GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: On Birinci Kalkınma Planı'nın (2019-2023) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:105
Tarih:18.07.2019

CHP GRUBU ADINA BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

On Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı görüşmelerine geçmeden önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimizi açıklamaya başlamadan önce Erbil'de şehit olan diplomatımız için -bugün ikindi namazında Ankara'da kaldırılacak- başsağlığı diliyorum, yakınlarına sabır diliyorum, yaralananlara da geçmiş olsun diyorum.

Yine, Düzce ve Sakarya'da sel felaketi dolayısıyla zarara uğrayan vatandaşlarımız için geçmiş olsun diyorum.

Van'dan da bir kaza haberi alındı. Orada da ölenlere Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Değerli arkadaşlar, önemli bir konu görüşüyoruz tabii ki, Türkiye'nin geleceğiyle ilgili bir konu görüşüyoruz. Belki Genel Kurulumuzda çok kişi yok ama bu tür konular bütün dünyada, bütün parlamentolarda uzman kişiler tarafından, bu konuya ilgi duyan kişiler tarafından değerlendirilir yani bütün parlamentonun, her kesimin katılmasına gerek yok, hazırlık çalışmalarına aslında tüm unsurların katılması gerekli. Kalkınma planında da geniş bir sivil toplum kesiminin ve kamu kesimi uzmanının katıldığını söylüyor. Gerçi, içerik olarak öyle değil yani o kadar uzmanın katılımı sonucu daha farklı bir kalkınma planı metninin bu Meclise gelmesi gerekirdi ama bunu olduğu gibi kabul etmemiz gerekiyor yine de.

Değerli arkadaşlar, içeriğine geçmeden önce, kalkınma planıyla ilgili, tutanaklara da geçmesi açısından bazı konuları vurgulamak istiyorum.

Şimdi, normalde, On Birinci Kalkınma Planı 2019-2023 yıllarını kapsıyor, beş yılı. Cumhuriyetin 100'üncü yılıdır 2023 yılı. Dolayısıyla çok daha fazla önem arz eder yani 100'üncü yıl hedefleri -ki sürekli olarak bu iktidar tarafından da vurgulanmıştır- çok önemli olarak görülmüştür, önemlidir de gerçekten. Bu hedeflere ulaşılması açısından, cumhuriyetin 100'üncü yılında, bu devletin 100'üncü yılında belli hedefleri yakalamak açısından çok önemliydi bu plan. Dolayısıyla diğer planlardan daha fazla ihtimam gösterilmesi gerekiyordu. O ihtimamın gösterilebilmesi için de öncelikle -bu planın hazırlıkları da yapılmıştı- geçen yıl, 2018'de yüce Meclise sunulması gerekiyordu. Şimdi temmuz ayındayız -normalde temmuz ayında Meclis kapalı olur- Meclisin kapanacağı hafta bu getirildi, alelacele görüşüyoruz.

Normalde, kanuna göre... Özel bir kanunu da var çünkü mevzuatımız kalkınma planlarına özel bir önem atfediyor, 3067 sayılı bir Kanun'u var. Bu kanun "Kalkınma planları Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmeye başlandığı andan itibaren, daha doğrusu sunulduğu andan itibaren yirmi dört saat içerisinde -derhâl- görüşülmeye başlanır ve Plan ve Bütçe Komisyonunda en fazla yirmi gün içerisinde görüşmeleri tamamlanır, sekiz gün de Genel Kurulda görüşülür." diyor. Yani toplam yirmi sekiz gün ama Plan ve Bütçe Komisyonundan Genel Kurula gelmesi normalde iki gün alacağından, normalde otuz gün, bir aylık bir süre, Meclisin -"aralıksız" diyor bir de kanun- aralıksız olarak planı görüşmesi gerekiyor.

Şimdi, bize Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı bir gün sunum yaptı bir bir-bir buçuk saatlik. Biz, iki gün, iki bölüm hâlinde Plan ve Bütçe Komisyonunda bunu görüştük, toplam üç gün. Bugün de burada görüşüyoruz, bugün tamamlanacak, dört gün. Yani normalde otuz gün içerisinde yapılması gereken görüşmelerin dört gün içerisinde tamamlanması söz konusu. Dolayısıyla burada, yeterince ilgi olmaması, bu mevsimde tabii ki böyle bir ilginin olmaması, Meclisin kapanacağı son gün planın görüşülüyor olması, bunlar tabii sıkıntı.

Ayrıca, plan 2019'dan itibaren uygulanıyor. 2019'un ortasını geçtik, 2019 hedeflerini tutturmak bundan sonra mümkün değil. Biliyorsunuz, ilk çeyrekle ilgili olarak büyüme rakamı da eksi 2,6 olarak geldi. Bu yıl rakamlar tutturulamayacak. Yani 2019-2023 yıllarını kapsayan On Birinci Beş Yıllık Plan aslında 2019'u kapsamamış, kavramamış olacak. 2019 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'yla çelişen hükümleri var şimdiden ve yine, Anayasa'ya göre, orta vadeli mali planla, orta vadeli programla, yıllık programlarla uyumlu olması gerekirken, bütçeyle uyumlu olması gerekirken bu uyum da söz konusu olmayacak, olmadı daha doğrusu yani bir yılı heba etmiş olduk.

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı bu konuyla ilgili eleştirimizi yaptığımızda dedi ki: "Biz bunun farkındaydık. Bir geçiş dönemi öngörmedik, doğrudan getirdik. Bu seneyi feda ettik. Daha gerçekçi bir işlem yaptık. Göstergelerin kötü olmasını da göze alarak biz bunu yaptık." Ama bu doğru değil tabii ki. Yani sonuç olarak bu sadece siyasi bir metin değil, devletin de önemli metinlerinden bir tanesi, buna gereken ihtimamın gösterilmesi lazım. Bu gecikmeler ya da bu usulsüzlükler için sonuç olarak "Yani ne olacak ki, sonuçta işte plan da uygulanıyor, programlar da uygulanıyor, bütçe de uygulanıyor." denebilir. Hayır "Ne olacak?" diyemeyiz çünkü bir devlet ciddiyetinin olması lazım değerli arkadaşlarım, bir devlet adabının olması lazım. Devlet adabı yoksa, devlet kendi koyduğu kurallara uymuyorsa sıkıntı vardır. Burada gecikmesinin mahzuru, öncelikle, 2019 yılının kaybından çok, devlet adabının, devlet ciddiyetsizliğinin ortaya çıkmasıdır; en kötü tarafı, en olumsuz tarafı bu, sıkıntı burada. Evet, geçmişte de kalkınma planlarının uygulanmadığı yıllar oldu ama geçiş dönemleri öngörüldü. Ama neden uygulanmamış olsun ki? Bunu ciddiye almak gerekir. Her şeyi ciddiye almak gerekir ama devlet adabı konusunda daha da ciddi olmamız lazım. Evet, geç geldi, kötü bir zamanda geldi, eksiklikleri de çok, biraz sonra biraz detaya gireceğim. Burada da, Mecliste yeterince vakit ayırıp inceleyemedik. Ama devlet adabı konusunda, ciddiyeti konusunda çok önemli bir eksiklik söz konusu olmuş oldu maalesef On Birinci Kalkınma Planı'yla.

Bir de kalkınma planıyla ilgili başta yaşadığımız bir tartışma bunun uygulamasıyla ilgili de sorun olduğunu ve olacağını gösteriyor. Neydi başta yaşadığımız tartışma? Meclis Başkan Vekilimiz, çok haklı olarak, Anayasa'ya göre Cumhurbaşkanı Yardımcısının böyle bir talebinin değerlendirmesini yüce Meclise sundu, burada görüştük, tartıştık, uygun olmamasına rağmen Genel Kurul kararıyla kendisi burada bir sunum yapabildi. Aslında bunu hazırlayan yürütme erkidir, kalkınma planını hazırlayan yürütme erkidir, normal olarak gelip burada sunması gerekenler de onlardır. Normali budur, sahip çıkmaları lazım; bu, siyasi bir metin aynı zamanda, bu metne sahip çıkması lazım, sunması ve savunması lazım, bizim eleştirilerimize karşı görüş belirtmesi lazım; doğrusu budur. Ancak öyle bir Anayasa yaptık ki yürütme erkinin gelip de Mecliste bu konuları sunması, savunması, hesap vermesi söz konusu değil.

Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım alınmasın, onunla ilgisi yok; kendisi bürokrasiyi, devleti bilen değerli bir kişidir ama bulunduğu koltuk nedeniyle şu anda -bakanların da aynı şekilde- buraya, yüce Meclise hesap vermesi diye bir şey söz konusu değil çünkü seçilmiş değiller, bu yüce Meclisten güvenoyu almış değiller; atanmışlar, sadece Cumhurbaşkanına karşı hesap verebiliyor, Meclise karşı hesap veremiyor, vermiyor. Halka karşı da hesap vermiyor çünkü seçilmiş değil, siyasi bir iradesi de yok. Böyle bir sıkıntı var yani usulüyle ilgili olarak da işin yürütülmesiyle ilgili, uygulanmasıyla ilgili olarak da sıkıntı var. Siyasi iradesi olmayan bir bakanın On Birinci Planı sunması, savunması ve bundan sorumlu olması büyük bir sıkıntıdır. Ben genellikle konuşmalarımda bu konuyu dile getiriyorum Genel Kurulda ama çok önemli bir konudur, bakanların siyasi iradesinin olmaması, Meclise hesap vermemeleri, güvenoyu almamış olmaları büyük bir sıkıntıdır demokrasimiz açısından; bunun tamamlanması lazım.

Geçmişte mesela Kalkınma Bakanları... Sayın Cevdet Yılmaz burada, Onuncu Kalkınma Planı'nı da kendisi hazırlamıştı, Onuncu Kalkınma Planı konusunda siyasi iradeye sahipti, sorumluluğu da vardı, Anayasa'ya göre yaptığı işlemden ve eylemden sorumluydu. Şimdi Anayasa'ya göre bakanların böyle bir sorumluluğu yok, kalkmış vaziyette ve tekrar söylüyorum, bakanların şu anda eskisi gibi adları "bakan" ama aslında bulundukları bakanlığın genel sekreteridirler; bakanı değildirler, bulundukları bakanlığın işlem ve eylemlerinden sorumlu değillerdir, bakanlığın genel sekreteridirler, kendilerine Cumhurbaşkanınca verilen talimatları yerine getirmekle mükelleftirler, kendi iradeleri, siyasi iradeleri ve hesap verebilirlikleri söz konusu değildir. Bir de böyle bir durum var değerli arkadaşlar.

Bu arada, Sayın Yılmaz, geçen dönem Onuncu Kalkınma Planı dolayısıyla epey eleştirmiştik sizi ama bu On Birinci Kalkınma Planı, Onuncu Kalkınma Planı'nı aratıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Geçenki gerçekten güzel bir plandı, bizler de zevkle çalıştık, eleştirdik, daha uzun bir zamandı ve özellikle de öncelikli dönüşüm programları vardı son bölümünde, üçüncü bölüm olarak konmuştu, o bir yenilikti kalkınma planları açısından, uygulamaya dönük bir yenilikti. Aslında plan uygulandıktan sonra ne kadarının gerçekleştiğini, amaçlarının, hedeflerinin ne kadarının gerçekleşmediğini ölçmeye yönelik de bize bir zemin hazırlamıştı ama maalesef o yapılmadı, yapılmadığı için de o yönden eksik kalmış oldu.

Şimdi, kalkınma planını iki bölümde değerlendiriyoruz, biliyorsunuz, "Küresel Gelişmeler ve Eğilimler" birinci bölümü, ikinci bölüm de "Kalkınma Planının Vizyonu, Temel Amaç ve İlkeleri." Ben birinci bölümle ilgili, küresel gelişmeler ve eğilimlerle ilgili olarak konuşacağım.

Değerli arkadaşlarım, planlar samimi ve gerçekçi olmak zorundadır. Samimi ve gerçekçi plan hazırlıyorsanız nereye gittiğinizi, hedefinizi biliyorsunuz demektir. Hedefi olmayan, nereye gittiğini bilemez. Hedefimizi net olarak ortaya koymamız lazım, onun için de mümkün olduğunca samimi ve gerçekçi planlar hazırlamamız lazım.

Bir de yine tam olarak cevap alamadığım bir konu vardı Plan ve Bütçe Komisyonunda. Bu plan hazırlanırken hemen 2'nci maddesinde belirtiliyor: "On beş yıllık bir perspektifin ilk beş yıllık dilimi olarak tasarlanmış..." deniyor. On beş yıllık bir perspektif ortaya konmuş, ama bu on beş yıllık perspektifin ne olduğunu inanın şimdiye kadar anlamadık, göremedik; belki son bölümde Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız bu konuyla ilgili tekrar bilgi verirler.

Şimdi, küresel gelişmelerle ilgili planın ortaya koyduğu tespitler ve Türkiye'ye ilişkin tespitler biraz önce söylediğim o "Samimi ve gerçekçi olmalıdır." ilkesine uygun değil, samimi ve gerçekçi değil maalesef. Bakın, şöyle: Planın 3'üncü maddesi "Siyasi ve ekonomik düzlemde yeni güç ve çekim merkezlerinin oluştuğu bir ortamda hazırlanmıştır." diyor.

16'ncı maddesi, 14 ve 16 "Jeopolitik, askerî ve ekonomik alanda küresel ölçekte güç dengesi arayışları sürmektedir." diyor.

"Üretim ekseni yüksek gelirli ülkelerden gelişmekte olan ülkelere kaymakta olup Türkiye'nin de içinde bulunduğu bu ekonomilerin gelecekte daha fazla güçlenerek küresel üretim, ticaret, teknoloji, katma değer gibi alanlarda etkili olması beklenmektedir." 18'inci madde bu.

Şimdi, burada küresel gelişmeleri anlatmaya çalışıyor, özet olarak diyor ki: "Güç, gelişmiş ekonomilerden, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru kayıyor." Birinci tespit bu "Güç, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru kayıyor ve bölgesel entegrasyon ve iş birlikleri artıyor." diyor. Bölgesel entegrasyon ve iş birlikleri artıyor, bu doğru bir tespittir fakat gücün gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru kaydığıyla ilgili nesnel bir tespit söz konusu değil. Güçte bir kayma var, bir farklılık var, bir değişim söz konusu ama gelişmekte olan ülkelere doğru bir güç kayması -biz de gelişmekte olan bir ülkeyiz- var mıdır? Bu dönemde, tam tersine, bazı sıkıntılar yaşıyoruz. Şunu söylemek mümkün küresel tespitlerle ilgili olarak: Ülkeler değil ama güç, gelişmiş ülkelerdeki küresel şirketler vasıtasıyla gelişmekte olan ülkelere, daha kolay yatırım yapılabilen, daha ucuz işçiliğin, daha ucuz maliyetlerin, girdilerin olduğu ülkelere doğru götürülüyor kasıtlı olarak ve tekrar bu tarafa alınabiliyor ve yeni, özellikle Trump'ın Başkan olmasından sonra gücün gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru kaydığıyla ilgili varsayım da tamamen değişmiş vaziyette çünkü ticarette artık korumacılık söz konusu, daha farklı ilkeler söz konusu. Geçen plan hazırlıkları döneminde Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliğinin bir serbest ticaret anlaşması söz konusuydu; o kadar hızlı değişiyor ki küresel anlayış, bakın o ortadan kalktı, bu dönemde öyle bir ticaret anlaşması söz konusu değil. Tam tersi oldu, Amerika Birleşik Devletleri özellikle kapandı, korumacılık yönünden sıkıntıya girdi.

Şimdi, bir diğer tespit: "Bölgesel entegrasyon ve iş birlikleri artıyor." Doğru, artıyor. Peki, bölgesel entegrasyon ve iş birlikleriyle ilgili çevremizdeki en önemli entegrasyon, iş birliği nedir, en önemli proje nedir, Türkiye'yi en fazla ilgilendiren? Bizi en fazla ilgilendiren konu, Doğu Akdeniz'deki doğal gazla ilgili, enerji kaynaklarıyla ilgili entegrasyondur, iş birliğidir. Orada İsrail'in, Mısır'ın, Güney Kıbrıs'ın, Amerika Birleşik Devletleri'nin, Yunanistan'ın ortak bir girişimi söz konusu; bir entegrasyon var, iş birliği var. Fakat orada bulunan Türkiye'nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ve Türkiye'nin olayın dışında kalması söz konusu. Bugün Avrupa Birliği bize karşı yaptırım uygulamaya çalışıyor; yapamazlar tabii ki, kolay değil ama bizim, bu iş birliğinin dışında kalmamız söz konusudur. Hâlbuki orada bir doğal gaz olduğu, petrol olduğu, enerji kaynaklarının olduğu yıllardan beri konuştuğumuz bir konuydu, biliyorduk ama Türkiye maalesef o iş birliğine katılamamıştır. Bunun sebebi nedir? Bizim, Mısır'la olan -devlet olarak değil- sorunlarımız, Suriye'yle ilgili sorunlarımız. İdeolojik sorunlar bunlar, devletten kaynaklanan sorunlar da değil; Mısır'la ilgili ideolojik sorunlar, siyasi iktidarımızın ideolojik sorunları ve bugün bu konuyla ilgili olarak da sıkışmış vaziyetteyiz.

Küresel ölçekte bizim için en önemli konu, Avrupa Birliğiydi. Türkiye için, Avrupa Birliği anlaşması, 1957'de imzaladığımız Roma Anlaşması çağın anlaşmasıydı, çok önemli bir konuydu, öyledir de ama bakın, On Birinci Kalkınma Planı'nda Avrupa Birliğiyle ilgili hiçbir hedef söz konusu değil, hiçbir hedef söz konusu değil. Neden? Bunu kimse izah edemez. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da bu konuyla ilgili bize Plan ve Bütçe Komisyonunda bilgi vermedi.

Bakın, Onuncu Kalkınma Planı'nda konuyla ilgili epey bir yer var, "Avrupa Birliği" başlığı altında 40'ıncı madde, daha sonra uygulamayla ilgili olarak durum analizi yapıyor ve 1.082, 1.083, 1.084, 1.085, 1.086, 1.087'nci maddelerde Avrupa Birliğiyle ilgili hedefler hem genel olarak hem de somut olarak belirlenmiş fakat biz bu On Birinci Kalkınma Planı'nda, Avrupa Birliğiyle ilgili hiçbir hedefimiz yokmuş gibi, hiçbir cümle geçirmemişiz, hiçbir projeden bahsetmiyoruz. Neden Avrupa Birliği bizim için bir hedef değil, Avrupa Birliği ilişkilerinin gelişmesi hedef değil? İhracatımız en fazla Avrupa Birliğine, ithalatı en fazla Avrupa Birliğinden yapıyoruz; ticaret hacmimiz, bir ara farklılıklar göstermesine rağmen, en fazla Avrupa Birliğiyle. Neden biz Avrupa Birliğini görmezlikten geliyoruz? Bu gerçekçi bir yaklaşım mıdır, doğru bir yaklaşım mıdır? Bunu atlamak, bu planın Avrupa Birliğini görmezlikten gelmesini anlamak mümkün değildir arkadaşlar, gerçekten mümkün değildir, anlamak mümkün değildir. Türkiye'nin bin yıldır hedefi Batı olmuştur, çağdaşlık olmuştur ama biz bu dönemde nedense bu hedefimizi yitirdik. Yani bu nasıl ifade edilir? Avrupa Birliğini dışlamak, Avrupa hedefini dışlamak yani Liverpool'la, Manchester United'la, Barcelona'yla oynamak değil de Cidde idman yurduyla spor yapmak, futbol oynamak gibi bir şey, böyle bir talep; bunu anlamak mümkün değildir. Her alanda Avrupa, Avrupa Birliği Türkiye için hedeftir. Tabii ki eşit koşullar altında, kendi egemenliğimizi, kendi kimliğimizi, kişiliğimizi koruyarak bu hedefe, şimdiye kadar ulaşmaya çalıştığımız gibi, bundan sonra da ulaşabilirdik. Maalesef böyle çok önemli bir eksiklik görüyorum.

Birinci bölümde, "Küresel Gelişmelerin Türkiye Etkileşimi" başlığı altında 84'üncü ve 98'inci maddeler var önemli olarak gördüğüm. 98'inci maddede "Türkiye'de hizmette etkinlik bakımından büyükşehir modeli gelişmekte ve yaygınlaşmaktadır. Ancak merkezi yönetimle koordinasyonu güçlendirecek şekilde geliştirme ihtiyacı bulunmaktadır." deniyor.

Şimdi, özellikle büyükşehirlerle ilgili bu dönem artık -ana muhalefet de yok ama- bir muhalefet partisi olarak bizim daha fazla ilgimiz var. Biliyoruz, bugün mesela Ankara Büyükşehir Belediyesi kırsal kalkınmaya öncelik veriyor. Çünkü sadece merkezde değil, bütün ilçeleriyle beraber Ankara, birçok ülkeden büyük alana sahip bir yer. Kırsal kalkınmaya da öncelik vererek bazı çalışmalar yapıyor. Lavanta ekimi, işte mevcut sıkıntıları olan soğan ekimi, patates ekimi, pancar ekimi; tahıllarla ilgili, domatesle ilgili, Ankara'da yapılan bütün tarımsal çalışmalarla ilgili, turizmle ilgili olarak planlar yapıyor bildiğim kadarıyla. Ama merkezî bu planın büyükşehirlerle koordinasyonunu sağlayacak bir bağlantı da söz konusu değil maalesef, böyle bir eksiklik de var. Sadece yani siyasi olarak onları engellemeye çalışıyor olabiliriz, belki siyaseten doğru olabilir ama sonuç olarak, bunlar vatandaşlarımız tarafından, seçmen tarafından görünecek olaylardır, sıkıntı yaratacak konulardır, ben doğru olduğunu düşünmüyorum bunların.

Bu arada, farkında değilim, çok hızlı bir şekilde zamanım eriyor.

Yine, mesela Yeni Ekonomi Programı'nda, YEP'te, Avrupa Birliğiyle ilgili burada da bir hedef var; bakın, Avrupa Birliğiyle ilgili YEP'te, Yeni Ekonomi Programı'nda. Bu da bu yıl açıklanmıştı. Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda da Avrupa Birliğiyle ilgili hedefler var ama kalkınma planına Avrupa Birliğiyle ilgili hedefler maalesef konulmamış. Bir çelişki de söz konusu. Demin unutmuştum, ilave edeyim.

Şimdi, eğer biz küresel alanda dünyayla rekabet etmek istiyorsak mevcut koşullarda bunu yapmamız mümkün değil; yapamadık da. Ne yapmamız lazım? Çok kısaca ifade edeyim: Büyük firmalarla bu iş olabilir. Bütün dünya; Amerika Birleşik Devletleri'nden Kore'ye kadar, Çin'e kadar, hepsi çok büyük ölçekli firmalarla bunu yapıyorlar. Bizim o kadar büyük ölçekli firmalar kurmamız özel sektörle, sadece özel sektörle mümkün değil, devletin devreye girmesi lazım, kamunun devreye girmesi lazım, küresel çapta rekabet edebilmemiz için büyük firmaları desteklememiz ya da sermaye koymamız lazım. Amerika'daki GE, General Electric, General Motors, hepsinde devlet desteği vardır, sermayesi vardır. Kore'nin büyük firmaları, bu elektronikle ilgili firmalar, otomotiv firmaları, hepsinde devlet desteği vardır, devlet sermayesi vardır. Biz neden utanıyoruz kamu sermayesiyle büyük firmalar kurarak küresel rekabete açmakta ben onu anlayamıyorum. Dünyayla rekabet etmek istiyorsak muhakkak büyük firmalar kurulmalıdır ve arkasında devletin de olması şarttır; devletin yatırımcı olması özellikle bu dönemde şarttır. Planda bazı tespitler var, liberal ekonomiyle ilgili sıkıntılar var, korumacı tedbirler alınıyor diye. Ee, biz niye yapmıyoruz, Türkiye neden bunları yapmıyor? Türkiye'nin de yapması lazım. Türkiye'nin bölgesel, selektif bölgesel konularda ve özellikle yine selektif belli alanlarda kamu yatırımcılığına tekrar geçmesi gereklidir diye düşünüyorum; bu da çok önemli bir konu. Onun dışında, tutup da küresel ölçekte Türkiye'nin rekabet etmesi mümkün değil.

Türkiye kalkınmanın önemini anlamış genç, dinamik bir nüfusa sahip, yeter ki iyi yönetilsin, iyi bir sistem oluşturulsun. Hızla şehirleşiyoruz. Şehirlerle ilgili olarak, bu şehirleşmeyle ilgili olarak da...

Kadın konusu çok önemli. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yine planda hiçbir cümle söz konusu değil ama ben biliyorum ki mesela, Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda bu konuyla ilgili çok güzel cümleler var. Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda, 102'nci sayfada toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili çok güzel bir bölüm ayrılmış, çok güzel ifadelere de yer verilmiş. Bunların çıkarılmasının -ki bu 2019 programıdır- kalkınma planında yer almamasının sebeplerini anlayamıyorum.

Eğitimle ilgili, tabii ki değişen teknoloji karşısında eğitim çok çok önemli bir konu ama şimdiye kadar PISA testleri vardı eğitimle ilgili olarak bizim moralimizi bozan, son zamanlarda çok ciddiye almadığımız. Kendi Millî Eğitimimiz tarafından yapılan bir ABİDE testi var, sonuçta bir analiz yapılmış ve şöyle bir sonuç bulunmuş: "Derslerde yetersizlik ilkokulda başlıyor ve artarak ilerliyor. 8'inci sınıf öğrencilerinin yüzde 16'sı yani -bizim eski tabirle- ortaokulu bitirmekte olan öğrencilerin yüzde 16'sı dört işlem yapamıyor." Bu vaziyetteyiz. Kendi Millî Eğitimimizin ABİDE testinde bu durum tespit edilmiş. 4 öğrenciden 1'inin Türkçe bilgisi temel ve temel altı seviyede. Bu kadar kötü vaziyetteyiz. "Fen bilimlerinde öğrencilerin yüzde 86'sı, sosyal bilimlerde öğrencilerin yüzde 65,3'ü orta ve alt düzeyde yer alıyor. Yüzde 39,8'i vücuttaki organların görevini bilmiyor." diyor. Yüzde 40'a yakını vücut organlarının görevini bilmiyor. Ve "İki farklı olay arasında bağlantı kuramıyor bu seviyedeki öğrenciler." diyor. Bunlar çok önemli konular, eğitime çok daha fazla önem verilmesini gerektiren konular. Tutup da sadece bir Japon örneğini alıp da, kadın üniversiteleri örneğini alıp da eğitim meselesini halletmemiz mümkün değil değerli arkadaşlar. Bu konulara çok daha fazla önem vermemiz gerekiyordu.

Bir diğer konu da... Özellikle tarımda bölgesel kalkınma projelerinden hiç bahsedilmiyor. GAP, DAP, DOKAP, KOP, bunlarla ilgili hiçbir şekilde... Yani tarımda bir gelişme sağlayacaksak, üretim yapacaksak, üretim ekonomisine geçeceksek bu projelerle ilgili... Ki şimdiye kadar ihmal edildi, verilen bütçelerinin de hep yarısı kullanıldı. Her bütçede özellikle eleştiriyorum. Şimdi, bu konunun ihmal edilerek tarımda bir atılım yapılması, bir değişim...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Kuşoğlu.

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu projelerin ihmal edilerek tarımda bir atılım yapılması, üretim ekonomisine geçilmesi mümkün müdür? Mümkün değil. Yani bunu görmeyen bir kalkınma planının olmasına ben şaşırıyorum, gerçekten şaşırıyorum.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - İktidar da tarımı görmüyor.

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) - Demek ki bu tür planların mutlaka seçilmiş kişiler tarafından hazırlanması, onlar tarafından hazırlatılması, siyasi iradelerinin olması, burada hesap verebilir olmaları, buradan güvenoyu alıyor olmaları gereklidir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar "En kötü plan, plansızlıktan iyi." diye bir söz var. Tabii ki plansız olmamamız lazım ama bu planı ben çok da plan gibi görmedim maalesef. Üzülerek bunu ifade ediyorum. Biraz dilek ve temenniler manzumesi olarak görüyorum maalesef ama yine de bu planın -ne kadar iyi olursa olsun...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) - ...en iyi plan kötü uygulanırsa kötü olur- iyi uygulanacağını düşünmek istiyorum. Kalkınma Planı için başarılar diliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)