| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 7'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 17.12.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan; konunun özüne girmeden önce, Dışişleri Bakanlığının cefakâr, devlete vefakâr ve cesur memurlarını selamlayarak sözlerime başlamak isterim.
Devletin temel kurumlarından biri olan Dışişleri Bakanlığımızın memurlarının mesleki tanımlarını yapmak zordur. Aslında bu bir meslek de değildir, gecesi gündüzü yoktur, bir yaşam tarzıdır. Bazen görev yapılan yerler cepheden farksızdır, savaşın ortasında görev yapma veya terörist hedefi olma riskleri vardır. Şehitlerimizin sayısı onlarla ifade edilebilir.
Dışişleri Bakanlığı memuru olmak cesaret ister. Bu cesaret sadece çalışan memuru için değil, eşi ve çocukları için de geçerlidir. Bu fedakârlıkların karşılığında yaklaşık kırk yıllık bir hizmetten sonra bir gün gelir ve emeklilik kapınızı çalar. Hüzünlüydü benim zamanımda o ayrılıklar. "Hüzünlüydü." diyorum "-di'li geçmiş" olarak. Bugün ise emeklilik yaşına gelen pek çok büyükelçi kırk yıl hizmet ettiği bir kurumdan "Çok şükür kurtuldum." diye ayrılmaktadır. "Niye?" diye düşünmek lazım. İzin verin de açayım kara kaplıyı ve bugünlerde yaşanan o coşkulu ayrılışların nedenlerine eğileyim.
2002 yılının sonundan itibaren Türkiye'nin dış politikasında "eksen kayması" olarak nitelendirilebilecek bir evrim meydana gelmiş, bu evrim 2009 tarihinden itibaren sözde bir devrime dönüşmüştür. Bu sözde devrimin özünde, popülist bir yaklaşımla dinin ve mezhepsel temaların dış politika araçları hâline getirilmesi yatmaktadır. Türkiye'nin diğer devletlerle, uluslararası kuruluşlarla iletişiminde diplomasinin geleneksel yöntem ve kanallarının yerini kamuoyumuzun önünde ifade edilen "ey" ünlemli meydan okumalar almıştır. Ülkenin bekası âdeta birilerinin kişisel bekalarıyla özdeşleştirilmiştir. Kapalı kapılar arkasında kimlere "Ey..." denilebilmiş olduğu ise meçhuldür. Bu durum dış politikamızda savrulmalara yol açmıştır. İç politikada izlenen politikaların bir yansıması olarak gündeme gelen bu durum sonucunda Türkiye iç ve dış tehditlere açık hâle gelmiştir.
Orta Doğu'da herkesin Sünni olmadığı unutularak coğrafyamızda oluşturulan, akılcı olmaktan uzak, mezhepçi denklemlerle bölge ülkeleriyle ilişkilerimizde yanlış tercihler yapılmıştır. Dış ilişkilerimizde ülkemizin ve devletimizin öz çıkarlarına ve millî güvenliğimize uygun düşen bir politika değil, bir partinin iktidar çıkarları ve hedeflerini gözeten bir politika izlenmiştir. İç politika gündemini değiştirme maksadıyla dış politikada gündem yaratılmıştır.
Büyük Atatürk'ün veciz ifadesi olan "Yurtta sulh, cihanda sulh." düsturu on yıllardır Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikasının pusulası olmuşken "Komşularla sıfır sorun." gibi hayali hedefler yaratılmış, buna mukabil uygulanan politikalarla dostlarımız ve komşularımız sıfırlanmıştır. Stratejik derinlikle yola çıkanlar sadece kendilerini değil, ülkeyi bir stratejik kara deliğe sürüklemişlerdir. Bu durumu bir başarı öyküsüne çevirmek üzere "değerli yalnızlık" tanımlaması da yapılmıştır.
Denize çıkışı olan bağımsız bir Kürt devleti meydana getirmek maksadıyla Türkiye'nin güney hudutlarına bitişik, Irak ve Suriye'nin kuzeyinde, Akdeniz'e ulaşan bir toprak şeridine PKK, PYD, YPG unsurlarının yerleştirilmesi planı birilerince uygulamaya konulmuştur.
Sayın Cumhurbaşkanı 22 Ocak 2018 tarihinde Ankara Sanayi Odasının 54'üncü yıl ödül törenlerinde yaptığı konuşmada meselenin Kürt koridoru olmadığını da ifade etmek suretiyle, sınırlarımızın ötesindeki müstakbel siyasi oluşuma değil, terör koridoruna muhalefet olduğunu açıklamıştır.
Fırat'ın doğusuna ilişkin politika ise söylemlerden öteye gidememiştir. Sayın Cumhurbaşkanı 12 Aralık günü savunma sanayisi konusunda yaptığı konuşmada Amerikalılara hitap ederek "Ne yaptığınızın farkında mısınız?" sorusunu yöneltmiştir. Trump ise büyük ihtimalle "İt ürür, kervan yürür." yaklaşımıyla yeni müttefikleriyle yola devam etmektedir.
Birisi bir kez daha "Bizi aldattılar." demek istemiyorsa artık uyanıp Suriye konusuyla ilgili olarak izlenen politikalarda bir yere varılamayacağı noktasından hareketle bu güzergâhta ABD'yle artık yürümekten vazgeçilmesinin zamanı gelmiştir. Menbic'deki sözde devriyenin de bir anlamı kalmamış olup âdeta Türk Silahlı Kuvvetleri PYD-YPG'nin konuşlandığı kent merkezinden uzak tutulmakta ve arazide ancak tenezzüh devriyesi yapabilmektedir. İdlib ise Gordion düğümü konumundadır.
Suriye'deki gelişmelerin yan ürünü olarak yurdumuza sığınmış 4 milyona yakın Suriyeli bir saatli bombaya dönüşmüştür. Bu saatli bombanın yaratacağı demografik, toplumsal ve kültürel çıkmazlardan kurtulmanın yolu ise Suriye sorununun çözümü için "Esad" da olur "Esed" de olur, kim olursa olsun onunla konuşmak ve bir an önce bu insanların yurtlarına dönüşlerini kolaylaştıracak koşulları yaratmaktır. Yoksa bu sorunun, bazılarınca "Kürt sorunu" olarak tanımlanan başka bir meseleden daha da ağır sonuçları olacaktır.
Günümüzde Türkiye hangi ülkeyle dosttur, hangisiyle düşmandır, hangisiyle mesafeli ilişkiler sürdürmektedir; belli değildir. Devletimiz uluslararası planda güvenilir bir aktör olmaktan çıkmış, hesabı karıştırmış, pusulayı şaşırmış, iç politikadaki çılgın projelerin dış politikamızdaki örnekleriyle ülkemizin dost ve müttefiklerimiz nezdindeki güvenilirlik vasfı ağır yaralar almıştır.
Başkalarının iç işlerine karışılmaması, iç işlerimize karışılmamasının güvencesi iken komşunun camına taş atmaktan geri kalınmamıştır. Asırlardır sıcak denizlere erişmek arayışında olan kuzey komşumuz Rusya güney komşumuz olmuş, keza iktidar dama taşı oynarken üç boyutlu satranç oynama becerisiyle doğu komşumuz İran güneyimize yerleşmiş ve Lübnan üzerinden Akdeniz'e erişmiştir.
Enerji alanında Rusya'yla yürütülen çalışmaların bizi getirdiği durum ise içler acısıdır. Bir başarı öyküsü olarak yansıtılan Türk Akım Projesi teknik açıdan anlamlı olsa bile doğal gaz açısından Rusya'ya olan bağımlılığımızı daha da artırmıştır. Akkuyu Nükleer Santrali'ne hiç girmeyeyim.
Batı'ya, Avrupa Birliğine bakacak olursak: Biz AB'yi sadece bir ekonomik oluşum değil, demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü, ve benzeri ilkeleri de kapsayan bir toplumsal normlar manzumesi olarak görmekteyiz. Tam üyelik perspektifinde uzun ince bir yolda gece gündüz on yıllarca giderken ülkemizin içine düşürüldüğü, demokrasiden, insan haklarından, hür basından yoksun tablo karşısında Avrupa Birliği âdeta bize "Kendiniz ettiniz, kendiniz buldunuz." demektedir. Avrupa Birliğine üyelik yolu üzerindeki asıl meselenin iktisadi değil, ağırlıklı olarak siyasi olduğu açıktır. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı bu yaz aylarında kendi büyükelçileriyle yaptığı bir toplantıda Türkiye'nin önemini vurgulamakla birlikte durumu çok iyi özetleyen bir cümle sarf etmiştir: "Tabii ki Türkiye'yle ilişkilerimizi geliştirmek isteriz ama Erdoğan'ın Türkiyesi maalesef artık Atatürk'ün Türkiyesi değildir." Daha ne desin adam?
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın birkaç yıl önce Moskova'da Putin ile görüşürken "Türkiye'yi Şanghay Beşlisine alın da bizi şu AB'den kurtarın." şeklinde ifadesi ise değindiğim savrulmalarına başka bir örnektir. Bu ifadeler, Batılı çevrelerde Türkiye'nin Batı'dan uzaklaşma niyetinin ifadesi olarak değerlendirilmiştir. Kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi ve OECD gibi uluslararası örgütlere üye olmayıp da üyelik için bugün müracaat etmiş olsaydık yine hem siyasi hem de ekonomik kriterler temelinde bizi üyeliğe almazlardı. Zaten Kopenhag Kriterleri'nin gerisine düşmüş ve Avrupa Konseyinin gözetimi altına alınmış oluşumuz da bunun somut bir örneğidir.
İktidarın çakma ve korsan veriler temelinde yansıttığı ekonomik tablo ise Sovyetler Birliği'ni anımsatmaktadır. Sovyetler Birliği'nin 1991 yılında dağılmasından sonra Rusya Federasyonu'nun ilk Dışişleri Bakanı olan Andrey Kozirev 1992 yılında Türkiye'yi ziyaret etmiş ve dönemin Başbakanı Rahmetli Süleyman Demirel'e bir nezaket ziyaretinde bulunmuştur. Sohbet sırasında Kozirev bir soru yöneltmiştir Başbakana: "Sayın Başbakan, Sovyetler Birliği hangi alanda en güçlü ülke konumundaydı biliyor musunuz?" Rahmetli Demirel zihninde soruya yanıt ararken Kozirev müdahale edip "Sizi yormayayım, ben size yanıt vereyim" demiştir. "En güçlü olduğumuz alan istatistikti -keşke damat bey burada olsaydı, o da dinleseydi- bu alanda o kadar güçlüydük ki hem halkımızı hem kendimizi yani Politbüro'yu hem de sizi, Batılı ülkeleri aldattık." Netice itibarıyla Kozirev sanal başarı öykülerinin temelindeki sırrı ve SSCB'nin çöküş nedenlerinden birini itiraf etmekteydi. Allah sonumuzu hayreylesin, inşallah başkalarının hatalarından ders alınır.
Günümüzde Kıbrıs meselesi, millî dava olmaktan çıkarılmış ve bir sorun olarak görülmeye başlanmıştır. Adadaki siyasi çözümsüzlüğün sonuçlarının faturası Türkiye'ye ve Kıbrıs Türk halkına ödettirilemez. Bu, hakkaniyete, tarafsız bir siyaset ve diplomasi anlayışına uygun değildir.
Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğün, Türkiye'nin AB sürecinin işletilmesine engel olarak görülmesi ayrı bir muammadır. Tabii ki adadaki tarafların uzlaşarak bir çözüm üretmelerine destek vermekteyiz. Ancak bu uzlaşının garantörlük statümüze halel getirmemesi çok önem taşıyacaktır.
FETÖ'nün, Dışişleri Bakanlığının içine çöreklenmesine imkân verilmesi ise dış politikamızda ayrı bir travma yaratmıştır. 2009 yılından itibaren sınav sistemi değiştirilerek test sınavı kaldıracıyla her sene mutaden 30 memurun alındığı Bakanlığa her yıl 100 memur alınmış ve sonunda 15 Temmuz darbe teşebbüsü ertesinde 600'ü aşkın kariyer memuru Bakanlıktan uzaklaştırılmıştır. Bu sayı, Bakanlığın kariyer personelinin yüzde 23'üne tekabül etmektedir. Hiçbir devlet kurumunda bunun benzeri bir FETÖ yoğunlaşması yoktur. Bakanlıktan uzaklaştırılanların hemen hemen tamamı 2009 yılından sonra Bakanlığa alınmışlardır. Dolayısıyla, FETÖ'nün siyasi ve ekonomik ayağının araştırılması önerilerimiz reddediliyor olsa bile biz size FETÖ'nün ayağının nerede bulunacağı konusunda yeterli ipuçları vermekteyiz.
Başka bir örnek vereyim: 3 tane harita alalım. Bunlardan birinin üzerine Türkiye Cumhuriyeti'nin son on yıl içinde açtığı yeni büyükelçilikleri işaretleyelim. Diğer haritanın üstüne yine Türk Hava Yollarının son on yıl içinde hizmete soktuğu yeni uluslararası seferleri işleyelim. Bir üçüncü haritanın üzerineyse FETÖ okullarının bulunduğu şehirleri işaretleyelim. Sonra bu üç haritayı üst üste koyun. Ne kadar çok noktanın örtüştüğünü görerek şaşıracaksınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Erozan, sözlerinizi tamamlayın, bir dakika daha süre tanıyorum.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - FETÖ'nün siyasi ayağı mı dediniz? Kısacası, düşmanı dışarıda aramayalım lütfen.
Sayıları giderek artmakta olan neomonşerler yetmiyormuş gibi şimdi de aksi sabit oluncaya kadar kazanılmış hak olarak "büyükelçi" sıfatı ulufe gibi dağıtılmaya çalışılmaktadır. NeomonşerIer konusu başka bir nedenle de önem taşımaktadır. Zira bu kategorideki büyükelçiler bulundukları ülkeyle ikili ilişkilerimizdeki sorunları biat kültüründen dolayı kendilerini atayan makama yansıtmaktan imtina edecekler, dolayısıyla neomonşerlerin görev yaptığı ülkelerle ilişkilerimiz bu ülkelerin Ankara'daki büyükelçileri üzerinden yürütülmeye başlanacaktır. Diplomasi kültür ve uygulamalarından yoksun olan neomonşerIerse giderek daha da işlevsizleşeceklerdir.
Sadece eleştirmekle kalmayıp izin verirseniz iktidara geldiğimizde neyi, nasıl ve ne zaman yapacağımızı da anlatmak isteriz. Türk dünyasındaki gelişmeleri, yurt dışındaki vatandaşlarımızın sorunlarını izninizle 19 Aralık günü bütçenin bir başka kalemi hakkında söz aldığım dile getireceğim. Bizi izlemeye devam ediniz.
Teşekkür ederim, saygılarımı sunarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Erozan.