| Konu: | Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 56 |
| Tarih: | 21.02.2019 |
HDP GRUBU ADINA GARO PAYLAN (Diyarbakır) - "..."(x) Değerli arkadaşlar, bugün Dünya Ana Dili Günü, o anlamda yok olmakta olan Batı Ermenicesiyle sizleri selamladım.
Değerli arkadaşlar, Hakkâri Milletvekilimiz Sevgili Leyla Güven açlık grevinin 106'ncı gününde. Selma Irmak, Sebahat Tuncel ve Dilek Öcalan da açlık grevinde; sevgili vekillerimizi selamlıyorum. Aynı zamanda, rehin olan Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ şahsında bütün siyasi rehinlere de buradan sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum.
Değerli arkadaşlar, yine bir torba yasayla karşı karşıyayız maalesef. Milletvekili olmam yaklaşık dört yıl oluyor. Maalesef utanarak söylüyorum, dört yıldır Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliği yapıyorum ve tek bir yapısal reform yapamadık arkadaşlar. Karşınıza hep palyatif tedbirlerle geldik. İktidar dört yıldır panik hâlinde, hep, hasta olan bünyeye aspirin veriyor arkadaşlar. Ya, bünye "Hastayım." diyor, aspirin veriyor. Arkadaşlar, hasta olan bünye derinlemesine tetkik edilir, gerekiyorsa ameliyat yapılır; hasta olan bünyeye hep aspirin verilmez. Aspirin yetmeyince, Sayın Başkan kortizonu basıyor arkadaşlar; hep kortizon, hep kortizon. Ya, kortizon da bir yere kadar işler ama bir yerden sonra bünyeyi kanser eder. Arkadaşlar, bünye kanser olmuş durumda ve ameliyata ihtiyaç var ama doktor ameliyat yapmayı bilmiyor. O zaman, sevgili halkım, bu doktoru değiştirmemiz lazım. Aspirinle, kortizonla bu iş olmuyor. Yapısal tedbirleri yapacak, hep beraber yapacak, bütün milletin temsilcileri olarak yapacak iradeyi göstermemiz lazım ama maalesef dört yıldır da bu Meclis bu iradeyi göstermiyor.
Arkadaşlar, gelen bütün fermanlara mühür bastık dört yıldır, tek bir fermanı geri göndermedik. Biliyorum ki AK PARTİ'li, MHP'li vekillerin de pek çok madde içine sinmiyor ama o fermanın herhangi birini geri gönderme iradesi gösteremediğimiz için fermanlar buradan gelip geçiyor ve bünye hasta arkadaşlar ama acısını yalnızca bizler değil, 82 milyon vatandaşımız çekiyoruz. Neyle çekiyoruz? Siyasi krizle çekiyoruz, huzurumuzu kaybettik. Neyle çekiyoruz? Ekonomik krizle çekiyoruz, ekmeğimizi kaybediyoruz arkadaşlar.
Ekonomi nasıl gidiyor arkadaşlar? İyi mi ekonominiz? Çarşıya, pazara çıktığınızda esnaflar size ne diyor, pazarcılar ne diyor? Esnaflar bize şunu söylüyorlar arkadaşlar: "Siftahsız dükkân kapatıyorum." "Geçen yıl yaptığım işin yarısını yapamıyorum." diyorlar. "Çeklerimiz dönüyor." diyor toptancılar, arkadaşlar. İflaslar, konkordatolar ama Maliye Bakanımıza bakarsak "Dengelenme de, dengelenme..." Arkadaş, evet, dengeleniyoruz da nerede dengeleniyoruz? Hani, demişler ya: "Refahta mı dengeleniyoruz, sefalette mi dengeleniyoruz?" Arkadaşlar, dengelendiğimiz yer maalesef sefalet.
Değerli arkadaşlar, hep "Ekonomi şöyle, böyle, bilmem ne." diye bir hikâye yarattınız, olmadı, tutmadı. Bakın, kriz yılı 2002 yılında işsizlik oranı yüzde 8'di arkadaşlar. Hani, hep koalisyon hükûmetlerini suçluyorsunuz ya, kriz yılında yüzde 8'di. Bakın, iktidarı aldığınız yıl işsizlik oranı yüzde 8'di. 2000 yılına dönelim, yüzde 6'ydı. Bugün resmî rakamlarla yüzde 12,6; o da daha kasım rakamı. Bakın, şubat rakamında göreceksiniz yüzde 14, yüzde 15 çıkacak. Ya, 2000 yılında dünyanın 17'nci büyük ekonomisiydik arkadaşlar, bugün ya 19'uncuyuz ya 20'nciyiz ve düşüyoruz. "Dünya lideri olacağız." derken, hani "Birinci lige çıkacağız." derken, maalesef, arkadaşlar, üçüncü ligde nal topluyoruz ya, üçüncü ligden de düşeceğiz.
Bakın, Avrupa Parlamentosu bir rapor açıkladı, diyor ki: "Türkiye'yle ilişkileri donduralım." "Türkiye'yle müzakere sürecini donduralım." diyor ve tık çıkmıyor şu Meclisten, Türkiye'nin Meclisinden. 2005 yılında uçaklar dolusu gazeteciyle Brüksel'e gidiyordunuz ve "Avrupa Birliği ne iyi olacak, hem ülkemize demokrasi gelecek hem de refah gelecek." diyordunuz. Herkes çok mutluydu, gerçekten reformlar da yapılmaya çalışılıyordu ama 2019 yılına geldik, Avrupa Parlamentosu "Türkiye'yle müzakereyi durduralım." diyor, şu Meclisten sabahtan beri tek cümle duymadım. Arkadaşlar "2023'te kişi başı millî gelirimiz 25 bin dolar olacak." diyordu Tayyip Erdoğan 2012 yılında, şu anda 8.500 dolardayız. 2008 yılında 11 bin doları görmüştük arkadaşlar. On bir yıl geçti üzerinden ve 11 bin dolardan 8.500 dolara düşmüşüz. "2023'te 2 trilyon dolarlık ekonomimiz olacak." diyorduk, 720 milyar dolardayız arkadaşlar. Bir kendimize gelelim ya, bir silkelenelim. Vatandaşımız sefalet içinde ama A Haber'i izlerseniz her şeyin müsebbibi kim? "CeHaPe." Ya, on yedi yıldır iktidardasınız arkadaşlar. Lütfen, bir silkelenelim. Yapmamız gereken yapısal tedbirler...
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Kendini savunur, sen niye savunuyorsun?
GARO PAYLAN (Devamla) - Saraydan fermanlar geliyor ve Süreyya Bey'e getiriliyor, Süreyya Bey de bu fermanları Komisyondan size getiriyor.
Değerli arkadaşlar, lütfen... Vatandaşın gündemi ekonomi, açlık, sefalet. Bu konularla ilgili ivedi adımlar atmamız gerekiyor. Sanayi Üretim Endeksi ocakta yüzde 9,8 düşmüş ya. Yani üretici üretemiyor arkadaşlar. Perakende satışlar yüzde 10 düşmüş arkadaşlar, perakendeci de satamıyor. Ee, nedir bu? Büyük bir kriz ama Maliye Bakanı "dengelenme" diyor ama ne yapıyor? Manav açmış Maliye Bakanımız, gidiyor, manavın başında hıyar satıyor arkadaşlar. Maalesef "Aya gideceğiz." derken manav başında hıyar satan bir Maliye Bakanımız var. Utanç duyuyorum gerçekten.
Arkadaşlar, çözüm tanzim satışlarda değil. Bakın, Türkiye'de yüz binlerce manav var değil mi, market tezgâhları olsun, bakkallar olsun, manavlar olsun, yüz binlerce yerde manav var ama İstanbul'da 50 tane manav açmış, Ankara'da 15 tane manav açmış, 82 milyona hıyar yetiştirmeye çalışan bir Maliye Bakanı var.
Arkadaşlar, yeterli arz yoksa fiyat düşmez. İçinizde iktisatçılar var. Sayın Cumhurbaşkanı, Berat Albayrak bilmiyorsa, gidin anlatın onlara. Arz-talep meselesi, hıyar bolsa fiyat düşer, hıyar azsa fiyat yükselir. 50 tane ayrı manav açıp da gariban vatandaşımızı o kuyruklarda saatlerce beklettiğinizde hıyarın fiyatı düşmüyor, eziyettir bu. "Varlık kuyruğu" diyorsunuz. Peki, o varlık kuyruklarında niye yoksullar bekliyor arkadaşlar? Niye saraydakiler beklemiyor? Niye o lüks, şatafat içinde yaşayan yandaşlarınız o varlık kuyruklarında beklemiyor da yoksul vatandaşlarımız bekliyor o kuyruklarda? Utanmıyor muyuz arkadaşlar ya! Ben utanç duyuyorum. 1979 yılında annem beni Sana yağı kuyruğuna sokardı, karaborsada 10 liraydı, orada 4 liraydı, ben bekledim. On yedi yıldır diyorsunuz ki: "CeHaPe kuyruklarda bekletti insanları." 2019 Türkiyesine geldik, vatandaşlarımızı hıyar kuyruklarında bekletiyoruz, hepimiz utanç duymalıyız ve bu Meclis bununla ilgili acil tedbir almalı. Sarayın tedbirleriyle, sarayın aspirinleriyle, Süreyya Sadi Bilgiç'in aspirinleriyle bu iş olmuyor. Dedim ki: "Bir tane fermanı geri çevirelim Sayın Başkan." Ama maalesef tek bir fermanı geri çeviremedik ve her gün baş aşağı gidiyoruz arkadaşlar.
Peki, "domates, biber, patlıcan" deyince biz, hani vatandaşın gündemi bu, Sayın Cumhurbaşkanı ne diyor? "Siz, mermi kaç para biliyor musunuz?" diyor arkadaşlar. Bütün otokratik rejimler bunu yapar, biliyor musunuz arkadaşlar? Memleketin refah sorununa, huzur sorununa çözüm bulamayan bütün otokratik rejimler "beka sorunu" derler, "Dış düşmanlar var, iç düşmanlar var." derler. Ya, siz de hatırlıyorsunuz, hep böyle denmişti, çocukluğumuzdan beri "Türk'e Türk'ten başka yoktur dost millet." diye marşlar söylendi bize, öğretildi arkadaşlar. Ama o marşlar bizi hep yoksul bıraktı. Oysa dünyayla ilişki kuran, toplumuna refah ve barış hediye eden siyasetler, meclisler toplumlarını ileriye götürdüler. Ama "domates, biber, patlıcan"ın karşısına mermi koyan iktidarlar toplumlarına ne huzur verdiler ne de refah verdiler, yalnızca yoksullaştırdılar.
Bakın, kaynaklarımız nereye gidiyor? İsrafa gidiyor sayın arkadaşlar. Sayın Cumhurbaşkanı kışlık saray yaptığı sürece, yazlık saray yaptığı sürece, uçan saraylara ve yürüyen saraylara bindiği sürece toplumumuz huzur görmez arkadaşlar. Ya, bakanlara söylüyorum: Bakanların bindiği arabalar 6 milyon TL'lik, biliyor musunuz arkadaşlar? Her bir bakan hâlâ o arabalara biniyor. Ya, bir fedakârlık yapılacaksa önce bizlerin yapması gerekmez mi, önce Cumhurbaşkanın, bakanların yapması gerekmez mi? Ama biz, arkadaşlar, bu fedakârlığı yapmayıp yoksul vatandaşlarımızdan bu fedakârlığı bekliyoruz, maalesef halk yoksullaşıyor ve ekmeğin karşısına silahlar, S-400 füzeleri, istibdatlar konuluyor ve Süleyman Soylular konuluyor arkadaşlar. Süleyman Soylu, bu ülkenin huzuruna da, refahına da en büyük tehdittir. Ama onun yaptığı bütün faşizan uygulamalara hiçbiriniz "dur" demiyorsunuz arkadaşlar ama hepimiz, başta yoksul vatandaşlarımız ekmeğini kaybediyor.
Değerli arkadaşlar, dünyada üç tip insan hareket hâlinde.
Birincisi, parası olanlar arkadaşlar. Bakın, parası olanlar dünyanın her yerine bakıyorlar artık "Benim param nerede güvende?" diye. Türkiye artık güvenli bir ülke olmadığı için yabancı sermaye de artık buraya gelmiyor, gelen de kaçıyor; yerli para sahipleri de bakıyorsunuz, gidiyorlar Maltalara, başka vergi cennetlerine ve daha gelişmiş demokrasilere, paralarını oraya park ediyorlar. Ne oluyor? Para sahipleri hareket ediyor.
İkincisi, fikri olanlar arkadaşlar. Bakın, bu iklimde, bu habitatta bir fikri olan bir kişi acaba o fikrini geliştirebilir mi? Hayır. Çünkü özgürlükler yok. "Barış istiyorum." dediğinizde hapse giriyorsunuz. "Bir fikrim var." dediğinizde, "Bir itirazım var." dediğinizde hapse giriyorsunuz. Böyle bir ortamdan fikri olanlar da kaçıyor arkadaşlar ve beşerî sermayemizi kaybediyoruz.
Üçüncüsü de yoksullar hareket hâlinde arkadaşlar, yoksullar. Bakın, Türkiye'de ekmeğinden, işinden, aşından ettiğiniz on binler başka ülkelere kaçmaya çalışıyorlar, başka ülkelere gidiyorlar çünkü bu ülkede iş, aş artık yok.
Bazı insanlarımıza, vatandaşlarımıza "terörist" diyorsunuz, ötekileştiriyorsunuz ve onlar da bu ülkeyi terk ediyorlar. Ve hep beraber kaybediyoruz arkadaşlar. Yapmamız gereken, acil demokratik reformlar, acil ekonomik reformlardır; bu sarmalı tersine çevirmeliyiz.
Torbaya gelecek olursam arkadaşlar, bakın, çok önemli maddeler var, önem sırasına göre söyleyeceğim. İşsizlik Sigortası Fonu bir süredir yağmalanıyor arkadaşlar. Ekonomi bakanları dediler ki: "Bizim bütçe açığımız büyüyor, büyümemesi için ne yapacağız? Orada işsizlerin parası var, 100 milyarın üzerinde parası var; işverenin de sıkıntısı var. Ne yapalım? İşverene kaynakları, teşvikleri oradan verelim." Ve iki yılı aşkın süredir bu uygulama sürüyor arkadaşlar. Ve milyarlarca lira patronlara transfer edildi. Derde derman oldu mu? Derde derman oldu mu Sayın Süreyya Sadi Bilgiç? Olmadı.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Hayda!
GARO PAYLAN (Devamla) - Sürekli işsizin parasını patrona veriyoruz. Ya, derman oldu mu, patronlar rahat etti mi? Hayır çünkü yatırım ortamı iyi değil, patronlar üretemiyor, işçi almak istemiyor. Siz diyorsunuz ki "Yok, yok, sen işçi al, ben sana teşvik vereceğim." Arkadaş, adam üretemiyor, kadın üretemiyor, sen nasıl "İşçi al." diyeceksin, istediğin kadar teşvik ver? Ne yaptık? Geçen sene dedik ki: "Sigorta, muhtasar yok, sen yeter ki işçi al." Ne kadar? Sınırsız. Buna itiraz ettik, bas bas bağırdık, "Bunu yapmayın, yapmamız gereken yapısal tedbir." dedik, dinlemediniz; bunu yaptınız ve milyarlarca lira İşsizlik Sigortası Fonu'ndan patronlara aktarıldı.
Yetmedi, bugün gelen torbada, arkadaşlar, diyor ki: "Şubat ile nisan ayı arasında -tam da bu seçim döneminde- sen istediğin kadar işçi al, maaşını ben vereceğim." Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk yaşanıyor. Devlet, patron ne kadar işçi alırsa alsın "Maaşını ben vereceğim." diyor. Nereden? İşsizin parasından. İşçinin parasını işsizin parasından ödeyecek hem de.
Değerli arkadaşlar, büyük bir skandalla karşı karşıyayız. Sonra "Kriz yok." diyorsunuz ama patronların işçi alma isteği yok. Ne olacağını ben size söyleyeyim. Buradan vatandaşlarımıza söylüyorum: Eş, dost, akrabasının kimliğini alacak patronlar "işçi" diye yazacaklar arkadaşlar; üç ayda 6.060 lira, her bir işçi adına 6.060 lira İşsizlik Sigortası Fonu'ndan patronlara kaynak ayrılacak. 100 tane işçi alın, 606 bin lira kaynak size gelsin.
Arkadaşlar, böyle kötüye kullanılabilecek bir maddeyle karşı karşıyayız, büyük bir skandalla karşıyayız. Bütün işçilere ve işsizlere sesleniyorum: Fonunuz yağmalanıyor arkadaşlar, gelin, buna bir müdahale edin.
Yapmamız gereken nedir bu kriz yılında? İşsizlere doğrudan maaş bağlamaktır arkadaşlar. Bakın, bunu yaparsak garibanların ellerine biraz para geçer, alışveriş yaparlar, o zaman piyasa canlanabilir ve o zaman patronlar gerçek işçileri alabilirler. İşsizlere İşsizlik Sigortası Fonu'ndan kaynak ayıralım diyorum arkadaşlar ama dinleyen yok maalesef, ferman öyle yazılmış çünkü. O ferman da Komisyonumuza gece yarısı on birde geldi biliyor musunuz arkadaşlar? Son dakika. Son dakika fermanı. Üç dakikada tartışıp geçirmeye çalıştılar Komisyondan.
Diğer bir madde, kitapta KDV kalkıyor arkadaşlar. Desteklediğimiz bir madde. Ama böyle olur mu ya? Bir torba yasa içinde bütün yayıncılık ve kitapevleri sektörünün sorunlarını çözebilir miyiz? Hayır, çözemeyiz. Dedik ki: "Bir kod yasa gelsin, bütün yayınevlerinin sorunlarını çözelim." Yani tek sorun KDV mi arkadaşlar? Tek sorun KDV mi kitapta? Hayır. Ya, kâğıdı yüzde 8'le alıyor kitapçı, yayınevine yüzde 18 KDV veriyor. Ee, bu ne olacak? Kitapta sıfır yapmışsın, yetiyor mu? Yetmiyor. Bir de kitap okuma alışkanlığının en düşük olduğu ülkedeyiz arkadaşlar ve küçük yayınevleri ve kitapevleri kapanıyor. "Bunlarla ilgili, bütün bunlarla ilgili yapısal bir tedbir içeren bir kod yasaya ihtiyaç var." dedik ama ferman öyle yazılmıştı, Komisyondan öyle geçti, umalım ki buradan dönsün.
Bir de e-kitap meselesi var yani internet ortamındaki kitap meselesi. Orada KDV yüzde 18'e çıkarılmıştı, hani kâğıtta 8'di, diğerinde 18. Şimdi burada sıfır ve 18. Bu 18'in de yüksek olduğunu söyledik, dinlemediler. Elbette Amazon gibi devlerin yayıncılarımızı ezmesine izin vermemeliyiz. Tek fiyat uygulamasına geçmeliyiz kitapta ama orada da KDV'nin düşmesi lazım.
Diğer bir mesele iş güvenlik uzmanları arkadaşlar, bu çok önemli. Bakın, iş güvenliği meselesinde, arkadaşlar, iş cinayetlerinde, Avrupa'da biliyorsunuz 1'inciyiz, dünyada 3'üncüyüz. Geçen yıl 2 bin vatandaşımız iş cinayetine kurban gitti ve maalesef iş güvenliği açısından, iş güvenliği uzmanı çalıştıran yerlerde de iş cinayetleri oluyor. Ne yapmamız lazım? Daha etkin iş güvenliği lazım. Niye olmuyor? Çünkü iş güvenlikçisini kim belirliyor? Patron belirliyor arkadaşlar. Düşünebiliyor musunuz? Maaşını verdiğiniz ve sizin seçtiğiniz insan sizi denetleyebilir mi? Hayır, denetleyemez. Yapmamız gereken ne? İş güvenlikçilerinin bir merkezden belirlenmesi, patronların oraya başvuru yapması ve denetçinin o merkezden belirlenip orada görevlendirilmesi, herhangi bir patron sultasında olmaması, maaşının oradan verilmemesi lazım.
Bakın, 2012 yılında çıktı bu yasa ve arkadaşlar, tam 3 kez ertelendi süresi. 50'den az sayıda işçi çalıştıran iş yerlerinde hâlâ uygulanmıyor ve iş cinayetleri devam ediyor. Şimdi ne diyor bu yasa arkadaşlar? (C) sınıfı iş güvenlikçileri (B) ve (A)'lar yerine çalışabilsin. Arkadaşlar, bakın, hepinizin bu yasada sorumluluğu var. El kaldıran, kaldırması muhtemel bütün vekillerime sesleniyorum: Eğer bu yasaya "evet" derseniz kalkan her bir elle belki 1 işçiyi öldürmüş olacaksınız. 300 el kalkarsa belki 300 işçiyi daha öldürmüş olacaksınız. 3 kez ertelendi ve 1 Ocak 2019'da bunun süresi bitti. (B) sınıfı iş güvenlikçileri işe alındı zaten. Bırakın, bunlar görev yapmaya devam etsinler, daha etkin denetim yapmaya devam etsinler. Aksi takdirde, (C) sınıfı iş güvenlikçileri, yetersiz tecrübede olan bu iş güvenlikçileri daha tehlikeli sınıftaki iş yerlerinde çalıştırırsanız, emin olun, kalkan her el yeni iş cinayetleri demek olacaktır. Vebali boynunuza diyorum arkadaşlar.
Kreş haktır dedik arkadaşlar. Bu torba yasada bir madde daha var. Biliyorsunuz, belediyelerin kreş açma sorumlulukları var çalışanları için, kamu çalışanları için. Bazı belediyeler ne yapmış? Kreş açmamışlar, özel sektöre göndermişler, oradan hizmet almışlar. Biz dedik ki: Bu yanlıştır, gerek merkezî yönetimin gerek yerel yönetimin sorumluluğu vardır. Bütün mahallelere, her mahalleye bir kreş pek çok siyasi partinin programında var. Biz de bunu sonuna kadar destekliyoruz ama kamu bu sorumluluğunu yerine getirmiyor. Özel sektörden hizmet almış belediye başkanları. Sayıştay "Bu kanunsuzdur." diye rapor tutmuş arkadaşlar. Bazı belediye başkanları suç işlemiş. Şimdi bu torbada "Biz o belediye başkanlarını affediyoruz." diyoruz. Olacak iş mi arkadaşlar ya? Kanun dışına çıkmış, suç işlemiş belediye başkanlarını affedeceksiniz eğer ellerinizi kaldırırsanız. Bu konuyu da dikkatinize sunuyorum, her mahalleye bir kreş hakkını tekrar savunalım diyorum.
Değerli arkadaşlar, ben vekil olduğumdan beri çiftçilerin borçlarını tam 7 kez ya erteledik ya uzattık.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GARO PAYLAN (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakika daha müsaade isteyeceğim sizden.
BAŞKAN - Buyurun, devam edin.
GARO PAYLAN (Devamla) - Bakın, dört yılda çiftçilerin borçlarını 7 kez ya erteledik ya uzattık. Şimdi Süreyya Sadi Bilgiç diyor ki: "1 kez daha erteleyelim." Gerçi ona da saraydan geldi ferman. Her gelişinde dedik ki: Arkadaş, bu borcu erteleyerek olmaz. Bakın, iflas etmiş bir tüccara diyorsunuz ki: "Ya, ben senin borcunu erteleyeyim, hadi çekini bir daha uzat, bir daha uzat." Ya, ödeyemiyor. Çünkü destek vermiyoruz, borç veriyoruz. Bu yasaya "evet" deyin, altı ay sonra bir daha gelecek Süreyya Sadi Bilgiç'e bu, emin olun. Yapmamız gereken bu borçları silmek arkadaşlar, silmek, çiftçiye borç değil destek vermek; yapmamız gereken yapısal tedbir. Bakın, 2,5 milyon çiftçimiz var. Yaş ortalaması kaç? 55 arkadaşlar. Gelin, bunu masaya yatıralım. On yıl sonra çiftçimiz yok. Ondan sonra, Ekonomi Bakanı neden manav tezgâhının başında hıyar satıyor diye düşünmeye devam edersiniz. Yapmamız gereken borçları yapılandırmak değil silmek arkadaşlar.
Hepinize saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)