GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:47
Tarih:17.01.2019

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adını doğru koyup da "ekonomik kriz" diyemediğiniz "yeni ekonomik gelişmeler" lafını ve "kadın ve ev işçisi" diyemediğiniz ev hanımlarını selamlayarak sözlerime başlamak isterim.

Kadınlar eve girince, evde emek harcayınca ev hanımı olmuyor arkadaşlar, tıpkı erkekler eve girip ayaklarını uzatınca ev beyi olmadıkları gibi. Cinsiyetçi olup olmamak bir tercihtir. Yine bu kanunda cinsiyetçi kavramları ve yaklaşımları tercih ettiğiniz görülüyor. Aslında bu madde, evde üretimi ve evde üretim yapan herkesi kapsadığı hâlde "ev hanımları" ifadesini tercih ediyorsunuz. Bunun "evde üretim yapan yurttaşlar" ya da "kadınlar" olarak değiştirilmesi gerekiyor.

10'uncu maddeye de bir iki söz söylemek isterim. Asgari ücrete üç yıldır vergi desteği veriyorsunuz. Aslında kime veriyorsunuz bu desteği? Patronlara. Asıl yapılması gereken ise gerçekten ciddi bir gelir vergisi reformu ve yoksullara, işçilere vergiden muafiyet getirilmesidir, patronlara değil.

Değerli arkadaşlar, geçen hafta Ankara'da bir basın açıklaması yapmak istemiştik, biliyorsunuz. Bu basın açıklaması, Emniyet mensuplarının şiddetiyle engellendi. Sizlere bir sitemim de olmuştu. Bu saldırıyla ilgili bir soruşturma başlatıldığını öğrendik. Umuyorum, bu soruşturma da diğerleri gibi cezasızlıkla sonuçlanmaz ve bu şehrin insanların zapturapt altında ifade hakkından mahrum kaldığı bir şehir olarak kalmaması için belki de ilk adım atılır.

İşte sizlere bugün tam da gözaltına alınarak bu açıklamaya konu olan arkadaşlarımızdan bahsetmek istiyorum. Aslında, yalnızca onların hikâyesi de değil bu. Bu ülkenin 2'nci muhalefet partisi yani bizim üyelerimiz için partide gönüllü olmak demek, yalnızca çocuklarını daha az görmek, okuyacağı kitapları ertelemek, sosyal hayatı olmamak, işten belki izin alarak siyaset yapmak anlamına gelmiyor. HDP'li olmak, aynı zamanda sürekli gözaltına alınmak, demokratik bir hak olan basın açıklaması yaptığında bile tutuklanma tehdidini yaşamak anlamına geliyor. Evet, tek yaptığın şey, örneğin ana dilde eğitim hakkı için ya da kadın cinayetlerine karşı bir eyleme katılmak olduğu hâlde, o kirli basının manşetlerinde "Terör Örgütü Operasyonu" başlığı altında adının geçmesi demek, HDP'li olmak. Korkunç bir algı operasyonunun, karalama kampanyasının hedefi olmak demek.

Ne zaman seçimler yaklaşsa -ki şu son üç yılda seçimin konuşulmadığı bir gün yaşayamadık- Ankara'da operasyonlar düzenleniyor. En son aralarında parti yöneticilerimiz ile EĞİTİM SEN ve TÜM BEL SEN sendika yöneticilerinin de bulunduğu 22 kişi, ta 2015 yılında yapılan bir basın açıklamasıyla ilgili gözaltına alındılar, dört gün gözaltında tutuldu arkadaşlarımız. Neden bir basın açıklamasından dört yıl sonra gözaltı kararı alınır, gerçekten bunu sormak istiyorum. Yanıt: "Efendim, bu konuda ihbar mail ve mesajları gelmiş." Şimdi, bakın, ortada bir cinayet suçu olur, ağır bir suç olur yani aradan ne bileyim dört yıl geçer, birisi vicdan hesaplaşmasına girer ve dört yıl sonra ihbar eder, der ki: "Ya, böyle bir cinayet vardı." E, peki, yüzlerce kişinin katıldığı, herkesin gözü önünde yapılmış bir basın açıklamasını dört yıl sonra kim ihbar eder arkadaşlar?

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Talimat, ihbar olmaz, talimat.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Buna kim inanır gerçekten?

Meselenin aslı şu: Bu operasyon kararları, görevli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından değil, İçişleri Bakanlığı ya da başka bir merkezî birim tarafından veriliyor. Elde bir liste, kimin gözaltına alınması isteniyorsa onunla ilgili dosya hazırlanıyor. Önce fail belirleniyor yani, ondan sonra faile isnat için fiil yaratılmaya çalışılıyor. Suçlama konusu yapılan fiil ise parti çalışmalarından başka bir şey değil aslında. Üstelik daha önce aynı suçlamayla ifade vermiş olanlara da sonra bakıyorlar, diyorlar ki: "A, sizin ifadeniz varmış, pardon." Üç gün sonra serbest bırakılıyorlar "Aynı konuda ifadeniz varmış." diye.

Hani "Gözaltında işkence yoktur." diyorsunuz ya, bugün burada yüzleşmemiz gerek. Gözaltında hem psikolojik hem fiziksel işkence var. Bu sözlerim aynı zamanda suç duyurusudur. Acilen bu gözaltı merkezlerinin denetlenmesi gerekir. Bu gözaltı merkezi dediğim de Ankara'dan bahsediyorum, şuralarda bir spor salonundan bahsediyorum. Bu kişiler, gözaltına alınan kişiler, giriş kapısından itibaren tam ses, 80 darbesinde özellikle işkence yapılırken sembolik olarak dinletilen "Ölürüm Türkiyem" şarkısının avaz avaz bağırtılarak dinlenmesiyle karşılaşıyorlar. Üniformalarında herhangi bir sembol olmaması gereken Emniyet mensupları, üzerlerinde Türkçülüğün sembolü hâline gelen Göktürk alfabesiyle yazılmış armalar taşıyorlar.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Kötü bir şey mi o?

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Yurttaşlar, soruşturma konusuyla ilgisi olmayan, kişiliklerine yönelik hakaret ve tacizlere maruz kalıyorlar. Yan yana gelmeleri, birbirleriyle konuşmaları dahi yasaklanıyor. O spor salonunun içerisinde çıplak ayakla ya da çorapla, bütün gün sert bir zemin üzerinde dolaşıyorlar. Tribünlerde oturtulmuyorlar. Mahkemeye gittim ve bütün bu arkadaşlarla tek tek görüştüm; bunlar, bizzat onlarla yaptığım görüşmelerden kendi tanıklıklarım. Yan yana gelmeleri engelleniyor. Evet, her gün, ayakta, sözüm ona, sağlık kontrolü altında işkenceye maruz kalıyorlar. Dahasını söyleyeyim: Özellikle FETÖ suçlamasıyla orada yer alanlar -ki hepsi bir aradalar- IŞİD, ÖSO, işte FETÖ ve HDP'li olarak gözaltına alınanlar aynı yerde tutuluyorlar ve kadınların başörtüleri çıkartılarak ince birer tülbent veriliyor, bir de üstelik, bu suçlamalara maruz kalanlar, sürekli çocuklarıyla tehdit ediliyorlar, onlar itirafçı olmaya zorlanıyorlar ve bu nedenle gerçekten itirafçı olanların olduğunu söylüyor bizim arkadaşlarımız. Müvekkilleriyle görüşmek isteyen avukatlar saatlerce bekletiliyorlar.

Şimdi, ben, burada, sizinle bir anekdotu paylaşmak istiyorum: Bu arkadaşlar adliyede ifadeye çıkarıldıklarında, bana "Vekilim." diye birileri geldi -4-5 kişi- dediler ki: "Biz bir düğün ekibiyiz ve ben halay başıyım, bu arkadaş davulcu, bu da saz çalıyor, bu da solistimiz beyefendi." Ben önce şaka zannettim gerçekten. "Vallahi, düğünde türkü çalarken biz alındık ve Mecliste bunu ifade edin." dediler, olur dedim. Sonra "Savcılık kararı olarak 17 kişi serbest, 3 kişi tutuklamaya sevk edildi." dendi. Bir baktık, bizim düğün ekibi, düğün dernek ekibi tutuklamaya sevk edilenler, diğerleri için serbest bırakılma kararı var. Gerçekten, bizim sevgili Sırrı Süreyya Önder'in Beynelmilel filmi gibi bir hikâyeye doğru ilerliyorken neyse ki hepsi birden serbest bırakıldı.

Evet, aslında, yapılan operasyonun niteliğinden ve sonuçlarından geriye bakıldığında bunun bir algı operasyonu olduğu çok açık çünkü o yalan gazetelerin manşetlerinde "terör operasyonu" diye çıktı hepsi ve ondan sonra, dört gün sonra serbest bırakıldılar.

Evet, AKP'nin yerel seçim stratejisi, işte bu ve Ankara, bir daimî gözaltı şehri; o bırakılıyor, o alınıyor; o bırakılıyor, o alınıyor.

Şimdi ben size soruyorum: Bu seçimlere eşit koşullarda girmeye cesaret edebilecek misiniz? Böyle bir cesaretiniz var mı? Hiç ama hiç sanmıyorum, böyle bir cesaretinizin olduğunu.

Evet, arkadaşlar, gerçekten, sorun çok Ankara'da. Ben, bir konuya daha değinmek istiyorum: Hatalardan ders çıkarmak. AKP siyasetinde maalesef buna yer yok. 2018 yılında onlarca yurttaşın ölümüne neden olan Çorlu ve Ankara tren kazaları, maalesef, bunu bir kez daha gösterdi. 2004 yılındaki o Pamukova vahim tren kazası ise hâlen aklımızda. Sendikaların, bilim insanlarının uyarılarına rağmen, bütün bunlar bir kenara atıldı ve sistem, sadece hızlı tren olarak değil, hızlandırılmış tren olarak devreye girdi; çok acı biçimde 41 yurttaşımızı Pamukova'da kaybetmiştik.

Bu yaşananların, bu faciaların bir daha yaşanmaması için 2018'de ne yapıldı arkadaşlar? Mesela, Devlet Demiryolları Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İsa Apaydın, ne yaptı? Çorlu kazası sonrası kendine yöneltilen tepkiler üzerine, önce Twitter hesabını kilitledi, daha sonra da profil resmini değiştirip oraya Türk Bayrağı koydu. Şimdi, herhâlde İsa Apaydın, böylece tedbir aldığını düşünüyordu cezalara karşı "Ben vatanseverim, ihmalim yoktur." yani bu şekilde bir algı yaratmaya çalıştı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Devam edin Sayın Kerestecioğlu.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Bu kazalar sonrasında kimse istifa etmedi. Demir yollarını politik tercihlerle güvensiz hâle getiren gerçek sorumlulara hiçbir şey olmadı. Mesela geçtiğimiz ay yaşanan Ankara kazasında bu durumu yatıştırmak için hareket memuru, makasçı ve kontrolör günah keçisi ilan edildi. Oysa enine boyuna tartışmamız gereken bir politik sorun duruyor karşımızda.

İşte, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası, iki gün önce Ankara kazasıyla ilgili yüksek hızlı tren faciası raporunu yayımladı. Bilmiyorum, hiç baktınız mı, burnumuzun dibinde gerçekleşen bu kazada kaybettiğimiz insanlar, yaralananlar umurunuzda mı ama ben bu raporu inceledim ve bu raporun vurguladığı çok çarpıcı bilgiler var. Diyorlar ki: "AKP döneminde demir yolu taşımacılığı bir kamu hizmetinden kâr amaçlı ticari kuruma dönüştürüldü. Personel sayısı sürekli azaltıldı. Eğitimler azaltıldı." Örneğin, Çorlu örneği böyleydi, yolu kontrol etmesi gereken kadro kaldırılmıştı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi bağlayın lütfen.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - ...ve yolun çöktüğünden kimsenin haberi yoktu. Evet, personel eksikliği fazla mesaiyle kapatılmaya çalışılınca çalışanların yaşadığı fiziksel ve ruhsal yorgunluk da kazalara zemin hazırladı. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Meslek Lisesi kapatıldı. Sürekli, siyasi nitelikli atamalar yapıldı, bu yaklaşım emekçiler arası iş barışını bozdu. Bir bütün olarak çalışması gereken altyapı ve tren işletmeciliği birbirinden tamamen ayrıştırıldı ve Devlet Demiryolları yönetimi, şirketlerin sırtını sıvazlayıp projeleri aslında daha tamamlanmadan teslim almaktan çekinmedi ve sorunlar bununla bitmedi, daha Gebze-Halkalı arasındaki Marmaray hattı da oldubittiye getirilerek yine açılmaya çalışılıyor ve daha beş gün önce bu hat üzerinde, Florya'da kaza oldu.

Evet, aslında, daha da sıralamak istediğim çok fazla şey var ama müsaade ederseniz Sayın Başkan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Evet, bir dakika daha süre vereceğim size.

Buyurun.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Dünyada en güvenilir ulaşım aracı olarak bilinen demir yolu taşımacılığı Türkiye'de artık ne yazık ki güvensiz bir ulaşım seçeneğine dönüştürüldü ve Devlet Demiryolları, kendine yeten, güvenli bir taşımacılık kurumu olmaktan çıkarıldı ki artık birçok şeyimizin kalmadığı gibi, yani ne şeker fabrikaları ne de onun gibi başka şeyler.

Ben temmuzdaki Çorlu faciasında oğlu Arda'yı kaybeden Mısra Öz Sel'in isyan ederek "Artık ölen vatandaşlarımıza rahmet dilemeyin, istifa edin." sözlerini tekrarlamak istiyorum. Evet, değerli arkadaşlar, artık rahmet dilemeyin, en azından sorumluları tespit edin, gerçekten birazcık sorumluluk alın çünkü sizler de eve gidip çocuklarınızın yüzüne bakıyorsunuz ve aynı zamanda bu ülkede bir hesaplaşmanız olacak. Yani insanın en önemli hesaplaşması kendisiyle hesaplaşmasıdır.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Kerestecioğlu.