| Konu: | MHP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 27.11.2012 |
RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak vermiş olduğumuz meslek hastalıkları başta olmak üzere, iş kazaları ve bağlantılı hastalıkların tespit edilebilmesi, yaralanmaların ve çalışanlara yönelik risklerin azaltılabilmesi veya ortadan kaldırılabilmesini amaçlayan Meclis araştırma önergemiz lehine söz almış bulunuyorum ve Türkiye'deki iş kazalarına geçmeden önce, Çalışma Bakanlığının isminden atıfla herhâlde "çalışma!" şeklinde bir güdülenmeyle işsizlikle mücadele etmediğini, bazı insanların iş kazalarına muhatap olmak gibi bir durumları bile olamıyor. Nitekim, atanamayan öğretmenler, yaptıkları eylemler, atanamayan öğretmenler özelinde genel olarak işsizlerin ne meslek hastalıkları ne de çalışma hayatına dair hiçbir dezavantajları da olamıyor. Bu bir şans mıdır, şansızlık mıdır bilemiyorum artık, bunu tartışmak gerekiyor ama işsizlik Türkiye'deki en büyük şiddetlerden biri. Yetişkin erkekler ve yetişkin kadınlar gerekli eğitimi almış olmalarına rağmen çok uzun süredir işsizlik çekiyorlar Türkiye'de ve bunların bir kısmı intiharla sonlanıyor. Dolayısıyla, Hükûmetin ben bu konuda duyarlılık gösterip kendi parti milletvekillerinin de desteklerini isteyeceğini düşünüyorum ilgili konunun halledilmesi için.
Tabii, iş sağlamak veya iş kazalarını önleyerek çalışanların güvenliklerini temin etmek, öncelikle Çalışma Bakanlığının ama sonuçta bütün işverenlerin, bütün toplumun duyarlılık göstermesi gereken bir konu. Ancak İstanbul Deklarasyonu'nu 2008 yılında imzalamış bir ülke ve bir Hükûmetin sahibiyiz ve İstanbul Deklarasyonu 2008 yılında imzalanırken şöyle bir cümle var: "Çalışanların sağlık ve güvenliğini korumak amacıyla, standartlarının tespit edildiği etkin ve güçlü denetim sistemini yürürlüğe koymak hükûmetlerin öncelikli görevidir." diyor. Ancak Türkiye'de her iki çalışandan birinin iş kazasına maruz kaldığını, son on yıldır, yani Adalet ve Kalkınma Partisinin hükûmet ettiği dönem içinde 11 bin kişinin Türkiye'de iş kazaları nedeniyle vefat ettiğini, Avrupa birincisi olduğumuzu artık duymayanın kalmadığını, dünyada üçüncülüğü Cezayir ve El Salvador'a borçluyuz biliyorsunuz. Eğer Cezayir ve El Salvador tedbirleri alırsa dünyada da üçüncülükten daha yukarıya çıkmak üzereyiz. Bunlar bizim ayıplarımız. Peki, ayıplarımızı neden bu kadar sık söylüyoruz? Çünkü tedbir alınmıyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, geçtiğimiz yasama döneminin son günlerinde, bir gece yarısı bir İş Güvenliği Yasası çıkardı, biliyorsunuz ve yasanın adında da biz aslında, o dönem düzeltme istemiştik bir önergemizle. "İş güvenliği"nden öte "çalışan sağlığı" veya "çalışan güvenliği"yle beraber "iş güvenliği" biçiminde yasanın adının düzenlenmesini istedik. Çünkü iş güvenliğinden murat, öncelikle çalışanların sağlığının, güvenliğinin, refahının, sosyal uyumunun halledilmesi olmalı. Bunu niye söylüyorum? Türkiye'de kayıt altında çalışanların yüzde 71'i mutsuz, yüzde 54'ü hayatında hiç tatil yapmamış. "Peki, kayıt dışı çalışanların durumu?" derseniz, onu hiçbirimiz bilmiyoruz. Kayıt içinde çalışanların yüzde 71'i "Mutsuzum." diyorsa kayıtsız olarak çalışanların sanıyorum ki yüzde 100'ü mutsuzdur.
Peki, bütün bunların ötesinde "Hükûmetimiz bu konuda ne yapıyor?" derseniz ben, bir kez daha, bu Meclis kürsüsünde ifade ettiğim bir konuyu hatırlatmak istiyorum: Başbakanlığa bağlı Türkiye Yatırım Destekleme ve Tanıtım Ajansı Başkanlığının sitesi. Bu Başkanlığın sitesi Türkiye'yi yatırım cenneti olarak görürken şöyle bir şey söylüyor: "Yetişmiş, genç, 26 milyon çalışmaya hazır insanımız var." Peki, bunları neyiyle övüyor? Bu insanlarımızın haftada elli üç saat çalışabildiğini ve dünyanın en az hastalık izni kullanan insanlarının da Türkiye'de olduğunu söylüyor. Ben, daha önce bu konuyu açtığımda şunu da söylemiştim "Birer de diş grafisi koyarsanız yanına, tam köle pazarına dönecek." diye. Aslında, bunlar dünyada olumlu olarak kabul edilmeyen şeyler. Nitekim, Türkiye, iş güvenliği anlamında dünyada çok geri sıralarda yer alan bir ülke. Genel olarak, her tür şiddette zaten öyleyiz. Şiddetle baş etmek konusunda genel olarak bir beceriksizliğimiz ve bu konuda hep üçlü rakamlarla telaffuz edilen bir sıramız var, yani 100 ve üstünde sıralarda yer alıyoruz ülke olarak.
Nitelikli, rekabetçi iş gücüne sahip olmak, bir ülkede insanların haftada elli üç saat çalışması ve yılda dört gün gibi bir hastalık izni kullanmasıyla ifade edilmiyor. Nitelik, aslında gerektiği zaman izinlerini kullanabilen, sosyal güvencesini sağlamış ve dolayısıyla iş güvenliği konusunda devletin koruması altında olması gereken çalışanları tarif eden bir durum ama bizde iş sağlığı, iş güvenliği ve meslek hastalıkları bu çerçevede hiçbir zaman değerlendirilmiyor. İşte, geçtiğimiz hafta Samsun'da yaşanan olayı, ben, burada bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Amonyak tankının kapağı? 300 tonluk bir kapağı halatlarla yerine koymaya çalışan bir zihniyet, bilmiyorum nerelerde var ve dolayısıyla 5 tane işçimizin vefatına, 11 tanesinin ağır yaralanmasına ve böyle bir kapağın altında kalıp ezilerek vefat eden 5 tane işçiye sahip Türkiye 2012'nin şu son günlerinde. 21'inci yüzyıl ileri demokrasi; insan hakkının olmadığı, çalışanın hakkının gözetilmediği bir ülkeye "ileri" demek hiçbir anlamda doğru değil. Tek bir şey var: Evet, sınırsızca çalışanlarına kıymet vermeme konusunda koşturan bir ülke durumundayız. Hüseyin Bayrak, Güven Demirel, Sadık Kurultay, Hüsamettin Taşsümer ve Fatih Açıkel; bu 5 işçi bir kapağın altında kalarak vefat ettiler. Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli Bey'in talimatıyla, Samsun Milletvekilimiz Sayın Cemalettin Şimşek Bey ve Tokat Milletvekilimiz Sayın Reşat Doğru Bey, gidip olay yerinde incelemeler yaptılar. Gerçekten hani "önlenebilir kazalar, önlenebilir hastalıklar" deriz ya önlenmek bir yana, göz göre göre insanları ölüme yollamak böyle bir şey olsa gerek.
Geçtiğimiz hafta, Çocuk Hakları Günü nedeniyle burada bir konuşma yaparken çocuklarımızın okullarda basket potasının altında kalabildiğini, bahçe kapısının üstlerine düşebildiğini, lavaboların üstlerine düşerek canlarını kaybedebildiklerini söylemiştim. Benzer bir örnek, Samsun'da üstlerine amonyak tankının kapağı düşerek gerçekleşen çalışanların ölümünden bahsediyoruz. "Çalışmak mı, çalışmamak mı?" derseniz herkes çalışmayı tercih eder. Atanmamış öğretmenler her tür riske rağmen atanmak ister. Eğitimli işsiz insanlarımız her tür riske rağmen çalışabilmek ister, kayıt altında çalışmak ister ama çalışırken iş güvenliğinin temin edilmesini, meslek hastalıklarından korunmayı ister.
Türkiye'de kayda alınmamış o kadar çok meslek hastalığı var ki ve bizler, şu salonda çalışan milletvekilleri bunun en büyük adaylarıyız. Başka adaylar da var: Tutanak memurları. Meslek hastalığı konusunda aslında en riskli gruplar altında bulunuyoruz. Düzensiz çalışma saatleri, uzun oturmalar ve çok da iyi havalanmayan bir ortam. Tutanak memurları derseniz, onlar sanıyorum hasta bina sendromuna yakalanmış durumdalar şu anda. Bizler kendimiz de bu kadar meslek hastalığına yatkın bir ortamda çalışırken, Türkiye'de birçok insanın da meslek hastalığına adı konmamış bir şekilde maruz kaldığını bilirken iş sağlığı ve iş güvenliği konusunda ülke olarak sınıfta kaldığımızın da kabulüyle birlikte, partimizin vermiş olduğu bu Meclis araştırması önergesine, bütün Meclisin en azından kendi sağlık gelecekleri adına da destek vermelerini umuyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Demirel.