GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:56
Tarih:21.02.2019

HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın vekiller, hepinize iyi akşamlar dileyerek ben de sözlerime başlayayım.

Şimdi, doğrusunu isterseniz 43 sıra sayılı bu Yasa Teklifi'nin ikinci bölümüyle ilgili olarak partimin genel görüşlerini anlatmış olacağım sizlere. Fakat baştan şunu söylemem lazım ki, yani bir torba yasanın geneli üzerinde konuşmak kadar zor bir şey olamaz herhâlde. Çünkü, içinde envaitürlü şey var. Nitekim ikinci bölüm de yine aynı şekilde, ikinci bölümde de birçok konu var ve birbirleriyle herhangi bir ilgisi de yok. Ama bir ilişkileri var bir tarafıyla da baktığımızda yani biz anlıyoruz onu, doğrusu sizler de anlıyorsunuz tabii ki. Bu teklif -hemen hemen hepsi- seçim perspektifi içinde Komisyona getirilmiş ve bugün de Genel Kurulda konuştuğumuz maddeleri içeriyor. Yani, mesela, insan bir maddeyi okuyor, şöyle bir soru sormadan yapamıyorsunuz: Peki, neden şimdi yani neden şimdi oldu bu? Niye daha önce olmadı? Niye daha sonra olmayacak? Bunların cevabı yok.

Dolayısıyla da yani bu anlaşılabilir bir şey, bir kriz ortamındayız ve bir seçime gidiyoruz. İktidar partisi elindeki bütün imkânları -bence- kullanıyor, biraz -nasıl diyelim- fazla zorlayarak kullanıyor kanaatindeyim -daha negatif bir laf kullanmayayım- ama doğrusunu isterseniz gerçekten bu maddelerin ima ettiği insanlarla ilgili olarak tabii ki bizim de karşı çıkma sınırlarımız zorlanıyor.

Yani, eğer siz, işte -ne bileyim- belediye işçilerinin kreş ihtiyaçlarıyla ilgili bir madde getirirseniz ona biz "hayır" demeyiz çünkü bu doğru bir hamledir ama yine -demin söylediğim gibi- bir soruyu sormanız lazım; neden şimdi, neden daha önce olmadığı sorusu var ama onu da bırakalım, eğer bu konu tartışılacaksa biz daha da cesaretlendirelim sizi, her mahallede bir kreş ve okul açılmasını önerelim ve bunun yapılmasını sağlamaya yönelik olarak en azından politik bir destek verelim. Ama öyle olmuyor ve öyle anlıyorum ki bu da belli bir ihtiyacın cevabı olarak buraya yazılmış.

Şimdi, öncelikli olarak bu cep telefonlarına ÖTV vergisiyle ilgili olarak, biliyorsunuz, bu vergi yüzde 50'ye kadar artırılabilir hâle getirildi bu yasa maddesiyle ve Cumhurbaşkanına verilmiş olan bir yetki bu, ÖTV yani özel tüketim vergisini artırma yetkisi Cumhurbaşkanının kullandığı bir yetki. Tabii, bu -özellikle cep telefonlarıyla ilgili olarak söylüyorum- yüzde 50'ye çıkarılıyor. Bunun neyi ima ettiği tabii ki çok tartışılabilir, o kısımlarına girmeyelim ama arkadaşlar, yani bir malın satımıyla ilgili olarak bir özel tüketim vergisi oranının belirlenmesi yetkisini bir Cumhurbaşkanının kullanması ne demek Allah aşkınıza, bunu anlıyor musunuz?

Hani, bana "Öyle yazıyoruz ama 'Hükûmet' yazamadığımız için, hani 'Hükûmetin yetkisindedir.' yazamadığımız için... Çünkü Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi başka türlü bir sistem, dolayısıyla 'Cumhurbaşkanı' diyoruz." diyebilirsiniz ama arkadaşlar, siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum, Cumhurbaşkanının aldığı bir yetkiye karşı tavır almak veya en azından karşı bir argüman koymak mümkün değildir. Dolayısıyla da -gerçekten biz öyle okuyoruz- bu verginin artırılması ve bu ÖTV kaynaklı zammın yapılması doğrudan doğruya Cumhurbaşkanlığına bırakılmış olan bir yetki olarak duruyor. Fakat o zaman şöyle bir soru da geliyor doğrusu aklıma: Hani, bir yandan Sayın Cumhurbaşkanımız tanzim satışlarla fiyatları düşürmeye çalışıyor, bir yandan da zamlarla telefonların fiyatlarını yükseltmeye çalışıyor. Bu tuhaf durumun yorumunu size bırakayım ama ben tuhaf karşıladığımı söylemiş olayım.

Yine, kıdem tazminatlarının alt yükleniciye rücu edilemeyeceğiyle ilgili bir madde var. Yani bu da doğrusunu isterseniz şu anlamı taşıyor: Alt işverene rücu etmeyelim. E peki, ne olur? Kamu ödeyecek demektir bu, değil mi? Yani alt yüklenicinin ödeyemediği kıdem tazminatlarının ödenmesi de yine devlete kalmış oluyor, yine bütçeye kalmış oluyor. Arkadaşlar, bu da bence son derece sakıncalı ve yine bu, bir anlamda partinizin -hakikaten, bizim arkadaşlar zaman zaman söylüyor- çok fazla işveren yanlısı bir parti olduğunu tespit eden veya en azından destekleyen bir argüman. Fakat arkadaşlar, yani belki zamanı değil ama şunu söyleyeyim: 2008 krizini -ki hâlâ çıkamadık biliyorsunuz yani Türkiye olarak söylemiyorum, dünya olarak; hâlâ 2008 kriziyle uğraşıyor dünya- tartışan iktisatçılar son olarak yaptıkları analizlerde -ki bence birçoğu ikna edici- gelir dağılımındaki bozukluğun birinci derecede bu tür krizleri tetiklediğini yazıyorlar artık ve 2008 krizinin de esas itibarıyla Amerika'daki gelir dağılımının bozulmasıyla çok yakından ilgili olduğunu ampirik çalışmalarla ortaya koymuş durumdalar. Şimdi, dolayısıyla da eğer Türkiye'yi düşünecek olursak, Türkiye'de ekonomi ve siyaset arasındaki ilişkiyi düşünecek olursak normal olarak bir iktidarın gelir dağılımını düşünerek davranması, sanırım, krizlerle ilgili olarak da mücadelesinin bir parçası olur diye düşünüyorum ama gördüğümüz kadarıyla... Yani açıkçası Cumhurbaşkanı bunu söylemekten çekinmiyor da; hatırladığım bir cümle, mesela TÜSİAD'da, OHAL Kanunu'yla ilgili olarak "Gördünüz mü, biz grevleri yasakladık böylelikle." diyerek işverenlere sempatik görünmek şeklinde bir açıklaması da vardı. Dolayısıyla da kıdem tazminatlarının alt işverenlere rücu edilmemesi ve bu borçların devlet tarafından yüklenilmesine ilişkin madde bir tür -bu kelimeyi de kullanayım- işverenlere kıyak anlamına gelen bir madde ve bu maddeyi de işte, gündeme getirmiş olduk.

Şimdi, arkadaşlar, bir başka konu var -birçok konu var da, bir başka konu- şöyle: İş güvenliği uzmanlarıyla ilgili bir konu var. Arkadaşlar konuştular, üzerinde ben de çok durmayacağım ama yani gerçekten şöyle tuhaf bir durum var: On altı yıllık iktidarınız boyunca aşağı yukarı 20 bine yakın insanın, işçinin iş kazalarında öldüğü söyleniyor, öldüğü yazılıyor daha doğrusu. E, şimdi, demek ki burada ciddi bir sıkıntı var ve bu sıkıntı nasıl giderilebilir? Bu sıkıntı iş güvenliği uzmanlarıyla giderilebilir ama siz uzmanları patronun emrinde çalışan bir kişi hâlinde yapılandırmışsanız, bu olmaz. Yani bir yerde çalışan ve patrondan maaşını alan bir kişinin, ne kadar uzmanlığı olursa olsun, o iş yerindeki sağlık sorunlarını rapor etmesi ve onlarla ilgili önlem üretmesi pek mümkün değildir gibi geliyor bana. O nedenle de yine -kaçıncı defa olmuş; yanılmıyorsam 4-5 civarında- bu iş güvenliği uzmanlarının sürelerinin bir yıl daha, 2020'ye kadar uzatılması şeklinde bir madde var. Bu madde de esas itibarıyla yine çok palyatif; sorunu çözmeye yönelik olmak üzere düşünülmüş değil, tamamen daha düşük ücretle ve işverenlerin tümüyle kendi kontrolünde olan iş güvenliği uzmanlarını çalıştırması anlamını taşıyan bir madde ve yine altını çizeyim, bunların faturaları topluma geri dönecektir arkadaşlar, size de geri dönecektir. Çünkü gerçekten de -demin Musa arkadaşım söyledi- neredeyse her gün, çalışan insanların iş kazalarıyla hayatlarını kaybettiğine tanık oluyoruz. Dolayısıyla da eğer bir iktidarın iktidarı boyunca 20 bin civarında işçi ölümü kaydedilmişse buna ilişkin olarak bir şeyler yapmak gerekir ki bu yapılması gereken şey de bu değildir bence.

Efendim, son olarak, bu tarım kredilerinin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili olarak da birkaç cümle söylemek istiyorum. Şimdi, arkadaşlar, Türkiye'de, Türkiye'nin ekonomik yapısının konuşulmamasıyla kaybettiğimiz çok şey var. Ben size söyleyeyim: Mesela, Türkiye'de bankacılık sektörü son yıllarda çok değişik bir biçim aldı, yabancı sermayenin bilfiil içine girdiği bir yapı kazandı ve bu nedenle de esasında bankacılık sistemi ülkenin makroekonomi politikalarına çok da uygun davranmayabiliyor. O sebeple de zaten Hükûmet -benim anladığım kadarıyla- Ziraat Bankası, Halk Bankası gibi bankaları kullanarak müdahale etmek durumunda kalıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Devam edin.

EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Ve yine -altını çizmemde bir sakınca yok sanırım- böyle oluşmuş olan bu bankacılık sisteminin verdiği krediler... Esasında, Türkiye ekonomisinin bir yandan hem küçük, orta sanayi işletmelerinin krediye ulaşabilme zorlukları dikkate alındığında hem de özellikle tarım üreticilerinin, çiftçilerin krediye ulaşmadaki zorluklarını dikkate aldığımızda, yapılması gereken şeyin başka bir şey olması lazım. Yani nasıl ki KOBİ'lere Kredi Garanti Fonu'ndan destekler veriyorsunuz, bence çiftçilerin sadece kredi borçlarının ödenmesini değil, onlara finansal destek vermeyi de düşünmeniz lazım arkadaşlar. Aksi takdirde patates, domates, patlıcan olur ve sürekli olarak tanzim satışı konuşuruz ama gerçek sorunlarımızı konuşmamış oluruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)