| Konu: | Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 16 |
| Tarih: | 12.11.2019 |
HDP GRUBU ADINA NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli vekiller; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Elektronik para düzenlemesi ve elektronik yaşam; aslında birçoğumuz geçen hafta da bunu konuştu, dönem dönem Mecliste de bu konu gündeme gelmekte. Teknolojik gelişmelere, çağa ayak uydurmak için birçok düzenleme konuşuluyor, tartışılıyor. E-kütüphaneden e-devlete her şeyde elektronik bir düzenlemeye gidiliyor ve yaşıyoruz da.
Bildiğiniz gibi, geçen hafta bu yasanın birinci bölümü konuşulurken Plan ve Bütçe Komisyonu da çalışmalarına başladı. Plan ve Bütçe Komisyonunun ilk gününde -önümüzdeki ay Mecliste bütçeyi konuşacağımız süreçte- şöyle bir tartışma yaşandı: "Elektronik çağ" diyoruz, "elektronik düzenleme" diyoruz, birçok şeyi elektronik şekilde düzenlemeyi düşünüyoruz; Parlamentonun en şeffaf olması gereken, denetimin en şeffaf olması gereken, Meclisin Plan ve Bütçe Komisyonunun görüşmeleri yayına yasaklanıyor. Ve kim yapıyor? 1'inci parti buna diyor ki: "Yayınlanmasın."
Bakın, biz burada ilk gün dedik ki: Plan ve bütçe tartışılıyorsa, bütçe haksa mutlaka sivil toplum örgütlerinin burada olması lazım ve Plan ve Bütçe Komisyonunda üye olan arkadaşlarımızla bir önerge verdik, dedik ki: "Bu işe katılabilecek, katkı sunabilecek sivil toplum örgütleri katılsın." Türk Tabipleri Birliği, KESK, DİSK gibi birçok kurumu saydık ve hiç olmayacak bir şekilde oylama yaptırıldı; TMMOB için, TTB için oylama yapıldı. Bu Meclis 1950'lerde onlarla ilgili yasa çıkarmış "kamu yararı" demiş. "Yasayla kurulan sivil toplum örgütü" diye tanımladığımız, "demokratik toplum örgütü" diye tanımladığımız kurumların Meclise gelmesi, bütçeye katılımı konusu da reddedildi.
2'nci reddedilen neydi? Dedik ki: "Canlı yayınlansın." Artık Meclis dediğiniz, değil Türkiye Parlamentosu, belediye meclisleri kendi çalışmalarını canlı yayınlıyorlar. Bu da reddedildi. Dedik ki: "Anadolu Ajansı bunu yayınlasın." Çünkü Meclise bütün basın gelemiyor, belli basına bir ambargo uygulanıyor, yasak uygulanıyor. Anadolu Ajansı da kabul edilmedi. Sonuçta, tartışmada 3 muhalefet partisi dedi ki: "Bir şey yapalım. Meclis TV kayıt alacak, isteyen vekil onu isteyip danışmanları aracılığıyla paylaşabilecek." Sabah uyandık, o da kaldırıldı. Niçin? İzahı yok.
Şimdi, bir taraftan "e-devlet" diyoruz, "e-düzenleme" diyoruz, bu çağda, bu dönemde, bütçe gibi, plan ve bütçenin tartışıldığı, birçok bakanlığın konuşulduğu, hayati öneme sahip tartışmalarda sivil toplum yok, Meclisteki insanlar da buna katılamıyor.
Neydi peki geçen hafta bir diğer konuşulan konu? Bütçe tartışılıyor, bütçe düzenleniyor, her şey yasak. Bütün bu yasaklara rağmen intiharlar konuşuluyordu. Bir taraftan Parlamento önümüze gelecek bütçeyi konuşacak ve bu konu aslında pek de böyle... Dikkatli konuşmak lazım ve arkadaşlar, sayı yüksek, 4 kardeş. Peşinden bakkal diyor ki: "Defter durmuştu, defter ödenemiyordu." Biliyor musunuz, ne oldu? Bir taraftan herkes sosyal medyada bu olayı konuşurken, tartışırken "Nedir, ne değildir?" çeşitli şeyler söylenirken özelleştirilmiş bir elektrik şirketi daha cenazeler adli tıpta, morgdayken elektriği kesiyor. Ya, bu kadar mı vicdan kalmadı, bu kadar mı iç sızlamıyor? Bu bitti, aradan bir hafta geçmedi, iki üç gün geçmedi, tekrar, Antalya'da da böyle bir olay. Hiç mi iç sızlamıyor? Hiç tartışılmıyor. Hiç mi insanların vicdanı tartışmıyor?
Biz "Yoksulluk var." dediğimizde, "İşsizlik var." dediğimizde, "Kriz var." dediğimizde kıyamet kopuyor ve bu bütçe yoksulu, işsizi, çiftçiyi, memuru, köylüyü düşünmediği sürece kıyamet kopuyor. Ama verilen yanıt ne? "Kıyamet kopmasın. Domates, patlıcan, biberden söz etmeyin. Bir mermi ne kadardır, biliyor musunuz?" deniyor. Böyle bakarsanız, böyle yaparsanız hepimizin hayatı, yaşarken ölü hayatına dönüşür; yoksulluk artar, işsizlik artar, mutsuzluk artar, insanlar çaresiz olur. Bu hepimizin vicdani görevidir.
Bakın, ne oldu? Antep'te öğretmen bir kadın dedi ki: "Mobbinge dayanamıyorum." Tekrar aynı şey oldu. Giderek biz birçok alanda, sağlık çalışanlarından, öğretmeninden, işçisinden, memurundan insanların kendi hayatları, kendi çocukları ve kendi ailesiyle ilgili gelecek endişesinden konuşuyoruz. Eğer toplum bu düzeye gelmişse, bu Meclis bunu tartışmıyorsa, bunu dile getirmiyorsa gerçekten bizim kendi kendimize dönmemiz lazım. Çünkü bunları konuşmadığımız zaman, bunları dile getirmediğimiz zaman hamasi nutuklarla, milliyetçi nutuklarla, militarist duygularla konuşursak vay hâlimize. Çünkü o zaman neye dönüşüyor? Kim ne söylerse, itiraz ederse "Sus, hainsin; sus, bunu dile getirme."ye. Bu, en rahat yöntem; bir şeyi örtmek için, bir ayıbı örtmek için, bir kusuru örtmek için hamasi, milliyetçi duygular ve gerekirse bayrağı kullanmak.
Bir vekil arkadaşımız bir dakikalık konuşmada dile getirdi -ben Batman Vekiliyim- Hasankeyf yerle bir ediliyor, herkes dile getirdi burada; biz dedik ki: "Olmaz, on iki bin yıllık, on iki bin beş yüz yıllık bir tarih." Hepimiz dile getirdik, dikkate alınmadı. Bütün bunları geçelim, dün dozerler yerle bir ediyor, görüntüler düşüyor; ya dozerin üstüne bayrak asıyorsun. Ne hakkın var buna ya? Ne hakkın var buna ya? Bu ne anlama geliyor yani? Bunu konuşmasak olmuyor o zaman, e-devletten söz ettiğimizde.
Arkadaşlar, artık ne söylesek kimse bunu dikkate almıyor. Neydi? Ekoloji, çevre konuşuluyordu. 7 Kasımda -bu "ana akım medya" dediğimiz "yandaş" denilen, neyse- Yeni Şafak gazetesinin manşeti ne biliyor musunuz arkadaşlar? "Savaş ekolojiyi yok ediyor, savaş çevreyi yok ediyor." Bunu biz söylesek neler olurdu? Ve manşet tam sayfa. Nasıl düşmüş, nedir? Gerçekten dikkatlice baktım ve diyor ki: "Bu olduğu sürece, savaş, çatışma olduğu sürece bu kullanılıyor, çevre tahrip ediliyor, yaşam tahrip ediliyor, doğa tahrip ediliyor." Biz bunları konuşmadığımızda olmuyor. Ve ne oldu? Dün Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bütçe görüşmelerinde buna değindiğimizde o da diyor "Çevrenin korunması lazım, doğanın korunması lazım." Ama bununla ilgili hiçbir çalışma yok. Tam tersine, biz ne yapıyoruz? Türkiye'de kömür santralleri var enerji üretmek için, bacalarını sürekli kapatmaları lazım, bacalarını düzenlemeleri lazım Çevre Kanunu'na göre. Uzattı bir sefer Meclis, yetiştiremedikleri için. Plan ve Bütçe Komisyonuna geldi geçtiğimiz aylarda, bütün siyasi partiler, 1'inci partiden diğer partilere kadar, reddettik; dedik ki: "Böyle bir şey olmaz, bacayı yapacaksın." Geçtiğimiz hafta Plan ve Bütçe Komisyonundan geçirildi. Ne geçirildi? Tekrar ertelendi. Ama bu arada ne yapıldı? Bu fabrikalara, bu işletmelere, bu enerji üretenlere yaklaşık 500 milyar teşvik verildi. Mübarek, teşvik veriyorsan bari diyeceksin ki "Önce bacayı yap." Hem parayı al hem bacayı yapma hem de ertelet, böyle bir düzenleme mi olur? Ve böyle olursa, gerçekten her şeye hamasi nutuklarla itiraz ederseniz, susturursanız, biz geleceğimizi koparmış oluruz.
Kayyum meselesi. Şimdi, biz konuştuğumuzda herkes diyor ki "Her seferinde nasıl bunu söylüyorsunuz?" Ya arkadaşlar, artık cuma ve pazartesi sabahları biz diyoruz ki nerede, ne olacak? İzahı yok. Bu Parlamento bunu düşünüp seçme seçilme hakkında şey yapmıyorsa izahı yok. Ve ne oluyor, biliyor musunuz? Tekrar, Plan ve Bütçe Komisyonunda Sayıştay Başkanı geldi, dedik ki: Sayın Başkan, ya bizim gruptan arkadaşlar sürekli bu tatlıları, bu çerezleri, bu kayyumun oluşturduklarını manşet manşet sunuyor, iddialarıyla başkanlar açıklıyor raporları, rakamları, imzaları, hiç mi bir işlem yapılmadı? Dedi ki: "İnternet sayfamıza bakın, orada var." İnternet sayfasında yok, dedik ki: "Başkan, yok."
Başkan soru-cevap kısmında. "Biz geçmiş dönemde 95 belediyenin bir kısmını inceledik -bütün belediyeleri değil- 31 kayyum Sayıştayın denetimine göre yolsuzluk yapmış." dedi ve bunlar göreve devam etmiş. Hepimiz biliyoruz, 31 Marttan sonra bunlar seçilemedi -bir kısmı adaydı, bir kısmına da zaten yeni arkadaşlarımız seçildi, oturdular, bu açıklamayı yaparken- ve kayyumlar ne oldu? En iyi yerlere gönderildi. Bunun anlamı şudur: Sen hırsızlık yaparsan, yolsuzluk yaparsan ben belgelesem bile seni ödüllendiriyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın İpekyüz.
NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - Nasıl ki yıllardır Türkiye'de işkence yapanlara ceza verilmiyorsa, nasıl ki yıllardır bilerek mahkemeler cezasızlıkla sonlanıyorsa insan hakları alanında, bu olayda yolsuzluk, hırsızlık yapanlara da ceza verilmiyorsa, ödüllendiriliyorsa siz kayyumları gönderdiğinizde siyaseti engelliyorsunuz, seçme ve seçilme hakkını engelliyorsunuz ve diyorsunuz ki: "Ne yapabilirseniz yapın." Böyle olursa ne şeffaflıktan ne bütçeden ne gelecekten söz edebiliriz. Bizim kendimize dönüp geleceğimizi iyi kurgulamak için seçilene saygı duymamız lazım. Kendi kendimize uydurmayalım. Bunu da geçtim, hırsızlık, yolsuzluk yapanları bizim adımıza, bu Parlamento adına denetleyen Sayıştayın raporlarını dikkate alıp soruşturma açalım, hesap soralım. Bunu yapmadığımız sürece riyakârlıktır.
Saygılarımı sunuyorum. Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)