GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:37
Tarih:19.12.2018

HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize günaydın. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Şimdi, 2019 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine konuşuyoruz ve 6'ncı madde üzerine konuşma yapmayı düşünüyorum ama tabii, 6'ncı madde üzerine konuşma yapmayacağım tahmin edebileceğiniz gibi çünkü 6'ncı madde ne diyor? Bütçe ödeneklerinin Cumhurbaşkanınca istenildiği gibi kaydırılabileceğiyle ilgili bir yetki belirliyor. E, zaten bu böyle. Yani biz bunu vermesek Cumhurbaşkanı bunu kullanmayacak mı? Tabii, şunu söyleyebiliriz: Cumhurbaşkanına yetki vermek demek, esasında hükûmete yetki vermek demektir ama Sayın Cumhurbaşkanının danışmanı Mehmet Uçum'un söylediği gibi Cumhurbaşkanı aslında tek kişilik hükûmet olduğu için tabii ki kaçınılmaz olarak Cumhurbaşkanı demek zorunda kalınıyor.

Şimdi, arkadaşlar, ben tabii ki eleştirel bir yerden birkaç şey söyleyeceğim. Bir kere, Komisyondaki arkadaşlarla yaptığımız tartışmalarda benim anlamakta da zorlandığım bir husus var, sizlerle de paylaşmak istiyorum. Şöyle bir algı var: Adalet ve Kalkınma Partisi on altı yıldır iktidarda ve inanılmaz işler yaptığını, kişi başına millî geliri şuradan alıp şuraya götürdüğünü söylüyorsunuz ve büyük bir efsane gibi de konuşuyorsunuz bunu fakat nereye baktığınız çok önemli arkadaşlar. Yani şunu söyleyeyim: Bakın, ben birkaç rakam size vereceğim. Türkiye'nin 2002 yılında yani sizin yönetime geldiğiniz tarihte 3.660 dolar kişi başına millî geliri varmış ve bunu 10.547'ye çıkarmışsınız 2017 yılında. E, tabii, bu büyük bir başarı hakikaten, büyük bir başarı gibi gözüküyor ama başka ülkeler ne yapmış aynı dönemlerde diye baktığımızda, mesela, başka bir ülke olarak Brezilya'dan söz edelim: Brezilya'da da 2002 yılında kişi başına millî gelir 2.820 dolarmış, 2017 yılında 9.821 dolara gelmiş yani aşağı yukarı aynı büyümeyi yakalamış. Arjantin'de 2002 yılında 2.579 dolarmış kişi başına gelir, 2017 yılında 14.402'ye gelmiş; Kosta Rika'da mesela, 4.062 dolarmış 2002'de, 2017'de 11.631 dolara gelmiş.

Arkadaşlar, sizin başarı olarak gördüğünüz şey, size ait bir şey değil esasında. Tabii ki küçümsüyor değilim, sizin de katkılarınız olduğunu da kabul ediyorum ama bu, zaten dünyanın ekonomik konjonktürü belli özelliklere sahip ülkelerin gelişmesine yol vermiş ve siz de bu yolu yürümüşsünüz. Daha da bariz bir şey söyleyeyim size, kişi başına gelir sıralamasında -bunlar IMF'nin rakamlarıdır- 2002 yılında Türkiye 72'nci sıradaymış, şimdi kaçıncı sırada biliyor musunuz arkadaşlar? 67'nci sırada. Yani 5 basamak atlatmışsınız Türkiye'ye. Bu başarı mıdır? "Evet, başarıdır." diyebilirsiniz ama öyle "efsane", işte "Şöyle yaptık, böyle yaptık." demek mümkün değildir arkadaşlar. Ben size söyleyeyim; bu konuyu, Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisinin ekonomi yönetimiyle ilgili yaptığı hataları tabii ki daha uzun vakitlerde, daha uzun uzun konuşmak gerekiyor.

Ben size yine başka rakamlardan giderek söyleyeceğim. Mesela, diyebilirim ki 2002'de aldığınızda, tabii, biliyorsunuz, Kemal Derviş'in dizayn ettiği IMF programı vardı, mali disiplindi, şuydu, buydu derken yüksek oranlı büyümeler elde ettiniz. Açıktır ki Türkiye'nin tarihsel gelişimi içinde baktığımızda yüzde 7 civarındaki büyümelerin başarılı olarak görülmesi lazım ama yüzde 7'nin altındaki büyüme oranlarının esasında çok da önemli olarak görülmesi gerekmiyor. Şimdi, böyle baktığımızda, 2008 biliyorsunuz "Kriz bize değdi, değmedi" tartışmalarının olduğu yıldı. 2009'da ekonomimiz yüzde 4,8 küçülüyor. Bu makul bir şey çünkü dünyada böyle bir kriz yaşanıyor, 2008'de değilse de 2009'da bizi vurdu. 2010'da yüzde 9,2'yi yakalamışsınız, bu bir başarı, 2011 yılında yüzde 8,8'i yakalamışsınız, bu da başarı fakat ondan sonra arkadaşlar, 2012, 2013, 2014, 2015, 2016; hepsi çok kötü performanslar; 2,2-4 civarında. Ancak 2017'de 7,4 gibi bir rakam yakalamışsınız. Bu tabii ki bir başarı gibi gözüküyor ama bu başarının arkasında da -hepinizin bildiği gibi- ÖTV, KDV indirimleri yatıyordu, Kredi Garanti Fonu'ndan fonlanmış olan bir sektör yapısı yatıyordu ve dolayısıyla da 7,4 yakalandı ve bu sene itibarıyla yani 2018'den söz edecek olursak çakılmaktayız diye söyleyebilirim. Dolayısıyla da uzatmadan, buradan şunu söylemek istiyorum: Arkadaşlar, kötü yönetiyorsunuz, bunu kabul edin. Yani yönetemiyorsunuz ekonomiyi -siyaseti de yönetemiyorsunuz bence ama- çünkü rakamlar bunu söylüyor, ben söylemiyorum; bunlar TÜİK'ten alınmış olan rakamlar.

Şimdi "Peki, niye yönetemiyorsunuz?" sorusunun cevabıyla ilgili olarak -yine çok az zamanım kaldığı için uzatmayacağım ama- arkadaşlar, 2011'den sonra -bu rakamların kötüleştiği yıldır bu- sizin kimyanız bozuldu.

HASAN ÇİLEZ (Amasya) - Küresel bakmak lazım.

EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Sizin ekonomiyi de Türkiye'yi de nasıl yöneteceğinizle ilgili olarak kafanız karıştı ve her şeyi merkezîleştirerek halledebileceğinizi sanıyorsunuz. Her şeyi, bir anlamda -ben söyleyeyim, şaka söylemiyorum- her şeyi merkezîleştirerek bu işin içinden çıkabileceğinizi düşünüyorsunuz. Bu olmuyor arkadaşlar çünkü İbni Haldun'dan beri biliyoruz ki toplumlar merkezîleştikçe kırılgan hâle gelirler ve Türkiye de kırılgan bir hâle geldi hem ekonomik olarak hem siyasi olarak.

Üç dakikam kaldı, onun için daha hızlı birkaç şeyi daha söyleyeceğim.

Şimdi, Sayın Bakan dün açıklamalarda bulundu, dedi ki: "Enflasyonla ilgili ciddi adımlar atıyoruz. Vergi kayıp ve kaçağıyla etkin olarak mücadele edilecektir, bunun için bir kurum kurulacaktır." Arkadaşlar, toplumun vergi vermemesi veya kayıt dışı kalmasının sebebi, sandığınız gibi, ekonomiyle ilgili değil -Türkiye bu konuyu doğru dürüst tartışamadı- çünkü insanlar devletten korkuyor ama devlete güvenmiyor arkadaşlar, devlete vergi vermek istemiyorlar, bunu hepiniz biliyorsunuz bir şekilde. Dolayısıyla da sorun, bu türden bir kurumun oluşması, oluşturulması meselesi değildir; sorun, devletin gerçekten toplum tarafından benimsenen bir organizasyon olmasını sağlayıcı kararlar ve tavırlar içinde olmamanızdır. Şimdi, ben baktığımda bunları maalesef göremiyorum.

Bir de şeyden bahsedeyim, diyebilirsiniz ki bu zaman zaman konu ediliyor ama arkadaşlar, "algı operasyonu" diye bir laf var, bu "operasyon" çok da sık kullanılıyor. Fakat algı operasyonu yapabilmeniz için algı operasyonu yapacak aletlere sahip olmanız lazım ki mesela bizde yok o ama sizde çok var. Siz Türkiye'de neredeyse bütün medyaya sahipsiniz ve dolayısıyla da bu medyaya sahip olmaktan dolayı Sayın Bakan çok rahatlıkla konuşuyor "Enflasyonu kontrol altına alıyoruz, döviz kurları şöyle." falan filan diye. Fakat alınan bütün tedbirler palyatif tedbirler, geçici tedbirler, Türkiye'nin ekonomisinin iyileşmesi için gerekli olan adımlar değil bunlar arkadaşlar ama şuna güveniyor Sayın Bakan: "Nasıl olsa A Haber var, medyada birçok televizyonu ve gazeteyi kontrol edebiliyoruz" diyor, oradan bir algı yaratılıyor. Ben geçen gün kaldığım otelde televizyona bakıyordum, Allah Allah, A Haber, o kadar güzel şeyler anlatıyorlar ki fiyatlar düşüyor, dolar geliyor, şu oluyor, bu oluyor filan. Arkadaşlar, böyle bir şey yok. Bu, algı operasyonu, sağlayabiliyorsunuz bunu çünkü dediğim gibi -geçenlerde yaptığım konuşmada da altını çizmiştim- Türkiye'de medya sektörünü siz tekelleştirdiniz, inanılmaz bir tekelcilik var burada. Yani bunu da nasıl sağladınız? Bunu, verdiğiniz ihalelerle sağladınız. Bugün Türkiye'de var olan televizyon şirketlerinin hemen hemen tamamı inşaat şirketlerine bir şekilde bağlı ve bu inşaat şirketleri de devletten ihale alıyor. Dolayısıyla da buradan algı operasyonu yapma şansınız var ve yapıyorsunuz da ama bir kez daha altını çizeyim ki bu, çözüm değildir.

Onun ötesinde -yani vaktim olsaydı konuşmak isterdim doğrusu, çok az vaktim kaldı- Türkiye'de siyaseti de yönetemiyorsunuz bence. Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı geçen gün "Fatih Portakal" adındaki bir gazeteciyle ilgili olarak hakikaten çok rencide edici bir laf etti. Arkadaşlar, insanlarının soyadları ailelerini ima eder ve her ailenin de kendine özgü bir ahlak anlayışı... Bir onur meselesi yapar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Hocam, tamamlayalım lütfen.

EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Şimdi, siz "Portakal mıdır, mandalina mıdır, narenciye midir?" diye o kişinin soyadından giderek özellikle bir Cumhurbaşkanının aşağılaması ve "Millet ensende patlatır." gibi bence şiddet içeren bir cümleyi sarf etmesi asla kabul edilebilir bir şey değil arkadaşlar. Ben sizlere, tabii, böyle konuşmalar sırasında şunları söylemeye çalışıyorum: Arkadaşlar, bir şey yapın ya. Yani "Sayın Cumhurbaşkanına bir şey söyleyin." demeye çalışıyorum ama biliyorum ki siz de bir şey söyleyemeyeceksiniz zaten çünkü Cumhurbaşkanına bir şey söylemek mümkün değil, bunu sizler de biliyorsunuz benden fazla.

Dolayısıyla da laflarımı, evet, sözlerimi bitirmek zorundayım, zamanım bitti ama böyle Türkiye'yi yönetemezsiniz arkadaşlar, bunu çok yakında göreceksiniz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)