| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 12.12.2018 |
HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın vekiller, hepinize saygılarımı sunuyorum.
Ben, doğrusunu isterseniz Ticaret Bakanlığıyla ilişkili Rekabet Kurumu üzerine konuşmak istiyorum. Rekabet Kurumu üzerinde konuşacağım gibi deminki tartışmayla ilgili olarak da bazı şeyler söylemek istiyorum. Biraz daha serinkanlı olmamız gerektiğini, biraz daha birbirimizi kabullenen bir yerden siyaseti düşünmemiz gerektiğini söylemeye çalışacağım.
Şimdi, efendim, Rekabet Kuruluyla ilgili olarak önce şunu söyleyeyim: Biliyorsunuz, Rekabet Kurulu, diğer birçok kurum gibi, "bağımsız otoriteler" dediğimiz kurumlar gibi, 1980 sonrası dünyanın ürünleri olarak ortaya çıktı çünkü neoliberal düzen 1980'lerden itibaren şöyle bir argümanla ortaya çıktı, dedi ki: "Devlet artık işletmeci olmasın ve doğrudan doğruya piyasa mekanizması, piyasa ekonomisi tek seçenek olarak kabul edilsin." Biz de biliyorsunuz, 24 Ocak kararlarıyla 1980'de serbest piyasa ekonomisini kabul ettik Özal'ın reformlarıyla ve o süreçte bu kurumları teker teker kurmaya çalıştık. Şimdi "Bu kurumlar neydi?" diye baktığımızda, "Neden bağımsızdılar?" diye baktığımızda şundan dolayıydı: Mademki devletin işletmeci olarak varlığı artık gerekmiyor idi, o zaman devletin bir denetim kurumu olarak bu kurullara ihtiyacı vardı yani devlet denetim fonksiyonunu bağımsız kurumlar aracılığıyla yapacak diye bir anlayış vardı. Şimdi bu anlamıyla baktığımızda şu ayrımı lütfen kaçırmayalım: Bu kurumlar devlet kurumlarıydı, hükûmet kurumları değildiler, dolayısıyla hükûmete karşı da bağımsız davranabilecek imkânlarla donatıldılar. Nasıl yapıldı? Mesela söyleyeyim: Mali bakımdan, idari değilse bile mali bakımdan özerk kurumlardı bunlar yani kendi iş alanlarında, kendi denetim alanlarında belli primler alarak kendi bütçelerini hazırlayabiliyorlardı.
Bakın, arkadaşlar, şimdi burada, tabii, ayrıntısına giremeyeceğim ama 2011 yılında... Bu 2008 krizi, biliyorsunuz, 2009'da bize değdi, 2009'dan itibaren esasında benim gördüğüm kadarıyla, dünyada da olduğu gibi Türkiye'de de hükûmetler tam olarak neyi, nasıl yapacaklarını bilemez hâle geldiler. Adalet ve Kalkınma Partisi de bence böyle bir noktaya evrildiğinde, 649 sayılı bir KHK'yle bütün bu bağımsız kurulları arkadaşlar, bakanların denetimine tabi hâle getirdiler. Yani devlet için kurulmuş olan, tüm toplumu temsil eden bir kurumun araçları olarak kurulmuş olan bu kurumlar şimdi artık Hükûmete ait kurumlar hâline geldiler. O sebeple de şu anda Rekabet Kurumu Başkanı gibi diğer başkanlar, EPDK Başkanı vesaire Hükûmetin içinde bakanların yanı sıra oturmak zorunda kaldılar ve kendi bütçelerini yapamaz hâle geldiler.
Şimdi, buradan, doğrusunu isterseniz yani bu konuda çaba gösteren, çalışan bütün bu kurumların yöneticilerini eleştiriyor değilim, sadece bir durum tespiti olarak söylüyorum: Gerçekten bu kurumlar artık bağımsız değillerdir. Şimdi, dolayısıyla da buradan gidersek -birazdan bu konuyu biraz daha açacağım ama- mesela, İYİ PARTİ'den arkadaşımız esasında soğan meselesine girdi, ben çok ayrıntısına girmeyeyim. Ama biliyoruz ki -Ağustos ayındaydı yanılmıyorsam- soğanla ilgili Rekabet Kurumunun resen başlattığı bir ön araştırma oldu ve ön araştırmada herhangi bir hâkim durum tespit edemedi. Yani bu piyasada 3 bin komisyoncu, tüccar, perakendeci var ki bu kadar büyük bir sayı içinde uyumlu eylem yapma şansı yoktur, dolayısıyla bir tekel kurma şansı yoktur. Dolayısıyla da en babayiğidinin bile payının yüzde 3 gibi bir civarda olduğu bu piyasada "Herhangi bir şekilde hâkim durumunu kötüye kullanma veya tekelci bir uygulama yoktur." dedi. 2018 yılının Ağustos ayında bunu yayınladı kurul. Fakat son olarak -yine İYİ PARTİ'den demin ki arkadaşımız da değindi- geçenlerde, daha geçen hafta ki doğrusunu isterseniz ben komisyonda Rekabet Kurumunu eleştirmiş bir insan olarak bu haberleri okuyunca şöyle düşündüm: Ya, Allah Allah, ben yanılıyor muyum acaba, gerçekten de bağımsız bir kurum mu Rekabet Kurumu? Hükûmetin "Soğanda stokçuluk var." vesaire dediği bir noktada "Hayır, böyle bir şey yoktur." diyebilmesi hakikaten hoşuma gitti fakat geçen hafta bir açıklamada bulundu Rekabet Kurumu, dedi ki: "Bu araştırma benim eski araştırmamdı. Dolayısıyla da güncel bir şey söylemiyorum." Ama bu açıklama ne kadar tatmin ediciydi? Doğrusunu isterseniz beni etmedi. Neden? Çünkü 3 bin tane oyuncunun olduğu, en babayiğidin payının yüzde 3 olduğu bir sektörde, iki ay içinde, üç ay içinde bir tekelleşme olmuş olamazdı. Dolayısıyla da ben Rekabet Kurumunun: "Hayır, biz böyle bir araştırma yaptık, burada işler normal gidiyor, 'depoculuk' diye bir mesele var." vesaire vesaire demesini beklerdim. Ama arkadaşlar, diyemezdi çünkü Hükûmetin bir parçası olan bir kurumun bunu demesi mümkün değildi.
Şimdi, başka bir örnek üzerinden size birkaç şey daha söyleyeceğim ki bu mesele, demin anlattığım soğandan çok daha önemli bir mesele arkadaşlar. O kadar önemli ki ben hani hasbelkader bu işlerle biraz uğraşmış bir insan olarak verilere baktığımda gerçekten müdahale edilmesi gereken bir piyasadan söz ediyoruz yani medyadan söz ediyoruz.
Şimdi, medya öyle bir sektör ki arkadaşlar, medya çimento sektörü gibi bir sektör değildir, medyada tekelleşme çimento sektöründeki tekelleşme gibi değildir. Çünkü çimento sektöründe tekelleşme tekelcilerin kârını artırır, medyadaki tekelleşme sadece medyayla uğraşan kişilerin ve kurumların kârlarını artırmaz ama aynı zamanda, toplumun demokratik ideallerine etki etme şansına sahip olabilirler veya siyasi düşüncelerine etki etme şansına sahiptirler, o sebeple de medya çok önemlidir.
Şimdi ben medyaya baktığımda gördüğüm şeyi söyleyeyim size. Çok kaba bunlar yani ayrıntıya da girmeyeceğim, çok teknik olacak ama gazete sektöründe 7 tane şirket olduğunu görüyoruz. Bunların, esas itibarıyla, tabii, pazar paylarının ayrıntısını bilmiyorum şu anda ben ama 7 tane şirketin olduğu bir piyasanın rekabetçi bir piyasa olma olasılığı çok düşüktür.
Şimdi, geçelim kablolu yayına. Kablolu yayında 2 tane firma vardır. Kablosuz yayında 3 tane firma vardır. Uyduda 3 tane firma vardır. Şimdi, arkadaşlar, bunlar çok açık bir şekilde bu sektöre müdahale edilmesi gerektiğini söyleyen işaretlerdir. Bunlar "yoğunlaşma oranı" dediğimiz oranlarla hesaplanan ki ben TÜİK'ten aldım bunları. Ama herhangi bir rekabet otoritesi dünyada bu rakamları görse hemen bir ön araştırma açar bir kere "Ne oluyoruz? Bu sektörde bir tekelleşme var mı?" diye. Fakat, demin de söylediğim gibi Rekabet Kurumu bunu yapamaz çünkü Rekabet Kurumu da Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin bir parçası olarak işlev görür hâle gelmiş durumda.
Başka bir şey daha söyleyeceğim: Yine bu şirketler nereye ait, kimlere ait diye baktığımda bu televizyon şirketleri, genel olarak medya şirketleri, arkadaşlar, 7 tane gruba ait ve bu 7 grubun çoğu inşaatçı ve hepsi de devletten ihale alıyor. Şimdi, böyle bir şey olmaz arkadaşlar, böyle bir şey olmaz. RTÜK nerede, Rekabet Kurumu nerede? Buraya müdahale edilmesi gerekir. Dolayısıyla da dediğim gibi ben, Rekabet Kurumunun bunu yapabileceğini sanmıyorum ama sizlere böyle bir tehlikenin olduğunu söylemek istiyorum. Çünkü, bu, doğrusunu isterseniz, kusura bakmayın arkadaşlar ama Adalet ve Kalkınma Partisinin siyaseten geldiği yeri özetleyen bir yer. Ben size söyleyeyim: Sayın Cumhurbaşkanı sizden de kurtuldu, bizden de kurtuldu, kendisini yukarıya çekti, 16 danışman gibi -ya da neyse işte- bakan atadı kendine ve bu medyayla, gerçekten çok az kişiyle Türkiye'yi şu anda yönetiyor. Bu, açıkçası, parti devleti hâline gelen bir devletin görüntüsüdür. Bu, çok tehlikeli bir şeydir ve ben Komisyondaki arkadaşlarıma sıklıkla bunu söylemeye çalıştım. Çünkü, göreceksiniz, gelecek olan yasalarda da bu inanılmaz bir şekilde var yani her konu neredeyse Cumhurbaşkanının yetkisine bırakılıyor, hemen hemen her konu devlet çerçevesinde çözülmeye çalışılıyor. Bu bir parti devletleşme sürecidir, çok tehlikelidir ve bu tehlikeyi birkaç cümleyle deminki tartışmaya dönerek birazdan açıklayacağım.
Arkadaşlar, bu Meclis dediğiniz şey -Mecliste şu anda 600 milletvekiliyiz, 1 eksiğimiz var Leyla Güven ama 600 olduğumuzu varsayalım- esasında toplumun aynasıdır. Yani biz burada ne yapıyorsak esasında toplumda da potansiyel olarak onlar vardır. Biz burada geriliyor muyuz? Geriliyoruz. Toplum da geriliyor, toplum da geriliyor, neredeyse çatışmaya ramak kalıyor, evet, toplumda da çatışmaya ramak kalan durumlar var. Arkadaşlar, öte yandan, biz Türkiye'yiz, bu Meclis Türkiye'yi temsil ediyor ve milliyetçisiyle, efendime söyleyeyim, "Milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım." diyen Cumhurbaşkanının bence ümmetçi ve hoşuma giden bir anlayışıyla diyeyim... Biz radikal demokratız, arkadaşlar sosyal demokratlar ama bizler bütün olarak toplumu temsil eden insanlarız ve biz Türkiye'yiz. Şimdi, böyle bir yerden baktığımızda hepimizin -nasıl diyeyim- kutsalları olabilir, hepimizin sembolleri olabilir, hepimizin önem verdiği fikirler olabilir, hepimizin önem verdiği değerler olabilir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım, bir iki dakika daha lütfen.
BAŞKAN - Bir dakika ekliyorum, tamamlayalım lütfen.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bunlar normaldir, bunlar demokraside yol almaya çalışan bir ülkenin insanları olarak, temsil eden insanlar olarak normaldir. Birbirimizi normal olarak görmemiz lazım. Birbirimizle kavga etmek çok kolay bir şeydir çünkü bir şeye "hayır" demek ile bir şeye "evet" demek o kadar kolaydır ki ama zor olan hem "evet" hem "hayır"ı aynı anda diyebilmektir yani birbirimizi tolere etmektir, birbirimizi anlamaya çalışmaktır. Ben buraya geldiğimden beri -altı ay mı oldu, bilemiyorum ama- her fırsatta şunu anlatmaya çalışıyorum: "Demokrasi" dediğimiz şey, bir ortak akıl bulmakla ilgili bir şey. Bizim burada herhangi bir çıkar ilişkisi içinde birbirimizle kavga etmemiz gibi bir meseleyi ben, doğrusunu isterseniz, buradaki hazıruna yakıştıramam. Dolayısıyla da gerçekten Türkiye'yi temsil eden insanlar olarak hepimizin farklı idealleri, farklılıkları var tabii ki, olmaması mümkün değil ama bu farklılıkları kabul eden bir yerden bir araya gelirsek sanırım hem Meclis çalışmaları daha sağlıklı olur hem toplum da daha sağlıklı olur.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)