GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının 8'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:36
Tarih:18.12.2018

HDP GRUBU ADINA HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hemen benden önce Erol Vekilim de değindi, tekrar ben de değinmek istiyorum: Sayın Leyla Güven, Hakkâri Milletvekilimiz bugün İmralı tecridine karşı başlatmış olduğu açlık grevinin 41'inci gününde.

Açlık grevlerinin tarihçesine de baktığımızda muktedirlerin elinden ölüm ve zulüm yetkisinin alınmasına karşı başlatılmış olduğunu görürüz. Bu sebeple muktedirlere karşı Sayın Leyla Güven'in başlatmış olduğu bu açlık grevini sahipleniyoruz. Leyla Güven haklıdır, talebi talebimizdir, mutlak tecrit kaldırılmalıdır.

Bununla birlikte, bugün görüşülmekte olan Özelleştirme İdaresi Başkanlığının kesin hesap bütçesi üzerine kısaca birkaç şey söylemek istiyorum: "Millî ve yerli" kavramının aslında ne olduğunu merak etmeyen yoktur herhâlde? Peki, yerli ve millî olmayan, satılmayan ne kaldı, sizlere soruyorum. Türkiye'de yılların birikimiyle kurulan, ülkenin en temel üretim tesisleri, üretimin yanı sarı istihdama, sosyal ve ekonomik kalkınmaya önemli katkılarda bulunmuş kamuya ait fabrikalar ve tesisler geçtiğimiz yıllar içinde birer birer özelleştirilerek satıldı.

Evet, sizden önce özelleştirme başlatılmıştı, 1986'da başladı ancak 2002'yle birlikte muazzam bir noktaya geldi. En son şeker fabrikalarının da gündeme gelmesiyle artık satılabilecek hiçbir şey kalmadığını öğrenmiş olduk.

Maalesef ki Özelleştirme İdaresi Başkanlığının bağımsız olması gereken yerde, Cumhurbaşkanlığına bağlı olması da ayrı bir tartışma konusu.

Sayın Cumhurbaşkanı yakın zamanda "Sırça köşklerde siyaset yapanlar milletin ne düşündüğünü bilmezler." dedi. Evet, gerçekten de çok haklı, uzun zaman aradan sonra çok yerinde bir tespitte bulundu. Sayın Cumhurbaşkanının 1.100 odalı sarayda milletin ne düşündüğünden, ne hissettiğinden, ne hâlde olduğundan hiç haberi yok; onu söyleyelim.

Bugün yine üç yıl önce başlatılan ablukaların yıl dönümü. Taybet İnan, 19 Aralık 2015 tarihinde evinin önünde ayağından vurularak yaralı hâlde ölüme, göz göre göre ölüme terk edildi. Kendisini kurtarmaya çalışan kaynı yine vurularak öldürüldü. Kendisini kurtarmaya çalışan, sokak ortasında çekip almaya çalışan, ip atan kocası kolundan vurularak yaralandı. Bu ülkede birçok insan çok büyük acılar yaşadı. Hepimiz çözüm sürecinde gördük, üç yılda anaların ağlamadığı, huzurun vücut bulduğu bir dönem yaşadık. Sonrasında, evet, hatalar, eksikler oldu; birileri kışkırttı, onu da tartışmaya hazırız. Ancak o üç yıllık önemli süreci -üzülerek söylüyorum ki- iktidar partisi de bu durumun bir tarafı olarak sahiplenemiyor, cesaret gösterip sahiplenemiyor; "Evet, biz yaptık, biz bu ülkenin geleceği için yaptık, bu ülkenin huzuru için yaptık." diyemiyor. Muhalefet her saldırdığında maalesef ki sahiplenmekten geri duruyor. Bu durumu da özellikle eleştirmek istiyorum.

Dediğim gibi, ben de Şırnak'ın Silopi ilçesinde oturuyorum. Taybet ana öldüğünde hemen haberimiz oldu. Kaymakamla, cumhuriyet başsavcısıyla sürekli görüşme hâlinde olduk; bir yaralı insan var orada, cenazesinin alınması gerekiyor diye. Size sadece şunu söyleyeyim, oğlunun sadece birkaç beyanını size okumak istiyorum, hani bir insan nasıl bu kadar acıya tahammül edebilir diye, hepsini okumuyorum: "Annem tamı tamına yedi gün sokakta kaldı. Hiçbirimiz uyuyamadık köpekler gelir, kuşlar konar diye. O orada yattı, biz 150 metre ilerisinde öldük. Bir insan bir insana ne kadar acı çektirebilirse devlet de bize yedi günde bu kadar acı çektirdi." Maalesef ki bu acılar, evet, tek taraflı değil; bu ülkede birçok insan bu acıları çekti. Bazı muhalefet partileri sürekli bizi bir şeyle itham ediyor ama şunu net söyleyelim: Trabzon'da hayatını kaybeden Eren Bülbül'ün de Hakkâri'de hayatını kaybeden Bedirhan bebeğin acısı da bizim acımızdır. Biz bu acılara itiraz ederken başka acılara alkış tutamayız ya da taraf olamayız; bunu net bir şekilde söylüyoruz, samimi bir şekilde söylüyoruz. Ama maalesef ki bu Meclis sanki çözüm yeri değil de birbirini itham altında bırakma ya da gelip burada propaganda yapma yeriymiş gibi maalesef ki kullanılıyor. Bu durumu şiddetle kınıyoruz, onu da belirteyim.

Yine, bu ablukalar sürecinde yüzlerce insan hayatını kaybetti, şehirlerin birçok bölümü, hatta Şırnak Merkez'de şehrin yüzde 65'i yıkıldı. Yüzlerce insan hayatını kaybetti, yüz binlercesi göçe maruz kaldı ama maalesef ki şu anda da görüyorum, birçok vekilimizin çok da umurunda değil ama sorsanız, hepsi bu halkı düşünen, bu milletin geleceğini, devletin geleceğini bizden fazla düşünen insanlar olduklarını iddia ederler. Bu ablukalar sürecinde yaşanan acıların hesabını, bir gün sebep olanlar ödeyecek, onu net bir şekilde söyleyeyim.

Yine, yakın tarihte meydana gelen büyük bir vurgunu da sizinle paylaşayım, belki haberiniz yoktur. Sayın iktidar vekilleri, Beytüşşebap 10 bin nüfusu olan küçücük bir ilçe. Çözüm sürecinin bitmesiyle başlayan çatışmalı süreçte güvenlik görevlilerinin, Beytüşşebap ilçe emniyet amirlerinin, polislerin, korucuların, bazı jandarmaların ve orada "yerli", "millî" diye geçinen bazı iş insanlarının da dâhil olduğu büyük bir çete kurulmuş. Beytüşşebap ilçesinde 687 milyonluk vurgun yapılmış. Ve bunu da nasıl yapmışlar? Daha önce de burada dile getirdim. "Beytüşşebap ilçesinin her köşesine elektrikli bariyerler konulmuş. MOBESE'ler üst üste gelecek şekilde, hatta MOBESE'ler MOBESE'leri izliyor." dediğimizde buradan bir arkadaş -şu an hatırlamıyorum- buradan bir vekilimiz "Terör var, terör var." deyip durdu; evet, onlar da aynı o şekilde yapmış. "Terör" deyip, "millet" deyip, "bayrak" deyip bunun arkasına saklanarak bu halkın bütçesinin 687 milyonunu iç etmişler, vurgun yapmışlar. Bunun içerisinde, dediğim gibi, polisler, jandarma, korucular ve yerli, millî olduğunu iddia eden iş insanları var. Bu durumu sizin takdirinize bırakıyorum. Kim araştırıp soruşturacak bu konuyu?

Bu paralarla evler alınmış, arabalar alınmış, hatta eşe dosta ikramlarda bulunulmuş; bunu daha önce de dile getirdik. Şu anda kendiniz sorun, Beytüşşebap'ın neredeyse her sokağında şu an elektrikli bariyerler var, otomatik kepenkler var, MOBESE'ler üst üste. Bunu nasıl yapmışlar? Beytüşşebap ilçesinde sadece Ziraat Bankası var ama her ne hikmetse bir polis amiri ve memuru gidip Şırnak merkezde bir banka hesabı açıyor, işte, öngörüsüzlüğünüz sebebiyle yaptığınız İhale Kanunu'ndan da yetki alarak ihaleye çıkarılmadan bir sürü mal alımında bulunuyor ve bu mal alımında bulunurken de Emniyetin asıl hesap numarası olmayan diğer hesap numarasını verip 687 milyonluk vurgun yapıyorlar. Onu net bir şekilde söylüyorum, 687 milyon.

Şu an burada görüşülen bütçe için de şunu net bir şekilde söyleyebiliriz: Halkın bütçesi değil. Yine, bu bütçeler yandaşlara peşkeş çekilecek, sizin kaldırdığınız denetim mekanizmaları, sizin yok ettiğiniz bağımsız yargı sebebiyle bunlar tespit edilemeyecek ve bunlar cezalandırılamayacak. Düşünün, sadece 10 bin nüfuslu bir ilçede 687 milyonluk bir vurgun yapılabiliyorsa gerisini siz düşünün, büyük şehirlerde olanları siz düşünün. Her "vatan, millet, bayrak" diyenin arkasında bölgede şuna şahit olduk: Çoğunun arkasından böyle yolsuzluklar çıkıyor. İnanmayanlar olursa belgeler, dosyalar yanımda, hepsini size takdim ederim. Onun için, çözüm sürecinin ya da çatışma sürecinin bu ülkeye ne getirdiğini biraz ekonomik yönden de düşünmeniz gerekiyor.

Bir daha benzer acıların yaşanmaması için aklıselim davranarak Kürt meselesini demokratik bir zeminde çözmek için hepimizin gayret sarf etmesi gerekiyor. Hiç kimse buradan tutup da Şırnak'ta, Cizre'de, Silopi'de o bodrumlarda yanan ya da katledilen siyasetçi arkadaşlarımızın üzerinden siyaset yapamaz ya da Trabzon'da hayatını kaybeden gencecik çocuk için de siyaset yapamaz. Bir daha bunların yaşanmaması için ancak siyaset yapabiliriz. Ama biz burada ne yapıyoruz? Söylediğimiz her şeyde ağır ithamlarla karşı karşıya kalıyoruz.

Bu ülkede çocukluğunu, gençliğini yaşayamayan milyonlarca insandan biriyim. Çok farklı düşüncelerimiz, taleplerimiz olmasına rağmen maalesef ki bu çözümsüzlükteki ısrarınız yüzünden hâlâ burada Kürt meselesini konuşmak zorunda kalıyoruz.

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Terörle ilişiği kes, kolay.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - Sayın Vekilim, demin de söyledim, dinleseydiniz, konuşmasaydınız ne demek istediğimi anlardınız.

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Terörle bağını kes, kolay

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - Siz kesin, buyurun, siz kesin.

CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Sataşma, sen kendi işine bak.

BAŞKAN - Genel Kurula hitap edin Sayın Milletvekili.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - Sayın Vekilim, değerli vekillerim; şunu net bir şekilde söylüyorum, kim bu ülkede "yerli, millî, vatan, bayrak" demişse...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - ...çoğunun arkasından arsızlık, yolsuzluk, düzenbazlık çıkmıştır.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Bu ağır bir itham. Nasıl bir konuşma ya! Genele itham yapma.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - "Çoğunun" dedim, herkesi kastetmedim, hiç saptırmayın.

BAŞKAN - Bu çok yanlış bir şey.

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Sen terörle bağını kes.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - Hiç saptırmayın, hiç saptırmayın.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Bu laf, laf mı ya?

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - Hiç saptırmayın, "çoğunun" dedim. Kendinizi hangi tarafta nitelendirdiğiniz önemli.

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) - Genellemeyin, somut ortaya koyun. Millî olmaktan rahatsız olmayın.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - Bunun için bu ülke, bu iktidar o yıktığı kurumları, denetimi, yargı bağımsızlığını tekrardan inşa etmek zorunda; yoksa, ilerisinde hepimiz için çok kötü bir senaryo mevcut.

Saygılar, teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)