| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin İlk Görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 09.12.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, Parlamentomuzun saygıdeğer üyeleri, değerli parlamenterler; 2020 yılı bütçesi ve 2018 yılı kesin hesabıyla ilgili partimizin görüşlerini paylaşmak için yüce Meclisin ve aziz milletimizin huzurundayız. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Öncelikle bir şeyi vurgulamak istiyorum ki gerçekten Parlamentoda muhalefet ve iktidar gibi değişik yapılar söz konusu. Muhalefetten tabii ki yapıcılık bekleniyor ama esas yapıcılık iktidardan beklenir, iktidarın yapıcılığı önemlidir. Bütçe görüşmesinin bu gününde bu özensizlik bizi bir yere götürmez. Bu gün Cumhurbaşkanlığı bütçesinin, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin de seviyesini ve çizgisini göstermiştir. Bugün burada Sayın Cumhurbaşkanı olmadı, Sayın Yardımcısı var ama Sayın Bakanlar ve de Cumhurbaşkanına doğrudan bağlı kurumlar olmalıydı çünkü bütçe hakkını kullanıyoruz. Bütçe hakkı, Parlamentodan eski bir haktır; bütçe hakkı, Magna Carta'da, Magna Carta'dan önce Kutadgu Bilig'de yer almış sözleşmelere kadar dayanan ve belki ondan daha eski metinlerde yer bulan bir haktır; bütçe hakkı, demokratik rejimlerin özüdür ve bu, cumhuriyetin 97'nci bütçesi, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin ikinci bütçesi. Görüştüğümüz bu bütçe, siyasal olduğu kadar sosyal, ekonomik ve içtimai bir eylem planıdır. Bu planla ilgili bir kanaat oluşturacağız. Bütçe görüşmeleri esasında genel görüşmelerdir ve biz bugün 2020 bütçesini genel görüşmeler çerçevesinde ele alacağız.
Çok değerli milletvekilleri, bugün önümüzde 2020 bütçesi var. Bu bütçeyle bugün Cumhurbaşkanlığı bizden 1 trilyon 96 milyarlık bir harcama yetkisi istiyor. Diyorlar ki: "Bize 2020 yılı için 1 trilyon 96 milyarlık bir harcama yetkisi verin. Bunun için 957 milyar liralık bir gelirimiz var ve bununla bu bütçede de 139 milyar liralık bir açık öngörüyoruz." Biz esasında bugün "evet" veya "hayır" demekle bu bütçe sürecinde, kamunun kaynaklarından 1 trilyon 96 milyar lirayı alıp toplumun hizmetine sunulacak unsurları belirliyoruz. Esasında, Hükûmet etmek budur, bunun dışında Hükûmet diye bir şey yok. Hükûmet etmek, bütçe yürütmektir ve bütçe yapmaktır. Onun için Hükûmet edenler ve yürütenler bugün burada nezaketen olsun bulunmalıydılar. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız bile yok.
Evet, şimdi, tabi ki biz bu Meclise yeminli gelmiyoruz. Uygulamalardan görülecektir ki olumlu bulduğumuz hususlara "evet" diyoruz, olumlu bulmadıklarımıza "hayır" diyoruz. Geçen sene de böyle yaptık ve bu bütçeyi belli kriterler çerçevesinde ele aldık. Yani önce bütçenin oturduğu ekonomik zemine baktık, sonra bütçeyi yürütenlerin referanslarına baktık, bu bütçeyi yapanların referanslarına baktık ve ona göre bir karar verdik. Şimdi, bu çerçevede yine bu değerlendirmeyi yapacağız ama öncelikle şunu söylemek istiyorum: Rakamlar gerçekleri söylemeyi bırakınca umut da yüzü terk edermiş, tebessümden terk edermiş. Ben Almanya'da bir mühendisle karşılaşmıştım 9 Kasım 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkıldığı gün oradan geçen, orada bulunan bir mühendisle, dedim ki: "Neydi durum?" Dedi ki bana: "Bize hep şöyle diyorlardı: 'Yirmi yıl ilerideyiz.' Her zaman bunu anlatırlardı, ta ki 9 Kasım 1989'da bu duvar yıkılıp da biz görünceye kadar hep bir yirmi yıl ileride olduğumuza inandık. Meğerse bu duvar bizim kafalarımızdaymış." Bu rakamlar bizim kafalarımızdaymış.
Şimdi başlangıçta söyleyeyim: 5,7'lik büyüme eğer gerçekse o zaman bu 8.800-9.000 doları açıklamamız lazım. TÜİK, maşallah, sel basmış süthane gibi, ne kadarı süt ne kadarı su bunu ayrıştırmak mümkün değil. Diyeceksiniz ki: "Ya resmî rakamlarda bu olur mu?" Oluyor efendim.
Bakın, ben size bir tablo arz etmek istiyorum: Arjantin'in -aşağıda mavi- 2006'dan sonra resmî enflasyon rakamı hep yüzde 10'larda gidiyor ama esas enflasyon yüzde 25'lerde gidiyor. Bu nedenledir ki, böyle durumlar nedeniyledir ki Arjantin ekonomisi bugün, maalesef, dünyadan çok uzak, savrulmuş durumda. Şimdi bu anlamda bakalım, Türkiye, gerçekten bu coğrafyaya yeni taşınmadı, komşuları da yeni komşular değil, yeni kiracılar değil. Türkiye, zamanın ruhunu sürdüre gelmiş bir Türkiye; nüfusunu 28 milyondan 82 milyona çıkarmış, okuma yazma oranını 1960'larda yüzde 30'lardan 2000'lerde 90'a, sonra 96'ya çıkarmış; Türkiye 1960'tan 1980'e 28 bin okul inşa etmiş ve 1980'de 53 bin okula sahip olmuş, üniversitesini arttırmış, 1.000 kişiye düşen araç sayısını arttırmış bir ülke olarak geldi.
Bu süreçte ekonomiye bakalım: Türkiye, 1960 ile 2019 arası, çok değerli milletvekilleri, ortalama 4,5 büyümüş ve bu 4,5'un geldiği nokta bugün 8.800-9.000 dolar.
Türkiye 1960 ile 1975 arası -bunlar da TÜİK'in onayladığı rakamlardır, oranlardır- yüzde 5,5 büyümüş. Eğer Türkiye bunu devam ettirseymiş bugün millî gelirimiz 18 bin dolar olurmuş. 1 puan arttırsaymışız Türkiye olarak, 6,5 olsaymışız Türkiye bugün 30 bin dolarları bulmuş zengin bir ülke olurmuş. O kadar zenginliğe yelken açmak zor bir şey değil, istikrarlı büyümeden ve kaliteli büyümeden geçiyor.
Evet, Türkiye 2003-2007 arasında da ciddi büyümüş, 6,8 büyümüş ama TÜİK yeni seride 7,3 büyümüş. Parlak bir dönem ve 10.500 dolara gelmiş millî gelir. Başarılı. 2001 krizinden sonraki reformlar ve Avrupa Birliği süreci ve çıpası Türkiye'yi buralara taşımış. Yıldız bir Türkiye var.
2008-2019 arası: Türkiye, 2008'den sonra bu gelişmeyi kırmaya başlamış, bir negatif ayrışmaya başlamış ve Türkiye, maalesef, 2008'den sonraki gelişmesiyle hem kendi çizgisinden hem de gelişmekte olan ülkelerle -kendi çizgisindeki ülkelerle- negatif ayrışmış ve bu ayrışma son beş yılda derinleşmiş. Bakın, 1960'tan 2020'ye kadar beşer yıllık aralarla bölelim, 12 tane beş yıl. 2016-2020 son beş yıl arasındaki büyüme rakamı, eğer 2020'deki bütçe büyümesini yüzde 3 kabul edersek 3,3 kaçıncıdır? 12 tane beş yıllık dönemin kaçıncısıdır son beş yıl? İlk 3'te değil arkadaşlar, 11'inci. Son beş yıllık büyüme performansı, sadece 1976-1980 arasındaki yüzde 2,5'luktan iyi. Diyeceksiniz ki: "Ya burada yüzde 5 yazıyor. Biz yüzde 5'lik büyümeyi sağlayacağız, kabul ediyoruz ve 3,7'ye çıkartıyoruz." Son beş yıllık büyümeyi 3,7'ye çıkarttığımızda da son beş yıllık büyüme 1960'tan itibarenki on iki yıllık dönemin 3'üne girmiyor, 10'uncu; 1991 ve 1995 yılları arasındaki büyümeden daha iyi. E, bunu alkışlayalım mı? Bu performansın sahiplerinin getirdiği bu bütçeye de tamam, böyle devam edin mi diyelim; demek mi doğru? Kesinlikle değil . Bu toplumun bütçe hakkını bu şekilde mi kullanmak lazım?
Gelişmekte olan ülkelere bakalım. Hakikaten 2003-2007 arasında gelişmekte olan ülkelerde büyük bir fırtına var, yükseliş var. Çok az da olsa altında ama o trendi tutuyor Türkiye. Ama Türkiye 2008'den itibaren gelişmekte olan ülkelerle de negatif ayrışıyor. Son beş yıl gelişmekte olan ülkelerin büyümesi 4,4; Türkiye burada da altta. Hele son iki yıl bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin bütçe rakamlarıyla -bu seneyle beraber- 1,5 ortalama; 1,6. Bu bizi çok bir yere götürmüyor. Türkiye dünya ekonomisiyle ve kendi çizgisiyle ayrışıyor. Bu dönem, 2008 sonrası AK PARTİ 2008'den itibaren Türkiye'nin ekonomik olarak önünü kesmiştir. Bunun adı, budur.
İşsizlik, ister on yıllık alalım ister beş yıllık alalım tarihin zirvesi, hiç tartışmaya gerek yok. Nasıl olur da yüzde 5,7 büyürüz de istihdamı genişletemeyiz bu çerçevede. Bu kedi-ciğer meselesi, değil mi? Nedir bu negatif ayrışma? Bu bir, evet, kalitesiz büyümedir. Birçok teknik nedenleri vardır ama daha ziyade nedir? Bu fotoğrafın sahiplerine biz yeni bir bütçe veremeyiz. Genel global unsurlardan bahsettik. Bakın, Türkiye'nin 2002 dış borcunun toplam gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 58. Bugün? Yüzde 62. Bu, bizim Türkiye'miz. Nasıl 2007'ye seviniyorsak buna da sevinmek isteriz ve önemli olan, bu bir fotoğraf, bir sahne değil. Bu bir süreç, böyle gidiyor bu süreç.
Rezervlerimizin kısa vadeli borçlarımıza oranı yine aynı. 2008'den itibaren giderek savrulan bir Türkiye var değerli arkadaşlar. Biz 2000 yılından 2010 yılına kadar hep şöyle konuşuyorduk: Güney Kore ile Çin bizi geçti. Doğru ama 2000 yılında beraber olduğumuz ülkeler var bizim: Polonya, Romanya, Malezya, Doğu Avrupa ve Uzak Doğu ülkeleri. Bunlar da bizi geçti arkadaşlar. Bakın, Romanya 2000 yılında 1.662 dolardan 13.000 dolara geldi. Dünya Bankası rakamları bunlar. Polonya 4.400 dolardan 15.900 dolara geldi. Malezya 4.300 dolardan 11.000 dolara geldi. Yani 2000'de beraber olduklarımız da bizi geçti. Çünkü biz negatif ayrışmaya girdik. Dolayısıyla 2000'de 17'nciyiz, 2008'de 17'nciyiz yine ama bugün 19'uncuyuz. Fert başına millî gelirde 2000'de 70'inciyiz, 2008'de -iyileştik- 65'inciyiz, 2019'da 81'inciyiz. Bu da Dünya Bankası kaynağı.
Çok değerli arkadaşlar, bu şunu gösteriyor ki: Tarihin, zamanın gerisine düşülüyor. Bu zaman, çeyrek yüzyıl önceki zaman değil. Daha önce, durduğunuzda geri kalıyordunuz; şimdi, yavaşladığımızda geri kalırız. Bunun sebebi şu: Türkiye 2008'den sonra yapısal reformları bıraktı ve bugün geldiğimiz nokta sadece ekonomik bir tıkanma değil, ekonomiyi de içine alan bir yapısal tıkanmadır. Bunu yapısal reformla çözebiliriz.
Peki, diyeceksiniz ki: Türkiye neden 2008'den sonra yapısal reformları yapamadı, nereye harcadı bu enerjisini? Ne oldu da Türkiye bu yola devam edemedi? 3 tane kırılma var arkadaşlar, biz yapısal reform beklerken radikal kırılmaları yaşadık. Birincisi, maalesef, FETÖ süreci ve 2010 referandumudur. 2010 referandumu milletimizin de tuzağa düşürülmesidir. İkincisi, PKK'yı muhatap alan çözüm sürecidir. Üçüncüsü, tarihî kodlarımızı dikkate almayan dış politikamızdır ve Orta Doğu sürecidir. Türkiye tekrar yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar girdabına girmiştir.
Rahmetli Dündar Taşer "Azizi vakt idik, adâ zelil kıldı bizi." diye aktarır ve Osmanlı'yla ilgili şöyle bir not düşer: "Ne Kadızadeliler İslam'ı anladı ne de Avrupacılar Batı'yı. Bu nedenle de 25 milyon kilometrekareden geldik geldik Sakarya sahillerine." Evet, 2008'den itibaren bu coğrafyayı, yaşadığı coğrafyayı ve çağı kavramadan uzak kadroların getirdiği yer burasıdır. Bu açık, net. Enerjimizi buralarda harcadık. Yoksa biz, yükselen bir Türkiye ve güçlü bir Türkiye olmaya her zaman çok yakınız. Neden? Çünkü bu ülkenin güçlü Türkiye olmak için ihtiyaç duyduğu ne varsa hepsine sahibiz. Bu, bugün de böyle, yarın da böyle olacak, dün de böyleydi. Mesele bu kodlara uygun...
Çok değerli milletvekilleri, çok değerli arkadaşlar; bu bütçeye kadar oldukça çok plan gördük; orta vadeli planlar, yeni ekonomik programlar, kalkınma planları. Bu bütçeyi yapanların getirdiği planların tamamında yüzde 20'den fazla sapma var. Dolayısıyla bu bütçeyi yapanların referansları ile bir bütçe yapma noktasında, hedefleri olan bir bütçe yapma noktasında uygulamadan baktığımızda büyük bir mesafe var. Nereye geldi Türkiye? Devleti yöneten planlamadan planlama yapamayan devlete geldik. Evet, Türkiye'nin geldiği nokta bu.
2023 hedefleri vardı, geçen sene burada konuşuyorduk, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız da konuştu. Düşünebiliyor musunuz, 2019'un Mart ayında, Sayın Erdoğan'ın bulunduğu büroda seçim çalışmaları yapılıyor, 2023 hedefleri yazılıyor; buradaki binada da On Birinci Kalkınma Planı yapılıyor, hedefleri çöpe atıyoruz. Bu kadar ilintisizlik, iletişimsizlik var, bu kadar büyük kopukluk var ve bizim sekiz yıldır peşinden koştuğumuz, geçen sene burada onlarca defa Sayın Oktay'ın, Sayın Bakanların, 31 Martta Sayın Erdoğan'ın dile getirdiği 2023 hedefleri birden çöp oldu. 2023 yılını inşallah cumhuriyetimizin 100'üncü şeref yılı olarak kutlayacağız ama bu yönetimin, ekonomik hedefler açısından çöp yılı, maalesef böyle, çöp yılı. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Yani 25 bin dolar fert başına millî gelir, 2 trilyon dolar millî gelir, 500 milyar dolar ihracat; bunlar yazılmış fakat politikaların merkezinde yok; yazıda var, dilde yok. Neden? Dışişleri fetih için Suriye'de; İçişleri PKK'ya mahkeme için Habur'da; Millî Savunma tenzil ve terfi işlerinde; Ekonomi kredi tahsisinde, inşaat desteğinde; Ulaştırma müteahhit organizasyonunda; Çevre Bakanlığı Bodrum'da bisiklet yolu yapıyor; Şehircilik butik arsa peşinde; Sanayi ve Teknoloji de maalesef asansör test merkezinde. Her bir atın farklı yöne koştuğu bir at arabası, bunun başka tarifi yok; o nedenle mesafe yok. Enerji var, harcama var ama yol alınmıyor.
Bu iş şimdi 2053, 2071... Gençler "2071" diyor, yaşlılar da "2053" diyor; hedefler. "Ya ben ölürüm ya padişah ölür ya at ölür." hikâyesi var ya, buna döndü bu iş. Artık kelimeleri de anlamsızlaştırdık.
Şu bütün bakanlıklar içerisinde, yaptığının ekonomiye tesirini ölçen bir tek bakanlık var, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı. Sırf bu heyecanları eksilmesin diye eleştirmiyorum, eleştirecek çok şey var ama eleştirmiyorum. Harcamasının ekonomiye etkisini yazan tek bakanlık Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı; başka hiç kimsenin harcamayla, bütçeyle alakası yok. Böyle bir düşünce yok, olsaydı burada devlet olurdu bugün. Çünkü bu bütçe devletin bütçesi. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Millet de bu bütçeyi getirenlere bu muameleyi yapacak.
Çok değerli arkadaşlar, şimdi, size geçen sene 2019 bütçesini getirdik, "2,3 büyüyeceğiz." dedik, büyüyemedik. "80,6 milyar açık" dedik, IMF tanımıyla 200 küsur milyar da biz 165 diyelim, yüzde 100,4 büyüdü.
Geçen sene burada "Bu 2019 yılı bütçesinin gelir bütçesini Avusturyalılar, harcama bütçesini de Avustralyalılar yapsa bu kadar kopuk olmaz." demiştim, işte meydanda; giderler yüzde 22 artmış, gelirler yüzde 6 artmış. Kamu kesimi borçlanma gereği Maastricht Kriterlerini zorlayarak tekrar Türkiye'ye "Merhaba" dedi, önemli bir yapısal problemimiz daha ortaya çıktı. Gelinen noktada Türk ekonomisine büyük bir yara açılmıştır.
Şimdi, 2019 bütçesini burada görüyoruz. Peki, arkadaşlar, bu bütçenin, her bütçenin siyasi bir sonucu olmaz mı? Şimdi, 2019 bütçesi ekonomiyi küçülttü mü? Küçülttü değil mi? 2,3'tü; 0,25 küçülttü. İşsizliği arttırdı mı? Arttırdı. Kamu dengesini bozdu mu? Bozdu. Fakirliği arttırdı mı? Arttırdı. Şimdi, bunu alkışlayacak mıyız biz? Peki, bu bütçe sonucundan hiç kimse mahcubiyet duymayacak mı ya? Hiç kimse rahatsız olmayacak mı? Biri çıkıp "Bu sorumluluk benim ve ben bırakıyorum." demeyecek mi? (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Samimi söylüyorum, ailenin parası olsaydı babası görevden alırdı. Bu bütçenin sonucu olmaz mı? Başarısızlığın bir sonucu olmaz mı?
Bakın, piyasadan da kopmuşuz. Otomotiv sektörü ne diyor? Diyor ki: "Türk vergi sistemi uyumlu olmaktan çıktı, çağın gerisinde kaldı ve otomobilde Avrupa'nın 11'inci piyasasına düştük." Otomobilciler kendileri söylüyorlar. Zaten harcama şöyle arkadaşlar, harcama politikası şöyle: Biz "örtülü ödenek" biliriz ama giderek devlet örtünüyor artık. Devletin bütün harcamaları örtünüyor yani Hazine-Merkez Bankası ilişkileri, Hazine-Merkez Bankası-kamu bankası ilişkileri örtülü gidiyor. Kara bulmaca bunlardan daha kolay. Varlık Fonu bir âlem, Cumhurbaşkanının başında olduğu bir fonu gelin de denetleyin bakalım haydi, gelin de hep beraber denetleyelim.
Şimdi, çok değerli milletvekili arkadaşlar, yeni bir bütçeyle beraberiz. Bu bütçe, 1 trilyon 96 milyar lira harcama yetkisi istiyor bizden. Biraz önce de söyledim, 957 milyar lira gelir toplama, 139 milyar lira da açıkla "Ben yüzde 5 büyüyeceğim. 11,8 işsizlik olacak ve Türkiye'de yeni bir dengeleme yapacağım." diyor. Şimdi, köylü yürüyor, bir köyün başında adam bekliyor, ona soruyor, diyor ki: "Aşağı Belen köyüne ne kadar zamanda gidilir?" Köyün başında bekleyen vatandaş susuyor, öbürü de kızıp gidiyor. Bir kaç dakika sonra bağırıyor, diyor ki: "Aşağı Belen köyüne kırk beş dakikada gidilir." Dönüyor diyor ki: "Ya biraz önce neden söylemedin?" "Yürüyüşünü gördüm." diyor. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, arkadaşlar, bu yürüyüşe bu onay verilir mi? Yani bu kadar yürüyüşe bu onay verilir mi? Bunun sorumluluğu yok mu millet nezdinde ve Allah nezdinde? Daha ciddi bir şey söyleyeyim size, bu bütçenin vizyonu yok, bu bütçe Türkiye'yi nereye taşıyacak? Nereye taşır bu bütçe? Misyonu da yok. Bu bütçe bir sanayileşme bütçesi mi? İstihdamı arttırma bütçesi mi? Tarımı geliştirme bütçesi mi? Gelir dağılımını düzeltme bütçesi mi bu bütçe? Hiçbirisi. Peki ne bütçesi? Abdülhak Molla'nın -Abdülhak Hamit'in dedesi- meşhur bir berceste mısrası var, bu bütçenin başına bunu yazacağız: "Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı." (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bu bütçenin başına yazmamız gereken başlık: Gerçekten her şey var, derde deva bir şey yok.
Çok kıymetli milletvekilleri, AK PARTİ grubumuz komisyonda gerçekten bundan daha kalabalıktı zaman zaman, onun için Komisyona gelen arkadaşlara da teşekkür ederiz.
İçişleri, Dışişleri ve Millî Savunma Bakanlığı bütçelerini beraber değerlendirdim ben. Millî Savunma Bakanlığı 53 milyar, İçişleri Bakanlığı toplam 77 milyar, Dışişleri de 6 milyar lira ödenek talep ediyor. Neden beraber değerlendirdim? Üçünün de ortak konusu terör. Sayın Soylu'yu dinlerken de âdeta 90'lı yıllara gittim. Orada, Komisyonda da söyledim.
Şimdi, değerli arkadaşlar "Türkiye bu coğrafyaya yeni taşınmadı." falan diyoruz ya, şimdi bir Türkiye'den bahsedeyim ben size: 9 Ekim 1988, devrin Kara Kuvvetleri Komutanı Reyhanlı'ya gidiyor ve Suriye'ye elini uzatıyor "Sabrımızı taşırmayın." diyor -bu sözü 2000'lerden sonra her gün bir bakanımızdan duyduk- ve yirmi gün sonra Abdullah Öcalan Suriye'de yok, Yunanistan'da. Orada akşam kalamıyor, aynı gün Rusya'ya gidiyor, burada barınamıyor. 12 Kasımda İtalya'da, orada da barınamıyor. 16 Ocakta Rusya'da tekrar, orada da olmuyor, on üç gün sonra Yunanistan'da tekrar. Belarus ve Hollanda'dan oturum izni isteniyor, olmuyor, 5 Ocakta Kenya'dan alınıp gelinip İmralı'ya konuluyor. Bakın Türkiye Cumhuriyeti devletine, Türkiye Cumhuriyeti devleti Öcalan'ı bu dünyada hiçbir ülkede barındırmayacak itibara sahipti.
RADİYE SEZER KATIRCIOĞLU (Kocaeli) - Sanki o dönemde yaşamadınız.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Süleyman Şah'ı kaçırdı bunlar, Süleyman Şah'ı.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Bunda ne var, söyle yani bilelim.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Sizi İstanbul'da biliyorduk ama buraya kadar gelmişsiniz, hoş geldiniz.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Evet, aynen öyle.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Hoş geldiniz. Biz orada heykeliniz de oldu zannediyorduk, hoş geldiniz. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Peki, PKK eşittir PYD. Ben bu konulara girmek istemiyorum çünkü nazik konular ama hem Putin hem Moskova görüşmesinde hem Beyaz Saray görüşmesinde hem de NATO toplantısında ya itibarımızda bir aşınma ya da politikayı yürütenlerin farklı dil kullanmasının yansımalarını gördük sanki.
Çok değerli arkadaşlar, yine devam edeyim. 15 Ağustos 1984'te Şırnak baskınıyla başlamış bir PKK mücadelemiz var ve ne yazık ki bu mücadelede 2002'de terörü bir yere getirmiş Türkiye var ama Plan Bütçe Komisyonunda aynı terörü konuşan bir Türkiye bulduk tekrar. Bu tür konularda iktidarın yapıcılığı, muhalefetin yapıcılığı, devletin toplayıcılığı beklenir. 7 Ekim 2019'da Trump'ın hakaretamiz mektubuna şahit olduk. 8 Ekimde sabahleyin Sayın Meral Akşener grup toplantısında Türk kamuoyuna bu mektubu reddettiğini, Mehmetçik'imizin yanında olduğumuzu söyledi ve "Bugün partimizin adı 'al bayrak partisi'dir." dedi. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bir gün sonra, 9 Ekimde Barış Pınarı Harekâtı başladı, 10 Ekimde Sayın Erdoğan hepimizi AK PARTİ'ye davet etti. Yani esasında, biz 16 Nisan 2017'de neyi kaybettiğimizi o zaman anladık. Biz devletimizin başını kaybettik galiba, zor zamanda herkesi kucaklayan bir makamı kaybettik galiba diye düşünmemek zor doğrusu. Buna ne derseniz deyin ama burada bir sıkıntı olduğu gerçekten açık.
Zamandar, Adalet Bakanlığına bakalım. Sayın Bakan Bursa'da açıklama yapıyor 6 Kasım 2014'te, Abdulhamit Gül o zaman Bakan değil: "Yargıya güven yüzde 60-70'lerden 20'lere düşmüştür." diyor Abdulhamit Bey 6 Kasım 2014'te. Şimdi 19,7 milyar liralık bir ödenek istiyor. Biz bu parayı mahkemelere verelim, Bakanlığı kapatalım. Adaleti olmayan Bakanlığın da böyle bir paraya ihtiyacı olmaması gerekir. Hâkimlerimize maaşlarını personel üzerinden verelim ve bu Bakanlığımızın kapısına kilit vursak toplumumuz adaleti kendiliğinden çok daha iyi bir yere getirir diye düşünüyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri, tarım en çok konuşulan bir konu ve gerçekten de bir problem hâline geliyor. 40,3 milyar lira bir ödenek talebi var bizden. Orman Bakanlığının 35 biniyle beraber 150 bin mevcutlu bir Tarım Bakanlığını konuşuyoruz. 2002'de tarım kesiminin 2,6 milyar lira borcu, 37 milyar lira üretimi var. Üretim 6 misli artmış, tarım kesiminin borcu tam 45 misli artmış. Bakın, bir Tarım Bakanlığı düşünün ki envanteri yok. Bu, ne kadar patates üretileceğiyle ilgili doğru bir rakam yok demek ortada, zaten onun için patatesi, soğanı yönetemiyor. Yani Türkiye'de ne kadar meyve var, ne kadar turunçgil var, bunu hesap edebilmesi teknik olarak mümkün değil çünkü bu Tarım Bakanının elinde böyle bir envanter yok. Ve 2,5 milyon aileye düşmüş. Bugün tarım, tekstil kadar teknik bir alan oldu, artık bildiğimiz tarım değil. Esasında, tarıma teknik kadrolar lazım. 2,5 milyon ailenin 1,5 milyonunu alın; büyük firmaları, orta ölçekli işletmeleri alın, bize esasında 2 milyon teknik tarım elemanı lazım, tarım teknik lisesi mezunu lazım. Bu çerçevede, Türkiye, tarım meslek liselerini açsa, yılda elli bin mezun verse elli yılda bu ihtiyacını anca karşılar, elli yılda. Bu kadar açığı göremeyen bir Tarım Bakanına böyle bir bütçe vermenin yeri var mı?
Şimdi, Adana'ya gittik biz. Ben Sayın Bakanın da, Bakanlığında gitmesini isterim, ticaret borsası nasıl olurmuş, ticaret odası nasıl olurmuş, çiftçi birlikleri nasıl olurmuş orada hiç olmazsa görmüş olurlar. Adana'ya gittik, Adanalı çiftçi birlikleri toplanmışlar, bu problemi görmüşler ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğiyle bir tarım Anadolu meslek lisesi açmışlar Sarıçam ilçesinde. Diyor ki: "Baktık, dönem sonu 35 öğrenci var. Yahu ne oldu buna, neden 35 öğrenci oldu? Meğerse liselere diğer ilçelerden eleman alınmıyormuş, öğrenci alınmıyormuş." Bakın, ne kadar hazır Millî Eğitim Bakanlığımız değil mi Türkiye! Tarım Bakanlığımız olayın ne kadar farkında! Adana'ya tarım meslek lisesi kuruyoruz ve biz onu Adana'nın öğrencilerine açamıyoruz; bunu bilmiyoruz, bakmıyoruz, görmüyoruz, takip etmiyoruz, devletin bütünlüğünde böyle bir şey kalmadı. Millî Eğitim Bakanlığına "Neden bu 35 öğrenci?" diye sorduklarında "Efendim, Sarıçam ilçesi dışında bir yerden öğrenci alamıyoruz, bizim kanunumuz böyle." diyorlar. Ve biz maalesef çiftçimizin, sanayicimizin çok gerisindeyiz, insanımızın çok gerisindeyiz, bütün bu anlamda çok gerisindeyiz.
Bir Muş düşünün değerli arkadaşlar -Muş milletvekili var mı bilmiyorum- 1 milyon 670 bin dönüm bir Muş; karpuz yetişiyor, kavun yetişiyor, üzüm yetişiyor, Karasu ve Murat bu topraklardan geçiyor. Muş kaçıncı biliyor muyuz arkadaşlar Türkiye'de millî gelirde? Sondan 3'üncü. Yahu, istiyoruz ki coğrafya kaderimiz olsun, kaderimiz, coğrafya bizim kaderimiz olsun. Bu coğrafya bizim kaderimiz olsa şu ülkeyi yönetenler, siyasi liderlik, biz şu bölgesel istikrarı sağlayıp hukukun üstünlüğünü koyup dükkânlarımızı, siyaset dükkânını kapatsak on yıl sonra bu ülkeyi zengin ülke buluruz. Hiç! Bu ülkenin potansiyeli böyle ama hukukun üstünlüğü... Nedir hukukun üstünlüğü? Hukukun üstünlüğü, kalkınmanın bismillahıdır. Bunu yapmadan hiçbir şey olmaz. Medeniyetin kapısıdır, kalkınmanın bismillahıdır hukukun üstünlüğü. Biz zannediyoruz ki gözlerimizi kapatınca dünya karanlık oluyor.
İşte, Sayın Oktay'ı dinledim "Dünya olumsuz." dedi. Dünya olumsuz değil, dünya dünden daha iyi bir dünya. Biz yürüyemiyorsak dünya da yürüyemiyor değil. Dünya 30 trilyondan 90-100 trilyona rampalamış bir dünya. Dünyada artık genç milyarderler konuşuluyor. Bakın, bugün, dünyayla entegre olmak dünyaya açılmak, mal satmak değil, bu bitti; global veri akışına entegre olmak dünyayla irtibatlı olmak. Bu sizin kalkınmanıza çarpan etkisi yapıyor daha önce kamu harcamaları yapan... Bunun için artık ülkelerin eskisi gibi o kadar kaynağa ihtiyacı yok. Artık, yavaş yavaş madenler bile para etmiyor, başka bir dünyayı yaşıyoruz zenginliğin Doğu'ya kaydığı. Bırakın Kore'nin falan, Tayvan'ın, herkesin, bütün ülkelerin 2023 planları var. Bakın, İrlanda 2023 için "91 bin dolar" diyor. Çin "13.700 dolar" diyor. Yani her Çinli; 1,4 milyar Çinlinin her birisi 82 milyon Türk'ün her birisinden daha zengin. Çin'in elini nasıl kaldırırsınız siz bir konuya koyduğu zaman. Ben utandım ve çok üzüldüm, bir defa daha vurguluyorum, Sayın Erdoğan'ın Çin'de Uygur Türkleri için "Gayet rahat." demelerine. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bu olmamalıydı, en azından sessiz kalmalıydık ya. Çin'in gücü bizim bunu dememize yetmemeliydi.
Çok değerli arkadaşlar, bütün bu çerçevede, Türkiye, siyasal iklimini değiştirmek mecburiyetindedir. Türkiye, yeni bir iklimle, demokratik, hukukun üstünlüğü olan ve Avrupa'yı Avrupa yapan meritokrasiyi getirip, liyakati esas alan ve bütün politikaların merkezine kalkınmayı koyan "ekonomik coğrafya" kavramını bütün politikaların merkezine koyan bir siyasal iklimle çok kısa sürede güçlü bir Türkiye'ye ulaşır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tatlıoğlu, ek bir dakika veriyorum.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Bu Türkiye, güçlü bir ülke olmak için ihtiyaç duyduğu her şeye sahiptir. Aziz milletimizin ve bu ülkenin buna azmi de vardır, buna gayreti de olacaktır. Türkiye'nin, artık yeni bir iklime kucak açmadan bu sorunları çözmesi mümkün değildir, bu bütçeyle gitmesi zaten mümkün değil ama Türkiye'nin 21'inci yüzyılın yarışan ülkeleri arasına girmesi Türkiye'nin imkânları çerçevesinde çok mümkündür. Türkiye'de bu kadrolar vardır ve siyasi liderlik olarak hepimizin temel görevi bunun önünü açmaktır.
Hepinize, yüce Meclise saygılar sunarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)