GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:39
Tarih:21.12.2018

MHP GRUBU ADINA İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı'nın tümü hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. 23 Ekim 2018'de Plan ve Bütçe Komisyonunda başlayan ve bugün itibarıyla altmış gündür devam eden bütçe görüşmelerinin son gününde sizleri ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin ilk bütçesinin milletimizin birliğine, refah, huzur ve güvenliğine katkı sağlamasını temenni ediyorum.

Anayasa'nın 161'inci maddesinde düzenlenen bütçe ve kesin hesap kanunları, Türkiye Büyük Millet Meclisinin temel yasama faaliyetlerindendir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin önümüzdeki bir yıllık sürede kamuya kaynak aktarma ve bu kaynakları dağıtma yetkisini verdiği bütçe, uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların da önemli bir aracıdır. Bu itibarla bütçe, hem ülke yönetiminde hem de millet hayatında çok önemli bir yer işgal etmektedir çünkü bu bütçede yetimin, işsizin, işçinin, çiftçinin, memurun, esnafın, emeklinin, kısacası her bir vatandaşımızın hakkı ve payı vardır. Bu nedenle, kaynak tahsisinden uygulanmasına kadar, bütçenin her aşamasında yürütmenin, bu gerçekleri daima hatırında tutması, bizim en halisane tavsiyemiz ve temsilcisi olduğumuz aziz Türk milleti adına beklentimizdir.

2019 yılı bütçe teklifini değerlendirirken temel ilkemiz, ekonomik, mali ve sosyal politikalarla birlikte Türkiye'nin maruz kaldığı ekonomik güvenlik tehdidi ile bölgesel ve küresel gelişmelerin ülkemize yüklediği ağır sorumluluğun da göz önünde bulundurulmasıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, küresel güçlerin rekabet ve çatışma alanı hâline gelen Avrasya'nın tam orta yerinde, stratejik bir kavşakta yer almaktadır. Son zamanlarda, meşruiyetini uluslararası hukuktan alan çok taraflılık örselenmekte, bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan dayatmacı, uzlaşmaz ve tek taraflı eylemler, uluslararası barış ve huzuru ciddi şekilde tehdit etmektedir.

Bir yandan AB ve ABD, diğer yandan Rusya ve Çin olmak üzere, küresel seviyede nüfuz sahibi olan ya da olma arzusu taşıyan ülkeler, çıkarlarını korumak adına, dünyanın birçok yerinde, tüm insanlığı sarsacak çapta sorunlara yol açmaktadır. Kimi zaman ekonomik ve ticari hırslar, kimi zaman da siyasi ihtiraslar yüzünden dünya, her geçen gün yeni krizlere maruz kalmaktadır. İnsani ve ahlaki değerleri hiçe sayan bazı gelişmeler, evrensel düzeyde kabul gören değer ve kavramların içinin boşaltıldığını, hak ile batılın, doğru ile yanlışın birbirine karıştığını, çelişkilerle dolu olaylara şahit olunduğunu göstermektedir.

Terörizm, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, göç ve iltica, iklim değişikliği, kitle imha silahlarının yayılması, ülkeler ve kıtalar arası gelir dağılımı adaletsizliği, radikalleşme ve ırkçılık gibi uluslararası sorunların getirdiği riskler, küreselleşme ve teknolojik gelişmenin refah ve barış getireceği yönündeki beklentileri boşa çıkarmaktadır.

Hâlen dünya üzerinde 800 milyondan fazla kişi, aşırı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Dünyada her 10 kişiden 3'ünün, içme suyuna erişimi bulunmamaktadır. Yoksulluk ve açlık, özellikle Afrika ve Güney Asya'da azaltılamamaktadır. Dünyada sera gazı salımı, endişe verici biçimde artmakta, küresel iklim değişikliği, tüm ülkeleri olumsuz şekilde etkilemeye devam etmektedir. Kalkınmış ülkeler ile en az gelişmiş ülkeler arasındaki gelir adaletsizliği giderek artmaktadır.

Çatışma, şiddet ve zulüm yüzünden her iki saniyede 1 kişi, yerinden edilmekte, dünya üzerinde yerinden edilmişlerin sayısı 70 milyona yaklaşmaktadır. Yapay zekânın insanın yerine geçip geçmeyeceğinin tartışıldığı bir tekno-ekonomik dönüşüm sürecinin yaşandığı günümüzde, bir yandan da insanlığın maruz kaldığı sefalet, açlık, yoksulluk, yolsuzluk gibi sorunlar yaygınlaşmaktadır. Özellikle İslam coğrafyasında yaşanan vekâlet savaşlarının ve insanlık dramlarının sonu gelmemektedir. Anlaşılan, tok ve hür insanların yaşadığı, adalet beklentisinin gerçek olduğu bir dünya özlemi, daha uzun süre devam edecektir.

Küresel ölçekte ortaya çıkan bu risk ve tehditler, Türkiye'yi de ekonomik ve siyasi olarak yakından ilgilendirmekte ve uluslararası sistemdeki çalkantılı gidişat, Türkiye'ye güçlü bir devlet ve bölgesinde lider ülke olma sorumluluğunu yüklemektedir. Nitekim dünyanın dört bir yanında insanlık dramları yaşanmaya devam ederken Türkiye'nin insani yardımlarda dünyada ilk sırada yer alması bir tesadüf değildir. Uluslararası kuruluşların ve gelişmiş ülkelerin kör ve sağır kaldığı insani trajediler karşısında Türkiye, yürüttüğü insani diplomasiyle insanlığın refah ve huzuru için elinden geleni yapmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye'nin bölgesel barış, huzur ve istikrarın teminatı olduğu gerçeği, hiçbir surette göz ardı edilemeyecektir.

Ne var ki kimi ülkelerin Türkiye'ye yönelik politika, eylem ve söylemleri, Türk'ün kapsayıcı, kuşatıcı, heybetli ve en az bin yıldır bir medeniyet algısına gönderme yapan niteliğini ve Türkiye'nin önemini anlayamadıklarına işaret etmektedir. İfade etmeliyim ki dünyanın birçok yerindeki hak ve adalet ölçülerine sığmayan insanlık dışı gelişmeleri, kaos ve kargaşayı, açlıktan ve susuzluktan ölen çocukları, sığınmacıları ve iç çatışmaları düşündüğümüzde, Türkiye, bölgesinde âdeta bir huzur adasıdır. Düşmana korku salan, dosta güven veren bir ülkenin vatandaşları olarak bağımsızlığımızın, millî birlik ve beraberliğimizin, huzur ve güvenliğimizin, Anayasa ve yasalarla teminat altına alınan temel hak ve hürriyetlerimizin, demokratik kazanımlarımızın ve bizi biz yapan değerlerimizin kıymetini iyi anlamak ve onlara sımsıkı sarılmak durumundayız. Zira 15 Temmuz hain kalkışması, tüm bu kazanımların nasıl bir anda berhava olabileceğini hepimize göstermiştir. Yakın coğrafyamızda bir kıvılcımla başlatılan kaos senaryolarının ülkemizde de sahnelenmesi, "demokratik hak talepleri" kisvesi altında başlatılan sokak hareketleriyle dün denenmiştir, bugün de denenmek istenmektedir. Ancak milletimiz nasıl ki bugüne kadar maruz kaldığı çetin imtihanlardan alnının akıyla çıkmış, kuşatmaları eşsiz iradesiyle bertaraf etmişse şüphemiz yok ki bu oyunları da bozacak basireti ve feraseti gösterecektir.

Bazı sorunları ve noksanları olsa da demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, tarihinden aldığı ilham ve sahip olduğu birikimin gücüyle kuruluşunun 100'üncü yılına emin adımlarla ilerlemektedir.

Bu vesileyle, başta cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm kurucu kahramanları, bu millet ve devlet için taş üstüne taş koyanları, Türk'ün gücünü ve adaletini dünyaya göstermiş muhterem ecdadımızı ve aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Şu an vatan nöbetinde olan, terörle mücadele eden tüm kahraman güvenlik güçlerimizi selamlıyor, Cenab-ı Allah'tan yâr ve yardımcıları olmasını niyaz ediyorum.

Sayın milletvekilleri, şüphesiz vatandaşlarımız daha fazla refah, adalet ve demokrasi beklentisi içindedir. Vatandaşlık vecibelerini bihakkın yerine getiren insanımızı çağdaş medeniyet düzeyine ve hatta ötesine taşımak için gayret göstermek hepimizin ortak sorumluluğudur.

Ülkemizin 21'inci yüzyılda, bölgesinde barış ve istikrarın teminatı olan, uluslararası ilişkilerde söz ve itibar sahibi kudretli bir devlet konumuna gelmesi için gerekli bütün şartların hazırlanması Milliyetçi Hareket Partisinin stratejik hedefidir. Türkiye, böylesi bir anlayış ve inançla, imkân ve kabiliyetlerini güçlü Türkiye hedefi doğrultusunda seferber etmek durumundadır. Siyasî istikrarı sağlanmış, ekonomik ve sosyal açıdan güçlü bir Türkiye'nin, uluslararası ilişkilerde belirleyici rol üstlenmek suretiyle dünya barış ve refahına daha fazla katkı sağlaması da mümkün olabilecektir.

Türkiye, şüphe yok ki kendisini merkeze alıp yakın ve uzak çevresinde yaşanan ekonomik, sosyal ve siyasi gelişmelerde söz sahibi olmak, kendi jeopolitik havzasında küresel oyunları boza boza kararlı bir şekilde yoluna devam etmek durumundadır. Başka bir deyişle, başkalarının ortaya koyduğu bölgesel ve küresel projelerin uygulayıcısı değil; millî menfaatlere uygun kararların senaristi, yönetmeni ve başrol oyuncusu olmalıdır. Bu anlayışla Türkiye, yeni gelişmelere göre, her alandaki politikasını da geliştirmeli ve güncellemelidir. Köklü devlet geleneğimizi çağdaş gelişmelerle buluşturma anlayışı içinde bir yönetim yapısı ve işleyişinin oluşturulması, politika belirleme kapasitesinin geliştirilerek kamu politikalarının birbiriyle uyumunun sağlanması verimli ve etkin bir idare için şarttır.

Bu kapsamda, 16 Nisan 2017'de yapılan halk oylamasıyla kabul edilen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini önemli bir adım ve fırsat olarak değerlendiriyoruz. Anayasa değişikliğiyle yönetim sistemimiz kapsamlı bir reforma tabi tutulmuş, siyasi ve toplumsal uzlaşmanın ön plana çıktığı, millî iradenin doğrudan tecelli ve temerküz ettiği, Türk milletinin tarihî misyonuna uygun bir yönetim yapısı oluşturulmuştur.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, 24 Haziran 2018'de yapılan seçimlerle de bütünüyle uygulamaya girmiştir. Güçlü devlet, güçlü yönetim, demokratik istikrar gayeleri yeni sistemin ana omurgasıdır. Yürütmedeki çift başlılığın giderildiği, kuvvetler ayrılığının tahkim edildiği, uzlaşma kültürünün arttığı, güçlü bir denge ve denetim mekanizmasının tesis edildiği, yürütmenin daha etkin, yasamanın daha güçlü, yargının bağımsız ve tarafsız olduğu bu sistemle inanıyoruz ki tarihî misyonuna ve medeniyet tasavvuruna uygun bir şekilde, Türkiye'nin, 2023 ve 2053 hedeflerine ulaşması mümkün olacaktır.

Sayın Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisinde yemin ederek göreve başladığı tarihten itibaren yeni hükûmet sistemi kapsamında oluşturulan idari yapılanma ve düzenlemeleri, kamu yönetiminde politika belirleme kapasitesinin geliştirilmesi, sorun çözme kabiliyetinin artırılması ve kamu politikalarının birbiriyle uyumunun sağlanması bakımından önemli ve kıymetli buluyoruz. Bu kapsamda, devlet teşkilatı yeni bir düzenlemeye tabi tutulmuş ve yapılan kapsamlı düzenlemeler, önemli bir sorun yaşanmadan başarılabilmiştir. Bundan sonra odaklanılması gereken husus ise Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin tüm unsurlarıyla sağlıklı olarak işletilebilmesi için gerekli adımların atılmasıdır.

Kamu yönetiminin iyileştirilmesi için, bütün kurum ve kurallarıyla sistem kalitesinin geliştirilmesinin yanında, bu sistem dönüşümünü idame ettirecek insan gücü kalitesinin de yükseltilmesi önem arz etmektedir.

Ülkemizin sahip olduğu liyakatli, her şartta "Önce Türkiye ve Türk milleti" diyebilen tüm insan kaynağından rasyonel biçimde istifade edilebilme imkânının değerlendirilmesi, vatandaşlarımızın beklentisi olduğu kadar, şüphesiz ki kamu yönetiminde şikâyet edilen hususların giderilmesini ve hadim devlet anlayışıyla vatandaş memnuniyetini esas alan bir kamu hizmeti sunumunu da mümkün kılacaktır.

Değerli milletvekilleri, bütçe teklifi, 2019-2021 dönemini kapsayan, Yeni Ekonomi Programı'nda çerçevesi çizilen hedeflerle uyumlu, mali disiplini ve orta vadede sürdürülebilir büyümeyi hedefleyen, tasarruf esaslı, üç yıllık perspektifle hazırlanmış ve ekonomideki dengelenme sürecinin en temel destekleyicisi olarak takdim edilmiştir.

Bütçe gelir ve gider tahminleri yapılırken 2019 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 2,3 büyüyeceği, deflatörün yüzde 16,3; TÜFE'nin yüzde 15,9; ihracatın 182 milyar dolar, ithalatın 244 milyar dolar düzeyinde olacağı hesap edilmiş, faiz dışı fazlanın ise 36 milyar 701 milyon lira olarak gerçekleşmesi hedeflenmiştir. Buna göre, bütçe açığının ve faiz dışı fazlanın gayrisafi yurt içi hasılaya oranlarının sırasıyla yüzde 1,8 ve yüzde 0,8 olacağı tahmin edilmiştir.

2019 yılı bütçe giderleri bir önceki yıl bütçesi başlangıç ödeneğine göre yüzde 26 oranında artışla 961 milyar liraya çıkarılmakta, bütçe gelirleri de yine yüzde 26 artışla 880,4 milyar liraya yükseltilmektedir. Gelir tahminleri ve harcama büyüklüğü sonucunda, bütçe açığının 2018 yılındaki 65,9 milyar liradan, gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1,8'i olan 80,6 milyar liraya çıkması öngörülmektedir.

Yatırım harcamaları kapsamında, sermaye gideri ve sermaye transferi toplamı 2018 yılındaki 84,1 milyar liradan 64,4 milyar liraya düşmekte, bu hâliyle de yatırım ödeneklerinde ciddi bir azalma öngörülmektedir.

Önümüzdeki üç yıllık dönem için bütçe açığının millî gelire oranının yüzde 2'nin altında olması ve faiz dışı fazlanın ise program dönemi sonunda millî gelirin yüzde 1'ini aşması hedeflenmektedir.

Yeni Ekonomi Programı'nda belirlenen eylemlerin, performans kriterlerini içeren planın 2019 bütçe yılıyla birlikte uygulamaya konulması şüphesiz ki 2019 bütçesini mali disiplin açısından ve programın başarısı bakımından son derece önemli kılmaktadır.

2019 yılında merkezî yönetim bütçe gelirlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranının, bir önceki yıl gerçekleşme tahmininin 0,3 puan altında, yüzde 19,8 seviyesinde gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Bu kapsamda, vergi dışı gelirlerin 0,4 puan düşeceği, vergi gelirlerinin ise 0,1 puan artacağı öngörülmektedir. Gelir ve kurumlar vergisi tahsilat toplamının gayrisafi yurt içi hasılaya oranla 2018 yılı gerçekleşme tahmininin 0,1 puan üzerinde yüzde 5,5 olması beklenmektedir.

Diğer taraftan, 2019 yılında 756 milyar 495 milyon lira olarak gerçekleşmesi beklenen vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 68'ini oluşturan 510 milyarı aşan miktarının dolaylı vergilerden temin edileceği anlaşılmaktadır. Vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payının yüksek olması, vergi sisteminin adaletli olmadığına işaret etmektedir. Bu yönüyle, seçim beyannamemizde de vurguladığımız gibi, herkesin mali gücüne göre vergi ödediği adaletli bir vergi sistemi tesis edilmeli, vergiye ilişkin düzenlemelerde kamu finansmanıyla ilgili önceliklerin yanı sıra, verginin üretim ve istihdam üzerindeki etkileri ile sosyal yönü birlikte değerlendirilmelidir. Maliye politikasının gelir dağılımı adaletini sağlamaya dönük boyutu ihmal edilmemelidir.

Kamu gelirlerinin tahakkukunda, kamu harcamalarının sağlam kaynaklardan karşılanması, yatırım, üretim ve ticaretin teşvik edilmesi gibi ekonomik politikaların yanı sıra sosyal adaletin sağlanması, bölgesel gelişmişlik farklarının en aza indirilmesi, istihdamın artırılması gibi sosyal politikalar da göz önünde bulundurulmalıdır.

Bütçe disiplini için kamudaki tasarruflar önemli bir husustur. Nitekim bütçenin aynı zamanda bir tasarruf bütçesi olduğu gerekçesinde ifade edilmekte ve tasarruf kalemlerine de yer verilmektedir. Bununla birlikte, tasarrufların kompozisyonu da hem sorunların kalıcı bir biçimde aşılması hem de ekonominin yeniden güçlü bir raya oturması açısından önem taşımaktadır. Tasarrufların kamu tüketiminden ziyade kamu yatırımları kalemlerinden yapılması, büyümenin bazını düşürerek enflasyonla mücadelede istenilen sonuçların alınmasına mâni olabilecektir.

2019 yılı mal ve hizmet alım giderlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranla bir önceki yıl gerçekleşme tahminine göre 0,3 puan azalarak yüzde 1,5 olması beklenmekle birlikte, söz konusu düşüşte daha önce hizmet alımı yapılan alanlarda çalışan taşeron personelin kadroya geçirilmesi etkili olmuştur. Geçtiğimiz olağanüstü koşullar göz önüne alındığında kamuda daha ciddi şekilde bir tasarrufun yapılma ihtiyacı bulunmaktadır.

Öte yandan, 2017 yılının ikinci yarısından itibaren borçlanma faizlerinde görülen artış ve döviz kuru gelişmelerine bağlı olarak 2019 yılında faiz giderlerinin önceki yıla göre 0,6 puan artarak gayrisafi yurt içi hasılaya oranla yüzde 2,6 düzeyinde olması bütçenin yeniden bir faiz ödeme sarmalına doğru ilerleme riskini de gündeme taşımaktadır.

Ekonomik sınıflandırmaya göre 2019 yılı merkezî yönetim bütçe ödenekleri içinde en büyük payı sırasıyla cari transferler ile personel giderleri almakta, bu gider kalemlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranları ise yüzde 8,8 ve yüzde 5,6 olmaktadır.

2019 yılında toplam personel giderleri, genel maaş ve ücret artış oranının toplu sözleşmede tespit edildiği üzere ocak ve temmuz aylarında sırasıyla yüzde 4 ve yüzde 5 olarak uygulanacağı dikkate alınarak belirlenmiştir. Bununla birlikte, enflasyonda 2018 yılının ikinci döneminde meydana gelen artış nedeniyle oluşan fark ile 2019 yılı ilk altı aylık dönemindeki enflasyonun bu dönemlerdeki maaş artışının üzerinde olması durumunda yapılacak enflasyon farkı artışlarının da şüphesiz bu ödenekte dikkate alınmış olması gerekmektedir.

Cari transferlerin 2019 yılında 391,3 milyar lirayla gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak bir önceki yıl gerçekleşme tahmini seviyesinin 0,2 puan üzerinde, yüzde 8,8 olması öngörülmektedir. Sosyal güvenlik sistemine yapılan transferlerde 0,2 puan artış beklenirken, diğer hazine yardımlarında 0,1 puan artış programlanmıştır. Ayrıca ihracatın, turizmin ve diğer üretken sektörlerin teşvik edilmesine ve bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılmasına odaklanan faaliyet ve projelere yönelik transferlerin de yine devam edeceği görülmektedir.

Kuşkusuz, bütçenin başarısı, mali disiplinle birlikte yapısal reformların gerçekleştirilmesine, vergi geliri performansının artırılmasına ve kayıt dışı ekonominin azaltılmasına bağlıdır. Kamu kaynaklarının etkin ve verimli bir şekilde kullanılmasını sağlamak için başta mal ve hizmet alımları olmak üzere kamu harcamalarının kontrol edilmesi, kamu harcamalarını azaltırken kamu gelirlerini de artıracak tedbirlerin uygulamaya konulması gerektirmektedir. Bu yapılırken dar ve sabit gelirlilerin yükünü artıracak adil olmayan tedbirlerden ise kaçınılması gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin son birkaç aydır tartıştığı en önemli konuların başında ekonomik durum gelmektedir. Bugün bütün toplumsal kesimler başta geçim şartları olmak üzere üretimi, istihdamı ve piyasayı etkileyen gelişmeleri yakından takip etmektedir. Türkiye ekonomisi özellikle 12 Ağustosu 13 Ağustosa bağlayan gece başlayan saldırılarla döviz kurunda ani artışlar, enflasyon ve faiz oranlarındaki hızlı yükselişle kendini gösteren önemli sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Türkiye'nin içinde bulunduğu durumda hem ekonomik hem de siyasi dış şartların etkisi ve önemi büyüktür. Bilinmektedir ki Türkiye, ekonomi üzerinden jeopolitik sonuçlar doğurması umulan bir ekonomik güvenlik tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Türkiye'nin kendi ekonomik dinamikleri ve bu dinamikleri oluşturan ekonomi politika tercihleri de kuşkusuz içinde bulunduğumuz ekonomik durumla ilişkilidir. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerin hemen hemen tamamının parasal sıkılaştırma döneminden olumsuz yönde etkilenmesi, ticaret savaşları, korumacı tutumlar Türkiye'nin ekonomik dalgalanma içinde olmasında önemli ve belirleyici rol oynamıştır.

Türkiye ekonomisi son beş yıllık dönemde yılda ortalama yüzde 6,1 oranında büyümüş, 2017 yılındaki yüzde 7,4'lük büyümeyle de Avrupa'nın en çok büyüyen ekonomisi olmuştur. 2018'de birinci çeyrekte yüzde 7,2 büyüyen, ikinci çeyrekte yüzde 5,3 büyüyen Türkiye ekonomisi, üçüncü çeyrekte ise birçok olumsuz gelişmeye rağmen yüzde 1,6 büyüme başarısını gösterebilmiştir. 2018 yılının ikinci çeyreğinden itibaren, gelişmekte olan ülkelere yönelik risk algısının bozulmasıyla ülkemizdeki finansal piyasalardaki oynaklık artmış, buna bağlı olarak finansman maliyetleri yükselmiştir. Tüketimde düşüş ve yatırımlarda ivme kaybına bağlı olarak yurt içi talebin zayıflaması, diğer taraftan net mal ve hizmet ihracatının büyümeye katkısının artmasıyla ekonomide dengelenme eğilimi 2018 yılının ikinci yarısında daha da belirginleşmiştir. Üçüncü çeyreğe ilişkin göstergeler iktisadi faaliyette göreli bir yavaşlamanın gerçekleştiğini gösterirken, oluşan rekabetçi kur düzeyinin de etkisiyle dış ticaret dengesinde iyileşme ve turizm gelirlerinde artış göze çarpmaktadır. Yılın son çeyreğinde belirsizliklerin ve döviz kurundaki dalgalanmaların azalacağı, ekonomideki dengelenme sürecinin ise bir süre daha devam edeceği anlaşılmaktadır.

Ekonomideki temel sorunlardan birisi de kaynak tahsisindeki yanlışlıklardır. Zaten sınırlı olan kaynakların üretken olmayan alanlardan üretken alanlara yönelmesini sağlayıcı tedbirlerin alınması zorunludur. Bu çerçevede devletin ekonomideki kaynak tahsisine yön vererek üretimi artıracak altyapı yatırımlarına öncelik verilmesi, özel sektör yatırımlarının değişik enstrümanlar kullanılarak daha rekabetçi ve kaliteli üretime yönlendirilmesi gerekir.

Genç nüfusu istihdam edebilmek için hem yüksek hem de sorunsuz bir üretim yapısına sahip olacak şekilde istikrarlı büyümek şarttır. Şüphesiz yoksullukla mücadelenin esasını işsizlikle mücadele ve insanımızın üreterek gelir elde ettiği kalıcı istihdam oluşturmalıdır. TÜİK'in açıkladığı eylül ayı verilerine göre işsizlik oranı yüzde 11,4 tür. Burada dikkat çekici olan ise yüzde 21,6 olan genç işsizliğidir. Çalışmayan, yaygın ve örgün eğitimde de olmayanların nüfusa oranı da yüzde 27,4'tür.

Tarım dışı işsizliğin artması sanayi üretimindeki azalmayla uyumlu bir gelişme olarak dikkat çekmektedir. TÜİK ekim ayı verilerine göre, imalat sanayisi kapasite kullanım oranı ve sanayi üretimi yıllık bazda azalmıştır. İmalat sanayisindeki 24 alt sektörün 9'unda üretim yıllık bazda artarken 15'inde düşüş kaydedilmiştir. Esasen imalat sanayisinde temel bazı yapısal sorunlar dikkat çekmektedir. Bunları kısaca, katma değer problemi, birçok açıdan ara malı ithalatına bağımlılık, yetersiz sermaye birikimi ve aşırı dış borçlanma olarak ifade etmek mümkündür.

Dünyada parasal bollaşmanın yaşandığı dönemde rahatlıkla borçlanabilen sanayi şirketleri önemli bir finansal yükümlülük altına girmiş, gelinen noktada ise zaten katma değeri görece düşük ürünler üreten Türk firmaları sınırlı kâr marjlarıyla yeni borçlanma kabiliyetlerini kaybetmeye başlamıştır. Bu noktada etkili tedbirlerle ekonomiyi destekleyecek asli unsurun reel sektör olduğunu da söylemek gerekmektedir.

Türkiye'nin yüksek büyüme hedefinin gerçekleştirilebilmesi için faktör verimliliklerini artırmanın yanı sıra üretime yönelik sermaye birikiminde de önemli miktarda artış sağlanması mecburiyeti bulunmaktadır. Bu çerçevede yurt içi tasarrufların artırılarak üretken alanlara yönlendirilmesi ve yatırımların yüksek düzeyde tutulabilmesi önem taşımaktadır.

Dış ticarette son aylarda önemli iyileşmeler görülmektedir. Ekim ayında ihracat yıllık bazda yüzde 13 oranında artarak 15,7 milyar dolara ulaşırken ithalat aynı dönemde yüzde 23,8 oranında azalarak 16,2 milyar dolara düşmüştür. Dış ticaret açığındaki daralma yıllık bazda yüzde 94'e ulaşmış, ihracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 97,2 gibi yüksek bir seviyeye gelmiştir. Ancak ithalat tüketim malları yanında ara malı ve yatırım mallarında da düştüğü için, söz konusu gelişme, üretimde daralmanın devam edeceğine de işaret etmektedir.

Diğer taraftan, özellikle üçüncü çeyrekteki büyümenin önemli bir bölümünün net ihracatın katkısıyla oluştuğu göz önüne alındığında, dış ticaretteki gelişmeler olumlu görünmekle birlikte, bu artışın üretim yerine stok azalışıyla gerçekleşmesi, önümüzdeki dönemde kur avantajının etkisini kaybederek net ihracatın daha düşük seviyelerde gerçekleşme ve büyümeye katkısının azalma ihtimalini ortaya koymaktadır.

Son dönemde TL'nin değer kaybetmesi ve enflasyonda görülen artışlar, ekonomimiz açısından dikkate alınması gereken önemli başka bir durum teşkil etmekte, özellikle dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızın geçim şartlarını ağırlaştırmaktadır. Türkiye için geçmişten günümüze kronik bir sorun olan enflasyon her ne kadar tek haneli rakamlara inmiş olsa da tekrar yükselme eğilimine girmiştir. Enflasyon oranındaki yükseliş, faiz oranlarında artışları da beraberinde getirmiş, faiz oranlarındaki tırmanış, hazinenin borçlanma ve özel sektörün finansman maliyetini artırmış, takipteki kredilerin artması ve mevduat-kredi vade uyumsuzluğu nedeniyle de bankacılık sektörünü olumsuz etkilemiştir.

TÜFE için öngörülen 2019 yılı hedefi yüzde 15,9 olup kararlı adımlar atıldığı, beklentiler iyi yönetildiği, kamu tarafından yönetilen fiyatlarda enflasyon hedeflerine uyulduğu ve petrol fiyatları gibi dış kaynaklı maliyet unsurları da beklentilere uygun gerçekleştiği takdirde bu hedefe ulaşılabilecektir. Merkez Bankasının para politikasının maliye politikasıyla uyumlu bir biçimde yürütülmesi de enflasyonla mücadelede kritik bir işlev görecektir.

Yaşanan gelişmeler ekonomiye duyulan güveni de etkilemiş, alınan tedbirlerin olumlu etkisiyle ise son iki ayda iyileşme göstererek, eylül ayı başında 570'lere kadar yükselen Türkiye'nin CDS primi 20 Aralık itibarıyla 364'e düşmüştür. Türkiye ekonomisine güvenin yeniden artmaya başlamasıyla ekonomi üzerinden siyasi kriz hesapları da boşa çıkmıştır.

İçinde bulunduğumuz makroekonomik ve finansal istikrarın sağlanması sürecinde ekonomideki yapısal sorunların çözümü için gerekli adımların atılması hayati düzeyde önem taşımaktadır. Bu doğrultuda 2019'un sadece enflasyon ve cari açığın kontrol altına alınacağı bir yıl değil orta vadede ekonomideki yapısal dönüşümlere yönelik hızlı adımların da atılacağı bir yıl olması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, ekonomi politikalarının merkezine insanı koyan, eşitlik, ahlak ve adalet ilkelerini gözeten bir yönetim anlayışıyla toplumsal refahın artırılmasını hedefliyoruz. Ekonomik ve sosyal sorunların çözüme kavuşturulması için ilgili taraf ve aktörlerce bir uzlaşma vasatının oluşturulmasını zorunlu görüyoruz. Ancak böylesi bir uzlaşma iklimiyle ekonomik kararların alınmasında ve politika tercihlerinde bütün sosyal kesimlerin memnuniyeti ve uygulanacak programlara rızası temin edilebilecektir.

Nimetin ve külfetin hakkaniyet ölçüleri çerçevesinde bölüşülmesi, hiçbir kesimin tahammül gücünü aşacak yük altına sokulmaması, üretime katılanların katkıları ölçüsünde üretilen değerden adil pay almalarının sağlanması, eş zamanlı olarak da sosyal kesimlerin, siyasi aktörlerin ve yönetim katmanlarının bu konudaki güven sorunlarının aşılması ekonomide bir uzlaşma zemini ve kültürü oluşturacaktır.

Bilinmektedir ki kalkınmış bir ülke olabilmemiz ekonomik büyüklüklerin yanında insani kalkınma, sosyal gelişme ve çevre hakkı gibi diğer göstergelerde sağlanacak iyileşmeye de bağlıdır. Bu doğrultuda ekonomide kaynak dağılımında adalet ve etkinlik, kamu hizmet üretiminde ise verimlilik temel ilke olmalıdır. Reel ekonominin ihtiyaçlarını karşılayacak ve büyümeyi finanse edecek uluslararası standartlarda sağlıklı işleyen bir mali piyasa yapısı oluşturulmalıdır.

Cari açığın temel nedeni olan dış ticaret açığının azaltılması hem ülkemizin dış finansman ihtiyacının hafifletilmesi hem de sürdürülebilir yüksek büyümenin sağlanması açısından önem taşımaktadır. Dış ticaret açığının azaltılması ise, yoğun olarak ithal ettiğimiz bazı malların yurt içinde üretilmesinin yanı sıra, esas olarak yüksek katma değerli mallar ihraç ederek mümkün olabilecektir. Bunun için ise, öncelikle, uygun yatırım ikliminin oluşturulması gerekmektedir.

Hatırlanacağı üzere, 11/12/2001 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı'yla "Türkiye'de Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Reform Programı" kabul edilmiş ve Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu (YOİKK) kurulmuştur. O tarihten itibaren bu kapsamda önemli çalışmalar yapılmış ve ciddi mesafeler alınmıştır.

Bugün itibarıyla sanayicimize önemli oranda yatırım teşvikleri ve destekleri de verilmektedir. Buna rağmen uygulamada karşılaşılan şikâyetlerin nedenleri iyi analiz edilmeli, teşvik ve destekler için ayrılan kaynakların rasyonel kullanımı için yöntem, araç ve konu bazlı öncelikler dinamik bir anlayışla belirlenmeli ve güncellenmelidir.

Bütün bunları gerçekleştirmek için kapsamlı bir strateji ile hukuk normlarında, vergilemede ve bürokratik işlemlerde yatırım için her bakımdan öngörülebilir, istikrarlı ve güvenilir bir ortam oluşturulması, yerli ve yabancı yatırımcı için bütünüyle kurumsal hâle gelmiş bir yatırım ortamı teşekkül ettirilmesi önem arz etmektedir.

Dünyada Türk markası ve patentli ürünlerin yaygınlaştırması için, millî yenilik sistemini içeren, ülkemizin kendi imkân ve şartları ile doğal ve beşerî kaynaklarını dikkate alan, "Üreten Ekonomi Programı" adıyla kamuoyuna takdim ettiğimiz çerçevede bir üretim ekonomisinin hayata geçirilmesini gerekli görüyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak samimi beklentimiz, insanlarımızın mutlu, huzurlu ve gelecekten daha umutlu olduğu, devleti, ülkesi ve milletiyle bir ve bütün olarak daha güçlü bir Türkiye'nin birlikte inşasıdır.

Partimiz her gelişmeyi yakından takip etmektedir, ülkemiz üzerindeki oyunların ve kurulmak istenen tuzakların da farkındadır. Bu farkındalıkla, her zaman "önce ülkem ve milletim" düsturuyla hareket edecek, devletin ve milletin bekasını her şeyin önünde tutacağız. Aziz milletimizin huzur ve refahı için gayret edecek, dik baş, tok karın ve mutlu yarın için çaba göstereceğiz. Vatandaşlarımızın sorunlarına ilişkin taahhüt, görüş ve önerilerimizin takipçisi olmaya devam edeceğiz. Millet yararına olmayan hiçbir işin içerisinde olmadık, olmayacağız. Millî kimliğe ve millî varlığa her daim sahip çıkacak; devletimizi sıkıntıya sokacak, milletimizi hüsrana uğratacak şer girişimlere karşı millî vicdanın sesi olmaya, ikaz ve uyarılarımızı yapmaya devam edeceğiz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Plan ve Bütçe Komisyonunda ve kurum bütçelerinde olduğu gibi, 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı'nın tümüne de "kabul" oyu vereceğiz.

Bu düşüncelerle, bütçenin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı hizmetlere vesile olmasını temenni ediyor, yüce Meclisin siz değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.