaşmaz, yasa yapımı tekniğine aykırı bir yöntem izlendi. AKP'nin rutin yasa yapma tekniği hâline getirdiği torba yasa uygulaması, bu kanun teklifinde de karşımıza çıktı.
Kanun teklifi, Bakanlık bürokratları tarafından hazırlanmış ve fakat üzerinde önemli teknik hatalar yapılmış; içine Harçlar Kanunu, İcra ve İflas Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve Arabuluculuk Kanunu'nda çok önemli değişiklikler içeren hükümler de sıkıştırılmıştır.
Bu kanun teklifini dikkatle incelerseniz teklif sahibi AKP milletvekillerinin ve teklifin içeriğini hazırlayanların, icra takibinde, icra dosyalarının bir bütün olarak değerlendirilmesi hususunda, UYAP kullanım alanları ve dosya ile harç hesapları konusunda yeterince yetkin olmadıklarını rahatlıkla görebilirsiniz. İcra ve iflas konusunu hepsinden daha iyi bildiğimi kesinlikle iddia ediyorum.
Belirli sermaye odaklarınca getirildiği izlenimimizi haklı çıkaran bir komisyon süreci olduğundan bu teklife "sipariş teklif" demek yanlış olmayacaktır. Müteahhitlerinizin sipariş proje getirdiğini çok görüyorduk da artık Meclise de sipariş kanunları getirmeye başladınız. Bu kadarına da pes doğrusu.
Sözde, adli işlemlerin hızlandırılması gerekçesiyle konumlandırılan bu teklifin toplumsal katmanların sorununa çare olmayacağı kesindir. Bugün icra dairelerindeki dosya sayısının hızla artmasının nedeni, yasalarda yapılması gereken değişiklikler değil, AKP anlayışının on altı yıldır ülkeyi getirdiği yolsuzluk, yoksulluk ve adaletsizlik girdabıdır. 2008 yılında 8 milyon olan icra iflas dosyalarının sayısı, 2018 yılında 20 milyona dayanmış, icra dairelerindeki icra iflas dosya sayısı bugün itibarıyla 19 milyon 901 bin 807'ye çıkmıştır. Bu nedenle, gerçek önlem, sipariş kanun teklifleri yerine, halkın sosyal, ekonomik ve yaşamsal konuları hakkında Meclisin çalışması ve çalıştırılması gerçeğidir.
Muhalefet şerhlerimizde de belirttik; teklif metni incelendiğinde, UYAP üzerinde icra takibi açma olanağı varken "Merkez Takip Sistemi" adlı yeni bir sistem getiriliyor. Abonelik sözleşmelerinden doğan alacaklara ayrı bir kolaylık ve ayrıcalık getirildiğini ve bunun, anayasal "eşitlik" ilkesine ve savunma hakkının temelini oluşturan "silahların eşitliği" ilkesine açıkça aykırı olduğunu görüyoruz.
Ayrıca, bu kanun teklifi, uzman görüşleri alınmadan, kamuoyunda tartışılmadan, "zorunlu arabuluculuk" konusunu da karşımıza getiriyor. UYAP sisteminin yeterince değerlendirilmediği ve anlaşılmadığı, sistemde yaşanan aksaklıklar ve kesintiler de göz önüne alınmamıştır.
15 Mart 2018 tarihinde yürürlüğe giren 7101 sayılı Kanun ile 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun konkordatoya ilişkin hükümleri de bu teklifle değiştirilmektedir. Daha bir yıl olmadan kanunu değiştiriyorsunuz. Teklifte, konkordato talebine eklenecek belgeler arasındaki "finansal analiz raporu" "güvence veren denetim raporu" olarak değiştirilmekte ve bu raporu hazırlayacak bağımsız denetim kuruluşları ile raporun standardı konusunda uygulamada yaşanan sorunları çözecek mahiyette düzenlemeler yapılmadığı için, raporlama fiyatlarının asgari ve makul bir miktara getirilmesi için herhangi bir çalışma da yapılmamıştır.
Uygulamada iflasın ertelenmesi nasıl kötüye kullanıldı ise konkordato kurumu da alacaklılara zarar vermeye başlamıştır. Güvence veren denetim raporu maliyetlerinin çok yüksek olması nedeniyle küçük ve orta ölçekli işletmelerin konkordato hakkından yararlanmalarının önü kapatılmaktadır. Güvence veren denetim raporlarının herkes tarafından verilemeyecek olması nedeniyle belli bir kimse ve gruplara burada da yeni bir imtiyaz sağlamaktasınız.
Ve önemli olan hususlardan birisi, dava şartı olan ara buluculuk. Bu kurumun ticari uyuşmazlıklara da teşmil edilmesi konusunda herhangi bir toplumsal konsensüs sağlanmadan, yangından mal kaçırırcasına özel bir kanun içinde getirildiği, bununla da kısa sürede ciddi zararlara yol açılacağı arz edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak şartlı muhalefet yapmıyoruz, yıkıcı muhalefet yapmıyoruz, gelişime, ilerlemeye ve çözüme yönelik yapıcı muhalefet görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz, kanun tekliflerine teknik katkı sağlamaya çalışıyoruz.
Yargı sisteminin o kadar çok sıkıntısı var ki neredeyse artık bir sistemden bahsetmek olanaksız hâle geliyor. Avukatlık Yasası bekliyor. Yargının en temel sacayağı dediğimiz avukatların karşı karşıya kaldığı sorunlar yumağı çığ büyüdü. Buradan İzmir Barosu Başkanının bir duruşmada yumruklanmasını esefle kınıyorum. Bundan avukatlarımız kadar, yargımız ve vatandaşlarımız da olumsuz olarak etkilenmektedir. Ülke şartlarına, meslek ihtiyaçlarına ve çağa uygun Avukatlık Yasası çalışması yapılmadan burada alelacele "MTS" adını vereceğimiz böyle bir sistem getirilmesi, hiç de eşitliğe uygun değildir. Avukatların yargı mekanizması içerisindeki yerinin ikincil bir konumda görülmesine son verilmesi ve savunma mesleğinin en kısa zamanda anayasal güvenceye kavuşturulması, ilk başta iddia makamıyla eşitliğinin sağlanması gerekmekteyken biz bazı şirketlere özel imtiyaz sağlayacak kanunu burada tartışıyoruz. Yargıda liyakat ve başarıya göre tayin ve terfiler yerine, siyasal mülahazaların esas alınması, yargıdaki işleyişi kilitlemeye başlamıştır. Ancak alçak FETÖ'cü hâkim ve savcıları hatırlayın. Bunun yarattığı sorun, tüm ülkede derin sıkıntılara yol açtı, ağır bedeller ödedik. Yargının siyasallaşmasının ve cemaatlere teslim edilmesinin sonucu 15 Temmuz hain darbe girişimini hep birlikte gördük.
Yargıda adli tatil uygulaması ise yargıyı artık kilitler pozisyona getirmektedir. Daha önceki yıllarda hâkim ve savcılar adli tatilde izin alırken, şimdi, açıkça söylüyorum, kafalarına göre, her istedikleri zaman izinlerini bölerek kullandıkları için yargıda vatandaş mağdur olmaktadır, duruşmalar ertelenmektedir. Utanmadan "Yargıyı hızlandırmaya çalışıyoruz." diyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, yargının sağlıklı bir şekilde çalışmasını istiyorsak yargı çalışanlarının tamamının da verimli bir ortamda çalışabilmesini sağlayabiliriz. Bütün haklar, hâkim ve savcılara verilmez arkadaşlar. Mübaşirler var mesela, bütün avukatlar onların kıymetini bilir, bunların idari sınıfa geçmesi, genel idari hizmetler sınıfına alınması gerekiyor. Artık lütfen mübaşirleri de, hâkimlerin sigaralarını alan pozisyondan çıkartalım. Biz yargıda çalışan herkesi bir bütün görürüz. Her türlü ayrımcılığa karşı olduğumuz gibi buna da karşıyız, adaleti istiyoruz.
Ayrıca, kamu avukatlarından diğer hatipler de bahsettiler. Kamu avukatlarının sorumluluğu pek çok meslekten çok daha yüksektir ama aldıkları maaşlar ve özellikle ek göstergeleri 3000'dir ve ciddi anlamda sıkıntıları var. Eğer bir şey yapmak istiyorsanız, adaleti sağlamak istiyorsanız, eşitliği sağlamak istiyorsanız hâkim ve savcılarla kamu avukatlarını eşit maaş düzenine, eşit ek göstergeye çıkartmanız gerekmektedir.
Bununla birlikte, biliyorsunuz, adli yargı komisyonlarında hâkim ve savcılar var. Ya, avukatlar... "Avukatlar" diyoruz hem yargının üç kurucu sacayağından biri hem de yargısal faaliyet yapıyorlar ama baro başkanları, adli yargı komisyonları içinde yok. Hani devrim, hani ilericilik, hani eşitlik?
Değerli milletvekilleri, hepimiz Adalet Ana'yı biliriz. Adalet Ana'nın elinde bir terazi vardır, diğer elinde ise bir kılıç, gözleri de bağlanmıştır. Gözleri bağlıdır çünkü terazisinin kefesini görmeden tutmalıdır, nesnel ve korkusuz olmalıdır. Terazi ise kanıtların ve olayların karşıt kefelerini gösterir. Teraziyi sol eliyle tutar, sağ elindeyse aklın ve adaletin gücünü ve bundan dolayı da bir anlamda kararın keskinliğini gösteren kılıç vardır. Gözünün kapalı olması, aynı zamanda da yargıcın kimsenin ten rengini, inancını, cinsiyetini, düşüncesini, servetini, rütbesini, statüsünü görmemesi ve bu hallerini görmeden karar vermesi anlamına gelir. Cumhurbaşkanından da emir almaz, Adalet Bakanından da emir almaz, hiç kimseden emir almaz.
Ve Adalet Ana, kadındır. Bu da kadın ve erkeğin eşit olduğunu, onların eşit bireyler, eşit yurttaşlar olduğunu gösterir. Yani kadına şiddetin son on altı yılda yüzde 1.400 kat arttığı, kadının sosyal, ekonomik ve siyasal hayattan dışlandığı ve kadın ile erkeğin devletin en üst organı tarafından eşit görülmediği bir Türkiye'de, Adalet Ana, tıpkı hukuk gibi ikinci plana itildi, şiddete uğradı ve devletin en üst organı tarafından tanınmadı. Eğer ayarını bozarsanız, bir gün o kantar, sizi de tartar.
Değerli milletvekilleri, sizi iki yüz yirmi dokuz yıl önceye götürmek istiyorum. 1789'da Fransa'da tarihsel bir devrim oldu. Egemenliği saraydan alan halkın meclisinde ilk şu karar alındı: "Milletin rızası olmadan hiçbir vergi alınamaz." İki yıllık OHAL döneminde sadece OHAL'ini örnek aldığımız Fransa, bugün yıllık 2,5 trilyon dolar bütçeyle dünyada insani gelişimde ilk 15'te, eğitimde ilk 10'da, sağlık harcamalarında ilk 3'te yer alıyor; oysaki Türkiye, UNICEF, PISA ve OECD'ye göre eğitimde sonuncu, sosyal adalet sıralamasında sonuncu, Demokrasi Endeksi'nde 165 ülke içinde 97'nci, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 113 ülke arasında 101'inci sırada. Uygulamadığımız AİHM kararlarından sonra, onda da sonunculuğu yakalayacağız gibi gözüküyor.
Türkiye'nin AKP iktidarıyla birinci ve ilk sıralarda olduğu uluslararası konular yok mu? Tabii ki var. Yolsuzlukta Avrupa 1'incisi, dünyada 2'nci, tutuklu gazeteciler sayısı bakımından dünyada 1'inci, iktidarın en az denetlenmesinde 6'ncı ve çocuk istismarında dünyada 3'üncü ülke. Arkadaşlar, çocuklar geleceğimiz ise buna bir çare bulmak zorundayız. Sorarım size: 80 milyon kişiden vergi toplayıp 1 kişiye saray yaptırmak ve o sarayda yargı mensuplarını ayağa kaldırmak adalet midir? Adalet değildir. Soğan depolarını basıp soğanlara suçüstü yaptınız ama Sayıştay raporlarıyla ortaya çıkan yolsuzluk çukuruna batmış belediyelerinizin suçuna ortak oldunuz. Yolsuzlukları ortaya çıkaran Sayıştay Başkan Yardımcısını yerinden ettiniz. Aradan geçen zamanda, bunca yolsuzluğunu sağır sultanın duyduğu, Sayıştayın tek tek tespit ettiği hangi belediyeye müfettiş gönderildi? Maalesef, hiç.
80 milyondan vergi alıyorsunuz ama 80 milyona hesap vermiyorsunuz. İşte, adalet ve hukuk, vergisini aldığınız 80 milyona hesap vermektir. Sayın vekiller, siz halka hesap vermek yerine, sadece saraya hesap veriyorsunuz; adalete güvenmek yerine sadece Sayın Cumhurbaşkanının ağzına bakıyorsunuz. Peki, Adalet Ana'nın elindeki terazi yerine, güçlünün, zenginin ve yandaşın terazisinde yer kapmaya çalışmak ne oluyor?
İktidarın hukuksuz uygulamaları, despotik rejimlerden ve yüz yıllar ötesinden örnekler getiriyor. Artık geleceği, Avrupa Birliğinde değil, Şanghay Beşlisinin despotik başkanlık sistemlerinde arıyorsunuz.
Biz bu anlayıştan adalet bekleyemeyiz. Biz bu anlayışı korsan yasa tasarılarında gördük, akademisyen milletvekillerine kıyak emeklilik, çocuğa tecavüzcüsüyle evlilik, kişiye özel, adrese teslim yasa tasarıları buraya geldi. İsrail'den alınan rüşvet karşılığında Mavi Marmara katliamına ilişkin yargılama yetkisi ve egemenlik hakkı terk edildi. Hâlâ adalet mi bekleyeceğiz? "Yanıldık, kandırıldık." ama biz yanılmadık, kandırılmadık ve kandırılmayacağız. (CHP sıralarından alkışlar)
Sizin adalet konusunda özetiniz şudur, hani Cumhurbaşkanımız, Sayın Cumhurbaşkanı diyor ya: "Çıraklık dönemimiz, kalfalık dönemimiz ve ustalık dönemimiz." Doğru söylüyor, ben sizin bu üç döneminizin gerçek yüzünü size açıklayayım: Adaleti ve devleti FETÖ'ye teslim ettiniz, devleti ortaklaşa yönettiniz; çıraklık dönemi. Kavgaya tutuşmanıza rağmen aynı menzilleri yürüdünüz; kalfalık dönemi ve darbe fırsatçılığıyla FETÖ'yle mücadele eden muhaliflere saldırdınız; ustalık dönemi.
Şimdi, sizin, yeni AKP'nin adalet ve hak konusunda karnesine, karnenize bir bakalım. Bakın, bundan on yıl önce hükûmetinizin yargı reformu strateji taslağı, şimdi okuyacağım on amaç altında oluşturuldu, gerçekten de dört dörtlük amaçlar:
"1) Yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi.
2) Yargının tarafsızlığının geliştirilmesi.
3) Yargının verimliliği ve etkinliğinin artırılması.
4) Yargıda mesleki yetkinliğin artırılması.
5) Yargı örgütü yönetim sisteminin geliştirilmesi.
6) Yargıya güvenin artırılması.
7) Adalete erişimin kolaylaştırılması.
8) Uyuşmazlıkları önleyici nitelikteki tedbirlerin etkin hâle getirilmesi ve alternatif çözüm yollarının geliştirilmesi.
9) Ceza infaz sisteminin geliştirilmesi.
10) Ülkemizin ihtiyaçları ve Avrupa Birliği müktesebatına uyum süreci."
Peki, gelelim karneye. Yargı bağımsızlığı güçlendi mi? Hayır. Yargının tarafsızlığı geliştirildi mi? Hayır. Yargının verimliliği ve etkinliği artırıldı mı? Hayır. Yargıda mesleki yetkinlik artırıldı mı? Asla, hayır. Yargı örgütü yönetim sistemi gelişti mi? Hayır. Yargıya güven arttı mı? Hayır. Adalete erişim kolaylaştırıldı mı? Asla, hayır. Uyuşmazlıkları önleyici nitelikteki tedbirler etkin hâle getirildi mi? Hayır. Ceza infaz sistemi geliştirildi mi? Hayır. Ülkemizin ihtiyaçları ve Avrupa Birliği müktesebatına uyum süreci... AİHM kararlarını tanımıyorsunuz, buna da hayır.
Peki, değerli milletvekilleri, adli yıl açılışlarının yürütmenin başı ve siyasi bir partinin genel başkanı olan Sayın Cumhurbaşkanının sarayında yapılması, hukukun üstünlüğüne gölge düşürmüyor mu? Yargı mensupları kimsenin önünde eğilmesin ve önleri iliklenmesin diye, cüppelerinde düğme olmaz. Kimsenin etkisinde, güdümünde kalmasınlar diye, bağımsız ve tarafsız olsunlar diye, cüppelerinde cep bulunmaz. Maalesef, hukukun üstünlüğünü ayağa kaldıracağımıza, yargı mensupları ayağa kaldırıldı. Yargı mensupları ayağa kalkıyor, sayın milletvekilleri; önlerini ilikliyorlar, sayın milletvekilleri. Bu şekilde devam ederse herhâlde, hukuku da ayaklar altına alacaksınız, olacak bitecek.
Rakamlara göre, elli yedi yılda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine 7.286 ihlal kararı geldi yani AİHM 7.286 ihlal kararı verdi, ülkeleri tazminata mahkûm etti. Bu davaların 1.497 tanesi, Türkiye aleyhine açılan davalar. Örneğin, AİHM bugüne kadar ifade özgürlüğü için 655 ihlal kararı verdi, bunlardan 256'sı, Türkiye aleyhine. Bu davaların birçoğu ve ödenen tazminatların toplamının önemli bir kısmı, AK PARTİ döneminde yaşanan ihlallerden oldu. Türkiye, AKP döneminde en çok ihlali yapan ülke olarak AİHM kararlarıyla 258 milyon TL tazminat ödemeyle dünya rekoru kırdı. Bir süre önce "Yargının itibarı yerlerde sürünüyor." sözleri bizzat yargının en üst düzey temsilcileri tarafından ifade edildi. Artık bu iktidarın uygulamalarında adalet değil, keyfîlik var, baskı ve zulüm var.
Sayın milletvekilleri, bu arada, mahkemeler de devlete gelir kapısı oldu. Mahkeme işletim masraflarının yüzde 51'inden fazlası mahkeme harçlarıyla vatandaşlardan alınıyor. Artırıyoruz masrafları, artırıyoruz harçları ve vatandaş adliyeye gitmesin, adalete erişmesin istiyoruz. "Mahkemeler olmasa Adalet Bakanlığını da çok güzel çalıştırırız." diye düşünebilirsiniz. Avrupa'da adalet sisteminde kişi başına ayrılan ortalama pay 60 euro iken Türkiye'de sadece 10 euro düzeyinde. Vatandaşlarımız bu kadar değersiz mi sayın milletvekilleri?
Sayın milletvekilleri, evet, bu iktidarın yönetim anlayışı suç ve suçlu üretiyor. Dava sayısı nüfus artışının üzerinde bir oranla artıyor, yargılama süreleri uzuyor, mahkemeler iş yükünün altında eziliyor, sayısı artan cezaevlerinde kapasitenin üstünde, 3 katı kadar, 250 bin mahkûm gayriinsani koşullarda yaşıyor ve kalıyor.
Darbe soruşturmalarında her 5 hâkim ve savcıdan 2'si görevden alındı. Evet, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da övünerek "4 bin hâkim ve savcıyı tasfiye ettik." dedi. Peki, FETÖ mensubu olduğunu söylediğiniz bu 4 bin hâkim ve savcı ne zaman göreve getirildi sayın milletvekilleri? Kimlerin döneminde getirildi? Mezardaki ölüler mi yoksa beraber yürüdüğünüz diriler mi? Bu 4 bin hâkim ve savcının ne zaman göreve getirildiğini açıklarsanız seviniriz. Gerçi, sicil numaralarından hangi yılda göreve getirildiklerini ben size söylerim ama neyse.
Bugün hiç kimsenin hukuki güvenliği yok, her an, herkes bir suçla itham edilebilir, işinden atılabilir, tutuklanabilir. Boyun eğmeyen sendikalar, dernekler, gazeteler, televizyonlar kapatılıyor, hâkim ve savcılar bugün karar verdikleri dosyadan yarın sanık olabiliyor ya da bugün karar verip, ertesi sabaha kararını değiştirip avukatları tutuklayabiliyorlar. "Askerî darbe olacak." vehmiyle ülkeye sürekli ayar verdiniz, sonra gerçek girişimi de bu yönde kullandınız. Peki, asgari ücretlinin evine inen darbeden haberiniz var mı sizin? İnsanları hapse attığınız yetmedi, bu kez de eve hapsettiniz çünkü adım atsa para harcayacak ama cebinde sayenizde para yok.
Değerli milletvekilleri, kurmaya çalıştığınız sistemin adı demokratik diktatörlüktür. Boşuna uğraşıyorsunuz, demokrasiyle diktatörlük gelmeyecek; bu ülkede demokrasiyle diktatörlük gidecek. (CHP sıralarından alkışlar)
Son olarak küçük bir anekdotla sözlerimi bitirmek istiyorum. Bir gün Mahatma Gandhi'ye "Batı uygarlığı hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sormuşlar, o da şöyle cevap vermiş: "Olsa iyi olurdu." Şimdi ben size sorayım: AKP döneminde adalet hakkında ne düşünüyorsunuz? El cevap: "Olsa iyi olurdu."
Çok teşekkür ediyorum.
Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Antmen.