| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 34 |
| Tarih: | 16.12.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA TUBA VURAL ÇOKAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2019 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanun Teklifi Sağlık Bakanlığı bütçesi hakkında konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sağlık, temel bir insan hakkıdır. Anayasa'mızın 3'üncü maddesine göre sosyal devlet ilkesinin de gereğidir. Biz hekimler, sabah işe gitmek için evinden çıkıp iş yerinde şifa vermek için çaba harcadığımız insanlar tarafından öldürülmeyi kabul etmiyoruz. Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesinde darba uğrayarak şiddete maruz kalan meslektaşım dahiliye uzmanı Ebru Kılıç Güneş'e de buradan acil şifalar diliyorum.
Biz doktoruz, doktorluk yapmak istiyoruz. Sözde şiddet yasalarıyla bir defa daha sağlıkta şiddetin önlenemeyeceğini görmekteyiz. Bu süreci hazırlayan nedenleri biliyoruz. 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı ilk uygulamaya başlandığı zamandan bu yana doktorlar olarak söylüyoruz: Bu program piyasa odaklı bir programdır. Bu program sağlık hizmetine meta, hastaya müşteri olarak yaklaşmaktadır. Bu programda nitelik değil, nicelik esastır. Bütün bunlar hekim ile hastayı karşı karşıya getirmektedir. Performansa dayalı ek ödeme sistemi uygulamada hastalara gereksiz işlemlerin yapılmasına ve sağlık harcamalarının artmasına neden olmaktadır. Sürekli revize edilmesi ve gözden geçirilmesinde fayda vardır.
Her şeyin başı önce sağlık diyoruz ama Türkiye, OECD ülkeleri arasında sağlığa en az kaynak ayıran ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye, 35 OECD ülkesi arasında gayrisafi yurt içi hasıladan sağlık sektörüne yüzde 4 ile 6 arasında kaynak ayıran bir ülke konumundadır. Diğer taraftan Türkiye, OECD ülkelerinde ilaç ve tıbbi malzemeye en fazla harcama yapan ülkeler arasında yer almakta, ayrıca hasta başına doktor, hemşire ve yatak sayısı bakımından da OECD ülkeleri arasında en son sıralarda yer almaktadır. Tüm bu oranlara baktığımız zaman yıllardır birinci basamak sağlık hizmetlerinin sunumunda ve kullanım seviyesinin artırılmasında istenilen başarıya ulaşamadığımızı görmekteyiz.
Sağlık Bakanlığının bütçe görüşmelerinde değinmek istediğim en önemli konulardan bir tanesi de yapımına girişilen şehir hastaneleridir. Türkiye'de 1.514 hastane vardır, bunun 560'ı özel hastanedir. Peki, neden kamu-özel ortaklığıyla şehir hastaneleri yapılıyor? Neden büyük mali bedel ve mali risklerle devlet karşı karşıya bırakılıyor?
Sayın Bakanımız da buradayken sormak istediğim birtakım sorular var. Bu hastanelerin yapımıyla ilgili ihale şartları nelerdir, neden kamuoyuna açıklanmamaktadır? İhalelere hangi firmalar girmiştir? Bu hastaneler ortalama kaç TL'ye yapılmıştır? Çoğu hastaneden yapılacak bölge için ÇED raporu istenmiş midir? Şirketin işletme süresi yirmi beş yıl mıdır? Bunlara verilen garantiler nelerdir? Bu inşaatların yapımıyla ilgili denetimler nedir? Bugüne kadar her bir hastane için ne kadar ödeme yapılmıştır, önümüzdeki dönemde daha ne kadar ödeme yapılacaktır? Sağlık Bakanlığı şirkete yıllık ne kadar kira ödeyecektir, bu ödemeler döviz kurundan mı yapılacaktır? Açılan şehir hastaneleri için sağlanan dış finansman desteğinin döviz cinsinden toplamı ne kadardır? Yapım şirketlerine yüzde 70 doluluk oranı garantisi verilme gerekçesi nedir? Bu doluluk oranı neye göre belirlenmiştir? Açılan şehir hastanelerine ulaşım ve hizmet konusunda şikâyette bulunan vatandaş sayısı kaçtır?
Çoğu hastane yapımında şehir planlamasına çok dikkat edilmemiş ve şehrin dışına yapılmıştır. Açılan şehir hastanelerinin bulunduğu illerde ayrı ayrı belirtilmek suretiyle toplam kaç devlet hastanesi kapatılmıştır ve kapatılan hastanelerdeki araç gereç ve ekipmanların durumu nedir? Şehir hastanelerinin kira bedeli, hizmet bedeli, yurt dışına transfer edilen bedelin 2018 yılında yaklaşık 2,5 milyon lira olduğu, 2021 yılında bunun yaklaşık 17 milyon lira olacağı gündeme düşmüştür. Bu rakamlar gerçekçi midir?
Sağlık Bakanlığının döner sermaye hariç bütçesinin bugün yüzde 6,8'ini bu kira bedelleri ve hizmet bedelleri oluşturmaktadır. 2021 yılında da yaklaşık yüzde 25'e geleceğe doğru mudur? Bu konularda açık, şeffaf bir bilgilendirme maalesef mevcut değildir ve büyük bir gizlilikle bence bu projeler devam etmektedir. Yüzde 70 doluluk sağlanmaması durumunda "Eksik kısmının tamamlanacağı." sözünü de yapan şirkete devlet taahhüt etmektedir. KDV'den, Kamu İhale Kanunu'ndan, damga vergisinden ve her türlü sair harçtan muaf tutulan bu sağlık AVM'lerini yapan şirketlerin uluslararası kredilerine de tam hazine garantisi verilmektedir. "Siz hizmete bakın; maliyetlere bakmayın, nasıl yapıldığına bakmayın, etik boyutlarını fazla kurcalamayın." deme hakkına hiçbir sorumlunun sahip olduğunu düşünmüyoruz. Dolayısıyla kamuoyunu düzgün bir şekilde bilgilendirmek gerektiğini düşünmekteyiz.
AK PARTİ iktidarının şehir hastanelerinde düşünemediği bir nokta vardır. İhalesini verdiği 6 holdingden 1 tanesi battığı zaman sağlık hizmeti verilen şehir hastanelerinin durumu ne olacaktır? Kalkınma Bakanlığının raporuna göre, bugüne kadar tamamlanan şehir hastaneleri için kira bedeli olarak yirmi yılda 30,3 milyar dolar ödenecektir. Yapılması planlanan 32 tane şehir hastanesi için 2050 yılına kadar toplamda kira bedeli olarak 50 milyar doların üzerinde ödeme yapılacaktır. Bu da devletimizi büyük bir borç yüküyle karşı karşıya getirecektir. Şehir hastaneleri projeleri daha önce İngiltere'de uygulanmış olup bugünkü sağlık sistemi aksaklıklarının suçlusu olarak görülmektedir. Akademik çevrelerin uyarılarına rağmen İngiltere sağlık sistemine çöküşü getiren bu proje ülkemizde de başarısız olursa nasıl hesap vereceksiniz?
Sayın milletvekilleri, bir başka önemli sorun ise pabucu dama atılmış olan kamu hastaneleridir. Kamu hastanelerine, şehir hastaneleri açılacak diye yatırım yapılmamaktadır. Bunun en büyük sebebi ise şehir hastanelerine verilen kotalardır. Kamu hastanelerinin tıbbi cihazları teknolojik olarak geride bırakılarak hastalar şehir hastanelerine mahkûm edilmektedir. Kamu hastanelerinde çalışanlar ve vatandaşlar bu durumdan şikâyetçi oldukları kadar da mağdurdurlar. Örneğin kamu hastanesi yönetimi ihtiyacı olan cihazı istediğinde "Kapanacak hastanenin cihazını göndereceğiz." diye cevap almaktadırlar.
Kamu hastanelerinde bir de insan kaynakları yönetimi problemi vardır. Bakanlığın yeni yapılanmasında görev yapmak üzere 85 genel sekreter, 255 başkan sözleşmeli olarak maaşa bağlandı. Kimileri sağlık alanıyla ilgili hiç deneyimi olmayan yüksek maaşlı bu yöneticilerin atamalarını perfüzyonistinden patoloğuna, fizyoterapistinden paramediğine, 470 bin atama bekleyen sağlık personeli ordusuna hangi yüzle anlatacaksınız?
Bir başka konu ise, kişi başına hekime müracaat eden hasta sayısıdır. SGK verilerine göre 2010 yılında 276 milyon, 2017 yılında 519 milyon sağlık hizmet sunucularına başvuru yapılmıştır. Bu rakamlar doktorların hastasının öyküsünü alacak kadar zaman bulamamasının bir göstergesi midir yoksa?
Türkiye'deki toplam hastane yataklarının bölgelere göre dağılımı da nüfusla orantılı değildir, dengesizdir. Yine, verilen resmî rakamlara göre 10 bin kişiye düşen yatak sayısının 2007'de 25 iken, 2017'de 27 şeklinde arttığı ancak bu artış oranlarının gene de çok düşük seviyelerde olduğu açıkça görülmektedir. Yani bu kadar "Şehir hastaneleri yapıyoruz." iddiasında bulunurken her 10 bin kişiye düşen yatak sayısının maalesef yine de düşük oranlarda kaldığı gözükmektedir.
Özellikle randevu sistemi doğru bir sistemdir ama uygulamasındaki aksaklıklardan ve insanların randevu alamamaktan şikâyetleri nedeniyle kendilerini acile attıklarını bilmekteyiz. İnsanlar muayene olabilmek için bir hafta önceden randevu alamıyor, nitelikli sağlık hizmetine ulaşamadığı için acillere başvuruyor. Aslında, acil olmamasına rağmen acillerde bu kadar yoğunlaşma, sağlık emekçilerine ve hekime yönelik şiddette de çok önemli bir rol oynamaktadır. Hatta aciliyeti olmayan hastalar gün içerisinde normal muayeneye gitmeyip "Daha hızlı muayene olurum." diye akşamı bekleyip acil servislere başvurmaktadırlar. Bu da acil servislerde yığılmalara yol açmaktadır. 2017 yılında acil polikliniğine başvuru oranı Sağlık Bakanlığı kurumlarında yüzde 29'a ulaşmıştır.
600 milletvekiline sormak istiyorum: Hanginiz her gün telefon almıyorsunuz? Hepiniz her gün, bence, bir hastaya muayene randevusu almak için telefon alıyorsunuzdur. Yani ben yeni başlayan bir milletvekiliyim, iki ay oldu şurada başlayalı; en az her gün bir telefon aldığımı biliyorum "Şu hastaneden randevu alır mısınız?" diye. Madem bu kadar büyük, güzel bir randevu sistemi kurdunuz, neden her gün aranıp randevu almak için milletvekillerine bulunduğumuz ilçelerden, illerden telefon gelmektedir diye bir düşünmeye davet ediyorum.
Ekonomik krizin olduğu ülkemizde doksan iki yıllık tarihî Sağlık Bakanlığı binasını boşalttınız, 2,5 milyon TL artı KDV gibi fahiş bir fiyatla yeni bir binaya taşındınız. Neden böyle bir uygulama yaptınız ?
Sayın Bakan, ilaçta "yerli ve millî"den söz ediyorsunuz ama ilaç fabrikalarını kim kapattı? AK PARTİ Hükûmeti Bomonti'deki Sosyal Sigortalar Kurumu İlaç Fabrikasını 2005 yılında kapattı. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ kapatma kararını "Bizim, ilaç fabrikamız olsun diye bir niyetimiz yok." diye savundu. Aradan geçen on üç yıldan sonra, yaşanan ilaç sıkıntısı ve yüksek fiyat sorununu çözmek için yerli ilaç çağrısı yapıyorsunuz. Yerli ilaç üretimini iktidarınız döneminde sonlandırdınız. Türkiye'yi bu anlamda dışa bağımlı ithal ilaca mahkûm eden siz değil misiniz?
Sayın milletvekilleri, bu noktada şunu hatırlatalım: Son on beş yılda Türkiye'de ithal-yerli ilaç dengesinin ithal ilaçlar lehine bozulduğunu görmekteyiz. 2002'de ülkemizde yerli ilaç pazarının büyüklüğü yüzde 66 iken günümüzde yüzde 42'ye kadar gerilemiştir. Günümüzde piyasada satılan her 4 ilaçtan 1 tanesi ithal ilaçtır.
Hasta katılım paylarından da bahsetmek istiyorum. Hasta katılım paylarının, muayene ücretlerinin eczanelerden tahsilinde hastalarımızın mağduriyetleri iktidar tarafından devam ettirilmektedir. Sağlıkta Dönüşüm Projesi öncesinde hastalardan ilaç katılım payı emekliden yüzde 10, çalışandan yüzde 20 olarak alınmaktaydı. İktidar "Sağlığı parasız hâle getirdik." demesine rağmen, günümüzde vatandaşlardan farklı adlar altında ilaç katılım payı, muayene katılım payı ve reçete katılım payı gibi maliyetlerin tahsil edilmesi, işi eczacıların sırtına yükleyerek eczacıları bir anlamda veznedara dönüştürmüştür.
İktidar kendi vatandaşına sağlık alanında mağduriyetler yaşatırken aynı mağduriyetleri, maalesef, Suriyeli mültecilere yaşatmamaktadır. Göç İdaresinin ekim ayı verilerine göre Türkiye'de şu an 3 milyon 600 bin civarında Suriyeli mülteci bulunmaktadır. Mültecilerin insan haklarını, sağlıklarını korumak elbette görevimizdir fakat Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 14 kalemde katılım payı öderken, Suriyeli mültecilerin bu payı ödememesi insanlarımızın ve sağlık çalışanlarının önemli bir kesimi tarafından tepkilere yol açmaktadır.
Bütçe sunumunuzda "Sağlıklı beslenmeyle ilişkili hastalıkların önlenmesi..." diye başlayan cümleler var. Ekonomik krizin bu kadar derinleştiği bir dönemde bir asgari ücretlinin ya da bir işsizin, bir yoksulun "Hangi parayla besleneceğiz?" sorusuna daha ne kadar kulağımızı tıkayacağız? Sosyal medyada paylaşım rekorları kıran TBMM yemek fişlerinin yarın vicdanlarımıza ağır gelen daha farklı yakınma araçlarına dönüşmeyeceğini mi sanıyorsunuz?
Denetimini veterinerlerden alıp mühendislere verdiğiniz ithal hayvanlardan da bahsetmek istiyorum. Hem eti yiyen vatandaşı hem de yerli hayvan sahibi, tek derdi geçim olan çiftçimizi ne hâle getirdiğinize hep beraber şahit olduk. Şarbon, kâbus gibi her bir haneye korku salmadı mı? Üç beş zengin mandıracıya verilen imtiyaza bir de devletin kurumunu aracı ederek insanımızın sağlığına kastedilmesine nasıl müsaade ettiniz? Sizler de aynı korkularla et yediğinizi inkâr edebilir misiniz?
Sözlerimin sonunda, aile sağlık merkezlerini konuşmak istiyorum. Birinci basamak sağlık hizmeti olan aile hekimliğinin koruyucu hekimlik odaklı olması gerekmektedir. Aile hekimlerinin sağlık sisteminin dolgu malzemesi hâline dönüştürülmesi, işlevsiz ve değersiz bırakılması sağlık maliyetlerini de arttırmaktadır. Bugün, aile hekimleri performansa dayalı sözleşmeli çalışmaya zorlanmakta, hasta baskısı ve şiddetine maruz kalmaktadır. Birinci basamak sağlık hizmetleri, kiralanmış derme çatma binalarda ve standartlardan uzak bir şekilde görülmeye çalışılmaktadır.
Aile hekimlerinin, havuza girmek için hepatit raporlarından ehliyet raporlarına kadar akla gelen hemen her konuda rapor verme görevi vardır. Asıl işleri koruyucu hekimlik yapmak yani hastalık ortaya çıkmadan önlemek olan aile hekimleri reçete tekrarı, laboratuvar, poliklinik hizmetleriyle boğulmaktadır. Hekimler ve personel ağır iş yükü altında ezilmektedir. Bir aile hekimi düşünün; günde 100 hastaya bakıyor, kronik hastalıkları, anaokulundan liseye kadar okul çocuklarını, gebeleri, bebekleri takip ediyor; yetmiyor, annelere emzirme eğitimi veriyor, pansuman yapıyor, kan alıyor, defin ruhsatı veriyor, tahlillerin laboratuvara gönderilmesini kontrol ediyor, sonuçların getirilmesi süreçlerini takip ediyor, başka kurum, fakülte ve hastanelerin yaptığı araştırma ve anketlere yardımcı oluyor, rahim ağzı kanseri taraması, bağırsak kanseri taraması testleri yapıyor. Ehliyet mi alacaksın, işe mi gireceksin, okula mı başladın, rapor mu gerekli; istikamet aile hekimi. Bir aile hekimi tüm bu iş yoğunluğunun yanında kirasını takip etmek, yanında çalışan personele maaşını vermek, aile sağlık merkezinin bakımını, temizliğini yapmak, yaptırmak zorunda kalmaktadır. Devlet adına çalışıyor diğer kamu görevlisi statüsünde ama stopaj ve çevre vergisi vermekle mükellef.
Aile hekiminin ve personelimizin izin mevzuatı yok. Yıllardan beri izin kullanmayan aile hekimleri var. Doğum izni sonrası ücretsiz izin hakkı aile hekimliğinde yok. On altı haftalık doğum izninde yerine vekâlet edecek bir doktor bulursa sıkıntı yok ama bulamazsa Bakanlık bir doktor gönderiyor ve aile hekimi ücretinin yarısını vekâlet eden doktor alıyor.
Tüm bu yaşananlar hem sağlık çalışanlarının hem toplumun aile hekimine olan ilgisini azaltmaktadır. Aile hekimleri angaryadan, izin kullanamamaktan, kira baskısından, performans baskısından ve şiddetten yılmış, motivasyonunu kaybetmiş durumdadır. Biz hekimlerin ve sağlık çalışanlarının güvenli ortamlarda, şiddet görmeden, iş güvencesini de içeren, mesleki bağımsızlığını koruyan, iyi hekimlik değerlerine ve mesleki eğitime katkı sunan bir ortamda çalışmamız en doğal hakkımızdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
TUBA VURAL ÇOKAL (Devamla) - Sağlık hizmeti sağlamada kalite odaklı düşünmek ve davranmak gibi bir niyetimiz var ise, vatandaşın aldığı hizmet memnuniyetinin hekimin memnuniyetine doğrudan bağlı olduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz deyip hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)