| Konu: | Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 52 |
| Tarih: | 13.02.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA YAVUZ AĞIRALİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ikinci bölüm üzerinde parti grubum adına konuşmak üzere söz aldım.
Şimdi, arz etmek istediğim birkaç husus var.
Maden Yasası konuşulurken ortak şerhlerimizden bir tanesi, kendi millî varlıklarımız ve millî mukavemetimiz için ilerleyen zamanlarda güçlü yarınları inşa edebileceğimiz zenginlik kaynaklarımızın kendi devletimizin uhdesinde tutulabilmesi, kendi millî istikbalimiz için lüzum eden madenlerin millî bekamızla alakalı bir güce dönüşebilme fırsatının kendi millî şirketlerimizin uhdesinde tutulmasıyla alakalı hassasiyet izhar etti arkadaşlarımız, biz de aynı hassasiyeti paylaşıyoruz.
Hükûmetimizin, siyaset konuşurken, kanunların politik çerçevesini çizerken altını ısrarla çizmeye gayret ettiği, millîlik, millî mukavemet, millî direniş, millî ihya, millî devlet; bütün bu politik çerçeve içerisinde kendi yer altı zenginliklerimizin de bu kapsamda bir hassasiyetin konusu olması lazım. Yeteri kadar tasarruf oranı olmayan, AR-GE bütçelerine sahip olmayan, uluslararası rekabet için güçlü firma bünyesine sahip olmayan firmalarla bu sektörde mücadele edebilmemiz çok mümkün olmuyor, bunu biliyorsunuz.
Başımıza siyasi bir gaile geldiği zaman "dış mihraklar" cümlelerinin arkasında siyasi mazeret üreten Hükûmetimizin siyasi dilinin kendi millî varlıklarımızı dış mihrakların tasallutuna bu kadar açık teslim etmemesi lazımdır. Ben, Sayın Cumhurbaşkanının siyasetin başlangıcında siyasi sorumluluğunu millet vicdanına ihbar etmek kastıyla dış mihraklar, dış tehditler gibi mazeretlerin siyasetin sorumluluğunu hafifleteceğine dair hatırlatmalarını çok makbul bulurdum evvelemirde. Sayın Cumhurbaşkanının ilgili videolarını arkadaşlarımız o zamanlarda seyretmişlerdir, çok da beğenmişlerdir. Bu ara bir daha seyretmelerini tavsiye ederim münhasıran AK PARTİ'deki arkadaşlarımıza. Kuvvetli bünyeler, başına gelmiş gaileleri savuşturmak için kendi öz dinamikleriyle mücadele edebilen bünyelerdir. Dolayısıyla aslında bu Sayın Cumhurbaşkanının siyasetin başlangıcında hatırlatmış olduğu "Ben birtakım dış mihraklar, dış tehditler, uluslararası operasyonlar mazeretlerinin arkasında yapması gereken işleri unutabilmenin devlet yönetimi anlamında bir ciddiyetsizlik olduğunu düşünüyorum." cümleleriyle beraber zikrettiği cümlelerdir onlar.
Bernard Lewis'in de benzer cümleleri vardır, Türkleri çok sevdiği söylenemez ama iyi bir oryantalisttir, iyi bir şarkiyatçıdır. Ona şöyle bir sual ediliyor, diyorlar ki: "Az gelişmişlik, çok gelişmişlik kıstasınız nedir? Az gelişmişlik, çok gelişmişlik mevzubahis edilince aklınıza ilk önce gelen nedir?" Bu suale yüzlerce ölçülendirme yapabilecek bir sosyoloğun, bir toplum bilimcinin aklına gelen ilk cevap şudur arkadaşlar: "Bir toplum, bir millet, başına kötü bir iş geldiği zaman, başına gelen bu kötü işin hangi işi yapmadığı, hangi sorumluluğu taşımadığı, üzerine düşen hangi vazifeyi ifa etmediği için geldiğini soruyorsa -millî geliri birkaç bin dolar bile olsa- bu bir gelişmişlik kriterdir." diyor. "Bir ülke, bir topluluk, bir millet, başına feci bir iş geldiğinde, başına gelen bu feci işi kendi sorumluluk alanının dışına çıkarıp bunu birtakım dış mihraklara bağlıyorsa bu bir az gelişmişlik kriteridir." diyor.
Bu çerçevede, bizim şu anda ülkemizde -Hükûmeti suçlayacağım, kendime yer kazıyorum, tahkim ediyorum- başımıza gelen birtakım gailelerin dış mihraklar dolayısıyla bizim başımıza geldiğini, getirildiğini söylüyor olmak siyasi sorumsuzluk alanını oluşturmak anlamına geliyor.
Şimdi, bunu şunun için arz ettim size: Hükûmetimiz bir siyasi başarı yakaladığında, iktisadi performansına alamet hakikatli bir mevzi kazandığında uluslararası camiadan Hükûmetimize yönelik takdir cümlelerini "Onlar da bizim ne kadar başarılı insanlar olduğumuzu gördüler." diye göğüslüyor ama benzer başarısızlıklara uluslararası camiadan gelen şerhleri de şöyle göğüslüyor: "Siz kimsiniz, bizim durumumuzu değerlendireceksiniz?" Uluslararası derecelendirme kuruluşları ekonomimizin, mali bünyemizin, bütçe disiplinimizin sıhhatiyle alakalı övücü cümleler kurduğu zaman "İktisadi performansımızı onlar da gördüler." diyebiliyorsunuz, notumuz düştüğü zaman "Biz, kendimize not verecek kuruluşlar ihdas ederiz." diyorsunuz.
Bugün "süper devlet" diye "Süper devlet kuracağız." diye başlamış olduğumuz siyasi mücadelenin süpermarket kurmaya doğru gittiğini görmekten muzdaribiz. "Hâlden anlayan devlet istiyoruz." derken halcilik yapacak devletten bahsetmiyorduk arkadaşlar yani biz "Kendi insanının hâlini, ahvalini dinleyecek, anlayacak, çözecek devlet." derken "Kabzımal devlet kurun." demek istememiştik aslında.
Şimdi, şu hassasiyetinize çok takdirle, saygıyla cümle kurabilirim, kurayım. Vatandaşınıza ucuz birtakım gıda maddelerini yaşam konforunu daha iyi idame ettirsin diye devlet marifetiyle onlara sunma gayretlerinizi takdir edelim, teşekkür edelim. Yani domatesi, biberi, patlıcanı vatandaşınız ucuz yesin diye şehrin belli noktalarında, belli koordinatlarda birtakım çadırlarla devletin ucuz gıda teminine yardım etmesini takdir edelim. Lakin mevzunun bir arz problemi olduğunu gözden kaçırmış olmamız bizi şu noktaya getirecektir: Korkarım ki bugün devlet olarak yer kirası vermediğiniz için, nakliye parası vermediğiniz için, dükkân kirası vermediğiniz için, SSK ödemeniz olmadığı için, ayakbastı parası vermediğiniz için, bu, şehirlerin etrafından değil de belli illerden temin edilmiş gıda ürünlerini yine sizin uhdenizde açtığınız yerlere getirdiğiniz için, maliyet ve rekabet şansı market ya da manavlarla lehinize orantısız açıldığı için ucuz temin ettiğiniz bu ürünleri aslında bir şekilde sübvanse etmiş oluyorsunuz arkadaşlar. İyi midir? İyidir. Niçin iyidir? Seçimde işe yarar, fakir fukara ucuz bir şeyler yer. Ama bu işin sonu şuraya gider: Bununla fiyatları kontrol edemezseniz yakında çiftçinize şöyle demek zorunda kalırsınız: "Yahu, siz herhâlde bu ürünü ucuz üretmeyi beceremediniz, biz sizin yerinize bunları üretelim." demeye başlarsınız. Sonra üretirsiniz, sonra -korkarım oraya gider bu mevzu- dönüp "Ya, bu kadar pahalı nakliyecilik olur mu kardeşim, biz kendimiz taşınırız." dersiniz. Sonra bu taşıdığınız ürünleri kendiniz marketlerde bu kadar pahalı satmak yerine "Biz satalım, marketçilik işine girelim." falan demeye başlarsınız. Korkarım bu işi kontrol edemezseniz "Ya, bunlar iyi, ucuz geldi, biz alıp kendimiz yiyelim." demeye başlarsınız. Sonra da memnun olup şöyle demenizden korkuyorum: "Ya, bayağı ucuz yaşamaya başladık, kendimize oy verelim." demeye başlarsınız. Dolayısıyla arkadaşlar, birazcık mevzu şöyle: Çiftçilerimizin yaş ortalaması 58. Bu, şu demektir: Babaları çiftçi olanların çocukları çiftçi değil, milletimizin ekilecek tarlaları alın terine muhtaç demektir. Alın terine muhtaç tarlalarda İş ve İşçi Bulma Kurumunun vereceği 1.500 lira maaşla SSK'li olmayı, 30 dönüm, 40 dönüm, 50 dönüm arazisinde, alın teri dökülmüş tarlalardan helalinden para kazanmaya tercih eden yeni bir insan tipi çıkacak demektir. Biz, inanın, bu patlıcan, domates, biber işi konuşulmazdan evvel kendi grubumuzla şunu istişare ettik: "Bu topraklarda sağlıklı ürünler yememiz lazım. Gıdayı 'gıda terörü' parantezine aldırabilir miyiz acaba? Sırf para kazanmak saikiyle kendi milletine sağlıksız ürünler yediren, para kazanmak gerekçesiyle kendi insanlarına sağlıksız, hormonlu, genetiği değiştirilmiş ağır kimyasal ihtiva eden ürünleri 'gıda terörü' kapsamına alalım mı?"yı konuşacaktık, maalesef memleketteki iktisadi konforumuzun kaçmışlığı bizi böyle bir şeyi konuşmak noktasına getirdi.
Milliyetçi Hareket Partisine bir özür borcu var Hükûmetinizin, DSP'ye de var, ANAP'a da var. Özür borcu şudur: Mevzu konuşulmaya başlanınca, şikâyetler dile getirilmeye başlayınca, birtakım dış mihrakların, Hükûmetin iktisadi performansına vurmayı kastederek, Hükûmetin iktisadi başarısını gölgelemeyi kastederek bir siyasi ameliyat yaptığını söylüyorsunuz. Yani biz aslında on yedi senedir kendimiz de öyle düşünüyorduk, Anasol-M Hükûmetinin, Milliyetçi Hareket Partisi, DSP ve ANAP'ın beraber olduğu o koalisyon döneminde, milletin, devletin karşı karşıya olduğu ağır iktisadi şartların maharetsiz yönetimden kaynaklandığını düşünüyorduk.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Tamamlayayım Başkanım.
BAŞKAN - Tabii, buyurun.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Şimdi sizin anlatımınıza göre şöyle bir şeyle karşı karşıyayız: Milliyetçi Hareket Partisi, ANAP ve DSP, faiz lobisi, dolar lobisi, gıda lobisi tarafından, kendilerinden sonra başka bir parti gelsin diye -ki o parti siz oluyorsunuz arkadaşlar- siyasi itibar suikastına uğramış oluyor, sizin siyasal kurgunuz doğruysa. Dolayısıyla, siz, aslında, MHP, DSP ve ANAP koalisyonunun itibarına suikast edildikten sonra gelen Hükûmet olduğunuz için bir proje partisi oluyorsunuz. Yani bu, Milliyetçi Hareket Partisinin yaşadığı ağır iktisadi krizden kaybettiği iktisadi itibar sizin kuvvetiniz hâline geldi ya, onların maharetsizliği değilmiş meğersem, meğersem o, birtakım lobilerin Hükûmeti yıkmak için tertibiymiş. Dolayısıyla, MHP'den, DSP'den ve ANAP'tan AK PARTİ'nin özür dilemesi lazım. Yani kusura bakmayın "Biz, maalesef, size yönelik böyle bir operasyondan sonra iktidar olduk." demeniz lazım. Siz gelince sebebihikmeti size ait olan, mutlaka Allah'ın muradıyla örtüşür bir alana mevzuyu çekip, biz gelince niçin proje partisi oluyoruz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Bitirdim Başkanım, son cümle...
BAŞKAN - Buyurun.
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Dolayısıyla, arkadaşlar, sorumluluklarımızı şöyle taşımak mesuliyetiyle siyaset yapıyoruz: "Her söylediğimiz doğrudur." Buna inanmak başka bir şeydir. "Bizden başka doğrular da vardır." Böyle siyaset etmek başka bir şeydir. Biz de doğruları söyleme gayretindeyiz. Siyaseti bir yarış gibi görüyoruz. Nasıl ki AK PARTİ MHP'nin, DSP'nin ya da ANAP'ın hasmı değildi, onlara düşmanlık etmek için gelmedi, biz de size hasım ya da düşman değiliz. Siyaset bir yarıştır; memleket, millet, hizmet emanetini sizden teslim almak için alın teri döküyoruz; takdir, teveccüh milletindir, ne olursa baş tacıdır. Ama sizden yönetimi teslim almaya çalışanlara, siz de başkasından teslim aldığınız için, düşmanmış gibi cümleler kurmanızı siyasi nezakete yakışır bulmuyorum.
Genel Kurulunuza saygılarımı sunarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)