GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:30
Tarih:12.12.2018

İYİ PARTİ GRUBU ADINA YASİN ÖZTÜRK (Denizli) - Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; 2019 yılı bütçe görüşmeleri çerçevesinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bütçesi içinde Nükleer Düzenleme Kurumu ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu 2019 yılı bütçesini değerlendirmek üzere İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Konuşmama başlamadan evvel, makamında şehit edilen Rize Emniyet Müdürümüz Altuğ Verdi'ye Allah'tan rahmet, yakınlarına ve Türk milletine başsağlığı diler, yaralı emniyet mensuplarımıza Cenab-ı Hak'tan acil şifalar dilerim.

Bakanlığın bütçe sunumunda temel politikalar arasında enerjide dışa bağımlılığın azaltılması var. Ülkemizin ekonomik değerleri açısından da mutlak olan bir stratejidir. Ancak uygulamalara bakıldığında, bu doğru ilkenin gerçekleşmesinde bir mesafe katedilmediği de ortada. Ülkemizin cari açığında, büyümesinde önemli bir paya sahip olan hem de büyümenin önündeki engellerden biri olan enerji ithalatını azaltabilmek için güvenli ve sürdürülebilir bir enerji arzı son derece önemlidir. Bu konuda mümkün olduğu kadar dışa bağımlılıktan kurtulmalıyız.

Tercihler konusu da, yenilenebilir enerjiyi mi, nükleer enerjiyi mi tercih etmeliyiz, son derece önemli. Bakanlığın bütçe sunumunda ifade ettiğine göre, uluslararası anlaşmalar ve Avrupa Birliği müktesebatı, nükleer düzenleyici kuruluşun bağımsız olmasını öngörmektedir. Bu çerçevede, nükleer tesislerin lisanslanması, denetimi ile nükleer teknoloji çalışmalarının sürdürülmesi için bağımsız bir düzenleyici kurumun oluşturulmasının ihtiyaç hâline geldiği belirtilmiş ve "Türkiye Atom Enerjisi Kurumunun uygulamaya yönelik sorumluluklarından dolayı kuvvetler ayrılığı ilkesiyle uyum sağlanamadığından hareketle Nükleer Düzenleme Kurumu oluşumuna ilişkin süreç devam etmektedir." denilmiştir. Demokratik devlet yönetiminde kuvvetler ayrılığını ortadan kaldır, nükleer düzenlemede ise kuvvetler ayrılığını kullanacağını ifade et; bu ifadeyle ancak kendinizi kandırırsınız.

2 Temmuz 2018 tarihli 702 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle kurulan Nükleer Düzenleme Kurumu, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna esas olarak havale edilmesine rağmen hâlâ Komisyona indirilmedi. Özellikle mevcut kararnamede Türkiye Atom Enerjisi Kurumu artık sadece radyoaktif atıkların depolanması ve bertarafıyla ilgili ve araştırma-geliştirme faaliyetlerini, çalışmalarını yürütmekle ilgili. Ülkemize gelen radyoaktif maddelerin ithalat iznini veren Türkiye Atom Enerjisi Kurumu bu radyoaktif ham madde miktarını denetleyememektedir; kendisini "regülatör kurum" olarak tanımlayan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu bu denetimi yapmaya dahi ihtiyaç duymamaktadır. Kaçak getirilen radyoaktiviteyi tespit eden ama işlem dahi yapamayan, tesis edemeyen bir kurumun varlık ve kuruluş amacı ortadan kaldırılmaktadır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansıyla tam akredite olmak yerine kurumun yetkilerinin kaldırılması ise "Şu nükleer maddeler olmasa atom enerjisini ne güzel yönetirdim." yaklaşımıyla ilgili bir bakanlık uygulaması.

Bu kararnamenin öncelikle 6'ncı maddesinin (2)'nci fıkrasında, Akkuyu Nükleer Santrali faaliyete geçtikten sonra, yurt dışına çıkarılan nükleer atığın önemli radyoaktifleri alındıktan sonra kalan nükleer atığı geri getirme hakkı tanınmış bulunuyor. Denizlere boşaltılan soğutma sularının sadece birkaç saniye radyoaktif kalabildiği ve akabinde tümüyle arınmadığından tehlike oluşturduğu ifade edilmektedir. Söz konusu soğutma suları doğal alanlara boşalmadan önce reaktör ve yüzlerce metrelik borulardan geçmektedir. Bu sulara reaktörden ve boruların kendisinden radyoaktif kurşun, krom, kobalt parçacıkları karışmaktadır; bunların radyoaktifliği de yıllarca sürmektedir. Radyasyon sızıntısı için nükleer santrallerde bir kaza olması şart değil, reaktörün normal günlük çalışma düzeni içinde insan ve çevre sağlığına son derece zararlı radyasyon doğaya rutin olarak verilmektedir. Kısacası bir nükleer santral sorunsuz çalışması sırasında da insanları ve doğayı zehirlemektedir. "En temiz ve güvenli enerji nükleer enerjidir." söylemini de neredeyse tüm dünya yalanlamaktadır. Dünyada pek çok ülke nükleer enerjiyi terk etmektedir. Almanya, İsveç, Belçika, Hollanda, İspanya gibi ülkeler tarih vererek ya santralleri kapatmış ya da ömrü dolanların yerine yenisini sipariş etmeyeceğini bildirmiştir. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri atıkları için milyarlarca dolar, euro harcamaktadır. Gayriahlaki bir tavırla atıklar için başta Hindistan olmak üzere az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri nükleer çöplük olarak seçmektedirler. Türkiye de bu ülkelerden biridir. Karadeniz'de ortaya çıkan zehirli atık dolu İtalyan varillerinden hâlâ kurtulamadığımız da unutulmamalıdır.

Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; ülkemizin ve milletimizin ihtiyacı olan, Türkiye'nin ekonomik ve sosyal kalkınmasına katkı sağlayacak olan her türlü projeye, millî güvenliği ilgilendiren devlet politikalarına, sahibi kim olursa olsun elbette ki destek vereceğiz. Ancak Akkuyu Nükleer Santrali'ne karşı yürütülen bu süreçte Hükûmetin her türlü yüksek bütçeli ve bol akçeli projeleri takip ettiğini, kafa karıştıran hususları tekrar ettiğini gözlemliyoruz. Bu anlamda, özellikle bu santralin yapımına ilişkin Türkiye ve Rusya arasındaki yapılan anlaşmaya göz atmakta fayda görüyoruz. Bu konuda Rusya adına Rosatom, Türkiye adına da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, taraf olan bunlar. Projeyi gerçekleştirecek olan şirketin Rusya devleti tarafından kurulacağı ve üretilen elektrik de dâhil olmak üzere nükleer güç santralinin sahibi olduğu yapılan anlaşmaların 5'inci maddesinin ikinci fıkrasında açıkça ifade edilmektedir. Proje şirketi Rus tarafınca yetkilendirilen şirketlerin doğrudan veya dolaylı olarak başlangıçta yüzde 100 hisse payına sahip olacağı belirtilmiştir. Ayrıca, Rus tarafının hisse payının hiçbir zaman yüzde 51'in altına düşmeyeceği de özellikle anlaşmada belirtilmiş. Proje şirketinin elde ettiği kârın yüzde 20'si güç üniteleri devreye girdikten sonra en erken on beş yıl sonra Türk tarafına ödenmeye başlayacak ve Sayın Erdoğan tarafından "2023'te yetiştirilecek." denmesine rağmen sözleşmeye göre ilk enerji üretimi en erken 2025 yılında gerçekleştirilecek. Proje inşasında ihtiyaç duyulan mallarsa Rusya'dan tedarik edilecek ve bu anlamda anlaşma şartlarında açıkça görüyorsunuz ki bu santral Hükûmetin diğer millî ve yerli projeleri gibi yabancı menşelidir ve tamamen inşaatından santralin kendisine ve üretilen elektriğine kadar Rusya tarafına verilen bir enerji kapitülasyonudur. Türkiye, sadece burada müşteri konumundadır. Enerji ve fiyatları ve teknoloji transferi bakımından Türkiye'ye bir avantaj getirmemekle birlikte Türkiye'de daha önce iktidarın Rusya ve İran'la yaptığı al ya da öde anlaşmasının bir benzeri de bu santral için yapılmaktadır.

Ülkemizin enerji planlamasında üç nükleer santral kurulacağı belirtilmiş; Sinop proje aşamasında, üçüncüsü de muhtemelen Tekirdağ'da kurulacak olan ve ne yazık ki hiçbiri yerli ve millî olmayan projelerdir. Birinde Ruslar, diğerinde Çinliler olacak gibi görülüyor. Enerji açısından dışa bağımlılığı azaltmaya çalışırken bu defa da muhtemelen millî güvenlik açısından dışa bağımlı hâle geleceğiz. İlerleyen süreçte, geçmişte olduğu gibi en ufak bir uçak krizinde domates ihracatımız bile ekonomik açıdan sıkıntılı hâle gelirken elin gâvuru yüzde 100 kendisine ait olan enerjisini mi bize verecek? Çinlilerin Doğu Türkistan'da yaptığı zulme sırf bu sebepten mi ses çıkarmıyorsunuz?

Ülkemizde radyoizotoplar hastanelerde, araştırma laboratuvarlarında, üniversitelerde ve endüstride kullanılmaktadır ve bunlar radyoaktif elementlerdir ve hacim bakımından da bazı ülkelerde reaktör yakıt atıklardan gelen düşük aktiviteli radyoaktif elementlerden daha fazladır. Uzun vadeli nükleer teknoloji politikası ve buna yönelik insan kaynağı ve altyapı geliştirme stratejisi bulunmadığı takdirde dışa bağımlılığın eskisinden daha fazla artacağı da aşikârdır.

Gerek güneş gerek rüzgâr enerjisiyle ilgili olarak teknoloji üretmekteyiz; yerli sanayi bu konuda kurulacak olan bir teşvik sistemiyle üretime kazandırılmalıdır. Son iki yılda güneş paneli ithalatı 6,1 milyar dolar. Sektör bu hızla büyüdükçe beş yılda 40 milyar doları bulacak. Aynı şekilde rüzgâr enerjisiyle ilgili ekipmanları da yurt dışından ithal ediyoruz ve her iki sektörde kullanılan ekipmanları yurt içinde daha ucuza üretmenin yollarını açmalıyız.

"Böyle düzen, böyle çağ, böyle devran kahrolsun!/Vaktiyle bir Atsız varmış, var olsun." diyen büyük Türkçü Atsız atanın ebedî âleme geçişinin dün 43'üncü yıl dönümüydü, ruhu şad olsun. "Tanrı Türk'e yar olsun/Turan eller var olsun." (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)