| Konu: | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 18.12.2018 |
HDP GRUBU ADINA REMZİYE TOSUN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada bir haftadır 2019 yılına ait bütçeyi konuşuyoruz. Bütçe nedir? Belirli bir dönemde gerçekleşmesi öngörülen gelir ve giderlerin tümüdür. Bütçe görüşmelerinin ilk gününde Bakan Bey bütçeyle ilgili öyle bir giriş yaptı ki alkışlamamak elde değildi ama incelemeye başladığımızda aslında öyle olmadığını gördük. Bir bütçenin gelir ve giderlerinin birlikte denkliği mümkündür fakat üzerinde konuştuğumuz bütçede gelir ve giderler birbirini tutmuyor çünkü sarayın harcamalarına ayrılan giderler artık, yoksul halkın cebinden çıkan vergilerle karşılanmayacak düzeyde. Lale Devri'ni yaşayan saray ise bütün bunlardan habersizmiş gibi davranıp halktan sürekli fedakârlık yapmasını istiyor.
Meclis Başkanı Sayın Yıldırım "Geçen yıllarda biraz açıldık. Artık ayağımızı yorganımıza göre uzatacağız." dedi. Arkasından Sayın Albayrak israfın önleneceğini, bu bütçeyle ekonominin düzenleneceğini anlattı ama daha iki gün önce 96 lüks araba için ihaleye çıkıldı. Saraya gelince kemer sıkmak yok ama halka gelince sıkma isteniyor. "Bütçe açık verir." diye asgari ücrete zam yapılmıyor. Ancak sarayın bir aylık masrafı 33.500 asgari ücretli emekçinin aylık maaşına eşit. Bu mudur halkların bütçesi?
Bugün bütçe halkın değil, savaşın ve saltanatın kendini bir yıl daha garantiye almasının bütçesidir. Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi eğitime, sağlığa, topluma, gelişime ve uzun vadeli yatırımlara ayrılan bütçeyle anlaşılır. Ülkemize baktığımızda, enflasyon resmî aldatmalarla düşük gösterilmek istense de her geçen gün yükselmekte, halk ise yoksullaşmaktadır. Bu yoksullaşmanın en büyük sebebiyse savaş politikalarıdır. Önümüzdeki bütçe bunun en açık kanıtıdır. Bu bütçeye baktığımızda, "millî savunma" adı altında silaha, savaşa ayrılan bütçe eğitime, sağlığa, kadına, gençliğe ayrılan bütçeden çok daha fazladır. Bu bütçe halklara açlığı, yoksulluğu ve savaşı dayatmaktadır.
Daha dün en yüksek bütçenin eğitim, sağlık alanlarına ayrıldığı söylendi. Ancak, personel ve SGK giderleri çıkarıldığında, 2019 yılında sadece Millî Savunmaya 46 milyon 462 bin 300 lira ayrılırken Millî Eğitime mal ve hizmet alımı karşılığında sadece 10 milyon 38 bin 497 lira ayrıldığı görülmektedir. Yani eğitime ayrılan millî savunmaya ayrılan bütçenin neredeyse beşte 1'ine denk gelmektedir. Bir ülkede bütçedeki en büyük pay Savunma Bakanlığına ayrılırsa o bütçeye halkların bütçesi değil, savaşın bütçesi denir.
Türkiye'nin silahlanmaya değil; adalete, hukuka, özgürlüğe ihtiyacı vardır. Önümüzde duran bütçe, yatırımlarla zenginleştirilen, büyüyen ve halkı refaha kavuşturan bir bütçe değil, yoksul halktan alınan vergilerle oluşturulan bir bütçeyi göstermektedir. Yani rakamlar gelirin az, giderin ise kapanmayacak kadar büyük olduğu bir bütçeyi göstermektedir.
Bu bütçe aile şirketinin bütçesidir. Ülke de aile bütçesi olmuş ya, kendisi sarayın başında, oğlu eğitimin başında, damadı Hazine anahtarını almış, kimseyi yanaştırmıyor, diğer damat silah sanayisinin başında, enişte ise istihbaratın başında. İşte ülkemizin hâli budur. (HDP sıralarından alkışlar)
Yani bizler burada, nasıl daha çok fakirleşeceğiz ve nasıl daha çok savaşacağız, onun bütçesini konuşuyoruz ama dilimizden de her daim sosyal devlet anlayışını da düşürmemekteyiz. Sosyal devlet anlayışı ilkesine sahip olduğunuzu söylüyorsunuz fakat politikalarınız vatandaşlarımızın yaşamlarını sağlıklı şekilde sürdürmeleri değil, bağımlı ve muhtaç bir yurttaş profili yaratma temelindedir. Verdiğinizi iddia ettiğiniz yardımlar insanca yaşam için değil, sandığa tahvil edilmiş sosyal yardımlardır.
Savaş politikalarını kendi halkına karşı uygulayan bir yapıyla karşı karşıyayız. Bir yandan, sokağa çıkan, hak aramaya çalışan halka karşı şiddet uygulanırken, diğer yanda da ülke dışında bu savaşı devam ettiriyor. Geçen hafta Şengal ve Mahmur'a savaş uçaklarıyla yapılan saldırıda 1'i çocuk olmak üzere 7 Kürt sivil katledildi, ancak iktidar, diğer sivil ölümler gibi bunları da terörist olarak adlandırmaktan geri kalmadı.
Değerli arkadaşlar, halkın özgür iradesiyle seçilen ve bu Meclisin üyesi olan DTK Eş Başkanı ve Hakkâri Milletvekili Leyla Güven, Diyarbakır E Tipi Cezaevinde girdiği açlık grevinin 41'inci günündedir. Öncelikle, arkadaşımızın onurlu eylemini selamlamak istiyorum. Ancak, bir üyesi cezaevinde kırk bir gündür açlık grevinde bulunan Meclisin bu konuyu gündeme almamak için gösterdiği çaba tarihe utanç olarak geçecektir. Leyla Güven'in Diyarbakır Cezaevinde başlattığı ve toplumda karşılık gören bu grevi, kabul etse de etmese de Meclisin ve Türkiye'nin gündeminde olacak. Leyla Güven'in talebi, talebimizdir, HDP'ye oy veren milyonların talebidir. Ancak, iktidar partisi bu konuyu Mecliste tartışmak yerine, en iyi bildiği yöntem olan baskı ve operasyonlarla çözmeye çalışmaktadır. Geçtiğimiz iki hafta içerisinde Mersin, Diyarbakır, Van il binalarımız yüzlerce polis tarafından basıldı ve Leyla Güven'in talebinin kendi talepleri olduğunu dile getiren onlarca arkadaşımız, il ve ilçe yöneticilerimiz, annelerimiz yerlerde sürüklendi, darbedilerek gözaltına alındı. Bu muamele HDP dışında Türkiye'de hiçbir partiye yapılmıyor, hiçbir parti önünde 7/24 dört polis ve gözaltı araçları bulunmuyor.
Sayın milletvekilleri, kendilerine gelince "Biz, kandırıldık, Allah affetsin." başkalarına gelince "terörist" demek bu iktidarın fıtratında var.
Sise Bingöl 78 yaşında ve Tarsus Cezaevinde kalıyor. Suçu ne biliyor musunuz? Sise ananın bu ülkenin çarpık adalet sistemine göre suçu, terörist olmak; oysa bizler biliyoruz ki Sise Bingöl'ün tek suçu Kürt olmak. Sise ana ağır hasta, bedeni cezaevini kaldıracak durumda değil, doktor raporlarında cezaevinden derhâl tahliye edilmesini gerektiren tüm nedenler mevcut ama o, tutuklu kalmaya devam ediyor. Sise ana derhâl serbest bırakılmalıdır.
Cezaevlerinde bunun gibi yüzlerce hasta tutsak vakası var. Bununla birlikte, Elâzığ, Tarsus, Osmaniye, Şakran başta olmak üzere, birçok cezaevinden durmadan ağır hak ihlalleri, işkenceler, yasaklar olduğuna dair bilgiler geliyor. Bazı cezaevlerinin sistematik işkencelerin uygulandığı özel merkezler hâline geldiği, avukatlar ve tutsaklar tarafından bildiriliyor. Sudan bahanelerle verilen disiplin cezaları ve bu cezalar nedeniyle infazı yakılan çok sayıda siyasi tutuklu var. Meclis, bu hak ihlallerine ve mağduriyetlere acilen çözüm üretmek, işkenceye ve işkencelere karşı yaptırım içerecek yaşama faaliyeti yürütmek zorundadır.
Son olarak, bu ülkenin acı gerçeği olarak cenazelere yapılan muameleden bahsetmek istiyorum. Çatışmalarda yaşamlarını kaybeden ve morglarda bekletilen 442 cenaze ile Bitlis mezarlığından çıkarılan 265 cenaze, teşhis edilmediği gerekçesiyle ailelerine verilmiyor. Ancak morgdaki cenazelere işkenceler yapıldığı yönünde elimizde ciddi bilgiler var. Bu, bir insanlık ayıbıdır; hiçbir dinde, hiçbir inançta bunun yeri yoktur. Morglarda veya kimsesizler mezarlıklarındaki cenazelerin DNA eşleştirme süreci bilerek yavaşlatılmakta, bu süreç ailelere manevi bir işkenceye dönüştürülmek istenmektedir. Teşhis edilen cenazelerin acilen ailelerine verilmesi, edilmeyenlerin ise DNA sürecinin hızlandırılması gerekmektedir. Müslüman olduğunu eden bir iktidarın eğer bu...
CAHİT ÖZKAN (Denizli) - "İddia" "iddia eden." Unuttun. "İddia"yı unuttun, okuyamadın onu.
SALİHE AYDENİZ (Diyarbakır) - Gerçekle yüzleşmek zorunuza mı gidiyor?
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) - Ana dilde eğitim olmayınca böyle olabiliyor.
REMZİYE TOSUN (Devamla) - Bir iktidarın eğer iddiası gerçekse en azından ölülere saygı duymayı öğrenmesi gerekmektedir. Bu ülkenin daha fazla kan ve gözyaşına değil, barışa, adalete, özgürlüğe ve demokrasiye ihtiyacı var. Bundan dolayı, gelin, hep birlikte demokrasiye giden yolu inşa edelim.
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)