GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Akdeniz'de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:27
Tarih:05.12.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamın hemen başında, İYİ PARTİ Grubunun, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti arasında Akdeniz'de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin mutabakat muhtırasının onaylanması için olumlu oy kullanacağını ifade etmek istiyorum.

Bugüne kadar Genel Kurul kürsüsünden de başka zeminlerde de Doğu Akdeniz'le ilgili olarak iktidara müteaddit seslenişlerimizde bu konudaki desteğimizi ifade ettik. "Doğu Akdeniz'de akıl, hukuk, hakkaniyet ve çıkarlarımız yönünde ne yapılması gerekiyorsa yapın, yanınızdayız." dedik. Doğu Akdeniz'de Kıbrıs çevresinde enerji kaynakları ve sınırların belirlenmesi konusunda ne Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin ne başka ülkelerin benzer iddia ve eleştirileri ciddiye alınabilir gibidir. Türkiye'nin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının ve çıkarlarının ihlali ve gasbı girişimi vardır, buna izin verilemez, İYİ PARTİ olarak temel görüşümüz budur. Ancak on sekiz yıllık iktidarın hem hukuki pozisyonunun belirlenmesi ve ilan edilmesinde hem de hidrokarbon kaynaklarına ilişkin ciddi arama ve sondaj çalışmalarının başlatılmasında gecikmiş olduğunu da vurgulayageldik.

Doğu Akdeniz'deki kıta sahanlığımızın sınırlarına ilişkin pozisyonumuzun GKRY ile Mısır arasında varılan anlaşmadan ancak bir yıl sonra, 2004 yılında Birleşmiş Milletler Örgütüne bildirilmesi bir gecikmeydi, yanlış bir işaretti. Kıta sahanlığımızın batı sınırlarının da belirsiz bırakılmış olması hataydı. Keza, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'yle Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması için 2011'e kadar beklemiş olmamız hatalı bir yaklaşımdı; tıpkı deniz sınırlarımızın bölgeye bakan adaların kara sularına kadar uzandığını, adaların Türkiye kıyı şeridinin projeksiyonunu kesici ve kıta sahanlığını engelleyecek bir etki oluşturmayacağını Birleşmiş Milletler Örgütüne bildirmek için 13 Kasım 2019'u beklememizin yanlış olduğu gibi. Bunların hepsi, hatalı bir okumanın, anlayışın, politikanın ifadesi olmuştur. Ayrıca yanlış mesajlar oluşmasına, algılar yaratılmasına sebep olmuştur.

Türkiye'nin GKRY hariç ilgili tarafları hakkaniyet çerçevesinde bir uzlaşı için görüşmelere çağırmış olması, diyalog yolunu açık tutmuş olması doğrudur ancak bu ihmal ve gecikmelere düşülmeksizin de aynı yaklaşımı izlemek mümkündü. Nitekim Dışişleri Bakanlığı, görüşmekte olduğumuz mutabakat muhtırasının imzalanmasından hemen sonra yaptığı açıklamada, hâlen de görüşmelere hazır olduğumuzu beyan etmiştir.

Mutabakat muhtırasının gerekçesinde "Ülkemiz, Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda diyaloğu ve barışçı çözümleri dışlamayan, uluslararası hukuk ve meşruiyet sınırları içinde kalan tutum ve politikalarını sürdürmeye, bölgede hem kendi hem de Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarını korumaya devam edecektir." denmektedir. Demek ki hukuk içinde çıkarlarımızı koruyan adımlar vakitlice atılmış olsaydı da barışçı çözüm ufku muhafaza edilebilecekti ve gereksiz yere vakit ve güç kaybı yaşanmayacaktı.

Öte yandan, gerekçede, 2004'te Birleşmiş Milletlere yapılan bildirimde de olduğu gibi "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti" yerine "Kıbrıslı Türkler" sıfatının tercih edildiğini, mutabakat muhtırası metninin son paragrafında "anlaşma" olarak tarif edildiğini ve metnin Birleşmiş Milletler nezdinde kayda geçirilebileceğinin ifade edildiğini belirtmek isterim. "Kayda geçirilecektir." demiyor "geçirilebilecektir" deniyor. Oysa mutabakat muhtırasının 3'üncü maddesinde "Birleşmiş Milletler Şartı madde 102 uyarınca Birleşmiş Milletler sekretaryasına kayıt için bildirilecektir." tabiri kullanılıyor. Bu bağlamda, genel gerekçe ile mutabakat muhtırası metni arasındaki gereksiz farklılıklara dikkat çekmek istedim.

İktidarın ulusal çıkar anlayışından uzaklaşarak yaptığı vahim hataların sonucunda, Doğu Akdeniz'de birbirine oldukça uzak olan, hatta husumet içinde bulunan birçok ülkenin, aktörün Türkiye'ye karşı ittifak ilişkisine girmesine yol açtığını da hatırlatmak gerekiyor. Akdeniz'e geniş cephesi bulunan Mısır'la ilişkilerimizin hâli malumdur. Mısır politikamızda büyük yanlış yapılmıştır ve bu yanlış sürdürülmektedir. Keza İsrail'le ilişkilerimizin durumu bellidir. Suriye'deki yaklaşımımız farklı olsaydı Şam'la deniz yetki alanları konusunda bir "modus operandi" düşünülebilirdi.

Doğu Akdeniz ülkeleriyle ilişkilerimizin bulunduğu durum maalesef hazindir. Bu, düpedüz, diplomatik maharet noksanlığıdır, vizyonsuzluktur. Bunu ve karşılaştığımız her baskıyı, muhatap olduğumuz her gerginliği, dış dünyanın hasedi, yabancı ülkelerin komploları ve tarihsel düşmanlıkla izah edemezsiniz, itibarınızı da yükseltemezsiniz. Bunu yapmak yanılsamadır, kasten yanıltmaktır ama artık ikna edemiyorsunuz. Cumhuriyetin dış politika değerlerinden uzaklaşmasaydınız, ümmetçi, İhvancı heyecanlara kapılmasaydınız, bugün Türkiye, Doğu Akdeniz'de sorunların çözümünün öncüsü, tüm projelerin merkezi ve bölgenin gerçek gücü olarak temayüz ederdi. Ne hazindir ki Libya'yla imzalanan muhtırayı yine tüm ilgili-ilgisiz ülkeler eleştiriye tabi tutuyor. Buna mukabil, atılan bu adımı, meselenin çok daha suhuletle çözümlenebileceğini, çok daha akılla çözümlenebileceğini gayet iyi bilen muhalefet partileri canla başla savunuyor.

Evet, konunun bir de Libya'nın kendine özgü koşulları boyutu var. İktidarın Trablus Hükûmetiyle ilişki dokusu konusunda bazı çekincelerimiz elbette var ancak muhtıraya imza koyan Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti meşru hükûmettir, bu konuda hiçbir şüphemiz yok. Evet, tüm kırılganlığına rağmen, durumun fevkalade karışık ve karmaşık olmasına karşın, Fayiz Serraj Hükûmeti meşru hükûmettir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2015 tarihli 2259 sayılı Kararı çok açıktır; Libya'nın yegâne meşru hükûmetidir, Libya devletinin tek temsilcisidir. Dolayısıyla, bu hükûmetle imzalanan metin hukuken geçerlidir.

Biz mutabakatı Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaya tabi tutuyoruz. Peki, Libya tarafında onay süreci nasıl işleyecektir? Zira Libya Parlamentosu Başkanı Akila Salih bu metne karşı tutum almıştır, hatta Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine Ulusal Mutabakat Hükûmetinin tanınmasının geri alınması için başvuruda bulunmuştur. Aynı müracaatı, üyelerinin hemen hemen tümüyle kavgalı olduğumuz, zıtlık yaşadığımız Arap Ligine de yapmıştır. Libya Siyasi Anlaşması'nın 8'inci maddesinin (f) bendi, Libya Bakanlar Kurulunun Başkanlık Konseyi tarafından imzalanan uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelerin, Temsilciler Meclisinin uygun bulmasına tabi olduğunu belirtmektedir. Bu konu üzerinde duruyoruz, durmamızın sebebi şu: İmzalanan metnin ileride istenilen statüyü haiz olmasını istiyoruz. Dışişleri Bakan Yardımcısı, bugün Dışişleri Komisyonunda bu konuda sorduğumuz soruya cevaben, Libya Hükûmet yetkililerinin bir mutabakat muhtırası olan bu metnin onay işlemlerinin farklı olduğunu tarafımıza teyit ettiklerini bildirmiştir. Bakan Yardımcısının verdiği bu bilgiye itimat ediyoruz.

Sarraj Hükûmetine karşı mücadele veren General Hafter'e desteğini ortaya koyan Rusya Federasyonu'nun Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün konuyla ilgili açıklaması önemli. Bu açıklamadan, Moskova'nın mutabakata soğuk baktığı anlamı çıkmaktadır. Sözcü, Yunanistan'ın, Mısır'ın, GKRY'nin itirazlarına atıfta bulunmuştur. Hatta, Libya Hükûmetiyle imzalanan diğer bir metin olan Güvenlik ve Askerî İşbirliği Mutabakat Muhtırası'na da gönderme yaparak, bunun Libya'da askerî mücadeleyi sürdüren taraflara silah ambargosu uygulanmasına ilişkin BM kararını ihlal edebileceğini ima etmiş; Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin Libya Özel Temsilcisinin, mutabakat muhtırasının Libya sorununa çözüm bulunmasına yönelik bir toplantı düzenlenmesi gayretlerini sekteye uğratabileceğine dair sözlerini tekrarlamıştır. Ciddi bir devlet olan Rusya'nın, Libya silah ambargosunun öncelikle Hafter'e destek çıkan devletler tarafından ihlal edildiğini ve bu hususun Birleşmiş Milletler raporlarında yer aldığını bilmemesi herhâlde mümkün değildir. Rusya Dışişleri Bakanlığının Sözcüsünün bu ifadelerini, iktidarın çok yakın ilişki içinde bulunduğu Rusya'nın tutumunu aktarmak, iktidarın hataları nedeniyle bu girişimimizde de yalnızlığımızı ifade etmek için dile getirdim.

Bir diğer amacım da Doğu Akdeniz'in ne denli mühim jeostratejik, jeoekonomik gerilimlere ve müdahalelere konu bir coğrafya olduğunu, iktidarın, bu bölgede, yanlış bir yaklaşım içine düşmeden, yeni hatalar yapmadan, küresel, bölgesel stratejilere icap eden önemi atfetmesi ve ona uygun bir tutum benimsemesi gereğini vurgulamaktır; diplomasinin ulusal çıkarlar üzerinden yürütülen bir ikna etme egzersizi olduğunun altını çizmektir.

Meselenin hukuki boyutuna gelince, konu, özetle, adaların kıta sahanlığı sorunudur. Uluslararası Adalet Divanının benzer durumlarda aldığı çok sayıda karar vardır. Birkaç örnek vermek gerekirse Libya-Tunus, Libya-Malta ve İngiltere-Fransa Channel Adaları kararları Türkiye'nin haklılığını teyit eder niteliktedir. Girit'in coğrafi konumu geçerli bir karşı gerekçe oluşturmamaktadır. Bu çerçevede, iktidarın, Libya'yla imzalanan bu hukuki metni, iki tarafça da usulüne uygun şekilde onaylandıktan sonra bir an önce Birleşmiş Milletler örgütüne kaydettirmesini ve bu pozisyonu layıkıveçhile korumasını ve savunmasını bekliyoruz.

GKRY'nin bugün Uluslararası Adalet Divanına başvuruda bulunduğuna dair bazı haberler vardır. Eğer gerçekten böyle bir durum söz konusuysa girişimin boşa çıkarılması için her türlü gayretin sarf edilmesi elzemdir.

Değerli arkadaşlar, dış politika, diplomasi ciddi bir iştir; ülkelerin çıkarları, itibarları söz konusudur. Dış politikada yapabileceğinizi beyan edersiniz ve savunursunuz, dik durursunuz; hele ulusal güvenliğiniz, güvenlik çıkarlarınızla ilgili bir tavır ortaya koymuşsanız bunu müdafaa eder ve amaca ulaşıncaya kadar sürdürürsünüz. Aksi durumlar yani yapamayacağınızı ısrarla beyan etmek, meydan okumalara girişmek, diklenmek, sonra da dik durmamak gayriciddiliktir; ülkenize ve milletinize itibar kaybettirir, çıkarlarınıza halel getirir.

Türkiye, Londra'da yapılan NATO Zirvesi'nde maalesef bu duruma düşmüştür. O NATO ki hem Sayın Millî Savunma Bakanına hem Sayın Dışişleri Bakanına göre, Türkiye'nin uluslararası kimliğinin parçasıdır. Neydi zirve öncesinde resmî açıklamalarımızın, Sayın Cumhurbaşkanının ısrarlı beyanlarının anlamı: NATO'nun PKK'nın Suriye'deki uzantısı olan YPG'yi de terör örgütü olarak nitelememesi durumunda, ittifakın Baltık ülkeleri ve Polonya'yla ilgili kademeli mukabele planlarını engellemek, diğer bir tabirle, veto etmek. İktidar çevrelerinin "Zirveden istediğimizi aldık." ifadeleri sadece hüzünlü istihzaya yol açar. Bu, yeni bir yanılsama ve yanıltma olmaktadır. YPG terör örgütü olarak tanımlanmamıştır ama Türkiye, Baltık ve Polonya planlarına onay vermiştir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki YPG'nin PKK uzantısı terörist bir örgüt olduğuna dair müttefiklerimizi ikna etmek ve bunun için gerekli politikaları çok öncesinden uygulamış olmak, bazı ülkelerin SDG/YPG-PYD'yle iş birliğine gitmesini engellemek, gerekli bilgilendirme çalışmalarında yeterli güveni sağlamak iktidarın göreviydi. İktidar bu konuda başarısız olmuştur. Anladığımız kadarıyla, 2016'da NATO'nun Türkiye'yi de içine alan bir savunma planı taslağında YPG terörist örgüt olarak tanımlanırken daha sonra bu tanım metinden çıkartılmıştır. Eğer bu, birçok basın organına yansımış olduğu gibi doğru ise vahim bir durum oluşturmaktadır zira bir gerilemeye işaret etmektedir, katmerli bir başarısızlık örneğidir. Müzakerelerin nasıl geçtiğini ve Sayın Cumhurbaşkanının ne şekilde, neyin karşılığında ikna edildiğini bilemiyoruz ama toplantı öncesinde bu konuda bu kadar büyük fırtına çıkarıldıktan sonra, böylesine bir geri adım atılmış olmasını yadırgıyoruz ve nedenini ısrarla soruyoruz. Bir fiyasko söz konusudur. Bu sabah iktidar yanlısı bazı gazetelerin "İstediğimizi Aldık" manşetleri tam bir aldatmacadır.

Bu gazetelerin iddiasına göre, NATO 2015 Zirve Sonuç Bildirisi'ne atıfta bulunmuş, o bildiride YPG terör örgütü olarak sayılıyormuş. Biz 2015 Zirve Sonuç Bildirisi'nde öyle bir ifadeye rastlayamadık. Londra Zirvesi Bildirisi'nde zikredilen "terör" terimiyle yetiniliyorsa yine aldatmaca var demektir; başlangıçtaki iddia, metne "terörizm" kavramını bu şekilde dercetmek değildi. Esasen, bu, uluslararası belgelerde, NATO belgelerinde bir şablon ifadeden öteye gitmez. Bugün Sayın Aytun Çıray da partimiz adına yaptığı açıklamada, bu "şablon" ifadesini tam yerinde kullandı.

Londra Zirvesi'nin önemli sonuçlarından biri, ittifakın kendini yeni koşullara uyarlamak üzere stratejik bir çalışma içine girecek olmasıdır. Hiç olmazsa bu çalışma süresince Türkiye, kendisine ve ittifaka yarar sağlayacak bir rol üstlenmelidir.

Değerli arkadaşlar, mensubu bulunduğumuz uluslararası kuruluşları ciddiye almak zorundayız. Bu yapılar içinde "al-ver" zihniyeti yerine, "Hata yaparım, düzeltirim." anlayışı yerine, diplomasiyi, tutarlı dış politikayı kullanmayı iktidar öğrenmelidir. Keza bölge ülkeleriyle ve genelde ikili ilişkilerimizde, daha makul, daha normal, daha dengeli bir yaklaşımı tasarlayıp uygulayabilmelidir.

Son birkaç günden beri ABD Kongresinden de hoş olmayan haberler gelmektedir. Daha düzgün bir dış politika için, Dışişleri Bakanlığının kurumsal tecrübesinin gereği gibi kullanılması, Türkiye Büyük Millet Meclisine daha saygılı olunması ve görüşlerinden daha geniş şekilde yararlanılması gerekmektedir. Türkiye'nin gelgitleri çok bir uluslararası ilişkiler seyrinden gerçek anlamda ulusal çıkarlara dayalı bir dış politikaya geçebilmesi için, tek adam rejiminin sona ermesi ve iyileştirilmiş demokratik parlamenter sisteme geçilmesi şart olmuştur.

Londra Bildirisi'nin 1'inci maddesi, üye ülkelerin paylaştıkları ortak değerleri zikrederken, demokrasiyi, bireysel özgürlükleri, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü zikretmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Bitiriyorum.

BAŞKAN - Devam edin Sayın Sezgin.

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Türkiye'de, mevcut rejim nedeniyle, bu değerlere saygı gittikçe geriye gitmektedir.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)