| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 34 |
| Tarih: | 16.12.2018 |
MHP GRUBU ADINA METİN NURULLAH SAZAK (Eskişehir) - Sayın Başkan ve değerli milletvekilleri; bugün Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ile Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının 2019 yılı bütçelerini değerlendirmek üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütün kurum ve kuruluşlarıyla desteklediğimiz Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı yani kamuoyunda bilinen adıyla AFAD İçişleri Bakanlığına bağlanmıştır. Bu kapsamda, AFAD'a bağlı geçici barınma merkezleri Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. Bunun bir sonucu olarak 2019 yılı bütçesi yüzde 38 azalarak 1 milyar 406 milyon 671 bin liraya inmiş, Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün bütçesi ise yüzde 436 artarak 2 milyar 307 milyon 541 bin liraya çıkmıştır.
Maalesef ülkemiz, coğrafi olarak yıkıcı depremler, sel baskınları, heyelanlar ve fırtınalar gibi, tabiatın bütün felaketlerine maruz kaldığı çetin bir coğrafyadadır. Coğrafyamızdan geçen Kuzey Anadolu Fay Hattı, Marmara ve Düzce depremleri gibi şiddeti yüksek olan yıkıcı depremlere sebebiyet vermiştir. Bu depremler sadece Marmara Bölgesi'nde değil, bütün gönül coğrafyamızda hissedilmiştir. Yarattığı tahribat sonucu binlerce vatandaşımız can vermiş, 100 binden fazla bina yıkılmış, milyonlarca insanımız ise olumsuz olarak etkilenmiştir.
Coğrafya kaderimizdir. Ülkemizin geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu tür maddi ve manevi felaketlere maruz kalacağı beklenmelidir. Yaşadığımız bütün acılardan sonra millet olarak yaralarımızı sardık ama anma töreninden ötesine geçemedik. Tarifi olmayan bu acıların bir daha yaşanmaması için, ülke olarak afetlere karşı bilimsel ve teknolojiye uygun düzenlemeleri acilen hayata geçirmeliyiz.
Buradan hareketle, bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak AFAD'ın misyonu hayatımızın her aşamasında olmalıdır. AFAD'ın teknolojiyi kullanıp ihtiyaç sahiplerine daha hızlı ulaşması için kurduğu AYDES'in, Afet Yönetim ve Karar Destek Sistemi'nin büyük bir yenilik ve gereklilik olduğu kabul edilmelidir.
Ne yazık ki son yıllarda süratli ve çarpık yapılaşma deprem toplanma ve çadır alanlarını yok etmiştir. Ancak bundan sonra afet alanlarının imara açılmayacağı sözünün Bakanlık tarafından verildiğini duymak sevindirici olduğu gibi, kamu yararına olan bu alanların amacı dışında kullanılması hâlinde caydırıcı müeyyidelerin yeniden düzenlenip uygulanması gerekmektedir. Kamuoyunun da kendi güvenliği için bu alanlara sahip çıkması, basın ve medyanın gereken özeni göstermesi gerekir. Mezkûr alanlar düzenli olarak teftiş edilmeli, vatandaşlarımız bilgilendirilmeli ve imar düzenlemelerine kesinlikle yasak olmalıdır.
Yeni deprem yönetmeliklerine uygun ve adaletli olmak kaydıyla kentsel dönüşümler olumludur. Heyelan, deprem -dere ağızları, sel yatakları- ve çığ tehlikesi olan bölgelere konut yapılması yasaklanmalıdır. Köy, mezra ve yayla gibi, kırsal alanlarda bulunan mevcut taş ve ahşap yapılar depreme dayanıklı beton, çelik konstrüksiyon gibi malzemelerle yeniden inşa edilmelidir.
Bu anlamda, planlı bir yapılaşmayla kültüre uygun olarak inşa edilen köy ve mezralar cazibe merkezi hâline gelecektir. Bunun sosyal yansıması olarak tersine bir göçle kentlere sıkışmış olan insanlarımızın topraklarına geri döneceği ve bağlı olarak tarım ve hayvancılık üretiminde de artış gözleneceği açıktır.
Doğal afetlerin yanı sıra yüzyılın savaş tekniklerinden olan kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer tehditlere karşı kamuoyunun nasıl davranması gerektiği ve alınacak önlemlere yönelik AFAD çalışmalarıyla kamuoyunun dikkati çekilerek toplumsal bilinç oluşturulmalıdır.
Afet durumunda ortaöğrenim ve yükseköğrenim kurumlarında her türlü kayıp azaltıcı faaliyetleri yapabilecek yeterli bilgi ve beceriye sahip araştırmacı, girişimci sivil savunma uzmanları yetiştirilmelidir. İlköğretim çağından itibaren doğada hayatta kalma, yangın, sel ve depremden korunma gibi konularda bilinçli bir nesil yetiştirilmelidir. Toplumu afetlere karşı bilinçlendirme ve eğitim programları yapılmalı, sivil savunma uzmanları ve gönüllülerden meydana gelen organize gruplarla -mahalle muhtarlarıyla iş birliği içerisinde- arama ve kurtarma birimleri oluşturulmalıdır.
17 Ağustos depreminin bize öğrettiği başka bir acı ders var, o da doğal afetler sonrası haberleşmenin önemidir. Deprem sonrası çöken haberleşme sistemi yüzünden bölgeye ulaşım sekteye uğramış, birçok vatandaşımız bu sebeple hayatını kaybetmiştir. Buradan hareketle, AFAD'ın kolluk kuvvetlerinin kendi aralarında istihbarat, irtibat ve koordinasyonu sağlayan birimler içine alınması olumlu bir gelişmedir. Bu gelişmelerle beraber deprem haritacılığının önemi de göz ardı edilmemeli ve teknolojinin bütün nimetlerinden faydalanılmalıdır.
Ayrıca 2018 Küresel İnsani Yardım Raporu'na göre geçtiğimiz yıl en çok insani yardım yapan ülkenin yaklaşık 8 milyon dolarla Türkiye Cumhuriyeti olduğunu memnuniyetle belirtmek isterim. AFAD'ın eş güdümünde Filistin'den Pakistan'a, Myanmar'dan Somali'ye kadar birçok ülkeye insani yardımlar yapılmıştır. Temennim odur ki soydaşlarımız olan mazlum ve masum Türkmenler ile zulüm gören Doğu Türkistanlılara da yapılan yardımların artırılmasıdır. Bu yöndeki çabalar kısmen de olsa soydaşlarımızın uğradığı zararı telafi edecektir. Bu yardım ve çabalar Türk devletine ve milletine olan güveni artıracak, tarih boyunca mazlumların yanında olan necip Türk milletinin lider ve örnek olma özelliğine katkı sunacaktır.
Emperyalist politikaların bir sonucu olan düzensiz göç hareketleri sadece ülkemizin değil, dünyanın da en büyük problemlerinden biri olmuştur. Afganistan'a müdahale sonucu yaşanan göç ve Birleşmiş Milletlere göre "dünyanın en büyük göç dramı" diye tanımlanan, her fırsatta insani şartların düzeltilmesi için medet umulan ve sözüm ona "hümanist" denilen Batı'nın sınırlarını kapattığı Suriyeli sığınmacıların göç dalgasından en fazla etkilenen ülke olduğumuz malumunuzdur. Uzun süredir ülkemizin ana gündem maddelerinden biri ülkemizdeki Suriyeli sığınmacılar olup kamuoyunda bu insanların sosyal ve hukuki statülerinin ne olacağı, topluma olan sosyal ve kültürel farklılıklarının etkisi ile bu alanda ortaya çıkan sorunların çözümü gibi konular tartışılmaktadır.
Emperyalist politikalar ve kötü yönetimlerin bir sonucu olarak, elde edilen gelir ve refahın adil bir şekilde bölüşülemediği bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Dünyanın bazı bölgelerindeki insanlar, refahı yüksek ve çılgınca tüketirken geri kalanı sefalet içeresinde yaşamaya mahkûm edilmektedir. Dünyanın ve Birleşmiş Milletlerin gözü önünde gerçekleşen katliamlara karşı birçok ülke seyirci kalmaktadır. Birleşmiş Milletlere 193 ülke üye olmasına rağmen Güvenlik Konseyinde veto yetkisine sahip 5 daimî üye olması adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Haksız ve adil olmayan bu düzenin değişmesi gerektiği yadsınamaz bir hakikattir.
Aksi hâlde, kalkınmakta olan ülkeler olarak sözde insan hakları ve AİHM'den medet bekleyen, entelektüel tanımlı dünya bireyi olduğunu zanneden, gerçeğindeyse sınıflandırılmış özgür köleler olarak yaşamlarını idame ettireceklerdir. Bu durum, malumun ilamı olarak Türk fıtratına aykırıdır, çakma özgürlüğe yanaşmaya tahammül edemez.
Türkiye Cumhuriyeti iki bin yıllık devlet geleneğinin devamıdır ve kurulduğu günden itibaren, mağdur ve mazlum olan sığınmacılara hoşgörüyle yaklaşmış; din, dil ve ırk ayrımı yapmadan bu insanlara kapılarını açarak dünyaya örnek olmuştur. Ülkemiz, 1923 yılından itibaren Balkanlar, Almanya, Halepçe katliamı ve Birinci Körfez Savaşı dâhil olmak üzere 2011 yılına kadar 1,5 milyondan fazla insana ve malum olduğu üzere 2011 yılında da Suriye'de başlayan iç karışıklık sonucu 3,6 milyon Suriyeliye ve 100 binden fazla Afganlıya ev sahipliği yapmıştır.
Ülkemizin coğrafi konumu gereği geçişlerin kontrol altına alınamaması, 1.855 kilometrelik Irak, Suriye, İran sınırı ve bölgedeki kaos sonucu düzensiz göç faaliyetleri hız kesmeden devam etmektedir. Ülkemizde bulunan Suriyeli sığınmacıların büyük bir kısmı, sınıra yakın kamplarda değil kentlerde yaşamaktadır. Söz konusu durumun, birtakım sosyal ve sağlık sorunlarına sebep olduğu ve olacağı aşikârdır. Bu insanlar, sınırlara yakın bir şekilde ikamet etmeli, yapılan yardımlarla insani ihtiyaçları giderilmeli ve yardımlar, hesap verilebilir şekle getirilmelidir.
Yoğun sığınmacı nüfusun Türk sağlık sisteminde, aile planlaması, gebe takipleri, anne bebek ve sağlam çocuk izlemi, bağışıklama programı gibi birinci basamak koruyucu sağlık hizmetleri üzerine doğrudan ve dolaylı etkileri araştırılmalıdır. Nitekim bizde düzenli aşılanma sayesinde bitti dediğimiz kızamık ve çocuk felci gibi hastalıkların, kamplarda yaşayan aşılanmamış sığınmacılarda görüldüğü bildirilmiştir. Sadece bilinen bulaşıcı hastalıkların değil, sığınmacıların taşıdıkları farklı mikroflora, hijyenik koşul farklılıklarından dolayı toplumsal bir mikroflora değişikliği ve bunun oluşturacağı hastalık çeşitliliği, bağışıklık ve ilaç dirençlerinin de toplum sağlığı açısından oluşturabileceği tehditler gündeme alınmalıdır.
Sayın vekiller, göç nüfusu içerisinde yetişmekte olan yaklaşık 1 milyon 250 bin civarında, eğitim çağında, yorgun, korkmuş, vatansız ve aidiyeti kayıp bir nesil vardır. Bu nesil Türk devletine sığınmış olmakla bütün bu talihsizlikler içerisinde şanslıdır.
Dalından kopan yaprağın akıbetini rüzgârın belirlediği unutulmayarak bu coğrafyada planların yüz yıl önceden yapıldığı hatırlanmalı, kısır tartışmalar ve günlük magazinler yerine, tarihimize, kimliğimize yakışır uzun vadeli çözümlerle hareket edilmelidir. Bu gelen misafirlerin teröre, art niyetlilere insan kaynağı oluşturması engellenmelidir. Durumları ülkelerine dönmeye müsait olanlar tespit edilip geri gönderilmeli, bunun yanı sıra, Suriye'deki iç karışıklığın giderilmesi ve toprak bütünlüğünün bozulmaması için diplomatik temaslar sağlanmalıdır. Ülke bütünlüğü sağlanmadığı sürece bölge âdeta bir terör yuvası olmakta ve Türkiye'ye tehdit oluşturmakta, yaşanan göç dalgası alınan önlemlere rağmen devam etmektedir.
Suriye'nin kuzeyine yapılan Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı askerî harekâtları sonrasında Suriye'nin bütünlüğünü bozmaya yönelik bu tehditlerin önüne geçilmiştir. Türkiye'nin yaptığı bu başarılı harekâtlar sonrasında küçük bir grup da olsa Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönüşüne sebep olunmuştur. Bu harekâtlarda gösterilen başarılar Fırat'ın doğusuna yapılacak bir harekâtla devam etmeli, besleme ve dış destekli terör örgütleri bölgeden temizlenmeli, sığınmacılar emniyet içinde ülkelerine dönmelidir.
Devletimizin ve büyük Türk milletinin bu sorunları çözecek güçte olduğuna ve asli vazifesi olan adaletin tesisine, cihan hâkimiyetine doğru yöneleceği inancıyla konuşmama son vermeden önce, kardeş ülke Azerbaycan'ın merhum Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey'in sözünü bir kez daha hatırlatmak isterim: "Sen Türk olduğunu unutsan da düşman asla unutmaz."
Bütçenin hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)