| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşması'na Ait Protokol I'in Yerini Alan 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol I", Anlaşmanın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İşbirliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sini Değiştiren 17 Ocak 2017 Tarihli ve 1/2017 Sayılı Ortak Komite Kararı ve Anlaşmaya Eklenen Hizmet Ticareti Hakkında 30 Ocak 2018 Tarihli "Protokol III"ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 42 |
| Tarih: | 08.01.2019 |
CHP GRUBU ADINA YUNUS EMRE (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 1'inci Protokol'ün 2'nci ekinde Sırbistan'dan ülkemize ithal edilecek ürünlerin listesi ve ithalat koşulları yer alıyor. İthal edilecek ürünler listesinde ülkemizde yetiştirilen birçok tarım ürünü bulunuyor. Ancak -bugün benim üzerinde durmak istediğim, önemli gördüğüm bir konu- bu ürünlere ek olarak Sırbistan'dan 5 bin ton büyükbaş hayvan etinin ithal edileceği yer alıyor. Ayrıca, bu ithalatın uygun bir gümrük vergisi indirimiyle yapılacağı ve Sırbistan'a yüzde 100 oranında en ziyade müsaadeye mazhar ülke indirimi, yeni deyimle en çok gözetilen ülke indirimi yapılacağı belirtiliyor. Şimdi, bunun üzerinde bir durmak istiyorum müsaade ederseniz. Şimdi, "en çok gözetilen ülke" tabii, bir devletler arası özel hukuk deyimi, bir ülkenin bir ülkeyi kayırdığı anlamına gelmez ancak çağrıştırdığı da bir şey var yani Türkiye'nin gözünde Sırbistan'ın en çok gözetilecek, en iyi gözetilecek, en çok kayrılacak ülke konumunda bulunması gibi bir çağrışımı var.
Şimdi, Sırbistan nasıl bir ülke? Sırbistan-Türkiye ilişkileri bakımından birtakım önemli temaları gündeminize sunmak istiyorum. Şöyle başlayacağım: 25 Mayıs 2017 tarihinde bir AK PARTİ İstanbul Milletvekili ve dönemin Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı -burada da olabilir sanıyorum- Sayın Mustafa Yeneroğlu'nun bir açıklaması var Sırbistan'la ilgili -tekrar tarihi söylüyorum 25 Mayıs tarihinde- açıklama kısa bir metin, okuyacağım, deniliyor ki: "Sırbistan'ın başkenti Belgrad'ın Zemun Polje ilçesinde bu sabah Müslümanlar açısından hem kaygı verici hem de umut verici gelişmeler yaşandı. Müslüman nüfusun yaşadığı bölgede üç yıldır inşası süren cami, resmî izinlere ilişkin bazı eksiklikler olduğu öne sürülerek yerel makamlarca yıkılmak istendi. Durumu haber alan Müslümanlar ise bölgeye giderek karara barışçıl bir şekilde karşı durdu. Kalabalık, inşaatın etrafını çevreleyerek yıkımı engelledi." Devam ediliyor: "Unutulmamalıdır ki Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde camiler sadece bir ibadet yeri değildir, böyle coğrafyalarda camiler Müslüman halkın dinî ihtiyaçları kadar sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını da giderir. Yani yetkililerin yıkmak istedikleri sadece bir dört duvar değildir, bir ibadethane, bir dertleşme mekânıdır. Bu nedenle yetkilileri gereken hassasiyeti duymaya davet ederken haklarını barışçıl şekilde arayan kardeşlerimizi tebrik ediyorum." diyor. Bu tebrikten bir gün sonra, 26 Mayıs tarihinde cami yıkılıyor sevgili arkadaşlar. Bakın, resimlerini de getirdim; burada yıkılan camiyi görebilirsiniz, burada da yıkılan caminin dışında namaza durmuş Sırbistan Müslümanlarını görebilirsiniz. Yine, aynı camiden başka bir resim, kadınların namaza durduğu bir resim. Yine, burada caminin yıkık görüntüsünü izleyebilirsiniz.
Şimdi, ben buradan, tabii, bir istismar peşinde falan değilim; sadece, politikanın çok temel bir unsuru olan tutarlılık konusunu anlatmak istiyorum. Yani bir yıl önce çok temel bir insan hakları sorunu bakımından suçlamış olduğunuz bir ülkeyle kabaca bir yıl sonra böyle bir anlaşmayı Meclisin gündemine getirdiğiniz zaman buna da tabii bir yanıt sunmak durumunda olursunuz. Yani topluma, Sırpları "cami yıkan insanlar" olarak şikâyet ederken, bir taraftan onlarla ticareti derinleştirmek politikasını gündeme getirdiğiniz zaman bu eleştirinin tabii hedefi oluyorsunuz.
Diğer taraftan, yine şunu da hatırlatmam gerekli: Bakın, çok temel bir konu, Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanının Srebrenitsa soykırım kararı. Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, mahkeme, Sırbistan'ı soykırımdan mahkûm etmedi, ancak "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi'ne göre soykırımı önleme yükümlülüğünü ihlal etmiştir." hükmüne bağladı ve mahkûm etti.
Şimdi, bunları anlatıyorum. Tabii, biz tarihe saplanmak, tarihsel olaylardan husumet çıkarmak yanlısı değiliz. Ancak, muhataplarınızı yönlendirebilmek, onların davranışlarını temel insan haklarına, demokratik ilkelere doğru yönlendirebilmek için elinizdeki araçlardan biri de tabii, doğal olarak, ticaret politikasıdır ve ne yazık ki bu karşılaştığımız örnekte Türk Hükûmeti tarafından ticaret politikasının böyle kullanılamadığını gözlemliyoruz.
Yine bu kapsamda şunu hatırlatmak istiyorum: Ben, efendim, elimize silahları alalım, savaşalım demiyorum değerli arkadaşlar, ticareti de bir politika aracı olarak kullanalım diyorum.
Şimdi, bu kapsamda bir konuyu da tabii hatırlatmam gerekli, hayvancılık üzerinde duracağımı söylemiştim. Ülkemizde tabii, sevindirici bir gelişme, son yıllarda gerçekten çevre duyarlılığı büyük bir gelişim gösteriyor. Yükselen çevre duyarlılığının, bunun önemli bir boyutu da insanların, yurttaşlarımızın güvenli gıdaya erişmek istemesi, çocuklarını, ailelerini güvenli gıdayla beslemek istemesi. Ancak hatırlatmak gerekiyor ki bugünlerde, vatandaşlarımızın, özellikle emeklilerimizin, dar gelirlilerimizin kırmızı ete ulaşamadığı bir dönemde yaşıyoruz. Tabii, yüksek et fiyatlarından şikâyet ediliyor. Hayvancılık yapan üreticilerimiz de maliyetlerden dert yanıyor. Hükûmetin ucuz et yedirme, yurttaşlarımızı ucuz ete eriştirebilme bakımından ne yazık ki yegâne politikası ithal etin önünü açmak oluyor sevgili arkadaşlar. 2010'dan beri bu gelişmeyle karşı karşıyayız, 2010'dan beri bakanlar değişiyor ama ne yazık ki bu politika, ithal et politikası değişmiyor.
Hayvancılıkta tamamen ithalata dayalı bir politika uygulanıyor. Tabii, bu sadece bugün konuştuğumuz karkas et konusuyla ilgili değil, besilik ve damızlık hayvan materyali de ithal ediliyor. Yabancı gemilerle Türkiye'ye taşınıyor, taşınırken birçok hayvan hastalığı da aynı kapsamda ithal ediliyor. İthal edilen hayvanları beslemek için yem ham maddesi ithal ediliyor, saman ithal ediliyor, hayvanlar ithal yemle besleniyor. "Hayvan bakıcısı" derseniz değerli arkadaşlar, o da ithal ediliyor yani Afganistan'dan, Suriye'den bakıcılar da ithal ediliyor. Bu kadar ithalat yetmiyor, işte, bugün konuştuğumuz hadise, karkas et de ithal ediliyor, lop et ithal ediliyor, koyun, kuzu, keçi ithal ediliyor. Sevgili arkadaşlar, ithalatın büyük bölümünü de devlet yapıyor. Hemen hepsi, ya sıfır gümrükle ya da çok düşük vergi oranlarıyla yapılıyor. Son olarak tabii, yem ham maddelerinin ithalatında da gümrük vergileri düşürülmüştü, onu da hatırlatmak istiyorum.
Arkadaşlar, değerli milletvekilleri; ülkemizin sadece ithal canlı hayvanlar ile karkas ve kemiksiz ete son sekiz yılda ödediği para 7 milyar 900 milyon lira. Bunu, KİT Komisyonunda Et ve Süt Kurumunun hesaplarının görüşüldüğü toplantıda Et ve Süt Kurumunun bürokratları açıklıyorlar. Tabii, Türkiye'nin bu durumdan çıkması lazım ancak bu durumdan çıkılabilmesi, Türkiye'de kırmızı ete yurttaşlarımızın daha kolay erişebilmesi bu ithalat politikalarıyla mümkün değil sevgili arkadaşlarım. Bunun yolu, gerçekten, Türkiye'de kooperatifçiliğin, küçük üreticiliğin özendirildiği, çok desteklendiği -biliyorsunuz, Batılı modellerin de temeli bu yaklaşım tarzıdır- bir politika gerekliliği.
Bakın, 21 Kasım tarihli Dünya gazetesinde bir haber var, dikkatinizi çekmek istiyorum, deniliyor ki: "Et ve Süt Kurumu ve özel kesimhaneler hayvanını kestirmek isteyen çiftçilere iki ay sonrasına, üç ay sonrasına gün veriyor." Deniliyor ki haberde: "Talep yok, o yüzden hayvanlar kesilmiyor." Yani bu haberin yapıldığı sırada müracaat edenlere kesim için Şubat 2019 tarihine randevular veriliyor. Yani Türkiye'de böyle bir manzara varken niçin bu ithal et konusu bizim gündemimize geliyor? Bu soruları sormak istiyorum.
Son olarak da biliyorsunuz, ithal etin satışında üç market zinciri hep gündeme geliyordu ve doğal olarak işin temeli, yerli üreticiliğin, yerli hayvancılığın bittiği, bu alanda çalışan firmalarımızın iflas ettiği, konkordato ilan ettiği bir dönem oluyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YUNUS EMRE (Devamla) - Sayın Başkan, toparlıyorum.
BAŞKAN - Bir dakikada toparlayalım Sayın Emre.
Buyurun.
YUNUS EMRE (Devamla) - Ben bu protokole, az önce açıkladığım gerekçelerle karşı olduğumuzu tekrar belirtiyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)