| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Katar Devleti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ile Anlaşmaya Dair Protokol ve Mektupların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 40 |
| Tarih: | 25.12.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Komisyon Başkanı; izninizle, ben, hem anlaşmayı hem Türkiye ile Katar arasındaki ilişkileri "garip" kelimesiyle tanımlayacağım. Bu iki garip konudan hangisiyle başlayayım diye düşündüğümde de Türkiye ile Katar arasındaki ilişkilerden başlayayım dedim. Özellikle bunu belirtmemin bir sebebi var çünkü Türkiye ile Katar arasındaki ilişki, Sayın Cumhurbaşkanı ile Katar Emiri arasındaki özel ilişkilerin gölgesinde gelişen bir ilişki tipi. Karşılıklı cömertliklerin gündeme geldiği ve izahını da pek kolay yapamadığımız bir ilişkiler manzumesinden bahsediyoruz.
Bunun en yakın tarihte gündeme gelen noktası, biliyorsunuz, bir Boeing 747 uçağıdır. Buna "uçak" diyorum ben ama aslında bunu bir "uçan tanker" olarak tanımlamak lazım çünkü bunu bir havaalanına çekip "Şunun deposunu dolduruver." deseniz oradaki bir çalışana, bu uçağın aldığı benzin miktarı 225.486 litre yani 225 ton benzin alıyor. Bu 225 ton benzini Amerika'da dolduracak olsanız buna ödeyeceğiniz fiyat 280 bin dolar. Bugünkü kurdan Türk lirasına çevirirseniz, bu uçağın deposu 1,5 milyon Türk lirasına doluyor. Bu kimin parasıyla doluyor? Bizlerin ve vatandaşın verdiği vergilerle. Bu cömertliği sizce niye yapmış olabilir Katar Emiri? Nereden gerek duydu da böyle bir hediyeye yöneldi?
Biz aslında bunu merak ettik ve zamanında Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısına şu soruları sorduk: Cumhurbaşkanı ve/veya Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın görev süresi boyunca aldığı hediye ve hibeleri sıralayan, kimler tarafından hediye ve hibe edildiklerini gösteren ve değerlerini de kapsayan, kamuoyuyla paylaşılabilecek güncel bir liste var mıdır? Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'ın aldığı bu hediye ve hibeler kendi şahsi mal varlığına mı geçmiştir, yoksa Cumhurbaşkanlığı demirbaşına mı kaydedilmiştir?
Üç: Kişisel olarak kabul edilen hediye ve hibeler mal beyannamesine yansıtılmış mıdır? Kişisel olmadıkları için mal beyannamesine kaydedilmeyen her türlü hediye ve hibenin demirbaş kayıtlarının bir örneğinin temini mümkün müdür?
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı bütçe konuşmaları sırasında burada otururken "Ben her türlü soruyu cevaplandırmaya hazırım." demişti, aslında bu da cevaplandırılması gereken sorular kabîlinden kendisine yöneltilmişti. Bu sorular 9 Ekim tarihinde yöneltildi. On beş gün geçti, 24 Ekime geldik, üzerinden iki ay geçti, hâlâ cevapları yok. Dolayısıyla ben Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısına da bu vesileyle bir çağrıda bulunuyorum.
Başka bir konu Müşir Fuat Paşa Yalısı. Duydunuz mu hiç Müşir Fuat Paşa Yalısı'nı? Müşir Fuat Paşa Yalısı, bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin Boğaz'da sahip olduğu son yalıdır. Bu yalıya bir gün Millî Emlakten 2 kişi gelir ve "Hayrola, ne olacak? Mal sizin zaten, niye geldiniz?" "Bu bina satılacak, değer biçmeye geldik." diyor Millî Emlak. "Hayrola, mal sizin. Kime satıyorsunuz?" "Söyleyemeyiz kime satılacağını." Onlar gittiler -değerinin ne olduğunu bilmiyoruz- aradan iki gün geçti, bu sefer Katar Başkonsolosluğundan 2 kişi geldi, müşteri onlar ve binayı gezdikten sonra neyse ki "Bu bizim için çok ufak bir bina, satın almaktan vazgeçtik." dediler.
Başka bir konuya geçiyorum. Biliyorsunuz, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Katar'da bir üssü var. Bu üs 300 kişiyle başladı, bu yıl sonu itibarıyla bir tugay düzeyine çıkması söz konusu. Kime hizmet ediyor bu tugay? Ben size söyleyeyim. Bundan bir müddet evvel, geçen sene 5 Haziran 2017 tarihinde Katar'da bir darbe teşebbüsü oldu. Bu darbe teşebbüsünü Türk Silahlı Kuvvetleri engelledi. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri Katar'da bir Katar Emiri'nin muhafız alayı görevini yapıyor, bu da yine bizim paramızla yapılıyor. Âdeta Türk Silahlı Kuvvetleri personeli orada paralı asker olarak Katar Emiri'ni koruyorlar ve Orta Doğululaşma dediğimiz de bu zaten. Çünkü Suudi Arabistan'a giderseniz de Suudi Arabistan Kralı kendisini kendi vatandaşına emanet edemediği için onun da muhafız alayı Pakistanlılardan oluşur. Böyle bir garip ilişki.
Suriye konusuna geleyim. Suriye konusunda da yine bildiğiniz gibi, Katar'ın doğal gazının Türkiye üzerinden Akdeniz'e taşınmasını öngören başka bir projeyle bu iş bugüne kadar geldi. Bugün, günümüzde başka bir adrese sipariş gündemde. Bunlardan bir tanesi de Millî Savunma Bakanlığına bağlı 1'inci ana bakım merkezi Sakarya'da ki bu merkez, savunma sanayimizin önemli taşlarından bir tanesi. Bu sanayi sitesinin de âdeta bir adrese teslim ihaleyle kamulaştırılmaktan çıkarılıp bir özel şirkete aktarılmasının gündemde olduğunu bize duyuranlar var ve işin enteresan tarafı bu şirketin de hissedarı yine Katar.
Şimdi bunları söylemişken Katar'dan, biraz da bu doğal gaz boru hattıyla irtibatlı olarak Suriye konusuna değinmek isterim. Trump'ın Suriye'deki ABD askerlerinin çekilmesi yönünde almış olduğu kararı, Fırat'ın doğusuna yapılacak bir askerî harekât açısından olumlu olarak karşılayanlar olsa da bu kararı aynı zamanda bir meydan okuma olarak da görmemiz gerekir.
Diğer bir ifadeyle, ABD, yetiştirip büyüttüğü ve bölgedeki müstakbel siyasetleri açısından müttefik olarak tanımladığı PYD/YPG'nin artık kendi ayakları üzerinde durabileceğini ve bu güçlerden beklenen işleri ABD askerlerinin yokluğunda da yerine getirebileceğini dünya âleme duyurmak istemiştir. Kaldı ki ABD askerleri çekilse bile taşeron danışmanlarının bölgede kalacağı, Suriye'den çekilecek ABD askerlerinin hepsinin de ABD'ye dönmeyip Irak'ın kuzeyine kaydırılacağı başka bir gerçektir.
PYD ve YPG'nin destekçilerinin ABD'den ibaret olmadığı hatırda tutulmalıdır. Bölgede askerî güç bulunduran diğer ülkelerin de ABD'nin azaltacağı güçleri telafi etme yoluna gitmeleri kuvvetle muhtemeldir.
ABD askerleri bölgedeyken dost ateşi riskini göze alarak askerî harekât nidaları atan Sayın Erdoğan'ın Trump'ın kararından sonra harekâtı ertelemiş olması da enteresandır.
Görüldüğü kadarıyla Sayın Erdoğan, Fırat'ın doğusuna yapılacak bir harekâtı, mahallî seçimler kampanyasının bir unsuru olarak değerlendirmekte ve üzülerek söylemem gerekir ki bu seçimlerin başarısı uğruna bir çatışmayı göze almaktadır. Harekâtın tarihinin de kampanyanın gereklerine göre belirleneceği anlaşılmaktadır.
Şimdi, bu konudan şu "garip" dediğim anlaşmaya geçmek isterim. Bana sorarsanız, bu anlaşma Anayasa'ya aykırı. Niye Anayasa'ya aykırı? Bu anlaşma bir anlaşma, bir protokol ve bir mektup teatisinden oluşuyor. Aslında bunun iki mektup teatisi olması gerekirdi. Niye? Bunun içinde "yetkili makam" diye biri var -herkes okudu herhâlde, biliyorsunuz- kim yetkili makam? Maliye Bakanı. "Maliye Bakanı" diye biri var mı bugün Türkiye'de? "Maliye Bakanı" diye biri yok, "Hazine ve Maliye Bakanı" diye biri var. Türkiye'de bugün hükûmet var mı? Türkiye'de bugün hükûmet yok, burada "Hükûmet" var. Dolayısıyla bunun ekine başka bir mektup teatisinin eklenmesi gerekirdi ve o mektup teatisinde de yapılan son Anayasa değişiklikleri çerçevesinde buradaki yetkili makamın Maliye Bakanı değil, "filanca bey" yani Maliye ve Hazine Bakanı olması veyahut Hazine ve Maliye Bakanı yazılması gerekirdi. "Hükûmet" kelimesinin de artık "Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti" değil, "Cumhurbaşkanının hükûmeti" olduğunun kayda geçmesi gerekirdi. Dolayısıyla bunu her ne kadar Cumhurbaşkanı buraya sevk etmiş olsa dahi, Cumhurbaşkanları da fânidir, insandır, onlar da hata yapabilirler ama bu sıralardaki arkadaşlarımızın hepsi, Cumhurbaşkanından geldiği için bu hatanın üzerine gitmekten imtina ettiler. Dolayısıyla bunu kayda geçirmiş olarak hepinizi saygıyla selamlarım.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)