| Konu: | Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 49 |
| Tarih: | 06.02.2019 |
HDP GRUBU ADINA ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Ben de, HDP adına 41 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerine söz almış bulunuyorum.
Tabii, bu kanun teklifi, içerisinde Maden Kanununu, petrol ve türevleriyle ilgili çeşitli düzenlemeleri, ölçü ve tartı aletleriyle ilgili çeşitli düzenlemeleri, LPG, elektrik piyasası ve benzeri konulardaki doğrudan düzenlemeleri ilgilendiren bir kanun teklifi. Aslında dolaylı olarak ormanla ilgili birtakım düzenlemeleri de içeren ve benzeri birtakım konuları da, dolaylı birtakım yasaları da içeren bir torba kanun hâlindedir bu. Dolayısıyla, biz öncelikle Komisyonda da bunları dile getirdik. Bu şekilde bir kanun yapılmasının doğru olmadığını... Çünkü bu kanun teklifi Komisyona gelmeden iki gün önce yani Komisyon toplanmadan iki ya da üç gün önce bildirildi ve arkasından Komisyon toplandı ve çalışmalarını sürdürdü.
Şimdi, şunu gördük ki bu şekilde yapılan kanunlar aslında kamuoyu ve kanundan doğrudan yaşamı etkilenen muhatapları tarafından yeterince tartışılmadığı zaman eksik çıkıyor ve hatalı çıkıyor ve daha sonra da bu hataları düzeltmek için yeniden düzenlemeler ve kanunlar yapılmak durumunda kalınıyor. Şimdi, bu Maden Kanunu da 14'üncü kez geliyor karşımıza. Yapılması gereken şuydu ya da bütün kanunlarda yapılması gereken şudur: Öncelikle, bütün kanunun, yapılmadan en az bir ay, iki ay, hatta üç ay öncesinden ilan edilmesi gerekir, bunun duyurulması gerekir. Konunun bütün muhataplarının, o sektörün ilgililerinin, konuyla ilgili vatandaşların bu kanunları tartışması, görüşlerini bildirmesi, aktarması gerekiyor. Ondan sonra komisyonlarda bu kanunlar tartışılmalı ve komisyonlarda son hâli verildikten sonra Genel Kurula gelmeli ve Genel Kurulda da belki de üzerinde çok fazla tartışmadan, rahatlıkla kanunlar bu şekilde geçebilir hâle gelecektir. Ama biz bütün bu süreçleri bu şekilde işletmiyoruz, o yüzden de Genel Kurula sıkıştırıyoruz ve arkasından da torba kanun şeklinde hızlıca kanunları geçirmek için yol, yöntem üretiyoruz.
Şimdi, tabii, bu kanunlar çıkarılırken biz Komisyonda şunu gördük: Bu kanunda, demin saymış olduğum, piyasalardaki "büyük oyuncu" dediğimiz büyük sermaye sahipleriyle oturulmuş, onlarla düzenlemeler yapılmış, madde üzerinde çalışılmış, ondan sonra da Komisyona getirilerek kamuoyuna duyurulmuş. Kamuoyuna duyurulduktan sonra, sektörle ilgili Jeoloji Mühendisleri Odası, Maden Mühendisleri Odası, çeşitli dernekler, bu konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarının kanun maddelerinden haberi oldu ve bütün bu süreçlerle ilgili, o kısa süre içerisinde itirazlarını dile getirmeye Komisyona gelerek biz Komisyon üyelerine iletmeye çalıştılar. Bütün gayretlerimiz ve çabalarımız neticesinde onların itiraz ettikleri ancak bir iki noktada, sadece birkaç noktada -belki üç bile yoktu- düzenlemeler, değiştirmeler yapılabildi kitle örgütlerinin talepleri doğrultusunda. Ama onun dışında, tüm kanun, hazırlandığı şekliyle, büyük sermaye şirketlerinin sahipleriyle nasıl hazırlanmışsa o şekilde de şu an karşımıza gelmiş durumda. Tabii, biz burada, önemli ölçüde, madencilikte iş ve işçi güvenliği meselesini önemsediğimizi ifade ettik. Şimdi, baktığınız zaman, Soma, Zonguldak, Şırnak, buralarda yaşanan maden kazalarını biz kaza değil "cinayet, iş cinayeti" olarak tanımlıyoruz ve Soma benzeri kitlesel cinayetlerin olduğu yerleri de "katliam" olarak nitelendiriyoruz. Çünkü bunlar öyle ifade edildiği gibi "fıtrat" "kader" filan değildir, bunlar önlenebilir kazalardır. Yani önlenebilir olduğu için de kaza kapsamında değerlendirmek de mümkün değildir. Bunları biz doğrudan "iş cinayetleri" olarak değerlendiriyoruz. Bunlar zaten hani böyle "kaza" "kader" filan diye tanımlandığı için, şöyle Soma katliamını bir düşünürsek, Soma katliamına sağlıkçılardan önce Diyanetin imamlarının gönderildiğini hatırlamamız gerekir. Çünkü meseleye buradan bakarsanız olaya da böyle yaklaşırsınız. Oysa, burada yaşanılan bir katliamdı, bir cinayetti, benzeri katliamların ve cinayetlerin olmaması için de buralardaki tedbirlerin alınması gerekiyor. Dolayısıyla bu Maden Kanunu'nda da işçilerin güvenliğini sağlayacak düzenlemelerin yapılmasının öncelik olması gerekiyordu fakat burada bunu göremedik.
Tabii, diğer bir husus da, orman alanlarının ve tarım alanlarının tahrip edilmesine yönelik. Her ne kadar Komisyona katılan ilgili dernek yöneticileri bu alanların yüzdesinin düşük olduğunu ifade etmiş olsa bile, yaşanılan orman tahribatının yüzdesi ne kadar düşük olursa olsun, netice itibarıyla ülkenin, bu ülkenin yurttaşlarının ortak değeridir ve ormanlar öyle sonradan ağaç dikerek oluşturulacak şeyler değil; ekosistem gereğince, sonradan, siz "1 ağaç kestim, yerine 5 tane diktim." diyerek orman oluşturamazsınız. Onların, bir bütün olarak ekosistemin içerisinde kendiliğinden oluşan ormanların tahrip edilmemesi bu nedenle son derece önemlidir. Yine, su havzaları kirletiliyor, taş ocakları nedeniyle ormanlar büyük oranda tahrip ediliyor. Bir diğer şey de bu maden aramaları ve maden çıkarmaları nedeniyle inanç, ibadet mekânları tahrip ediliyor.
Şimdi, inanç, ibadet mekânı dediğimiz zaman, sadece dört duvar, tuğladan yapılı yapıları algılamamamız gerekiyor çünkü bu ülkede yaşayan Alevi yurttaşların kutsal ağaçları, kutsal ormanı, kutsal dağları, kutsal suları vardır ve bunların oralarda inanç, ibadet ritüellerini yerine getirdiği mekânlar vardır. Divriği'deki Mursal gibi, Antalya Elmalı gibi, Kangal'daki Yılanlı Dağı gibi birçok mekân var. Bu mekânların üzerine de bu hassasiyetle yaklaşılıp buradaki meselelere de oradan bakmak gerekiyor.
Rantçı yaklaşımın tarım alanlarını da önemli ölçüde yok ettiğini görmemiz gerekiyor. Sadece tarım alanlarındaki kayıplara baktığımızda, Tarım ve Orman Bakanlığının Türkiye'de Tarım Alanları Tablosu'na göre son dört yılda tarım alanlarında ciddi bir azalma söz konusudur. 2014 yılında 23 milyon 939 bin hektar olan tarım alanı 2015'te 5 bin hektarlık düşüşle 23 milyon 934 bin hektara, 2016'da ise 23 milyon 711 bin hektara gerilemiştir. 2017 yılında tarım alanları önceki yıla göre 336 bin hektar azalarak 23 milyon 375 bin hektara gerilemiştir. Böylesine bir gerilemeye yol açan başlıca nedenlerden bir tanesi, tarım alanlarının rant kıskacında madenciliğe açılmasıdır. Dolayısıyla, bu Maden Kanunu'nun bu yönüyle de ele alınıp buradaki talancı, rantçı yaklaşımdan vazgeçilmesi gerekiyor.
Teklif içerisindeki maddelerden örneğin 30 ve 37'nci maddelere de baktığınız zaman, sermayenin tek elde toplanmasını da hedefleyen bir durum söz konusu ve yine 4'üncü maddede "millî menfaatlere uygun olarak maden araması" gibi bir tanım konuluyor. Biz bunu Komisyonda da söyledik yani bu Mecliste yapılan kanunlar millî menfaatlere uygun olarak yapılmıyor mu? Yani sadece bu kelimeyi koyduğunuz zaman mı millî menfaatlere uygun yasa yapmış oluyoruz biz? Dolayısıyla buradaki koyma amacı nedir? Siz bunu buraya koyarak yarın öbür gün maden ocaklarının istemediğiniz rantiyeci insanların elinde olması durumunda el koymayı mı düşünüyorsunuz? Bu maddelerin birçok yönüyle bunu işaret ettiğini çok net bir şekilde görebiliyoruz.
Yine, nükleer santrallerdeki denetim özel hukuk tüzel kişilerine devrediliyor. Yani nükleer santrallerdeki tahribatların nasıl bir sonuca yol açtığını dünyanın örneklerinden bilmemiz gerekiyor, burada özel sektöre devredilecek bir durum söz konusu olamaz, "Bu güvenliğin daha da artırılarak yapılması gerekir." diyeceğim ama biz zaten nükleer santrallerin olmaması gerektiğini söylüyoruz. Yani bizim buna bakış açımız çok nettir. Nükleer santraller artık dünyanın terk ettiği bir sistemdir ve dolayısıyla da kesinlikle nükleer santral projelerinden vazgeçilmesi gerekiyor.
Sayın milletvekilleri, gündemin bu maddesinde, bundan sonraki kısmında çeşitli siyasi konulardaki görüşlerimizi aktaracağım. Biliyorsunuz, bugün Hakkâri Milletvekilimiz Leyla Güven'in açlık grevinin 91'inci günündeyiz. Kendisinin açlık grevi için Meclis Grubumuz dün gece sabaha kadar burada barış, adalet, demokrasi nöbeti tuttu. Ve biz, Leyla Güven arkadaşımızın talebinin yerine getirilmesi ve tecridin kaldırılması için Leyla Güven'in sesine ses olmaya devam edeceğiz.
Leyla Güven ne istiyor? Aslında Leyla Güven, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin kendi yasalarını uygulamasını istiyor. Ayrıca özel bir hukuk, özel bir talepten ibaret değil kendisininki ve cezaevlerindeki durum: Şu anda 285 tutuklu bu amaçla açlık grevinde ve bunun haricinde başka insanlar da örneğin Selçuk Kozağaçlı'yla birlikte 5 avukat arkadaşı da adalet talebi nedeniyle açlık grevindeler. Yine, Eren Erdem'in de yakın zamanda bu taleple açlık grevi içerisinde olduğunu biliyoruz.
Yine, Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel arkadaşlarımız, bu Parlamentonun üyesi arkadaşlarımız, bizim Alevi inancının ocakzade kadınları, yol erenleridir; kendilerini de buradan saygıyla, sevgiyle anıyorum. Kendileri, özellikle Gültan Kışanak Başkanımız, belediyeciliği esnasında yedi gün yirmi dört saat, üç yüz altmış beş gün boyunca müfettişler belediyede yatıp kalktılar, hiçbir yolsuzluk, hırsızlık bulamadılar ve ondan sonra da siyasi birtakım nedenlerle görevinden alarak -bütün belediyelerimizde olduğu gibi- kendisini cezaevine koydular. Ve kayyumların atandığı yerlerde kayyumlar hırsızlıktan, yolsuzluktan dolayı görevden alındı, arkadaşlar yani atanan birçok kayyum hırsızlıktan yolsuzluktan dolayı görevden alındı.
Şimdi, seçim atmosferindeyiz ve bu seçim atmosferinde görüyoruz ki birtakım önergeler, araştırma önergeleri filan "Acaba hangi parti, HDP'yle birlikte oy kullanacak?" üzerinden verilmeye başlamış. Yani HDP olmasa üretecek siyasetiniz, söyleyecek sözünüz, konuşacak lafınız yok neredeyse. Bekliyorsunuz ki HDP kiminle oy kullandı, hemen "tweet" atalım. Siyasetinizi bunun üzerine kurmuşsunuz ve HDP kime oy verecek, HDP'liler kime oy verecek, bunun hesabını yapıyorsunuz. Ve biz biliyoruz ki HDP kaybetmediği sürece siz kazanamayacaksınız. HDP bu ülkede bu duruşunu, bu onurlu siyasetini yaptığı sürece de siz kaybetmeye, HDP de kazanmaya devam edecektir.
Şimdi, herkes bir beka sorunu ortaya koyuyor ve HDP'yi de iktidarıyla, kimi muhalefetiyle, bu beka sorununun bir tarafı olarak gösteriyorlar. Evet, HDP, bir beka sorunudur ama nasıl bir bekanın sorunudur? Sizin saraycı, saltanatçı iktidarınız, sizin mevki, makam hevesiniz açısından bir beka sorunudur. Sizin "Ne istediler de vermedik." dediklerinize karşı bir beka sorunudur. Sizin bu ülkeyi parsel parsel sattıklarınıza karşı bir beka sorunudur. Her türlü hırsızlığı, yolsuzluğu, talanı, yalanı, iftirayı, rantçılığı "Vatan, millet, Sakarya, bayrak." edebiyatıyla üstünü örtenlerin oluşturduğu beka sorununun karşısında HDP vardır. O yüzden sizin için HDP, beka sorunudur. Bu anlamıyla, HDP, sizin bu rantçı, talancı ve sahte vatansever yüzünüze karşı beka sorunu olmaya devam edecektir.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz bir tane organize suç örgütü lideri var, ceza almış, hüküm giymiş bundan dolayı ve çıkıyor her seferinde halkı tehdit ediyor, muhalefeti tehdit ediyor ve toplumdan gelen birtakım baskılar neticesinde kerhen savcılar göreve geçip hakkında soruşturma açıyorlar. Peki, sonra ne oluyor? Bir bakıyorsunuz o soruşturmaların hepsinden takipsizlik veriliyor, beraat ediyor beyefendi.
Şimdi, ama bakıyorsunuz, bu ülkede bir ergen bakan var, bu ülkede kendisini televizyoncu olarak gören televizyoncu bozuntuları var, onlar çıkıyorlar, bu ülkenin muhalefet liderlerine hakaret ediyorlar, her türlü küfrü ediyorlar ve bunlar hakkında herhangi bir işlem yapılmıyor.
Bizim bir önceki dönemlerde grup başkan vekilimiz olan Ahmet Yıldırım, AKP Genel Başkanına padişah benzetmesi yaptı diye iki buçuk yıl ceza aldı ve milletvekilliği düşürüldü ama bir tarafta da atanmış bakanlar muhalefet liderlerine, sadece bir tanesine de değil, her türlü hakareti yapıyorlar ama haklarında hiçbir işlem yok, hatta normal eleştiri kapsamında değerlendiriliyor. Gelinen nokta ve getirdiğiniz yer buradır ve seçimlere de böyle hazırlanıyorsunuz. Selahattin Başkan -Sayın Demirtaş- boşuna demiyordu "Adil, özgür ortamda seçim yapalım, istiyorsanız her hafta yapalım. Hiç sorun yok." Ama siz bu yöntemlerle bizi ve muhalefeti her gün terörize ederek, kriminalize ederek, bir yerlere yamamaya, yamatmaya çalışarak, "Efendim, şunun yanındaydı, bunun yanındaydı." diyerek bir taraftan da işgal ettiğiniz, ele geçirdiğiniz havuz medyası, bütünüyle hepsi tek taraflı yayınlarla bu algıları oluşturarak aldığınız seçimler meşru bir seçim değildir, meşru bir sonuç da değildir, biz bunların hepsini biliyoruz ama bütün bunlara rağmen, bütün bu olanaksızlıklara rağmen de sizin siyasetinize mahkûm olmayacağız.
HDP'liler nerede kime oy vereceklerini çok iyi biliyorlar. HDP seçmeni, HDP'ye oy veren seçmen, Türkiye'nin en bilinçli, en politik seçmenidir. Bunu biz söylemiyoruz, bunu bu konuyla ilgili araştırma şirketleri söylüyorlar. Yaptıkları bilimsel çalışmaların sonucu olarak söylüyorlar ve biz şunu biliyoruz ki HDP'liler bu seçimde de nereye oy vereceklerini çok iyi biliyorlar ve kendi kimliklerini yok sayan, inancını, ibadetini yok sayan, kültürünü, dinini yok sayan, cemevlerini ibadethane olarak kabul etmeyen, Kürt'ün dilini, ana dilini yok sayan ve talancı, rantçı, yalancı, iftiracı siyasetlerle manipülasyon yapanlara oy vermeyecek. Parti ismine filan gerek yok. Herkes kendisini bu süzgeçten geçirsin, görsün. Kim ki bu tür tavır içerisindeyse HDP'lilerden oy alamaz; bu, çok nettir.
HDP ve HDP'liler, onurlu siyaset yapan ve davasına, mücadelesine sahip çıkan insanlardır. Her şekilde kendi siyasetimizi de kendi oyumuzu da kendimiz belirleyerek veriyoruz. Kiminle yan yana düştüğü bizim umurumuzda değil, onu siz düşünün.
Değerli arkadaşlar, iki konuya daha değinip konuşmamı tamamlayacağım. Biliyorsunuz, avcılık meselesi vardı. Özellikle Dersim'de ve geçen gün de Maraş'ta ilk defa görülen dağ keçilerini katlettiler. Avcılık bir spor değildir, avcılık bir katliamdır. Bunun, spor olmaktan çıkarılması ve yasaklanması gerekiyor.
Bakın, bizim inancımızda, Alevi inancında avcılar ceme alınmazlar, ibadete alınmazlar. Niye ibadete alınmazlar? Çünkü zevk için cana kıydıkları için ibadete almayız biz onları, düşkün sayarız. İbadetten, inançtan menederiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın Sayın Milletvekili.
ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Dolayısıyla bu avcılığı da artık kimsenin spor olarak görmemesi gerekir. Bu, bir katliamdır.
Şu an Hızır ayındayız, Hızır inancı içerisindeyiz. Önümüzdeki hafta Hızır oruçlarımızı da tutacağız. Hızır, cümlemizin yardımcısı olsun. Hızır, darda kalanların yanında yer alsın, yoldaşı olsun ve cümle mazlumların yar ve yardımcısı olsun.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)