GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:81
Tarih:22.05.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan, önce, Birinci Dünya Savaşı'nın muzaffer emperyal güçleri karşısında verdiğimiz istiklal mücadelesinin başlangıcını temsil eden ve geçtiğimiz pazar günü 100'üncü yılını kutladığımız 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak özgürlüğü elinden alınıp umutları yok edilmiş bir millete umut olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını bir kez daha minnet ve şükranla anıyorum. Onların vatanseverliği, cesareti ve azmi, Türk milletinin bu coğrafyada hür ve bağımsız yaşama konusundaki kararlılığının en güçlü dayanağı olmaya devam etmektedir.

Saygıdeğer milletvekilleri, ülkemizin ekonomisinin içinde bulunduğu durum ve Hükûmetin uyguladığı politikalar hakkında görüşlerimi paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum.

Bildiğiniz gibi, ülkemize âdeta çağ atlatacağı iddiasıyla getirilen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi yürürlüğe gireli yaklaşık on bir ay oldu. Bu süre zarfında bırakın çağ atlamayı, temel ekonomik göstergelerimizin neredeyse tamamı kötüye gitti. Bundan daha vahimi ise yakın gelecekte herhangi bir iyileşme olacağına dair de hiçbir sinyal ortada görünmüyor, yok. Sayın Cumhurbaşkanı ve Bakan Sayın Albayrak'ın söylemleri ve eylemleri ne yazık ki krizin sebeplerini ortadan kaldırmaya değil, sadece günü kurtarmaya yönelik. Bu da gayet normal çünkü tüm dertlere deva olacağı vaadiyle getirilen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin bizatihi kendisi ekonomideki kötü gidişin temel sebebidir. İşte tam bu yüzden de bu kötü gidişi durdurmasına imkânı yok. Sorun, artık şu veya bu bakanın sorunu olmaktan çıkmıştır; sorun, sistem sorunu hâline gelmiştir. Gerek şahsım gerekse diğer muhalefet partilerindeki milletvekili arkadaşlarım bu kürsüden birçok defa uyarılarda bulunduk. Özetle, Türkiye'nin yıllar boyu uygulanan yanlış politikalar yüzünden özel sektör ağırlıklı bir borç kriziyle karşı karşıya kaldığını ve bu borç krizi çözülmeden ülkemizin tekrar büyüme patikasına girmesinin mümkün olmadığını defalarca ifade ettik. Hükûmetin uyguladığı inkâr ve kibir politikalarından derhâl vazgeçerek bozulan güven ortamını yeniden tesis etmesi gerektiğini söyledik. Bunun için, ilk önce, ekonomi yönetiminde işin ehline teslim edilmesi ve Merkez Bankası, Hazine, Maliye ve BDDK gibi hayati öneme sahip kurumlarımızda yok edilen liyakat sisteminin acilen geri getirilmesi ve Devlet Planlama Teşkilatının varlığının sürdürülmesi gerektiğini belirttik. Tüm bunları söyledik fakat uygulanan yeni Hükûmet sisteminde Meclisin tamamen işlevsiz hâle getirilmiş olması ve iktidar partisinin medyayı neredeyse tamamen kontrol altında tutmasından dolayı sesimizi duyuramadık, hâlâ daha duyuramıyoruz.

Ekonomi yönetimi, bilgi ve tecrübe bakımından böyle ciddi bir krizle baş etmesi mümkün olmayan Sayın Berat Albayrak'a teslim edilmiş durumda. Ekonomiyle ilgili hayati öneme sahip kurumlarımız ise Sayın Albayrak ve Sayın Cumhurbaşkanının etrafındaki bir avuç "Evet efendim."ci -üzülerek söylüyorum, belki de dalkavukluğa varan- eş, dost ve ahbaplarına teslim edilmiş vaziyette. Bu kişilerin çoğu bulundukları makamlara bilgi ve tecrübeleriyle değil, Sayın Erdoğan ve Sayın Albayrak'a olan bağlılıkları sayesinde geldikleri için yukarıdan aldıkları talimatlar dışında bir irade göstermeleri söz konusu değil, bilseler bile doğru politikaları uygulama şansları yok.

İşte krizden çıkmamızı engelleyen ve durumun giderek daha da kötüleşmesine neden olan şey, Türkiye ekonomisinde yaşanan bu kurumsal çöküştür. Bu çöküşü gören yerli ve yabancı sermaye sahipleri ekonomimize olan güvenlerini kaybettikleri için yaklaşık bir yıldır yoğun bir sermaye çıkışıyla karşı karşıya kaldık ve yaşıyoruz. Son dönemde uygulanan serbest piyasa ilkelerine aykırı bazı uygulamalar da gerek yerli gerekse yabancı sermaye sahiplerini iyice ürkütmüş ve sermaye kaçışını hızlandırmıştır. Yapısal bir zafiyet olarak, büyümek için ihtiyaç duyduğu tasarrufları yurt dışından çekmek zorunda olan ülkemizin karşılaştığı bu sermaye kaçışı âdeta ekonomimizin can damarlarını kesmektedir.

Değerli milletvekilleri, ben bugün burada sebze, meyve şu kadar oldu, hayat pahalılaştı, işsizlik arttı, milletimizin refahı düştü gibi yüzeysel bir söylemde bulunmak istemiyorum. Evet, bunların hepsi doğru ve birazdan bunlarla ilgili bazı rakamları da vereceğim. Ancak benim asıl amacım, Hükûmete bir kez daha uyarıda bulunmak ve içinde bulunduğumuz durumun ciddiyeti hakkında tarihe not düşmek. Her ne kadar Hükûmet bizi dinlemese de ve sesimizi milletimize duyurmakta sıkıntı çeksek de bu uyarıları yapmak mecburiyetindeyiz. Çünkü söz konusu olan, hangi partiye oy vermiş olursa olsun tüm vatandaşlarımızın, özellikle de önlerinde uzun bir hayat olan gençlerimizin ve çocuklarımızın geleceği. Üzülerek ifade etmek istiyorum ki Hükûmetin uyguladığı politikalar eğer böyle devam ederse ülkemiz ekonomisi yıllar sürecek bir düşük büyüme patikasına girecek ve medeni dünyayla aramızdaki refah farkı çok daha fazla açılacaktır. Her yıl yüz binlerce gencin iş gücüne katıldığı ülkemizde düşük büyüme olması demek, geleceğe umutla bakması gereken gençlerimizin ve çocuklarımızın hayallerinin çalınması, umutlarının yok olması demektir. Bunun ileride sebep olacağı sosyal problemlerin bedeli ise çok ağır olacaktır.

Dahası, önümüzdeki dönemde Türkiye'nin tek sorunu ekonominin büyümesi veya az büyümesi olmayacaktır. Geçmişte olduğu gibi, büyüse bile kalkınamayan yani üretimini artıramayan, sanayileşemeyen, sanayisi için gerekli ham maddeleri ve hatta gıdasını bile dışarıdan tedarik etmek zorunda kalan bir Türkiye için geleceğin dünyasında varlığını sürdürmek kolay olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin mevcut iktidar tarafından getirildiği durum aynı zamanda büyük bir millî güvenlik riskidir. Diğer bir deyişle, şayet koltuğunu kaybetmek istemeyen bazı kişilerin iddia ettikleri gibi, Türkiye'nin bir beka sorunu varsa bu, ekonominin kötü yönetilmesinden kaynaklı bir beka sorunudur. İktidarın bir darılıp bir barıştığı ve hiç dilinden düşürmediği ama kim olduğunu bir türlü açıklayamadığı dış güçlerin karanlık planları olsa bile ekonomisi güçlü bir Türkiye'nin beka sorunu olmaz, olamaz. İnanıyorum ki milletimiz, karşı karşıya olduğumuz asıl beka tehdidinin ekonomik alanda olduğunu ve bunun sorumlusunun da mevcut iktidar olduğunu anlamaya başlamış ve 31 Mart mahallî idareler seçiminde iktidara ciddi bir uyarıda bulunmuştur. Fakat iktidar, bırakın bu uyarıyı dikkate almayı, kaybettiği İstanbul seçimini hukuka aykırı şekilde yenileterek millet iradesini açık biçimde çiğnemiştir. Bu, sadece demokrasiye ve meşru anayasal düzene değil, aynı zamanda Türk ekonomisine vurulmuş çok ağır bir darbedir, sonuçlarını yaşayarak görüyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, konuşmamın bu bölümünde son zamanlarda hafifliyormuş gibi gösterilen ekonomik sorunların aslında neden ve nasıl derinleşmekte olduğunu izah etmeye çalışacağım. Bunun için kısaca ekonomideki bozulmanın başladığı geçen yılın mart ayından bu yana olanları özetlemek istiyorum fakat ondan önce biraz daha geriye gidip hafızalarımızı tazelemek gerekiyor.

Yıllar boyunca borçlanarak inşaat ve tüketim ağırlıklı büyüyen ekonomimizin nefesi, küresel likidite bolluğunun azalmaya başlamasının da etkisiyle 2016 yılı ortalarına gelindiğinde artık kesilmeye başlamıştı. Ardından 15 Temmuz hain darbe girişiminin sebep olduğu güven kaybıyla ekonomimiz daralma eğilimine girdi. Ancak tam bu noktada ne pahasına olursa olsun tek adam yönetimine geçmeye kararlı olan Sayın Erdoğan bir hamle yaptı, 2017 yılı Nisan ayında yapılacak başkanlık sistemi referandumunu kazanabilmek için Kredi Garanti Fonu vasıtasıyla ekonomiyi tekrar canlandırmayı denedi. Nefesi kesilmiş bir ekonomiye 250 milyar TL gibi muazzam bir kaynak enjekte edilerek bir doping etkisi yaratıldı. Böylece ekonomide referandumun kazanılmasını sağlayan bir ivmelenme oldu ancak bu adım sorunları ertelemekle kalmadı, aynı zamanda derinleştirdi. Şu anda o iyi denilen 7,4'lük büyümenin sorunlarını yaşıyoruz ve bizi batıracak olan da o 7,4'lük büyümedir çünkü suniydi çünkü KGF'yle verilen krediler ya batmak üzere olan firmaları bir süre daha yüzdürmek için ya da yine üretken olmayan yatırımların finansmanı için kullanıldı. Tabii, bunun da etkisi geçici oldu. Bu şekilde 2018 Mart ayına kadar geldik.

Bu tarihte Amerikan Merkez Bankasının faiz artırımlarını hızlandıracağı ve küresel likiditenin beklenenden hızlı daralacağı anlaşılınca gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışları başladı. Doğal olarak, Türkiye gibi derin yapısal sorunları olan ekonomiler bu süreçten olumsuz etkilendi.

Sayın Erdoğan, ekonomide sıkıntıların tekrar başlayacağını anlayınca referandumda kabul edilen ama henüz yürürlüğe girmeyen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine bir an önce geçebilmek için Sayın Bahçeli'nin de yardımıyla seçimleri öne çekti çünkü biliyordu ki artık suni teneffüsle yaşayan ekonominin kalbi, seçimlerin normal tarihi olan 2019 Kasımına kadar dayanamayacaktı. Bu yüzden seçim tarihi 24 Haziran 2018 olarak belirlendi.

Sayın Erdoğan, seçim kararının yarattığı tedirginliği gidermek ve sermayeyi tekrar Türkiye'ye çekebilmek için geçen yıl mayıs ayında uluslararası yatırımcılarla görüşmek üzere Londra'ya gitti. Ve Londra'da o meşhur Bloomberg TV röportajını verdi. Sayın Erdoğan bu röportajda tabiri caizse kaş yapayım derken göz çıkarttı; kullandığı söylemler, özellikle Merkez Bankası ve faizlerle ilgili sözleri yabancı yatırımcılarda paniğe yol açtı, kur ve faizlerde ani yükselişler oldu, sonrasında piyasalar biraz sakinleştiyse de güven bir kere kaybolmuştu artık.

Bu şekilde seçimlere kadar gelindi. Seçim kazanan Sayın Erdoğan, 80 milyonluk ülkede sanki bilgi ve tecrübe bakımından o makama daha uygun biri yokmuş gibi damadı Sayın Albayrak'ı bakan yaptı, ekonomiyle ilgili tüm yetkileri de onda topladı. Bu atama piyasaları tekrar panikletti. Daha önce zaten yara almış olan güven, ekonomi yönetiminde öngörülebilirliğin azaldığı düşüncesiyle iyice kayboldu ve piyasa göstergeleri hızla bozulmaya başladı. Oluşan güven kaybının üstüne bir de Amerika'yla yaşanan gerginlikler eklendi. ABD Başkanı Trump'ın casusluk suçlamasıyla hapiste tutulan Rahip Brunson hakkında attığı "tweet" Türk lirasında şiddetli bir atak olmasına ve literatürde "ani duruş" tabir edilen durumun yaşanarak Türkiye'ye sermaye girişlerinin durmasına yol açtı. Bu esnada 7,23 seviyelerine kadar yükselen dolar kuru daha sonra düşse de 6 TL'nin üzerinde kalmaya devam etti. Türk lirasındaki büyük değer kaybı ancak eylül ayında yapılan radikal faiz artırımı ve alınan diğer bazı olağanüstü tedbirlerle durdurulabildi. Fakat takip eden süreçte ekonomide güven tesis edilemediği için sermaye girişleri hiçbir zaman istikrar kazanamadı, aksine çıkış eğilimi devam etti.

Tabii, yaşanan kur ve faiz artışı ekonomimize büyük hasarlar verdi. Enflasyon yüzde 25'lere, kredi faizleri yüzde 40'lara kadar yükseldi. Hem arz hem talep tarafında büyük belirsizlikler meydana geldi. Bunların neticesinde ekonomi yılın üçüncü çeyreğinde sert bir şekilde yavaşladı, son çeyrekte ise yüzde 3 küçüldü. Böylece 2018 yılı büyümesi yüzde 2,6'da kaldı.

Arz tarafına baktığımızda, sanayi üretiminin geçen yılın ağustos ayından bu yana yıllık bazda sürekli düştüğünü görüyoruz. Son açıklanan 2019 Mart ayı verisi önceki yıla göre yüzde 2,2 düşüşe işaret ediyor. Önceki yıllarda ekonominin lokomotifi olan inşaat sektörü geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 5,3; son çeyreğinde ise yüzde 8,7 daraldı. Zira yükselen faizler nedeniyle ipotekli konut satışları neredeyse durmuş vaziyette.

Talep tarafına baktığımızda, yapılan vergi indirimlerine rağmen otomotiv ve beyaz eşya satışlarında da büyük düşüşler görüyoruz. Bu yılın ilk dört ayında, binek ve hafif ticari araç satışları önceki yıla göre yüzde 48 azaldı. Yılın ilk çeyreğinde beyaz eşya satışları geçen yıla göre yüzde 7 düştü. Perakende satışlara baktığımızda ise geçen yılın eylül ayından beri satış hacminin yıllık bazda sürekli düştüğünü görüyoruz. Ciro endekslerindeki yıllık artış da geçen yılın ekim ayından beri enflasyonun altında seyrediyor.

Tüketici talebindeki bu çöküş normal çünkü insanlar işlerini kaybediyor, krediye erişemiyor ve dolayısıyla para harcayamıyor. Geçen hafta yayımlanan TÜİK İşgücü İstatistikleri'ne göre, Şubat 2019 itibarıyla son bir yılda iş gücü 560 bin kişi artmış olmasına rağmen istihdam 810 bin kişi azalmış. Yani son bir yılda işsizler ordusuna 1 milyon 370 bin kişi eklenmiş durumda. Resmî işsiz sayısı 4,7 milyona ulaşmış durumda ve bu rakama, umudunu kaybettiği için iş aramayanlar dâhil değil maalesef. Resmî işsizlik oranı yüzde 14,7. Genç işsizlik oranı ise geçen yıla göre 7,1 puanlık artışla yüzde 26,1'e ulaşmış durumda. Kısacası işsizlikte durum oldukça vahim ve maalesef önümüzdeki aylarda daha da kötüleşmesi kuvvetle muhtemel.

Finansman tarafına bakarsak "Düştü." denilen faizler bile hâlâ çok yüksek; şu anda tüketici kredilerinde yüzde 28, ticari kredilerde yüzde 27 civarında. Bu belirsizlik ortamında bu faizlerle kimse kredi kullanmak istemiyor, isteyenler de borcu borçla çevirmeye çalışan riskli müşteriler olduğundan bankalar kredi vermeye yanaşmıyor. Zaten bankaların kredi verecek hâli yok; bir yandan vadesi dolan kredilerini konkordatolar ve yeniden yapılandırma baskıları nedeniyle tahsil etmekte zorlanıyorlar, bir yandan da vadesi gelen dış borçlarını ödemeye çalışıyorlar. Artık dışarıdan eskisi gibi ucuz ve kolay borç bulamadıklarından net dış borçlanmada ödeyici durumundalar, ülkeden kaynak transferi yapılıyor. Dolayısıyla, ülkemizdeki kredi mekanizması neredeyse durmuş vaziyette. Mayıs başı itibarıyla son on iki ayda toplam kredi artışı sadece yüzde 11,7; bunun neredeyse tamamı yabancı para kredilerden kaynaklanıyor. Enflasyonun hâlâ yüzde 20 civarında olduğu ve yabancı para kredilerdeki artışın tamamen kurdaki yüzde 30'a varan değer kaybına dayandığı dikkate alınırsa ülkedeki reel kredi daralmasının ne kadar derin olduğu anlaşılabilir. Bu da son derece normal çünkü özel bankalar neredeyse hiç kredi vermiyor, veremiyor. Kamu bankaları ise yukardan gelen talimatla ve kimi zaman zarar edeceklerini bile bile kredi veriyorlar. Şu anda kamu bankalarının döviz açığının 3,5 milyar dolar olduğu kesin bilgi; tahmin değil, kesin bilgi. Bu, 2001 krizindeki durumun aşağı yukarı bir benzeri.

Sayın Erdoğan ve damadı, bankaları faizleri düşürmeleri ve kredi vermeleri konusunda tehditkâr bir dille uyarmakta sakınca görmüyor. Kredi faizlerini düşüren bankalar bir süre sonra zarar etmemek için mevduat faizlerini de indirmek zorunda kalıyor, bu da dövize olan talebi canlandırıyor. Bu nedenle, özellikle son aylarda vatandaşlarımızın döviz mevduatlarında gözle görülür bir artış söz konusu, bu durum kurların aşağı gitmesini engelliyor.

2002'de sizi iktidara getiren ekonomik koşullarda bankacılık sistemindeki -dolarizasyon- toplam mevduatın yüzde 65-70'e yakını dolardı. 2007 ve 2008'de yüzde 30'lara kadar düşen bu rakamı siz bugün yüzde 56'ya çıkardınız, aynı süreci tekrar yaşıyorsunuz.

Kamu maliyesinde gelinen noktayı anlamak için ise 2019 yılının ilk dört aylık bütçe gerçekleşmelerine bakmamız yeterli. Harcamalar, çoğu faiz dışı harcamalar olmak üzere yaklaşık yüzde 30 artış kaydederken vergi gelirleri sadece yüzde 6 artmış. Bütçe açığı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 135 artarak 54,5 milyar TL'ye ulaşırken faiz ödemeleri, ilk dört ayda yüzde 51 artış göstermiştir. Demek oluyor ki 80,6 milyar TL'lik 2019 yılı bütçe açığı hedefinin üçte 2'si, yılın ilk dört ayında gerçekleşmiş. Bu, çok vahim bir durum.

Önümüzdeki günlerde emeklilere 12 milyar TL ikramiye ödenecek. Geçen hafta itibarıyla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası nezdindeki hazine hesabındaki TL hesabının bakiyesi 3,6 milyar, 24,2 milyar TL de döviz hesabı bakiyesi var, bu da 4 milyar dolar. Dolaysıyla şu anda eğer ilave bir borçlanmaya gidilmezse emeklinin parasını ödeyebilmeniz için bu dövizlerin mutlaka satılması gerekiyor. Eğer satmayacaksanız o zaman ilave borçlanacaksınız. Borçlandığınız zaman da faizler yükselecek. 2013'te yüzde 6 civarında olan ortalama hazine borçlanma maliyeti, bugün sayenizde yüzde 26'ya çıkmış durumda, belki bundan sonra da yüzde 30'ları bulacak çünkü 12 milyar ödeyeceksiniz, ayın 15'inde de, haziranda da memur maaşları geliyor. Merkez Bankasındaki bilançonuz da varlıklarınız da bunlar.

Dolayısıyla geldiğimiz noktada Türkiye ekonomisinin kalan tek dayanak noktası olan mali disiplin de artık kaybolmaya başlamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yılmaz, tamamlayın sözlerinizi.

DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Bu gidiş, bizi 1990'lı yıllarda yaşadığımız krizlerin temel sebebi olan ikiz açığın yani yüksek bütçe açığı ile yüksek cari açığın bir arada olduğu günlere geri döndürecektir. Bu bakımdan çok tehlikeli bir gidiştir.

Hızlı düşmüş olması sanki çok iyi bir şeymiş gibi anlatılan cari açık konusuna gelelim. Şu anda cari açığımız, ihracatımız arttığı için değil, üretim ve tüketim için ihtiyaç duyduğumuz malları artık ithal edemediğimiz için düşüyor. Ekonomi daralıyor yani cari açıktaki bu azalış, aslında ekonomideki daralmanın bir sonucu. Bundan daha vahimi ise azaldığı için sevindiğimiz cari açığın nasıl finanse edildiği. 2018 yılının tamamında 27,6 milyar dolar cari açık vermişiz ancak garip olan şu ki, geçen yıl cari açığı finanse etmek üzere ülkemize hiç sermaye girmediği gibi, 4 milyar dolar da çıkış olmuş. Yani hem cari açığımızı finanse etmek için 27,6 milyar dolar hem de sermaye çıkışını karşılamak için 4 milyar dolar bulmak zorunda kalmışız. Peki, toplamı 31,6 milyar dolar eden bu parayı nereden bulmuşuz? Şoke edici gerçek şu ki, bunun 21,2 milyar dolarlık kısmı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, sözlerinizi bağlayın lütfen.

Buyurun.

DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Eğer izin verirseniz şu kalan 4 sayfayı da okuyayım, lütfen.

BAŞKAN - 4 sayfayı okumanız hâlinde süreyi çok zorlarız Sayın Yılmaz.

DURMUŞ YILMAZ (Devamla) - Mademki sürem doldu, sonuç itibarıyla şunu söylüyorum: Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla ne kadar teziniz varsa 2002'de siz iktidarı devralırken aldığınız bütün makroekonomik verilerin gerisine düştünüz. Lütfen, grubunuzda bunları sorun sorgulayın.

Merkez Bankasındaki şu anda net döviz rezervi bitmiş tükenmiş durumda. Dış güçlerle, şununla, bununla bunları açıklamak mümkün değil. Yanlış politika uyguluyorsunuz, şeffaf değilsiniz, hesap verebilir değilsiniz ve bunun bedelini sadece siz ödemeyeceksiniz, bize de ödettireceksiniz.

Dolayısıyla, sözümü şöyle bitiriyorum: Tüm kalbimle bu öngörülerimin yanlış çıkmasını diliyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Yılmaz.