| Konu: | Karayolları Trafik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 41 |
| Tarih: | 26.12.2018 |
HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın üyeler, hepinize saygılarımı sunuyorum.
Ben de -ismini de okumakta zorlanıyorum- Karayolları Trafik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine grubum adına söz aldım. Bu konudaki görüşlerimizi sizlerle paylaşacağım.
Fakat arkadaşlar, ben, benden önceki hatibin de konuşma çizgisi üzerinden birkaç şey söylemek istiyorum. Çünkü bu torba yasa meselesi hakikaten bizi bıktırdı yani bu torba yasa meselesine eğer bir çözüm getiremezsek sanıyorum gerçekten de burada kanun yapma sürecini sağlıklı hâle getirmemiz mümkün değil.
Bakın, ben size bu son kanun teklifiyle ilgili olarak birkaç tane tarih söyleyeceğim. Şimdi, bu, bize cuma günü geldi, saat 20.30'du, dağıtım cuma günü oldu ve bizi 24 Aralık Pazartesi saat 15.00'te Komisyon toplantısına çağırdılar. Arkadaşlar, aşağı yukarı altmışaltı saatlik bir ara var burada ve bu altmışaltı saat içinde yemeden, içmeden, yatmadan, uyumadan bu yasa teklifini değerlendirmemiz bekleniyor bizden. Şaka gibi bir durum yani. Şimdi, diyebilirsiniz ki: "Ya, zaten İç Tüzük'e göre kırk sekiz saat geçmiş olması yeterli." Fakat arkadaşlar, burada da bir garabet var. Bakın, İç Tüzük madde 26'yı okuyacağım size, diyor ki: "Zorunluluk olmadıkça komisyon toplantısı için çağrı, en az iki gün önceden yapılır." "En az iki gün önceden." Cumartesi, pazar olup olmadığını söylemiyor ama cumartesi, pazar -hepinizin de bildiğiniz gibi- milletvekillerinin çoğu kendi illerine gidiyor. Dolayısıyla da bu tüzük maddesinde bir problem olduğu çok açık. Kaldı ki iki gün bile bence böyle bir yasa teklifinin tartışılması için yeterli bir süre değildir arkadaşlar, elinizi vicdanınıza koyun.
Bakın, Boğaziçi imarla ilgili olarak söz konusu edilen bir maddesi dahi çok yakından takip etmeyi, değerlendirmeyi gerekli kılan bir madde çünkü inanılmaz bir rant yaratılacak orada, Boğaziçi sırtlarında ve bizden -söylediğim gibi- altmış altı buçuk saatlik bir sürede bunu değerlendirmemizi istediniz. Arkadaşlar, böyle bir şey olmaz. Allah aşkına elinizi vicdanınıza koyun ve bu sürecin, bu torba yasa yapma tekniğinin artık yeteri kadar kullanıldığını ve açıkça söyleyeyim, bazı kanun maddelerinin -hani tırnak içinde tabirimi caiz görün- çaktırmadan geçirmek gibi bir maksadı da taşıdığı kanaati bende hasıl olmakta her geçen gün.
Şimdi, arkadaşlar, hakikaten bu kanuna baktığımızda -gerçi arkadaşlarımız üzerinde konuşacaklar ayrıntısıyla ama- mesela "Kanun neden geldi?" diye baktığımda hani bu kadar acil... 71 maddelik yasa teklifi Komisyondan geçti, biz Genel Kurula gelecek diye bekliyorduk, birdenbire bu yasa teklifi devreye girdi -demin de söylediğim gibi- gecenin bir saatinde 20.30'da bürolarımıza, ofislerimize bırakılan belgeyle ya da neyse işte, kanunun örneğiyle biz bu konuyla karşılaşmış olduk. Şimdi, bakın, burada şöyle diyor: "Son dönemde vatandaşlarımızdan gelen talepler ve ortaya çıkan ihtiyaçlar çerçevesinde çeşitli konulara ilişkin düzenleme yapma ihtiyacı..." Şimdi, evet, böyle bir şey hakikaten olabilir. Mesela Trafik Kanunu'yla ilgili olarak böyle bir aciliyet söz konusu olabilir ama arkadaşlar, mesela YSK yöneticilerinin görev sürelerinin uzatılması hangi taleplerden kaynaklı, kimin talebiydi bu? Gerçekten vatandaşlarımızın talebi miydi? Böyle olmadığını herhâlde aklıselim söylüyor diye düşünüyorum.
Şimdi, dolasıyla, bu yasaya genel olarak baktığımızda açıkçası bu yasanın bir seçim yatırımı amacı taşıyan bir yasa olduğunu, biz en azından böyle bir nitelikte bir yasa teklifi olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü baktığımızda bütün maddelere "Neden bu madde?" diye sorduğunuzda alacağınız cevaplar aşağı yukarı ya af niteliğinde kararlar içeriyor ya işte, ne bileyim, trafik cezalarının affı mesela veya köprü geçişlerindeki cezaların affı gibi veya tüzel kişiliği kaldırılan köylerde ödenmeyen emlak vergisi, belediyeye ödenmesi gereken vergi harçlarının 2022'ye kadar ertelenmesi vesaire gibi maddeler, vergi affı gibi maddeler var. Bütün bunlar, esasında, yerel seçimler öncesi toplumun bir kesimine... Hangi kesim olduğunu ve ne kadar genişlikte olduğunu da bilmiyoruz arkadaşlar. Mesela, trafik cezalarının kaldırılmasıyla ilgili olarak kaç kişi etkileniyor bundan? Bilmiyorum ama muhtemelen sizler de hesaplamışsınızdır veya Sayın Mehmet Muş hesaplamıştır, geniş bir kesimi etkilemiş olduğunu kabul edebiliriz. Dolayısıyla da bu türden bence bütçeyi de zorlayacak olan -"mali disiplin" diyor ya Sayın Berat Albayrak, hani nerede mali disiplin?- bütün bu maddeler, esas itibarıyla mali disipline aykırı maddeler diye ben şahsen düşünüyorum.
Şimdi, arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma Partisinde özel olarak benim gördüğüm ve bu konuşmada da paylaşmak istediğim bazı ön yargılar var. Bunlardan bir tanesi şu, bunu çok sık söylüyorsunuz: 2002'den bu yana sanki ekonomide bir devrim yaratmış gibi konuşuyorsunuz. Arkadaşlar, yok böyle bir şey yani size öyle geliyor ama öyle değil. Bakın, ben size bir tablo söyleyeyim, geçen gün hesapladım: 2002'de Türkiye, kişi başına millî gelir sıralamasında 72'nci sıradaymış, 68'e çıkmış. Kaç adım atmış? 4 adım atmış, 4 basamak çıkmış. Ama arkadaşlar, Rusya 2002'de 81'deymiş, 65'e çıkmış yani 16 basamak çıkmış. Romanya -hani beğenmezsiniz ama- 2002'de 91'inci sıradaymış, 63'e çıkmış yani 28 basamak atlamış. Sırbistan -Yugoslavya'nın parçası- 2002'de 90'ıncı sıradaymış, 2018'de 86'ya çıkmış, 4 basamak, ancak bizim kadar olmuş. Fakat arkadaşlar, Kazakistan ve Türkmenistan. Kazakistan 2002'de 107'nci sıradaymış, 2018'de tam 27 basamak sıçrayarak 75'inci sıraya gelmiş. Türkmenistan ise 1999'dan 16 basamak atlamış, 83'üncü sıraya gelmiş.
Şimdi arkadaşlar, bu tablo şunu söylüyor: Öyle devrim falan yok arkadaşlar. Yani zaten dünya konjonktürü belli nitelikteki ekonomilere yol vermiş, bunu iyi kullananlar adımlar atmışlar. Ha, biz ne kadar adım atmışız? 4 adım atmışız. İnsaf edin, buna "devrim" dememizin bir sebebi var mı? Yani bu, bir algı operasyonu. Ekrem Çelebi'yi göremedim ama bana sürekli algı operasyonu yaptığımızı söylüyor. Hangi mekanizmayla algı operasyonu yaptığımızı da pek anlamıyorum ama. Arkadaşlar, bu, bence size yapılmış bir algı operasyonu. Gerçekten de Adalet ve Kalkınma Partisi 2002'de iktidara geldiğinden bu yana, Türkiye'yi ancak ve ancak dünyadaki millî gelir sıralamasında 4 basamak yukarı çıkarabilmiş.
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - 3 kat büyümüş hocam ya, 3 kat.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Şimdi, öyle de bakabilirsiniz ama ben size şunu söyleyeyim: Tablolar çok açık yani hani çok inanmıyorsanız ben size kaynaklarını da vereyim, bakın. Dünya... Yani şunu söylüyor, siz yürümüşsünüz, Türkiye yürümüş ama Türkiye'den daha hızlı yürüyenler de olmuş arkadaşlar.
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Olabilir.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - O zaman bizim yürüyüşümüzü "devrim yürüyüşü" diye saymanız anlamlı mı? Değil bence.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Çok anlamlı.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Hayır, hiç değil. Yani kendinizi kandırıyorsunuz, bizi de kandırmaya çalışıyorsunuz, öyle bir şey yok. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
RECEP ÖZEL (Isparta) - Sen bizim ekonomideki iç büyümeye bak.
BAŞKAN - Arkadaşlar, kürsüde bir arkadaşımız var. Böyle bir usul yok. Soru-cevaba başlamadık.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Şimdi arkadaşlar, ya benim söylediğim çok açık ve net bence yani karıştırmanıza gerek yok. Bence yani nasıl bakarsanız bakın, bu tablo bir gerçeği söylüyor, o gerçek de şu: Siz olağanüstü bir efsane yaratmadınız henüz, böyle bir şey yok.
2007-2008'e kadar özellikle demokrasiye daha çok saygılı olduğunuz, Avrupa Birliğiyle ilişkilerinizin daha yakın olduğu dönemlerde yüksek büyüme oranları -daha önce de söylemiştim bunu- yakaladınız ama size söyleyeyim, 2009-2010'dan sonra bence Türkiye ekonomisini yönetmek konusunda müthiş bir -affedersiniz- beceriksizlik içine girdiğinizi söyleyeceğim.
Şimdi, başka bir algılama daha var, yine bunları sizden duyuyorum, şöyle bir şey diyorsunuz: "Canım ne var, eşit seçimler oluyor, eşit koşullardayız. Bizi millet seçti." vesaire vesaire. Arkadaşlar, nasıl eşit? Yani bu sandık ve demokrasi o kadar eşit değil yani nasıl bunu söyleyebilirsiniz? En basitini söyleyeyim, bırakın sizin kullanabileceğiniz sermaye miktarını önümüzdeki seçimlerde, devletten aldığınız 375 milyon, bizim aldığımız 70-80 milyon gibi rakamları bir yana bırakalım, bunları da bir yana bırakalım ama arkadaşlar nasıl eşit olabiliriz? Biz herhangi bir televizyonda Halkların Demokratik Partisiyle ilgili olarak bir dakika dahi yer alamıyoruz ama siz -demin hatip arkadaşımızın söylediği gibi- Recep Tayyip Erdoğan her an televizyonlarda. Yani, şimdi, seçime biz eşit mi giriyoruz arkadaşlar, öyle mi?
RECEP ÖZEL (Isparta) - Evet.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Eyvallah. Buna "eşitlik" diyorsanız size söyleyecek bir şeyim yok benim ama ben bunu "eşitlik" olarak görmüyorum doğrusunu isterseniz ve kimsenin de göreceğini sanmıyorum. Dolayısıyla da arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma Partisinde var olan ikinci algı sorunu budur.
Üçüncü, bir tane daha var, onu da söyleyeceğim: Her nedense bütün istatistiklerinizi 2002'yle veriyorsunuz, 2002-2017, 2002-2018 diye veriyorsunuz. Arkadaşlar, yani bu, doğru bir yaklaşım değil. Bu, o kadar garip bir şey ki geçenlerde Naci Bostancı burada dedi ki: "Efendim, dolar cinsinden baktığımızda 2002'de asgari ücret 113 dolardı ama biz 2018'de 426 dolara çıkardık." Evet, doğru gibi geliyor, değil mi? Ama doğru değil, doğru değil. Mesela bunu altın hesabıyla yapın, doğru olmadığını anlayacaksınız. 2002'de çeyrek altın hesabını alın -ben yaptım bunu çünkü, siz de yapabilirsiniz- 2002'de 7 tane çeyrek altın alınabiliyordu asgari ücretle, 2019'da 5,5 çeyrek altın alınabiliyor. Demek ki arkadaşlar, verdiğiniz karşılaştırmalar, 2002'den başlattığınız zaman gerçekleri söylemiyor. Bu bir algı operasyonunun parçası. Tabii ki siz algı operasyonu yapmakta özgürsünüz ve elinizde müthiş imkânlar var, doğru, bütün televizyonlar size çalışıyor zaten ama arkadaşlar bir de gerçek diye bir şey var, gerçek değil bunlar, yanılıyorsunuz ve yanıltıyorsunuz ayrıca milleti.
Şimdi geçenlerde...
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Millet yanılmaz.
EROL KATIRCIOĞLU (İzmir) - Söyleyeceğim.
Geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanı vekili ya da yardımcısı -pardon- geldi, bize bütçeyle ilgili bir görüş anlattı ve işin ilginç tarafı, dikkatimi çekti, 2 rakam verdi ve iki konudan bahsetti. Bir tanesi güven endeksiydi, bir tanesi de CDS'lerdi, yani dış pazarlardaki bize ilişkin güven endeksiydi. ikisinin de iyileştiğini söyledi. Hâlbuki ben de o gün bakmıştım ve kötüleştiğini görmüştüm. Mesela, bakın güven endeksi 59,6'dan 58,2'ye düşmüş yani bütün bu sizin, Berat Albayrak'ın, efendime söyleyeyim "Acayip işler yapıyoruz, işte Türkiye'yi kurtarıyoruz." vesaire gibi lafügüzaflarından sonra bile güven endeksi azalıyor. CDS'ler de aynı şekilde, o tarihlerde baktığınızda -işte siz bakabilirsiniz- 348,64'ten 351,55'e çıkmış, bu, tersten okunabilir rakam. Yani dış dünyanın size bakışı yani Türkiye'ye bakışı da esasında güvensizlik içeren bir biçimde gelişiyor.
Şimdi arkadaşlar, yani bunu yapıyorsunuz, bu sözcüleriniz bunları kullanıyorlar ama bunların gerçeklerle ilgisi yok. Gerçekler son derece basit. Gidin pazara, görün arkadaşlar; gidin sokağa, görün. Bir yangın yeri olduğunu anlayacaksınız ve bunu siz... Berat Albayrak özelinde söyleyeceğim. Kendisi bunu ilk olarak "Enflasyonla mücadele olarak işte yüzde 10 fiyatları indireceğiz" diye böyle bir kampanya başlattı. Arkadaşlar, o kampanyanın anlamı bile tuhaftı çünkü gönüllü yapılan bir şeydi güya ve de yılbaşına kadar olacaktı ve de sonunda şunu söyleme şansını elde edecekti: "Görüyor musunuz, bakın, enflasyonda olumlu adımlar atıyoruz." olacaktı.
Arkadaşlar, bakın, daha geçen gün BDDK, bankalara mektup yazıyor, diyor ki: "Atacağınız adımları bana sorun." diyor, "Kendi başınıza adım atmayın." diyor.
Bir soğan meselesi vardı, biliyorsunuz değil mi, soğan depocularını gittiniz bastınız.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Hocam, geldim.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Evet, geldin ama geç geldin.
Bu ve buna benzer tedbirler, arkadaşlar, antienflasyonist mücadele biçimlerinden değildir, politikalarından değildir. Eğer yapabiliyorsanız bir ulusal uzlaşma yaratmanız lazım, enflasyonu gerçekten aşağıya indirmekle ilgili olarak. Öyle gönüllü mönüllü olmaz bu işler. Resmen, ister "sınıf" deyin ister "toplumdaki kesimler" deyin bunların bir araya gelerek enflasyonla ilgili gelirler politikası çerçevesinde bir karar verilmesi lazım, bir uzlaşma üretilmesi lazım. Ama bu da yine sizin hiçbir şekilde gündeminizde olmuyor.
Ve dolayısıyla da bence gidip geliyorsunuz. 2010'dan beri -benim gözlediğim kadarıyla- ekonomideki aldığınız bütün kararlar "Serbest piyasa mı, yoksa devlet müdahalesi mi?" arasında gidip geliyor. Ve benim gördüğüm kadarıyla da her geçen gün, her yasa geldiğinde, her yetkiyi Cumhurbaşkanına ve devlete yıkarak esasında bir parti devleti oluşturma yolunda hızla ilerliyorsunuz. Ve bu, gerçekten, sizin tahmin edemeyeceğiniz kadar tehlikeli bir yoldur arkadaşlar.
Parti devleti, bu coğrafyada çok vardır biliyorsunuz. Esed, Esad -her neyse- efendime söyleyeyim diğer Orta Doğu ülkelerinin çoğunda olan bir şeydir bu. Ve maalesef gördüğüm kadarıyla siz de bunu burada yaratma yolunda hızlı adımlar atıyorsunuz.
Ve düşünüyorsunuz ki ya da en azından yaptıklarınızdan anlıyorum ki ekonomiyi merkezîleştirirsek, ekonomide karar alıcıların sayısını azaltırsak daha etkili oluruz, daha hızlı çalışırız diyorsunuz. Ama arkadaşlar, öyle olmuyor, dünyanın hiçbir yerinde de olmadı, dünya böyle bir şeyi kaydetmedi, dünyadaki ekonomik gelişmeler.
Dolayısıyla bu meseleleri de konuştuktan sonra -zaten üç dakikam kaldı- bir konuyu, benden önceki hatibin konuştuğu konuyu, Sayın Nuhoğlu'nun konuştuğu konuyu da tekrar -daha önce de konuştuğum için- hani belki gündeme getirmenin yararı olabilir diye düşünerek.
Şimdi, arkadaşlar, problem, bizim farklı fikirlere sahip olmamızdan kaynaklanmıyor. Farklı fikirleri olabilir, farklı fikirlerimiz olabilir. Farklı fikirler tartışmaya açıktır, tartışılır, anlaşılır veya anlaşılmaz, her neyse. Ama bizlerin arasındaki tartışma, değerler üzerinden yapılan tartışmalar, ki burada uzlaşma mümkün değildir arkadaş, sonsuza kadar mümkün değildir. Eğer siz siyasette siyasi amacınızı bir değerler sistemi üzerinden ifade ediyorsanız, bir başkası da benzer bir şekilde değerler üzerinden ifade ediyorsa bu iki grup insanın bir araya gelip de anlaşma ve uzlaşma üretmesi mümkün değildir arkadaşlar ve bizim hâlimiz, pürmelalimiz bu. Biz burada konuşuyoruz ama sadece konuşuyoruz; burada uzlaşmaya çalışmıyoruz, burada ortak bir fikir üretmeye çalışmıyoruz arkadaşlar, kendimizi kandırmayalım. Ben buraya yeni geldim ve geldiğim günden itibaren bunu görüyor ve hayretle bunu ifade etmeye çalışıyorum. Bu nasıl bir şey, bu nasıl bir demokrasi? Böyle demokrasi mi olur? Bu muymuş bizim demokrasimiz bilmem kaç yıllık?
Burada bir yanlışlık var arkadaşlar ve bu yanlışlık -yani herhangi birine ait olduğunu söylemeyeceğim- herkesin yaptığı bir yanlışlık olabilir belki veya herkesin bir şekilde katkıda olduğu bir yanlışlık olabilir ama şunu söylemek zorundayım: En büyük yanlışı da sizin çok sevdiğiniz lideriniz Sayın Cumhurbaşkanı yapıyor. Sayın Cumhurbaşkanı bu toplumu elinden geldiğince kutuplaştırarak siyaset yapıyor, kamplaştırarak siyaset yapıyor ve şu gerçeği atlıyor: Bunu niçin yapıyor? Bunu, kendi taraftarlarını konsolide etmek için yapıyor ama arkadaşlar, konsolidasyon iki taraflıdır, siz konsolide ederken karşı taraf da konsolide olur, toplum yüzde 50-yüzde 50 ayrılır ve şimdi Türkiye de böyle bir durumda. Dolayısıyla da şunu söyleyeyim: Her kesimin yumrukları sıkılmaya başladı. Yani siz şunu diyemezsiniz: "Beşiktaş'ta oturanlar, Çankaya'da oturanlar Türkiye'nin kaymağını yedi." diyemezsiniz.
Ya da deminki tartışmaya dönelim, hemen, çok basit... Efendim, "Külliye" mi diyeceğiz "saray" mı diyeceğiz?
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - "Külliye" deyin bitsin.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Evet ama "saray" demek isteyenler de var, ne yapacağız şimdi?
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Resmî ismi Külliye.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - E resmî... Kimin resmiyeti o?
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Türkiye Cumhuriyeti'nin.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Öyle bir şey yok, hayır. Efendim, şunu unutuyorsunuz, bakın: Çoğunlukçu bir yerden konuşuyorsunuz.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Saray değil, kaçak değil. "Kaçak saray." diyorsunuz bir de, kaçak değil.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Hayır, siz Türkiye'nin yüzde 50'sini temsil ediyorsunuz, o kadar. Türkiye'nin tümünü temsil etmiyorsunuz ki.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Hocam, sizin adınız soyadınız ne? Biz size başka bir isimle hitap edebilir miyiz?
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) - Demin söylediğin doğru hocam, sizin değerleriniz var, bizim de değerlerimiz var.
BAŞKAN - Arkadaşlar...
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Arkadaşlar, siz beni anlıyorsunuz ama laf etmek zorunda hissediyorsunuz kendinizi. Edin ama ben size şunu söylüyorum: Yani bu artık anlaşılmıyorsa da yapabilecek bir şeyim yok doğrusunu isterseniz ama biz siyaseti, siyasi partileri kendi değerlerimizle özdeş hâle getirdiğimiz andan itibaren siyasi partiler anlamlarını yitiriyorlar ve demokrasi de anlamını yitiriyor. O nedenle de Türkiye'de demokrasi bence yoktur, işlememektedir. Sandığa gidiyor olmamızın hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur, ben size söyleyeyim.
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) - Öyle diyor zaten bazıları.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Evet, hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur. Gidilir, sandıkta oylar verilir ama sonuçta ortaya çıkacak olan tablo...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakika lütfen.
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
AHMET TAN (Kütahya) - Milletin iradesini bu kadar aşağılamak da olmaz yani. Milletin iradesini aşağılıyorsunuz.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Ben kimseyi aşağılamıyorum arkadaşlar. Beni bilen de biliyor, nereden konuştuğumu da biliyorlar. Ben diyorum ki yanlış yapıyorsunuz, özellikle Sayın Cumhurbaşkanı yanlış yapıyor. Yani bu kadar kutuplaştırıcı bir politika... Demin Nuhoğlu arkadaşımız söyledi, herkesin sinirleri gergin bir vaziyette. Bu işinize yarıyor mu sizin, işinize geliyor mu bu sizin?
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Gerilmeyin Hocam, niye geriliyorsunuz? Sakin sakin konuşuyoruz.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - E canım, ikide bir laf atıyor Sayın Cumhurbaşkanı her gün bütün televizyonlarda, doğal olarak insanlar da rahatsız oluyor.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Cevap veriyor.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Yani şimdi Beşiktaş'ta oturan bir insan gerçekten de bu memleketin kaymağını mı yemiş ya? Ben size Beşiktaş'taki gecekonduları göstereyim ya. Ayıptır ya! Böyle bir şey söyleyemezsiniz. Hele hele Fatih Portakal'la ilgili olarak söylediği asla kabul edilemez.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Hocam söyledik, ne oldu?
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Bir aile ismidir soyadı, "Portakal mı, mandalina mı, bilmem ne..." denmez.
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) - Aileye hakaret yok Hocam, aileye filan öyle hakaret yok yani.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Arkadaşlar, ama ben size şunu söyleyeyim: Sizler maalesef beni çok hayal kırıklığına uğrattınız çünkü aranızdan biri de çıkıp şunu diyemiyor: "Ya Sayın Cumhurbaşkanı, yanlış yapıyorsun ya."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Bunu biriniz söylesenize ya.
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) - Aileyle bizim işimiz yok Hocam.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Biriniz söylesenize, böyle bir cesaret koysanıza ortaya ya. Sizden beklenen bu esasında.
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) - Bizim işimiz aileyle değil, fitne ekenlerle.
BAŞKAN - Arkadaşlar, karşılıklı konuşmayın.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Ama ben size söylüyorum tekrar: Sizler, 2008'e kadar Adalet ve Kalkınma Partisi bir itirazın adıydı, şimdi biatın adıdır.
Hepinize teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Katırcıoğlu, teşekkür ederim.