| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Özbekistan Cumhuriyeti Arasında Suçluların İadesi Andlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 75 |
| Tarih: | 08.05.2019 |
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Divan, değerli üyeler; evet, teklifin tümü üzerinde söz almış bulunuyorum ama öyle anlaşılıyor ki bugün hep güncel konulardan, özellikle seçimlerden söz etmek hem yerinde hem de gereklidir.
Öncelikle, Sayın Başkan, görevinizi kutluyorum.
Ben siyaset konuşmayacağım. Evet, 31 Mart öncesi, esnası ve sonrasında birçok sorun yaşandı, Anayasa'ya ve hukuka aykırılıklar yaşandı fakat ben Yüksek Seçim Kurulunun 6 Mayıs günü vermiş olduğu kararla sözlerime başlayacağım. Bu karar ne ifade ediyor? Sayın Başkan Sadi Güven 6 Mayıs akşamı "Yargı süreci bitti." dedi. Bu, doğrudur bir yönüyle çünkü bu bir yargı kararıdır ama yanlıştır çünkü bu bitmemiştir. Zira, bu karar gerekçesiz verilmiştir, oysa yargı kararları Anayasa'mızın amir hükmüne göre gerekçeli olarak verilir ve Anayasa madde 79'a göre seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları kesin olarak karara bağlama görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Dolayısıyla burada Yüksek Seçim Kurulu anayasal çerçevede karar vermek durumundadır.
Yüksek Seçim Kurulunun verdiği karar başlıca olarak iki bölümden oluşmaktadır. Birincisi, bir kısım sandık kurullarının ilçe seçim kurullarınca kanuna aykırı oluşturulması ve bu hususun da seçim sonucuna müessir olması nedeniyle 31 Mart 2019 tarihinde yapılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptaliyle yenilenmesine 4'e karşı 7 oyla karar verilmiştir ve "Gerekçesi bilahare gönderilecek." kaydı düşülerek şu ikili itirafta bulunulmuştur: Doğrudan itiraf "Kararımı gerekçesiz verdim." Örtülü itiraf ise "Kararım Anayasa'ya aykırıdır." Çünkü yargısal nitelikteki bütün kararlar gerekçeli olarak yazılır ve Anayasa madde 138'e göre hâkimler Anayasa'ya uygun olarak karar verirler, Anayasa'nın emri bu.
Bu açıdan, birincisi, Yüksek Seçim Kurulu, kanuna aykırı oluşturulan sandık kurullarının kaç tane ve hangileri olduğunu, kanuna aykırı olarak nasıl oluşturulduğunu bu kararında belirtmeliydi.
İkinci olarak, bu hususun seçim sonucuna nasıl müessir olduğunu ortaya koymak durumundaydı. Nihayet, sandık kurullarının oluşum tarzı sonucuna etkiliyse bu etki, aynı zarf içine konulan diğer pusula için de geçerliği olduğuna ve Yüksek Seçim Kurulu, seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları kesin karara bağlama yetkisine sahip olduğuna göre İstanbul yerel seçimlerini bütünüyle iptal etmeliydi. Bu açıdan, bu karar Anayasa'ya aykırıdır, çünkü gerekçesi bulunmamaktadır.
Üçüncü olarak, mazbatayı iptal etmiştir. Oysa İstanbul Büyükşehir Belediye mazbatasının iptaline karar veren kurul, bunu hangi yasaya göre yaptığını belirtmemiştir. Oysa 2972 sayılı Kanun'un seçimlerin iptalini düzenleyen 25'inci maddesinin ikinci fıkrasına göre "Bir seçim çevresinde yapılan seçimin, seçim işlemleri sebebiyle iptaline karar verildiği takdirde, o seçim çevresinde yeniden seçim yapılır." Ne bu fıkra ne de başka bir madde veya kanunun başka hükmü, seçim işlemleri nedeniyle iptal kararıyla birlikte seçilen kişinin tutanağının iptal edilebileceğine dair bir düzenleme yapmamaktadır.
Seçim hukukunda, seçilen kişinin tutanağı, ancak seçilme yeterliliğini kaybetmesi durumunda iptal edilir. Seçim işlemleri nedeniyle seçimin iptalinde, seçilen kişinin, yenileme seçimi yapılana kadar cari görevlerini sürdürmesini engelleyen bir düzenleme bulunmamaktadır, bu konuda herhangi bir Yüksek Seçim Kurulu kararı da yoktur. Hatta, 5393 sayılı Belediye Kanunu madde 44, belediye başkanlığında ölüm, istifa dışında boşalma hâllerini belirliyor. Görev terki, seçilme yeterliliğini kaybetme, görevin sürdürülmesine engel sağlık durumu, meclisin feshine neden olan eylem ve işlemlere katılma gibi sınırlı sayıda nedenlerin ortaya çıkması dahi doğrudan etki doğurmamakta, bunlardan birinin meydana gelmesi durumunda İçişleri Bakanlığının başvurusu üzerine Danıştay kararıyla başkanlık sona ermektedir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesinde bu hâller veya seçilme yeterliliği sorunu bulunmadığına göre, 1 Nisan günü seçilen ve 17 Nisan günü mazbatasını alan İmamoğlu'nun, 23 Haziran seçimlerine kadar görevinde devam etmesinin önünde hukuken bir engel bulunmamakta idi.
İçişleri Bakanlığı tarafından anılan kanunun 46'ncı maddesindeki görevlendirme, sadece herhangi bir boşalmanın gerçekleşmesi ve belediye meclisinin de seçimle yeni bir başkan belirleyememesi durumuna özel olarak getirilmiş bir düzenleme olduğuna göre, 23 Haziran 2019'a kadar valiye bu görevin verilmesi açıkça hukuka aykırı bulunmaktadır. Hâliyle, İstanbul Valisinin kayyum olarak atanmış olması tamamen yerel yönetimlere ve yerel demokrasiye aykırılık teşkil etmektedir. Bu bakımdan, Yüksek Seçim Kurulu kararı -Başkanının da belirttiği üzere- Anayasa'ya aykırıdır.
Bu aykırılıklar aslında birinci partinin 1 Nisandan itibaren yapmış olduğu itirazlar zinciriyle ortaya çıkmıştır. Şöyle ki: 1 Nisan günü verilen birleştirme tutanağına göre İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiştir. Olağan itirazlar tüketilmiştir, dolayısıyla olağanüstü itiraz için süre 8 Nisanda dolmuştur. Eğer ikinci birleştirme tutanağı dikkate alınırsa 18 Nisanda başlayacaktı ama birinci parti başvurusunu 16 Nisanda yapmıştır. "Hayır, süre dolmuştur." biçimindeki itirazlar üzerine, 20 ve 22 Nisan'da yeniden başvurularda bulunmuştur. Oysa süre açıktır, süre hak düşürücüdür ve kanunda açıkça belirtilmiştir. Peki, nasıl olmuştur bu? Tıpkı önce "Kısıtlı seçmenler vardır." gerekçesiyle yapılan başvurular... "40 bin akıl hastası vardır." dendi İstanbul'da ve toplu hakaret edildi İstanbul seçmenlerine fakat bunlar kanıtlanmayınca "Kanun hükmünde kararnamelerin ek listelerinde adları yer alan kişiler seçmen olamazlar." dendi. Ve hangi kanun hükmünde kararnameler? Sayın adayın "Kurunun yanında yaş da yanıyor olabilir, biz de o listelerden basın yoluyla haberdar oluyoruz." dediği kanun hükmünde kararnameler ve sayın yardımcısının da "Onlar bizim tarafımızdan hazırlanmıyor, MİT tarafından hazırlanan belgelerdir." dediği bu kararnameler. Ve burada Yüksek Seçim Kurulu bunu reddettiği hâlde, kabul etmediği hâlde birinci parti yeniden "Kanun hükmünde kararnamede adları yer alan kişiler seçmen olamazlar." biçiminde başvuruda bulunmuştur. Dolayısıyla burada, yüce dediğimiz "Bu Mecliste bulunan 10 vekil de seçme hakkını kullanamazlar." demişlerdir, demiş bulunuyorsunuz, sol tarafım demiş bulunuyor.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Onlar solcu değil.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Benim sol tarafımda yer alanlar bunu söylemiş bulunuyor.
Ve tabii ki bununla yurttaşlık tanımının nasıl değiştirilmek istendiği ortaya konmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Evet, yurttaşlık tanımını yeniden yapma eşiğine gelmiş bulunuyoruz. Dolayısıyla o kararnamelerde, OHAL ortam ve koşullarında, gece yarılarında acımasız bir biçimde "toplu katliam", "toplu hukuk katliamı" olarak ifade edilebilecek o kararnamelerde adları yer alan kişiler için o denli uzun yasaklar listesi getirilmiştir ki hukuken "Burada yer almayan, sayılmayan yasaklar serbesttir." sonucuna bizi götürdüğü hâlde -ki vekiller bu şekilde seçildi aday listesinde- kesinleşen listelerde adları yer alan meclis üyeleri ve belediye başkanları "Hayır, seçilemez." denmiştir. Onlarla yetinilmedi "Seçmen bile olamazsınız." denmiştir ve bir tür seçim sonrası kayyum mekanizması işletilmiştir. İşte bu kayyum mekanizması aslında yasal bir dayanağı olmadığı hâlde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, tamamlayayım izninizle.
BAŞKAN - Bir dakika daha mı süre talebiniz var?
Buyurun.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.
Bu mekanizma anayasal çerçeveye sahip olmadığı hâlde, biraz önce belirttiğim üzere, gerekçesiz karar hukuken geçerli değildir. Eğer gerçekten iptal nedeni varsa Yüksek Seçim Kurulu birkaç gün daha bekleyemez miydi? Yoksa Yüksek Seçim Kurulu şunu mu yapacak: Birinci partinin yaptığı gibi, bir neden öne sürdü olmadı, ikincisini sürdü olmadı, sonuçta bu nedenlerden vazgeçti, "Ben, sandık kurulları geçersiz olduğundan iptalini istiyorum." dedi, yoksa Yüksek Seçim Kurulu da tıpkı birinci partinin bir ay süreyle aradığı gerekçeleri önümüzdeki günlerde, mayıs ayında arayıp 23 Hazirandan sonra mı açıklayacak? İşte ben Yüksek Seçim Kurulunun verdiği bu karardan bir hukukçu olarak utanç duyuyorum, utanç duyuyorum ve bu kararın hukuken yok hükmünde olduğu görüşümü sizlerle paylaşıyorum.
Saygılarımla. (CHP, HDP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)