GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla tespit edilen ilkeler kapsamında; Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde UNIFIL'e, 31/10/2019 tarihinden itibaren bir yıl daha iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair tezkeresi (3/882) münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:8
Tarih:22.10.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Lübnan'da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına dayanan Barışı Koruma Harekâtı'na katkı sağlayan Silahlı Kuvvetlerimizin görev süresinin Kasım 2019 itibarıyla bir yıl daha uzatılmasını İYİ PARTİ olarak destekliyoruz.

UNIFIL kapsamında görev yapan uluslararası misyon ülkemize çok yakın bir bölgede önemli bir vazife icra etmekte, barış gayretlerine katkıda bulunmaktadır.

Lübnan, tarihsel açıdan büyük bir yakınlık içinde bulunduğumuz, toplumsal hafızamızda önemli yer tutan ve soydaşlarımızı barındıran bir ülkedir. Türkiye'nin uluslararası meşruiyet zemininde bölgesel ve küresel barış ve istikrar çabalarına katkıda bulunması cumhuriyetin geleneksel dış politikasına uygun bir tutumdur. Dolayısıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu görevinin süresinin uzatılmasını desteklememiz de normaldir.

Bugün, Lübnan, tıpkı başka bazı Arap ülkeleri gibi ciddi bir toplumsal gerginlik sürecinden geçiyor. Arap dünyasında yeniden ortaya çıkmaya başlayan ve esas olarak ilgili ülkelerin rejiminden, kötü yönetiminden, sosyolojisinden, iç dinamiklerinden kaynaklanan bu son gelişmeleri iktidarın 2010'da başlayan olaylarda olduğu gibi yanlış okumamasını ve hatalı politikalara yönelmemesini temenni ediyorum.

(Uğultular)

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Sayın Başkan, epey uğultu var galiba.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, önemli bir konuyu değerlendiriyoruz. Hatibi dinleme fırsatı vermiyorsunuz, konuşmak isteyenler kulise geçsin arkadaşlar.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, şu arkaya bir bakar mısınız Allah aşkına.

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, size söylüyorum arkadaşlar.

Buyurun Sayın Sezgin.

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Türkiye ile Lübnan arasında, bizler için büyük bir tehdit, tehlike sahası hâline gelen, getirilen Suriye var. Suriye'nin bu hâle gelmesinde maalesef, on yedi yıllık iktidar çok büyük bir sorumluluk taşıyor. Malum, bugün Soçi'de -hâlâ devam ediyor toplantı- Sayın Cumhurbaşkanı ile Rusya Devlet Başkanı Putin görüşüyorlar. Neyi müzakere ediyor Sayın Cumhurbaşkanı? "Kendi kendimize yarattığımız devasa bir tehdidi ve bugüne kadar katlandığımız maliyetleri bundan sonrası için nasıl sınırlayabiliriz? Milyonlarca Suriyeli sığınmacı yükünü nasıl azaltabiliriz?" Esas meselemiz bunlar. Yani bugün çok uzağında bulunduğumuz ve büyük ihtimal, uzun bir dönem boyunca uzağında kalacağımız 2011 Ağustos koşullarına doğru hangi adımları atabiliriz? Derdimiz bu. 911 kilometre sınırımız bulunan Suriye'den ulusal güvenliğimize yönelik tehlikeleri nasıl bertaraf edebiliriz? Bunu ABD ve Rusya'yla bu her iki ülkeye de tabi bir konumda müzakere etmeye mecbur kaldık. Bu gerçekten çok hazin bir tablo. Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman böyle bir duruma düşmemişti.

Biraz hafızamızı tazeleyelim, Suriye krizinin başlangıcına gidelim. İktidar krizin başında siyasi yöntemlerle, 2011 Ağustosundan itibaren de sahaya doğrudan methaldar olarak Suriye'de rejim değişikliğini hedeflemiştir. Açıkça söyleyelim, Suriye'de Müslüman Kardeşler'in, İhvan'ın hâkimiyet kurmasını istemiştir; 1982'deki Hama-Humus katliamının intikamının peşine düşmüştür, Suriye'yi bir İhvan rejimi vasıtasıyla kontrolü altına alabileceğini düşünmüştür. Evet, bazı hayallere kapılmıştır.

Buyurun, 2012 Temmuz ayının gazetelerine bakın, iktidarın bazı sözcüleri Türkiye'nin Suriye'de aldığı pozisyonun bir gerekçesi olarak bu ülkedeki petrol kaynaklarına da atıfta bulunmuşlardır. Aslında, millî çıkarlarımız, ulusal güvenliğimize yönelik muhtemel tehditler tamamen göz ardı edilmiştir, Suriye'de olmadık silahlı gruplarla iş birliği yapılmıştır. Şam rejimi ise 2012'de güç dengelerini göz önünde bulundurarak taktik mülahazalarla Ayn el Arap, namıdiğer Kobani'den Kamışlı'ya kadar olan bölgeden çekilmiş ve bölgeyi PKK'yla özdeş terörist gruplara terk etmiştir.

2012 yazından itibaren oralarda kanton denilen oluşumlar ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda, diğer bir önemli gelişme yine 2012'de ABD'nin Irak'tan çekilmesi sonrasında yaşanmıştır. Baskı altındaki Sünni Arap nüfusun bir kısmı tepki olarak ismiyle tamamen gayrimütenasip şekilde canavar bir terörist örgüt olan Irak İslam Devleti'ne yönelmiştir. Bu örgüt Suriye zeminine de kayarak "Irak Şam İslam Devleti" adını almıştır. Örgüt hem Irak'ta hem Suriye'de otorite boşluğundan yararlanarak palazlanmıştır. Maalesef Türkiye o dönemde yabancı savaşçılar, yabancı cihatçılar akınına uğramıştır; bunlar lojistik destek bulmuşlardır, topraklarımızdan rahatlıkla Suriye'ye sızabilmişlerdir. IŞİD hem Suriye'de geniş bir coğrafyaya yayılmış hem Irak'ta, Musul dâhil, Bağdat yakınlarına kadar geniş bir alanı kontrol altına almıştır. Musul Başkonsolosluğumuza yaptıkları müessif baskın hatırlanacaktır.

2014 sonbaharında IŞİD'in Ayn El Arap/Kobani'ye saldırısı sırasında ABD, PYD-YPG/PKK'ya IŞİD'e karşı destek çıkmıştır. Bu desteği PYD-YPG/PKK'nın terörist niteliğini bile bile yapmıştır. ABD'yle bu terörist yapı arasında açık ve topyekûn temas, melun ittifak maalesef böyle başlamıştır. Yine burada iktidarın yanlışlarının da payı büyüktür.

2015 Ocak ayında Şam'a muhalif güçler Türkiye'nin, Katar'ın ve o dönemde iş birliği içinde olduğumuz Suudi Arabistan'ın yardımıyla İdlib'i ele geçirmişlerdir. Bu gelişme ise rejimin yıkılmasını önlemek isteyen Rusya'nın savaşa doğrudan müdahalesini tetiklemiştir. Yani Ankara 2014 Mart ayında Kırım'ı ilhak etmiş olan Rusya'nın Suriye'de savaşa girebileceğini öngörememiş, hesaplayamamıştır. O akıl tutulması ve kargaşa içinde Rus uçağı düşürüldü. İktidar kendi içinde "Talimatı ben verdim, sen verdin." kavgasına tutuştu, koşup soluğu NATO'da aldı, ne yapacağını şaşırdı. Ve bir buçuk yıl boyunca Türkiye Suriye'de hiçbir inisiyatif alamadı. Sonrasında, Moskova'dan özür dilendi, diyet ödendi ve Suriye'de tam anlamıyla tabi bir ülke durumuna düştük.

İktidara sesleniyorum: Suriye politikanızı başlangıçtan itibaren yanlış kurdunuz, hesaplarınızı ve okumanızı hatalı yaptınız. Bu hataları savrulmalarla sürdürdünüz, yanlışları düzeltmek adına yeni yanlışlara düştünüz. Suriye politikanız kimseye güven vermedi. Birkaç yanlış, Mehmetçik sayesinde, kısmen telafi edildi, temel hatalarsa maalesef onarılamadı. Bu hatalar yüzünden, uzaklardan gelen dış güçler, hasım çevreler Suriye'de yer edindi, palazlandı. Tehlike zaman içinde büyüdükçe büyüdü, riskler arttıkça arttı.

Suriye'den Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik bu tehditler fırtınası karşısında biz İYİ PARTİ olarak Barış Pınarı Harekâtı'nı elbette destekleyecektik; tıpkı Cerablus'ta, tıpkı Afrin'de olduğu gibi, tıpkı Kuzey Irak'taki mücadelede olduğu gibi ordumuzun yanında yer alıyoruz. Gelinen noktada ulusal güvenliğimizi tehdit eden gelişmelere karşı Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerekli görevi üstlenmesinin önemini vurgulayarak "Bu koşullarda şu ya da bu parti yoktur; tek bir parti vardır, o da al bayrak partisidir." dedik.

Bugün yeni bir aşamadayız. Net olan şu ki: Siyaset görevini yaptı, milletimiz görevini yaptı, Mehmetçik de görevini başarıyla yerine getirdi, getiriyor; şimdi, iş masada ve Hükûmettedir. Ortada ABD'yle bir mutabakat vardır. Türkiye ve ABD heyetleri arasında yapılan görüşmenin ardından yayınlanan ortak bildiri metni ve resmî açıklamalar, birçok belirsizlikle beraber bazı olumlu ilerlemelere de işaret ediyor. Önümüzde bizi oldukça hassas bir süreç beklemekte. Bu süreçte, iktidarın hatasız bir çizgi izlemesi gerekir. Temennimiz, yeni bir hatalar zincirinin başlamaması, yanlış hesaplardan dönülmesi, akla ve "ulusal çıkar" kavramına uygun bir tutum izlenmesidir. Gelişmeleri çok yakından takip ediyoruz.

Ortak bildirideki ifadeler, bugün denetimimiz altındaki bölgeyle sınırlı tutulmuştur. Oysa, Suriye'de Fırat'ın doğusundan Irak sınırına kadar söz sahibi olacağımız güvenli bölge hedefinden söz ediliyordu. Bu hedef muallakta kalmıştır. Şu an, denetimimiz altındaki bölgelerin dışından millî güvenliğimize yönelebilecek tehditleri bertaraf edebilmek için Rusya'yla müzakeredeyiz. Önünde sonunda, Suriye yönetimiyle de müzakere etmemiz gerekecek, yakındır bu. Türkiye, operasyonu başlatırken kontrol sağlamayı hedeflediği bölgelerden Ayn el Arap'ın tamamından ve Tel Abyad'a çok yakın sınır bölgelerinden vazgeçmiştir, keza Menbiç de aynı durumdadır. Bu bölgeler Suriye yönetiminin eline geçmektedir. Irak sınırına yakın bölgelerde, Kamışlı'da da benzer gelişmeler yaşanmaktadır. 911 kilometrelik sınır boyunca 12 gözetleme kulesi yerleştirilmesi önerisi Tahran tarafından olumsuz karşılanmıştır. Moskova'nın bu konudaki düşüncesini henüz bilmiyoruz.

Öte yandan, ABD'nin hava operasyonlarında kullandıkları dâhil bazı tesislerini Rus kuvvetlerine teslim ettiğine dair duyumlar alınmaktadır. Rusya'nın ve rejimin Fırat'ın batısındaki hâkimiyeti malumdur. Rusya'nın ve Suriye yönetimi güçlerinin İdlib'e taarruzları artmaktadır, yakın bir süre içinde İdlib'e nihai bir harekât düzenlenmesi mukadder gözükmektedir. Böyle bir harekât ülkemiz açısından birinci derecede risklidir. Bu operasyonun gerçekleşmesiyle birlikte, sayısı milyonlara varan sivilin Türkiye'ye doğru değil de Tel Abyad ile Rasulayn arasındaki bölgeye yönelmesi açısından Ayn el Arap, Kobani kritik önemdedir ancak bu bölge denetimimiz altında olamayacaktır. Karkamış'tan Irak sınırına kadarki bölgenin güvenli bölge ilan edilmesi ve bu bölgenin derinliğinin 30 kilometre olarak belirlenmesi hâlinde dahi, bu derinliğin hemen gerisinde yine ilave zorluklar, istemediğimiz gelişmeler ortaya çıkabilecektir.

Rusya'nın, 30 Ekimde Cenevre'de yapılacak Anayasa görüşmeleri için hazırlamış olduğu taslak metni biliyoruz. Ne Moskova'nın ne Şam'ın PYD-YPG/PKK'ya bizimle özdeş şekilde bakacağını sanmayın, iki taraf da terörist örgüte farklı paradigmalarla yaklaşacaktır. İlişkilerinin tarihi, kumaşı farklıdır, gelecek perspektifleri ayrıdır. Kaldı ki Moskova'nın PYD-YPG/PKK'ya bakışı Şam'ın bakışına göre de başkadır. Ayrıca, bu ülkelerin örgüte yaklaşımlarında kısa, orta ve uzun vadeli ulusal çıkar değerlendirmeleri de ağırlık taşıyacaktır. Bir de İran faktörü vardır.

8 Ekim günü bu kürsüden yaptığım konuşmada iktidara şu soruyu sormuştum: "ABD askerlerinin çekilmesi durumunda Rusya ve İran'la nasıl bir yöntem içinde uzlaşabileceğinizi değerlendirdiniz mi?" Umarım böyle bir değerlendirme daha önceden yapılmıştır ve Soçi'den milletimizi tatmin edici bir sonuçla dönülür. Açıkça söyleyeyim: Bunun böyle olmasını en samimi şekilde temenni etmekle birlikte, bu aşamada bunun gerçekleşme şansını çok yüksek göremiyorum ve yeni bazı sorunlara muhatap olmamız, farklı, ağır bir al-ver ilişkisine girmeye zorlanmamızdan endişe ediyorum.

Bu çerçevede ilk akla gelen sorunlardan biri, HTŞ'lisiyle, El Kaidelisiyle, her an her yöne kaçmaya hazır sivil halkı ve bilhassa orada görevli Mehmetçik'imizle birlikte biraz önce de değindiğim İdlib'dir. Bunları söylerken de Rus dostlarımızın 2012'de, 2013'te, 2014'te Suriye'yle ilgili tüm bu riskler konusunda bizlere telkinlerde bulunduklarını hatırlıyorum.

Evet, konuşmamın başına dönersek 2011 koşulları maalesef çok uzakta, âdeta bir rüya gibi gözüküyor. Bunca risk, tehlike, bunca maliyet, bunca acı, bunca sığınmacı Suriye politikamızda başlangıçtan bugüne yaptığınız hataların bir sonucu. Bari bundan sonra yanlışa düşmeyin, sakın kandırılmayın. Yanlış yaklaşımlarınızı düzeltmeye de ABD Başkanının milletimizi derin şekilde inciten, hakaret ve tehdit dolu mektubuna ve bu mahiyetteki diğer ifadelerine, geçiştirmeden ve geciktirmeden gerekli karşılığı vermekle başlayabilirsiniz.

İktidar, özellikle son on yıl içinde, uluslararası sistemin Türkiye'nin kendisine layık şekilde çıkarlarını ve konumunu nasıl güçlendirebileceğini düşünmek yerine uluslararası sistemi nasıl değiştirebileceğini düşünmüştür. Uluslararası dengeler, evet, büyük bir transformasyondan geçiyor. Türkiye'nin buna uyum sağlaması elbette gerekli ama bunu uluslararası sistemin yapısını, işleyişini değiştirmek iddiasıyla yapamazsınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Teşekkür ederim.

Uzun vadeli bir strateji geliştirmek yerine sürekli savrulan bir yaklaşım izleyerek ve her savrulmada bölge ülkeleriyle ilişkilerimizde yeni ve tamir edilmesi zor tahribatlar yaratarak oyun kurucu ve değiştirici bir aktör hâline gelemezsiniz. Bunun için öncelikle, itibarı ve işleyişi tahrip edilmiş olan, devletimizin hafızası niteliğindeki Dışişleri Bakanlığına ve mensuplarına itibarlarını iade etmek gerekmektedir. Diplomatsız ve diplomasız diplomasi yapılamaz.

Ayrıca, güçlendirilmiş bir demokratik parlamenter sistemin tesisi mutlaka ve mutlaka dış politikamızda azami verimin sağlanabilmesi için çok yerinde olacaktır, hatta elzemdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Sözlerimi bitirirken; son günlerde gerek Barış Pınarı Harekâtı sırasında gerek diğer çatışmalarda şehit düşen askerlerimizi saygı, minnet ve rahmetle anıyor; gazilerimize acil şifalar diliyorum.

Genel Kurula saygılarımı sunarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)