| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 1'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 11.12.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA FERİDUN BAHŞİ (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu bütçeleri üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün şehit olan Emniyet Müdürümüz Altuğ Verdi'nin ruhu şad olsun. Yaralı Emniyet görevlilerine sağlık diliyorum.
Yine, bugün "Böyle düzen, böyle çağ, böyle devran kahrolsun/ Vaktiyle bir Atsız varmış, var olsun." diyen büyük Türkçü Nihal Atsız Bey'in uçmağa varışının 40'ıncı yıl dönümüdür. Saygı ve özlemle anıyor, ruhu şad olsun diyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, size bir cümle söyleyip iki de hâkim tayini örneği vereceğim, üzerine yorum yapmayacağım. Cümle: "Bir savcı çıkmış. Yahu sen kimsin!" İkinci sırada ise Cumhurbaşkanına hakaret davasında beraat kararı veren yirmi beş yıllık bir hâkimin bir yılda iki defa sürgün yemesi. Üçüncüsü: Yine, şehide "kelle" sözü sebebiyle açılan davada verdiği karar sebebiyle otuz beş yıllık Hâkim Sevgi Övüç'ün bir yıl içinde en son Mardin olmak üzere birkaç sürgünden sonra emekli olması. Bunlar üzerine yorum yapmıyorum arkadaşlar. Hani deniyor ya "Yargı bağımsız, hâkim teminatı var."
Biraz önce gazeteci bir arkadaşım aradı, dedi ki: "Ülkede adalet mi var ki bütçesi olsun? Sen neyin üzerine konuşacaksın!" Ben umudumu kaybetmek istiyorum. Ülkemizde, her şeyde olduğu gibi, demokrasi, hukuk, adalet ve temel hak ve hürriyetler günden güne gerilemektedir. Temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla oluşturulan Anayasa ve hukuki mekanizmalar temel hak ve hürriyetlere müdahale aracı hâline getirilmiştir. Hâkim ve savcılar, temel hak ve hürriyetleri koruyan değil, tam tersine, hak ve hürriyetlere müdahale eden görevliler hâline getirilmiştir. İktidarı sınırlamakla görevli en önemli organ olan Anayasa Mahkemesi, iktidarı sınırlandıran bir unsur değil, tam tersine, onu güçlendiren bir organ hâline dönüştürülmüştür. Kısacası, hukuk siyasetin aracı hâline getirilmiştir.
Hukuk siyaseti sınırlamıyor, tersine, hukuk siyasetin cenderesi altında bulunuyor. Anayasa ve kanunlardaki kurallara bakmak, karşılaşılan hukuki sorunun nasıl çözümleneceği konusunda bir fikir vermiyor. Anayasa Mahkemesi kararları Anayasa'ya değil, birtakım hukuk dışı faktörlere bağlı. Belirli bir davada Anayasa Mahkemesinin ne yönde karar vereceğini hukuk profesörleri değil, gazeteciler daha iyi tahmin ediyor. Aynı durum idare ve ceza hukuku için de geçerli. Muktedirlerin önem verdiği bir idari işlemin idari yargı tarafından iptal edilme ihtimali neredeyse sıfır. Bugün siyasi niteliği olan bir olayda en kıdemli ceza hukuku profesörleri dahi gözaltına alınan bir kişinin tutuklanıp tutuklanmayacağını, sanığın mahkûm olup olmayacağını bize önceden söyleyemiyor. Ceza hukuku profesörlerinin bilgileri artık bu konuda hiçbir işe yaramıyor.
Başta anayasa hukuku olmak üzere, ülkemizde hukuk biliminin değersizleştirilmesi sürecini yaşıyoruz. Hukuk biliminin değersizleştirilmesine yol açan şey, aslında bizatihi hukukun değersizleştirilmesidir.
Değerli milletvekilleri, şimdi, adı önce "HSYK" olup, sonra "yüksek" niteliği fazla ve gereksiz görülüp "HSK" olarak değiştirilen kurumun uygulamalarından bahsedeceğim. Bu kurum benim de yargı görevi yaptığım yıllarda uygulamalarıyla pek çok yakınmaya sebep olsa da yargılama yetkisinin özüne, görülmekte olan bir davada nasıl bir karar verileceğine müdahale etmemesiyle yine de saygın bir yere sahipti. Atama, Yargıtay, Danıştay seçimlerinde yandaş kayırmaları yaygın kanaat olsa da nasıl karar verileceğine ilişkin baskı hissetmezdik. Ancak 2010 yılı referandumu sonrası HSYK'nin yapısının değişmesi ve yapılan üyelik seçiminde iktidar partisinin taraf olup iradesini ilkokul mezunu bir meczuba teslim etmiş avaneyi kurul üyeliğine seçtirmesiyle tam bir kargaşa yaşanmaya başladı. Önce Adalet Bakanlığındaki yargı bürokrasisi aynı örgüt tarafından teslim alındı; örgüt mensubu adalet müfettişleri, bağımsız kişilikli hâkim, savcıların sicillerini bozdu. Yine aynı güruhun tezgâhlarıyla yandaşlar kilit görevlere getirilip hâkim, savcılar, müfettiş raporları bahane edilerek tasfiye edilirken AK PARTİ iktidarıyla iş birliği sonucu verilen namütenahi imkânlar tepe tepe kullanıldı. Bir taraftan tarafsız ve adil karar veren hâkim, savcılar cezalandırıldı, diğer taraftan da başta Ergenekon olmak üzere kumpas davalarıyla ülkenin stratejik kurumları ve buralarda görevli vatansever kişiler tutuklanıp tasfiye edildi. Bir taraftan hâkim, savcılar üzerinde baskı ve korku imparatorluğu kuruldu, bağımsız görev yapamaz hâle getirildi, diğer taraftan ise Adalet Bakanlığında oluşturulan mülakat komisyonları aracılığıyla örgüt üyeleri düşük puanlarla mesleğe kabul edildi.
Bu düzen 17-25 Aralık tarihine kadar "al gülüm ver gülüm" mantığıyla pek güzel yürüdü. Bu tarihte ise her iki taraf da kendilerine düşen paya razı olmayıp aralarında menfaat çatışması çıkınca malum olaylar yaşandı. O güne kadar kendilerini Ergenekon davalarının savcısı ilan edenler ve lüks makam araçlarını kahraman ilan ettikleri bu hain savcılara teslim edenler birden isyan ettiler; haksızlığa uğrayanların feryatlarına kulak tıkanmışken, haksızlıkları kabul etmeyen vatanseverlerin intiharları duymazlıktan gelinirken birden menfaate dokununca itiraz sesleri yükseldi.
Bu hainleri ilk günden itibaren elimizden geldiğince, meslekteyken ve sonrasında dile getirdik ancak kimseye duyuramadık. Başlarındaki meczubun "Devletin kılcal damarlarına sızın." talimatıyla devletin gerçekten kılcal damarlarına sızan bu hainlerin başta HSYK, yargı kurumları ve tüm kurumlardan temizlenmesi bizim de arzumuzdu ancak 15 Temmuza kadar bu konuda başarılı bir çalışma yapılmadı. 15 Temmuzdan sonra özellikle yargıda bir temizlik yapılabildi; hâkim, savcıların yüzde 45'i tasfiye edildi.
"Temizlik yapıldı." derken adil ve tarafsız bir yargı teşkilatı mı oluşturuldu? Tabii ki hayır. Bu defa da FETÖ yerine AK PARTİ teşkilatlarında siyaset yapan militanlar yerleştirildi. Tüm kurumlara 70 taban puan şart koşulurken hâkim, savcılara taban puan şartı kaldırıldı. Bir tarafta -benim de yeğenimdir- 96 puanı olan bizim çocuklarımız sadece "Bahşi" soyadını taşıdığı için bu mesleğe alınmazken, elenirken, diğer tarafta 42 puan alan AK PARTİ yöneticileri ya da yönetici yakınları "mülakat" denilen ucube sistemle hâkim, savcı yapıldı. Arada gözden kaçan, parti mensubu olmayan kişiler ise mülakatı geçmiş olsa bile -benim kızım gibi- kazandığı listeden Bakan talimatıyla çıkarıldı. Yargı cemaat kapısı olmaktan kurtuldu, ancak bu defa da AK PARTİ yargısı hâline geldi. Bağımsız hareket edebilen hâkim, savcılar ise korku cemaatinin hâkim olduğu bir HSK'yle karşı karşıya kaldı.
Değerli milletvekilleri, bu mukaddes çatı altında AK PARTİ iktidarını bir kez daha uyarıyoruz: Hukuk devletini daha fazla zedelemeyin, Anayasa Mahkemesinden ve yargıdan elinizi çekin, yargının bağımsızlığına dokunmayın.
Bugün, ne yazık ki Türk yargısı itibarını yitirmiştir. Yapılan anketlerde yargıya güven yüzde 20'lere düşmüştür. Bu oran sadece Türk yargı tarihinin değil, demokrasiyle yönetilen ülkelerin yargı tarihinin de en düşük oranıdır ve bu bir felakettir.
Yargı, bir toplumda herkesin hak aramak için çalacağı son kapı; bireyin, toplumun, kamu düzeninin ve nihayet hukuk devletinin sigortası ve teminatıdır. İnsanlar haksızlığa uğradıklarını düşündüklerinde güvenmedikleri bir yargıya başvurmak yerine haklarını bizzat alma yoluna giderler; bu da anarşizmi, kargaşayı, mafyayı doğurur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bahşi, bir dakika ilave ediyoruz.
FERİDUN BAHŞİ (Devamla) - Egemenliğin asıl sahibi olan Türk milletinin bu mukaddes çatısı altında uyarılarımıza lütfen kulak verin. Bu sizin de milletimizin de devletimizin de yararınadır.
Bu vesileyle, karşı olsak da bütçenin hayırlı olmasını diler, yüce Türk milletini ve Gazi Meclisi saygıyla selamlarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Bahşi.