| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 4'üncü Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 14.12.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA YAVUZ AĞIRALİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; saygıyla selamlarım Genel Kurulumuzu.
Sayın Başkanım bilir, içinden geldiğimiz cemiyetçilik geleneği içerisinde biz genç yaşlarda başkanlık ettik. Bu "Beş dakikada söyleyemediğinizi altı dakikada söyleyemezsiniz." sözüne ithafen bir şeyi arz etmem lazım. Böyle 20'li yaşlardan itibaren cemiyetçilik yaparken başkan olmanın birtakım handikapları var. Bunların avantajlarını çok yaşadık. Şu anda Mecliste baskı altındayız. "Baskı altındayız." deyince Hükûmet grubunun kaşları hemen kalkıyor. O baskı şudur: Başkan olunca her zaman hikmetli sözler söylemeseniz bile sizinle beraber olan arkadaşlarınız "Mutlaka bir hikmete mebnidir bu söyledikleri." diye sizi tahammülle dinlerler. Bir de tahdit olmadan, zaman tahdidi olmadan limitsiz konuşursunuz. Biz, şimdi, yıllardır limitsiz konuştuğumuz için başkanlar olarak, böyle "Sizin süreniz bitti." falan gibi cümleler bizi baskılıyor. Türkiye'nin 2019 bütçesini konuşurken "Kültür Bakanlığı" gibi bir başlığın yirmi dakikada konuşulacak olan konu başlıklarını size sayamayacağım, bir akordiyon etkisinin büzülmüş tarafında konuşuyorum yani yirmi dakikada konu başlıklarını anca size arz edebilirim. Ama bunların içerisinde hem Hükûmetimize sitemlerimizi hem kültür politikalarımızın bizim medeniyet kodlarımızdan kopmuşluğunu hem bu memlekette kültür, medeniyet iddialarımızla mütenasip olarak yapmaya çalıştığımız işlerin bir günah çıkarmaya âdeta dönük taraflarını söylemeye gayret edeceğim. Bu, biraz meşakkatli. O yüzden, bu mevzuda -Genel Kurulun bilgisine arz ediyorum, bu başlık altında ben on dört saat namaz ve yemek molası müstesna konuşmuş bir kardeşinizim- bu yirmi dakikada bu kültür meselesine birkaç perspektif sunmaya gayret edeceğim.
Şimdi, birincisi şu: Kültür Bakanlığı bir müstakil bakanlık değildir. Kültür, aslında... Cengiz Valim burada değil, valiliğinden bağımsız, AK PARTİ Aksaray Mebusluğundan bağımsız, münevver tarafıyla yazdığı Türkiye Günlüğü dergisinde yayınlanmış "Şahsiyet izhar etmek" diye bir yazısı var. Yani müktesebat, birikim, bilgi, muhteva, ne diyorsanız adına, bu, şahsiyeti olmayan, kimin üstündeyse, bilgi olarak bile dursa yüktür. Toplumun da aslında "şahsiyet" diye izhar edeceği şeyin adı kültürdür. Yani insanda müktesebatın, birikimin ete kemiğe bürünmesi şahsiyet; toplumda, toplumun kendisini inandığı, düşündüğü, bulduğu, savunduğu, inşa etmeye gayret ettiği, kurtardığı, kurulduğu, ne varsa, orada kendisini ifade etme şeklinin adı, malumualiniz kültürdür. Dolayısıyla kültürü olmayan bir milletin bulduğu zenginlik, şahsiyeti olmayan bir insanın birikim taslaması üzerine eline geçirebildiği kadardır.
Bizim şimdi karşı karşıya olduğumuz ağır yük şudur, Kültür Bakanlığıyla alakalı konuşuyorum: Kültür Bakanlığı sadece bir bakanlık, bütçesi sadece "Tasarruf ediyorum, kamu yatırımlarını kısıyorum." diye kenarda tutulacak ehem mühim sıralamasında en son sıralarda olacak bir bakanlık değildir. Kültür Bakanlığı, aslında, Türkiye'deki bütün bakanlıklara gözü değmesi gereken, eli değmesi gereken, vizyonu değmesi gereken, muhasebesi, murakabesi değmesi gereken bakanlıktır. Kültür Bakanlığı -tabirim belki iki türlü dikkat çekebilir, biraz daha siyasallaştırayım terminolojiyi- bir tarafıyla tren kazasında kaza olmasın diye önden giden mihmandar, kılavuz vagon gibidir. Onun gibidir, önden gider, toplumun başına bir şey gelmesin diye. Bir tarafıyla, devletin, milletin büyük istikbal yürüyüşünde -başına bir şey gelmesin diye aslında- Sayıştay görevi görür. Kültür Bakanlığı aslında bir nevi Sayıştaydır. Yani "Ne kadar verimlidir ne kadar değildir, ne kadar tabiatına uygun yapılmıştır?"ın bütün çerçevesini Kültür Bakanlığı yine bir şekilde akredite eder.
Şimdi, bunu şunun için arz ediyorum: Mukaddesatçılığımızın, milliyetçiliğimizin, değerler siyasetimizin, medeniyetimizin, Allah'a kulluğumuzun, Türklüğümüzün, Orta Asya'dan buraya büyük kabarma zamanlarımızın yani tarihî bir metcezir içerisinde ihtişamlı zamanlarımızın da, geri çekilirken bu çekilme sürecimizin bizim için az hasarlı hâle gelmesinin de mukavemet eşiğini kültür oluşturur. Kültür, o anlamda, Millî Eğitim Bakanlığının da -aslında bir tarafıyla illiyeti- Ekonomi Bakanlığının da Tarım Bakanlığının da aklınıza gelen bütün verim şubelerinin gözü üzerinde olması gereken Bakanlığımızdır.
Dolayısıyla, şimdi, Kültür Bakanlığını bu bütçe üzerinden konuşmak, zaten aslında Kültür Bakanlığını Turizm Bakanlığıyla beraber konuşmak, Kültür Bakanlığını Turizm Bakanlığı üzerinden konuşmak mecburiyetini bir Hükûmet politikası hâline getirmek şu demektir: Bizim birtakım kültürel zenginliklerimiz var, bu zenginliklerimizi dolara dönüştürebilir miyiz? Bunun adı budur. Kültür Bakanlığı bir dolarizasyon mesuliyeti altında ehemmiyetsiz hâle getirilecek bir bakanlık değildir. Kültür Bakanlığı, Türk milletinin cihanşümul varlık iddiasının ete kemiğe bürüneceği bütün verim şubelerini denetlemek zorunda olan bir bakanlıktır. Şimdi, bakın, bizde büyük usulsüzlük şudur: "Biz zenginleşince bu kültür işlerine bakacağız. Zenginleşelim, sonra bu kültür işleriyle ilgileneceğiz." gibi bir bedeviliğin içinde kaybediyoruz yurdumuzu. Aslında büyük kayıp bu.
Aslında "kültür" dediğiniz iş, zenginleşme koordinatlarınızı millet olarak önünüze seren, mihmandarlık eden bakanlık olması gerekirken "Parayı bulalım, sonra bu işlere bakacağız." asabiyesine kurban gitmemizin alametini gösteriyorum size. Bakın buna, bu Bursa. Beş yüzyıl önce yapılmış yerleri ziyaret ediyoruz biz. Kültür, kendi milletini inşa ettiği zamanlarda size bin sene sonra ziyaret edeceğiniz eserler inşa ettirir ama kaybettiniz mi kültürünüzü, onu Turizm Bakanlığıyla bağlı hâle getirir, sizin yurdunuza gelecek ve eskiden yaptığınız yerleri görünce "Yahu, eskiden ne ihtişamlı bir milletmişsiniz!" sualinin cevabını almaya çalışırken onlardan kurtardığınız paradan ibaret bir şeyse şehirleriniz böyle olur arkadaşlar.
TOKİ'ye güzelleme yapıyorum: Son taksiti ödenince kentsel dönüşüm konusu hâline gelecek, inşaat sektörünü canlı tutacağız diye Türk kültürünün bağrına hançer olarak saplanacak işin adı "kültür politikası" değildir, değildir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bu nedir? Bunu size söyleyeyim; irfanından, Türk milletinin ihtişamından hissesine zarafet düşmemiş, mesuliyet düşmemiş, hissesine estetik düşmemiş, hissesine tarihe saygı düşmemiş bir yönetme şehvetinin tecellisidir bu. Şunu yapabilmek, bir şehre, dünyanın en kadim şehirlerinden bir şehre şunu yapabilmek, dünyanın parmakla, belki bir elin, belki iki elin parmaklarıyla sayılacak şehirlerinden birine, İstanbul'a böyle şeyler yapabilmek imtiyazını kendisi için hak gören bir siyasal yönetim maharetsizliği, bir millî kültürün, bir millî uyanışın muhatabı değildir, asla.
Şimdi, bizim karşımıza gelen şey şudur: Toplumun şahsiyet izhar etmesidir kültür. Kültür, aslında bizim dünyamızda, düşünme, mukavemet etme, mukabele etme, bir arada yaşama, tahammül etme, teenni gösterme, hoşgörülü davranma; bütün bu koordinatlar içerisinde toplumun "Ben bu milletlerarası yarışta varım." deme şeklidir.
Bizim şimdi yaptığımız, yaptığımızla iftihar ettiğimiz -dün Çevre Bakanımız da arz etti, 800 küsur bin konut yaptık- bu konutların adı "konut" değildir arkadaşlar, bunlar barınaktır, bunlar barınak. Bunların peribacalarındakilerden farkı daha düz ve köşeli olmasıdır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Yani birtakım taşları yontup içinde yaşanma dönemlerine bin beş yüz-iki bin yıl fark atarak bunları "mimari bir zarafet" diye bize takdim etmek "Türk irfanından kopmak" demektir. Dolayısıyla "TOKİ" diye bir de bu işin başka tarafları var. İrfanımıza getireceğim meseleyi.
Türk irfanında, Türk medeniyetinde, Türk kültür kodlarında aslında bu ihya ve inşa sürecinin merkezinde, medenilik kastıyla şehir vardır. Şehri böyle bedevileştiren bir yönetim tarzı asla medeniyet inkılap ettiremez, mümkün değildir bu. Şehirlerine böyle yapan bir siyasal maharetin, maharetsizliğin bir medeniyet tasavvuru asla olamaz. Bu neye döner? Eline haram karışmış, kazandığı paraya şaibeli birtakım girişler olmuş bir adamın günah çıkarmak için hayır hasenat yapmasına benzer. Rölöve çalışmalarıyla istihza etmiyorum, çok esaslı faaliyetler de yapılıyor, asla hafife almayalım. Kültür Bakanlığımızın, müteşekkilen Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün restorasyon ve rölöve çalışmalarıyla muhafaza etmeye çalıştığı şey aslında, "Eskiden biz de ne ihtişamlı milletmişiz."dir. Bu, bir tarafıyla devletin mesuliyeti ama bir şey daha var: "Niçin yüz sene sonra ziyaret edilecek eserler yapamıyoruz?" sorusunun cevabıdır siyasetin vermesi gereken. Bu TOKİ diye yaptıklarınızı otuz sene sonra kentsel dönüşümün yeni müteahhitleri ziyaret edecek arkadaşlar. Dolayısıyla, aslında şehrini inşa etmek kastında bize kalkınma modeli olarak sunduğunuz, AK PARTİ belediyeciliğinin de aslında iktisadi olarak bir konfor bulduğu bu dönem Türk ekonomisinin de şu anda yaşadığı krizin hem sebebidir hem de Türk irfanının karşı karşıya kaldığı en büyük suikasttır.
Bunu şuraya bağlıyorum: Kültür Bakanlığı siyasi merasim bölüğü değildir. Eskiyi anmak, hatıralarla yaşamak zorunda kalmış bir milletin kendini iyi hissetmesine imkân verebilir; eskiyi anmak, şahsiyetine koordinat arayan bir milletin eskiden nasıl ihtişamlı olduğuna merak uyandıracak soruların cevabı da olabilir. Ama esas soru şudur: Beş yüz yıldır Hacı Bayram Veli çıkaramayan bir milletin kuruyan pınarları nasıl açılacaktır? Beş yüz yıldır Yunus çıkaramayan bir milletin, beş yüz yıldır bağrından Hacı Bektaş Veli çıkaramayan Türk irfanının "Eskiden bizde ne evliyalar varmış." diye yürüyeceği bir yol yoktur. Yunus'u beş yüz sene önce çıkarmış bir milletin fethedeceği fütuhatla varlık iddiasında bulunacağı bir toprak parçası da yoktur.
Bizim, bugün, kültür koordinatlarımız içerisinde, mimaride, sanatta, şiirde, dilde, kültürün bütün formları içerisinde, halayda, barda, zeybekte ihtişamını bulmaya çalıştığımız, varlığımızın bütün formunu ifade etmeye çalıştığımız o ritim, bizim, şu anda Hükûmetimizin elinde ritimsizliğe dönmüş durumdadır. Bu ritimsizliğin bütün aksi mimaride kendisini göstermekte, caddelerimize asılan tabelalarda kendini göstermekte, devletin dilini duyma imkânı bulduğumuz her yerde bize göstermekte kendisini. Bizim cevabını vereceğimiz büyük iş şudur: Dokunduğunu kendine dönüştüren maya, Türkistan'dan gelen maya, dokunan, dokunduğunu kendine dönüştüren, dönüşürken etkilenen, etkilenirken yeniden ihya ve inşa eden bu koordinasyon içerisinde medeniyete yürüyen büyük terkibi kaybettik, çok uzun zaman oldu.
Biz meselelerimizi zarftan konuştuğumuz için bu hâldeyiz. Hükûmet tarafına muhalefet tarafının musallat olmasına, muhalefeti "Siz daha suçlusunuz." diyecek bir asabiyeyle göğüslemekten bıktığımız bu müzakerelerin içerisinde ben gönül penceremize başka bir şey açayım hevesindeyim.
Nice zaman oldu ki bu topraklardan gönlümüze inşirah hissi verecek bir Yunus çıkaramıyor Türk toplumu. Türk toplumu bir vakıf toplumu, aslında bir sohbet toplumu, aslında bir tasavvuf toplumu. Buralardan beslenme havzalarımıza bakın; dokunduğunu kendine dönüştürsün diye tolere ettiğimiz, Türk dünyasında varlık bulacak, Türkçeyi geliştirecek olimpiyatlarına sponsorluk yaptığımız, adlarına para bastırdığımız, "Bunlar hiç değilse Türkistan'da bizim varlığımızı temsil ederler." diye hepimizin meşruiyet alanı açtığı adamlar terörist çıktılar. Yani "Allah dostudur." "Allah dostu diye çıkar." ya da "Dokunduğunu Hoca Ahmet Yesevi gibi kendine kalp eden mayadandır, hissedardır, vardır, varlığı Türklüğün varlığıdır." diye bir sürü meşruiyet cümlesi kurduğumuz adam terörist çıktı. Bunun muhasebesini vermek zorunda olan koordinatlar da Kültür Bakanlığının koordinatlarındadır.
Kültür Bakanlığı sadece belli bir para tahsilinden sonra kendisine tahsis edilmiş parayı ilgili adamlara aktarma bakanlığı değildir; Kültür bakanlığı devletin diline, millî eğitimin mesuliyetlerine, Turizm Bakanımızın hangi saiklerle milleti milletlerarası sahnede takdim edeceğine, Enerji Bakanımızın enerjiyi nasıl bir tasarrufla milletine kavuşturacağına, Hazine Bakanımızın parayı nasıl harcayacağına dair bütün tasavvurun bütün mesuliyetini taşımak zorundadır. Dolayısıyla, aslında Kültür Bakanlığı bakanlıktan çok daha fazla bir şey olmak zorundadır.
Bizim, şimdi, vakıf medeniyetimizin, imparatorluk dönemlerimizin, ihtişamlı zamanlarımızın, sadaka, zekât verilecek insanların olmadığı zamanlarımızın aslında parolası "Biz vakıflar etrafında herkesin derdine derman olan bir medeniyetin milletiyiz." demektir. Vakıflarımızın içerisinde içine düştüğümüz asabiye -Vakıflar Genel Müdürümüz burada- rahmetle topluma, dünyaya kavuşmuş bir millet sadece bedduayı burada meşru görmüştür, vakıf kayıtlarına bedduayı birleştirmiştir çünkü vakıfta istisna olmasından korktuğu şey Türk toplumunun dinamitidir arkadaşlar. Vakıfla medeniyet kurmuş bir toplum, istisna olma şehvetine kapılmasın diye kimse, bedduayla birleştirmiştir şerhini, beddua: Alan, gayesi dışına çıkaran, gayesi dışına çıkmak için kullanan, suistimal eden, suistimal edilmesine göz yuman... Bunu şeddeli hâle getirmiştir, ondan sonra da şeddeli hâle getirdiği bedduayı buna nezaret edecek kadroların kulağına, kalbine küpe etmiştir, "cehennem zebanileriyle beraber" demiştir. Yani aslında bir dua medeniyeti, istisna olma hevesine kapılmasın yöneticiler diye demiştir ki: "Eğer öyle ederseniz, istisna olmaya kalkarsanız Allah'ın belası..." şerhini sadece burada düşmüştür. Dolayısıyla, bizim bu topraklar içerisinde varlık alanımızı kendimize ifade edebilme imkanımızı bulduğumuz yer bu şehirlerin bu silueti ise biz bunlarla Halep'e kavuşamayız arkadaşlar.
Efendim, mimarimiz böyledir de dilimiz farklı mıdır? Dilimiz de şehirlere yaptığımız binalar gibidir. Dili böyle olan bir milletin musikisinin de böyle olmak mecburiyeti vardır. Yani Ankaralı hemşehrilerim kusura bakmasınlar, biz irfanından büyük bir medeniyet kurmuş, farklı iklimleri bir arada buluşturmuş bir milletiz. Böyle "Minareden -afedersiniz- atlarım, kandilini kutlarım." kabîlinden son harfleri denk gelince müzik olduğu zannedilen birtakım tekerlemeleri müzik diye savunan bir milletin Halep'e, Musul'a, Kerkük'e kavuşabilmesi mümkün değildir. Benim konferanslarda arkadaşlarıma dilim döndüğü kadar anlatmaya çalıştığım şey şudur: Bizim Kerkük'ü alamamamızın sebebi Ankaralı Turgut'tur, Sincanlı Fadime'dir, Ayaşlı Hatice'dir. Müziği böyle dangıl dungul olan bir milletin büyüklüğüyle mütenasip bir müzik bulana kadar herhangi bir yere dokunup orayı kurtarabilmesi mümkün değildir. Kendi şehirlerine böyle musallat olan bir asabiyenin herhangi bir şehri medeniyetiyle buluşturması mümkün değildir, beylik laflara gerek yoktur. Bizim cevabını vermek zorunda olduğumuz şey eskiden ölmüş adamlarla övünme asabiyesinden kurtulmaktır. Ölenleri büyük olan bir millet de büyük bir millettir ama bir milleti büyük yapan şey ölüleri değildir, bir milleti büyük yapan şey yaşayanların da ölenler kadar büyük olmasıdır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Biz ölüleri büyük, yaşayanları küçük bir milletiz; biz ölenleri büyük, maalesef yaşayanları ölenler kadar büyük olamayan bir milletiz, nezaketsizlik etmiş olmayayım. Yaşayanlarımızın da rol model olması lazım. Arkadaşlar dünyada, yazılı kaynakları hiç bozulmadan elinde olduğu hâlde bir film senaristinin film senaryosunda canlandırdığı karakterler kadar insanlık üzerinde etkisi olmayan bizim kadar garip bir millet yoktur. Diriliş Ertuğrul dizisinde filme karakter olarak katılan o rol model, gençliğimizin -üç aşağı beş yukarı kendisini de ifade tarzı olduğu için galiba- şu anda rol modeli hâline gelmiştir. Hatta, bunun bir iz düşümü olarak siyasetteki karşılığından bahsedeceğim size.
Başkanım, sürem bitiyor, biraz süre talep edeceğim, suistimal edeceğim sizi.
Cumhurbaşkanımızın Külliyesi'nde, "millet evi" diye tabir ettiğiniz yerde, koreografisi çok berbat ama harikulade bir şey düşünülmüş, efendim, eski Türk devletlerini temsilen. Yani ben bunu ilk gördüğüm günden beri bizim arkadaşlarımızdan asabiyesi biraz fazla olanlar buna sitem ettiler, dedim ki: Hiç lüzumsuzluk etmeyin, Türk devletinin yönetim merkezi diye bir yer varsa o merkezde olacak iş budur ama kabul etmemiz lazım ki berbat bir koreografi. Yani damat olacak adam gibi merdivenden inen bir devlet başkanındansa böyle hilal düzeni ya da bal mumu hâle getirilmiş. Şimdi, burada zarfına kurban gittik mi bir mevzunun mesele şuna döner: Ertuğrul dediğiniz kurucu iradeyi sadakatle taşıyoruz gençliğimize duygusuyla birleştirdiğiniz film senaryosunun sizde tetiklediği şey, vatan duygusu şuna döner: Ertuğrul'un kabrine 2 adam gönderirsiniz baltalı. Ben önce kamera şakası zannettim, vallahi önce kamera şakası zannettim. Sonra araştırdım ki gerçekten Ertuğrul'un kabrinde 2 nöbetçi var ve baltalı, Turgut Alp. Yani ben bu senaryo vizyona girdiğinden beri bu Turgut Alp'in baltasına niçin bir kın bulamadılar, takılacak bir yer, ona da ayrıca taktım ama neyse. Bu baltayla bizim mesuliyetimiz şudur: Sanat üzerinden de mesuliyet kodlayacaksak aslında, Ertuğrul'un vatanına sadakat, vefat ettiği, bin yıl önce defnedildiği mezarda başına 2 adam göndermek değildir; size bu vatanı bıraktığı duygularla vatanı beklemektir. Vatan dediğimiz şey -bizim Türklerin geleneğinde vardır- öldüğünüz ve defnedildiğiniz yerdir vatan. O yüzden, Türklerdeki cihan hâkimiyeti mefkûresi, ölümden mefkûre çıkarmaya dönüktür. Yani her ölen demiştir ki geriden gelene: "Beni istikbale fırlayacağınız son noktaya defnedin ki bizim üstümüzden zıplayın." Şimdi, dolayısıyla mezar asabiyesi, mezar sadakati bizde şuna döner: Süleyman Şah Türbesi'ni taşımaya değil, oraya müdahale edecek herkesin başına musallat olmaya döner; tersine döndü bizde. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, Ertuğrul'un kabrine baltalı 2 adam göndermektense Süleyman Şah'ın mezarına musallat olanlara 500 bin kişilik orduyu, arkasında da ruhları üniformalı bir milleti göndermektir, doğrusu odur. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, esas devlet dediğiniz cihaz, yapılması gerekenleri yapılması gerektiği yerde ve zamanında yapmaktır. Sizin öğrenme maliyetleriniz diye bazılarınızın bana sitem ettiği cümleyi o yüzden kuruyorum.
Başını duvara vurunca ya da trafik kazası yapınca herkes hastaneye gidiyor arkadaşlar. Önleyici olan şey yani siyasetin vazifesi olan şey yani bir tarafıyla Kültür Bakanlığının bize mihmandarlık etmesi gereken şey şudur: Onu sufle edecek.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Siz önden göreceksiniz başa gelecek gaileyi.
BAŞKAN - Evet, toparlayın Sayın Ağıralioğlu.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Toparlıyorum Başkanım.
Bizim, maalesef çerçevesi, Türkiye'deki bütün verim şubelerini muhasebe etmemize, Türk sağının, Türk sağcılığının, Türk milliyetçiliğinin, Türk mukaddesatçılığının, Türk tasavvufunun bütün meselelerini aslında konuşabilme, muhasebe edebilme başlığı altında bir bakanlıktır bu bakanlık. Bu bakanlık etrafında konuşacağımız işler, aslında münhasıran on altı yıl ama evveli de var, bizim de ait olduğumuz medeniyetin bütün koordinatlarını yeniden muhasebe etme zorunluluğumuzun bakanlığıdır.
Takdir edersiniz ki bu meseleleri bütçe görüşmeleri içerisinde konuşabilmek imkânına çok sahip olmadığımız için, bizi bu mevzuda konu başlıkları etrafında dikkat çekeceğimiz bazı meselelerle ilgili böyle birtakım mottolarla sizi, vicdanınızı belli mesuliyetlere davet etmeye dönüştürüyor.
Dolayısıyla, Genel Kurulumuzun belki bundan sonraki oturumlarında da ben bu mevzuya dikkat yoğunlaştırmak, hassasiyetinizi talep etmek açısından mutlaka cümleler kuracağım çünkü esasında Millî Eğitim Bakanlığı, beraberinde Kültür Bakanlığı sebeptir, inşa bakanlıkları bunlar. Bunları dört başı mamur hâle getirememiş...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Son cümlem Sayın Başkan.
BAŞKAN - Toparlayın Sayın Milletvekili.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Bu bakanlıkları dört başı mamur hâle getirememiş hiçbir milletin geleceği yoktur arkadaşlar. Yani, Kültür Bakanlığının, Millî Eğitim Bakanlığının müktesebatı kadrosu, vizyonu, vitrini, Türkiye ve dünya tasavvuru dört başı mamur hâle gelmemiş hiçbir devletin bulabileceği bir istikbal yoktur arkadaşlar.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)