| Konu: | Askeralma Kanunu Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 92 |
| Tarih: | 20.06.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biliyorsunuz, ben bunun birinci bölümü üzerinde de söz almıştım fakat bu geriye sayım ve saatten dolayı her şeyi söyleyememiş olabilirim. Dolayısıyla bir ölçüde bıraktığım yerden devam edeceğim ama girizgâh olarak birkaç hususa değinmek isterim.
Bir defa, üzerinde değişiklik yapmaya çalıştığımız veya yenilemeye çalıştığımız bir evvelki Askerlik Yasası'nın üzerinden yani 1927'den bu tarafa doksan iki yıl geçti. Ben, hepsi rahmetli olmuş olan o dönemin milletvekillerinin hepsini saygıyla selamlarım. Onlar bize, bu devlete doksan iki sene hizmet veren bir yasayı çıkarabilmişlerdir. Şimdi, bu yasanın ömrünün ne olacağını söylemek mümkün değildir. Yani keşke doksan iki senelik bir yasa yapabilseydik ama bunu yapabilmek için bunun başka yöntemlerle geliştirilmesi, oluşturulması gerekirdi. Bu, güncel ihtiyaçlara cevap veriyor mu? Tabii ki cevap veriyor. Yani milyonları geçmiş bakaya kalmış asker adayı varken, anneler babalar "Evlatlarım bir an evvel terhis olsun." diye beklerken bu yasayı böyle bir kenara koyup "Zamanı gelince bakarız." demek mümkün değil. Ama bunun orta ve uzun vadeli sonuçlarını da göz ardı etmemek gerekir. Dolayısıyla ben bunlara değinmek isterim.
Bir defa, bu ödenecek 31 bin liradan kaynaklanan sebeplerle analar babalar... Şehit olmak tabii ki bir gurur vesilesi olabilir "Vatan sağ olsun." diyebilirsiniz ama pek çok ana baba bu 31 bin lirayı evladını korumak için âdeta bir sigorta poliçesi alırcasına ödeyecek; askerden koruyacak âdeta, çatışmaya giden bir ortamdan korumaya çalışacak. Bunun sonucu ne olacak? Maalesef, ordu fakir fukara ordusu hâline gelecek. Yani bu parayı ödeyemeyenler askerlik yapacaklar, ne kadar kısa olsa dahi yapacaklar ve ordumuz paralı askerler değil parasız askerler ordusu hâline gelecek.
Başka bir fonksiyonu var askerliğin. Askerliğin bir fonksiyonu da ulusu harmanlama yeteneği. Yani Edirnelinin Erzurumluyla, Karslının Muğlalıyla, Edirnelinin Diyarbakırlıyla buluşup kavuştuğu, kucaklaştığı, kardeşleştiği bir evken ordu, maalesef bundan da mahrum kalacağız.
Ayrıca şunu da belirtmek isterim: Ben bunu başka bir vesileyle sorduğumda, önümüzdeki demografik trendleri analiz ettiniz mi dediğimde bunun cevabını alamadım. Yani bunun sonucunda bizim ordumuzun etnik yapısının önümüzdeki dönemde farklı bir noktaya geleceğine de dikkat çekmek isterim.
Yine, geçen gün yaptığım konuşmada altı aylık sürenin bir askere ölmeyi veya ölmemeyi öğretmek için yeterli olmayacağını söylemiştim. Niye bunu söyledim? Çünkü o askerin kafasına bir format atmak lazım. Yürü, süngü tak, hücum dediğinizde onun siperden çıkacağından emin olmanız lazım. Biraz abartarak söyleyeceğim, o askeri gerekirse robotlaştırmış olmanız lazım; o kararlılıkla, o bilinçle şekillendirmiş olmanız lazım. Buna ben kendi şahsımdan, yaşadığım bir ortamdan örnek vereceğim. Her delikanlının delilik yapacak kadar aklı vardır, hepimiz delikanlı olduk, hanımlar da olmuşlardır zihniyet itibarıyla. Ben de delilik yaptım, paraşütçü oldum. Bindik uçağa; 20 asker, 10 genç sivil, bir tanesi ben. Uçakta -anlamadım, ben askerlik yapmış değilim, üniversitedeyim daha- yer gök inliyor "Yaylalar, yaylalar..." Ya, ne oluyoruz dedim. Üsteğmen var uçakta, ne oluyor dedim. Dedi ki: "Düşünürlerse atlamazlar, ben kafalarını meşgul ediyorum." Ordu da böyle, o kafaya o formatı atamazsanız günü geldiğinde yürü dediğinizde o yürümez. Ve altı ay da -geçen sefer de söyledim- bu süre için yeterli değildir.
Başka bir noktaya geleceğim. O format atma dediğim sadece cephede değil, orduda atılan o formatın birtakım unsurları vardır; yani Atatürkçü bir ulus, cumhuriyetçi bir ulus, vatanperver bir ulus, laik bir toplumun ferdi olmak açısından da ordunun yerine getirdiği bir işlev vardır. Şimdi, bu süreleri kısalttığınız müddetçe, bu eğitim veya ulus bilincini şekillendirme yeteneğini de zaman içinde kaybetmekle karşı karşıya kalacaksınız.
Bunu niye söylüyorum? Bu kanunun sonucu, ister istemez birtakım FETÖ yöntemlerini düşündürmektedir; altını 2 defa çiziyorum, bazı FETÖ yöntemlerini düşündürmektedir. Niyetiniz bu olmayabilir ama sonucu buraya gidecek. Ne demek istiyorum? FETÖ'nün yurt dışında okulları vardı biliyorsunuz, orada okuyan öğrenciler var, bir de o çocukları eğiten öğretmenler var; o öğretmenlerin büyük bir kısmı eğitim fakültelerinden çıkmış, yeni mezun olmuş genç eğitmenlerdir. Bu genç eğitmenler askere gitmezler. Garip geliyor, değil mi? Askere gitmezler, götürülmezler. Nasıl götürülmezler? Çünkü FETÖ kendi evlatlarını korur, kendi evlatlarına Atatürkçü, laik, vatanperver bir format atılmasının önüne geçer. Nasıl geçer? Bu yasayı siz çıkardınız. Yurt dışındaki FETÖ okullarında eğitmen, öğretmen olarak çalışanlar yurt dışında çalışan işçi statüsündedir ve bir ayda kurtarırlar. Dolayısıyla o FETÖ zihniyetini bugüne başka türlü taşırsanız, karşınızda "Acaba?" sorusunu gündeme getirecek bir tabloyla karşı karşıya geliriz. Bunun da ötesinde, bunun birtakım ekonomik sonuçları var tabii ki. Normalde on iki ile on sekiz ay arasında olan askerlik süresini siz kalkıp altı aya, bazıları açısından bir aya getirirseniz işsizler ordusuna yeni neferler kaydedersiniz. Normal bir askerlik süresinin bir baraj etkisi vardır. Siz, bu normal askerlik süresini kaldırırsanız, o ordunun baraj etkisi kalktığından, iş imkânı da yaratamayacağınız için, önümüzdeki dönemde pek çok insan Türk Silahlı Kuvvetlerinin değil, işsizler ordusunun mensubu olacaklardır. Siz "Geçti artık, bizim 70 sente muhtaç olduğumuz günler geride kaldı." diyebilirsiniz ama ben üzülerek söylüyorum: Evet, 70 sente muhtaç olduğumuz günler geride kaldı ama önümüzde 50 sente muhtaç olacağımız günler var.
Başka bir konuya gireyim bununla bir ölçüde alakalı ve sonunda dış politikaya bağlayacağım. Biliyorsunuz, diplomasinin bittiği yerde savaşa kapıyı aralarsınız. Diplomasinin en önemli güçlerinden biri silahlı kuvvetlerdir. Hangi anlamda? Savaşa sürmek anlamında değil, caydırmak anlamında. Bir örnek vereceğim, çok somut: 1998 senesinde o dönemin Cumhurbaşkanı değil, Başbakanı değil, Millî Savunma Bakanı değil, Genelkurmay Başkanı değil, Kara Kuvvetleri Komutanının bir ifadesiyle teröristbaşı Apo Suriye'yi terk etti. Şimdi ne yapıyoruz? Her düzeyde "Bir gece ansızın gelebiliriz." diyoruz; kimse kulak asmıyor bize, herkes kendi düzeninde -demiyorlarsa dahi, mesaj o- âdeta "Kolaysa gel." diyor. Şimdi, bu, sadece bir ordunun caydırma vasfı, sadece elindeki tank tüfek sayısıyla sınırlı ve anlamlı değildir, aynı zamanda niyet önemlidir. Siz o niyeti ortaya koyamıyorsanız veya o niyeti gösteremiyorsanız, ordunuz istediği kadar büyük ve yetenekli olsun, siyasi anlamda bunun sonuçlarına karşı tarafı ikna edip caydıramıyorsanız anlamı yoktur. Şimdi, o yetenekten de yoksun olacağımız kanısındayım ben orta vadede. Dolayısıyla o caydırıcılık vasfı 2 defa zedelenmiş olacak.
Ha, bu caydırma vasfını biz bugün yaşıyoruz; S400'de de yaşıyoruz, İdlib'de de yaşıyoruz veyahut Doğu Akdeniz'de de yaşıyoruz. Biraz evvel arkadaşlarımız dediler ki: "Araştırma ve sondaj gemilerimiz yola çıktı." Orada da bir zafiyetimiz var. Gemileri aldık. Kimdir geminin personeli? "Tutuklama emri çıkaracağız." diyor Avrupalılar. Kimi tutuklayacaklar? Türkleri değil, geminin personeli Hırvat, Hırvat. Gemileri almışsınız, o gemileri işletecek elemanınız yok. Hiçbir gazetede duymadınız bunu daha. Onun için, telaş içinde Avrupalılar, Hırvatlar tutuklanacak bir yerde diye.
"İdlib'de sinek uçsa haberimiz olur." diyordunuz. İdlib'de ne oldu? 35 tane havan mermisi atıldı, çıktınız, "Şam rejimi bizi bombalıyor." dediniz. Yarım saat sonra Ruslar çıktı, dedi ki: "Hayır, Şam rejimi bombalamıyor, El Nusra bombalıyor." Bunun üzerine ne yaptınız? "Ağabey, bizi vuruyorlar." Ruslar girip müdahale ettiler. Demek ki siz kendi görev alanınız olarak tanımlanan coğrafyada dahi bu yeteneklerinizi yitirmiş vaziyettesiniz.
Ben tabii ki arzu ederim bu yasanın vatan, millet evlatlarına hayırlı olmasını.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erozan, toparlayın lütfen.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Ama sadece bugünü değil, daha orta vadeli düşünmemiz gerektiğine inanıyorum ve önümüzdeki dönemde -inşallah diyorum- bu yasayı daha anlamlı kılacak başka bir çalışmaya da hepimiz imza atarız.
Hepinizi saygıyla selamlarım. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)