| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin İlk Görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 09.12.2019 |
MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2020 Yılı Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Kesin Hesap Kanunu Teklifi görüşmelerine başlıyoruz. Bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı ve muhterem heyetinizi Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken güzel ülkemiz Türkiye'mizi bizlere vatan yapan aziz atalarımızı, cumhuriyetimizin kurucusu, Türk milletinin ortak değeri, büyük komutan ve devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk'ü, vatan uğruna toprağa düşen kahraman şehitlerimizi, partimizin kurucusu Başbuğ'umuz Alpaslan Türkeş'i rahmet ve şükranla anıyorum. Şu anda sınır ötesinde ve yurt içinde terörle mücadelede destanlaşan başarılar elde eden güvenlik güçlerimizi tebrik ediyor, her birini Cenab-ı Allah'a emanet ediyoruz.
Bütçe görüşmelerini gerçekleştirdiğimiz Türkiye şartları, yoğun ve zorlu bir gündemle yüklüdür; amansız bir şekilde devam ettiğimiz terörle mücadele, ülkemizi diz çöktürmeye yönelik ekonomik saldırılar, dış politikada bekamızı hedef alan tehditler, sınırlarımızın güvenliği için yürüttüğümüz askerî harekâtlar gündemin öne çıkan birkaç başlığıdır. Türkiye bu karmaşık ortamda haklı ve doğru bir çizgide dimdik ilerlemektedir.
Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmelerinde Milliyetçi Hareket Partisi olarak, milletin parasının milletin hangi hizmetinde ne kadar kullanılacağını tartışacağız "öteki" "beriki" değil "Türk milleti" ve "Türkiye" diyeceğiz. Bütçe görüşmelerinde siyasetimizin öznesi insan, nesnesi devlet, yüklemi hukuk ve demokrasi, cümlesi ise millettir. "Önce ülkem ve milletim" ilkesiyle hareket edeceğiz. Esnafımızın, çiftçimizin, işçimizin, memurumuzun, sanayicimizin, emeklimizin, gençlerimizin, velhasıl bütün sosyal kesimlerimizin sorunlarını gündeme getireceğiz. Eğitim, aile, sağlık, tarım, sanayi, enerji politikalarına değineceğiz. Tarihî çıkar ve egemenlik haklarımızı savunacağız. Bütçe görüşmelerini, Komisyon aşamasında olduğu gibi Genel Kurulda da sabırla, titizlikle, dikkatle takip edeceğiz. Demokratik olgunluk, kapsamlı hazırlık ve polemiklerden uzak, objektif ve gerçekçi sunuşlarla düşüncelerimizi paylaşacağız. Aklımızda ve gönlümüzde büyük Türkiye idealiyle yarınları inşa için milletimizin verdiği sorumlulukla hareket edeceğiz çünkü bizim sevdamız Türkiye'dir, sedamız Türk milletidir.
Değerli milletvekilleri, bize göre siyasetin anlamı, demokratik bir yarış ve rekabet içinde hareket ederek ülke meselelerini çözmek, millî ve büyük hedeflere hep birlikte yürümektir. Siyaset, hiçbir zaman idari maslahatçılığın, eyyamcılığın, popülizmin, ucuz siyasetin esiri olmamalıdır. Gündelik siyasi çekişmelerin girdabına kapılmak siyaseti demokratik bir yarış olmaktan çıkarır, siyaset bir kavga alanı hâline gelir ve kör dövüşüne döner. Polemik üretmek, demagoji yapmak, dedikoduyla uğraşmak, iftira atmak, kutuplaşmayı, ayrımcılığı teşvik ve tahrik etmek, yabancı ülkelerin, illegal örgütlerin, FETÖ'nün, PKK'nın emellerine, politikalarına yaslanıp bundan siyasi çıkar ummak siyaset değildir. Bu tutumların hiç kimseye bir faydası olmayacağı gibi, en büyük zararı da ülkemiz ve milletimiz görür.
Bizim anlayışımıza göre bir siyasetçi, siyasi rant uğruna Türkiye'yi risk ve belirsizliğe çekmek için el ovuşturmamalıdır, dibi görünmeyen kuyulardan su içmemelidir. Kriz çıkarmak, toplumsal kargaşa ve çatışma yaşayan ülkelerin iç çalkantılarını Türkiye'ye taşımak için özel bir çaba içinde olmamalıdır. Hiçbir siyasetçi, Türkiye'de can ve mal güvenliği olmadığı, yatırım yapılamayacağı hezeyanıyla Türkiye'yi uçuruma itmek için pusuya yatamaz. Türkiye, hayati ve beka ölçeğinde harekâtlar yaparken, Türkiye'yi nüfus mühendisliği yapmakla, işgalci olmakla, korsan devlet benzetmesiyle itham ederek kendi devletini, hükûmetini, ülkesini karalayan, yabancılara şikâyet eden, kundaklayan bir anlayışta olamaz. Terör örgütleriyle al takke ver külah olamaz. Millî meselelerde Türkiye'nin karşısında mihrak hâline gelemez. Yabancı başkentlerin esaretine giremez. Böyle bir siyaset anlayışını reddediyor ve lanetliyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak konjonktürel değil, ilkelerimizle hareket ediyoruz. Millet yararına olmayan hiçbir işin içerisinde olmadık, olmayacağız. Hükûmetin bu yöndeki çabalarına bundan önce olduğu gibi bundan sonra da katkı vermeye devam edeceğiz. Milliyetçi Hareket Partisi ilkeli, sorumlu, sorun çözen ve dürüst siyasi duruşundan taviz vermeden, Cumhur İttifakı'nın sorgulanmasına ve yıpranmasına müsaade etmeden mücadelesine kararlılıkla devam edecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hiçbir sözümüzü unutmayacağız, hiçbir vaadimizden sapma göstermeyeceğiz.
Değerli milletvekilleri, bütçe hakkı parlamentoların varlık sebebidir. Devletin mali ve ekonomik yönü bütçeyle belirginleşir. Bütçe, devlet ile vatandaşları ekonomik, sosyal, mali ve siyasi düzlemde bir araya getirmektedir. Bütçe hakkı, bir devletin demokratik niteliğinin ilk şartı olup parlamento yoluyla hükûmeti denetleme araçlarından biridir.
Bütçeyi yürütme organı olan Cumhurbaşkanlığı hazırlıyor, Meclise sunuyor ve Mecliste kabul edilerek kanunlaşıyor. Parlamenter sistemde, yasama ve yürütme organlarının aynı siyasi partiden veya koalisyonlardan oluşması, yürütmenin yasamaya tahakkümü âdeta bir mecburiyetti. Bunun sonucu olarak, sistemin işleyebilmesi için her iki organ aynı mali politikaları savunmak durumundaydı. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi bu mecburiyeti ortadan kaldırmıştır. Yasama organı, bütçede kendi beklentilerini, kendi düşüncelerini öne çıkarabilecektir, dolayısıyla yürütme, çok daha dikkatli, ayrıntılı ve uygulanabilir bir bütçe hazırlamak mecburiyetinde hissedecektir. Meclis, bütçeyi tahlil etmek ve gerek görmesi durumunda değişiklik yapmak hakkına da sahiptir. Meclisin bütçeyi inceleyebilmesi, bütçeye dair bilgi ve belgelere zamanında ve yeterince erişmesiyle mümkündür.
Hükûmetin 5018 sayılı Kanun'a uygun bir şekilde bütçe sürecini yönetmesi, yasama ile yürütme arasındaki bilgi asimetrisini de giderecektir. Bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe üzerindeki kapasitesinin artırılması, Parlamento'nun bütçe hakkını pekiştirecek adımlardan biri olacaktır. Bu kapsamda, Plan ve Bütçe Komisyonu bünyesinde bütçe ofisinin kurulması ve Sayıştayın görev ve kapasitesinin mali danışmanlık sağlayacak şekilde genişletilmesi yerinde olacaktır.
Bütçe sürecinde Meclisin yasama yetkinliğini artıracak adımlardan biri de ihtisas komisyonlarının bütçe sürecine dâhil olmasından geçmektedir. Örneğin, Dışişleri Bakanlığı bütçesi Dışişleri Komisyonunda, Adalet Bakanlığı bütçesi Adalet Komisyonunda görüşülebilmelidir.
Sayın milletvekilleri, son yıllarda yaşadığımız hadiseler bize göstermektedir ki devletli olmak Türk milleti için bir varlık meselesidir. 15 Temmuzdan PKK terörüne, asimetrik ekonomik saldırılardan egemenliğimize yönelik tehlikelere karşı tek güvenli kalemiz devlettir, Türkiye Cumhuriyeti'dir. Türkçede "devlet" terimi bir hukuk ve siyaset terimi olmanın ötesinde derin sosyokültürel anlamlar da ifade eder. Devlet üstün hayır, en yüksek kemal, en büyük saadettir. Devlet birliktir, berekettir. Devlet olmazsa milletin siyasi, askerî, ekonomik gücü, medeniyet tahayyülü de geçersizdir. İşte, bu nedenle devletin işleyişinde bir saniye dahi acze düşülmesi, şu veya bu sebeple zafiyet gösterilmesi, varlığının tehdit edilmesi düşünülemez. Milletin ve devletin bekası hiçbir vakit ihmal edilemez.
Günümüzde Türk devlet ülküsü binlerce yıllık Türk tarihinden beslenir. Bu ülkü kahramanca savunulmuş, nice evladını şehadet mertebesine ulaştırmış, bütün kültür motiflerimize, bengi taşlara işlenmiş, destanlara konu olmuştur. Milletimiz her zaman evine ve ocağına sahip çıktığı gibi, hatta daha fazla, devletine sahip çıkmıştır. Kimi zaman ayağında çarığıyla, kimi zaman yalın ayak; vatanı, milleti, devleti uğruna gözünü kırpmadan cepheden cepheye koşmuştur. Bilmekteyiz ki devletsiz ve ordusuz milletler ayak altında ezilir. Türk devlet felsefesinde Kızılelma ülküsü "bengi" "devleti ebet müddet" "hikmetihükûmet" gibi adlandırmalara tabi olmuştur. Bütün bu kavramlar töre etrafında, hukuk etrafında şekillenmiştir. Öyle ki bengi ilden devleti ebet müddete ve nihayet cumhuriyete uzanan süreçte bağlayıcı olan en mühim unsur, kuşkusuz, töredir, hukuktur. Türk devlet felsefesinin iki bin iki yüz yıllık tarihini sürekli, bir bütün hâline getiren, törenin, hukukun üstünlüğü ve devamıdır. "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın, devleti yaşat ki millet yaşasın." anlayışı bu şuurun ifadesidir. "Ey Türk, titre ve kendine dön. Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer yarılmadıkça senin ilini ve töreni kim bozabilir!" seslenişi ve nidası hafızalarımızda ve şuurumuzda daima yankılanmaktadır.
Muhterem milletvekilleri, yönetim sistemleri teorilerle değil, gerçekler ve olgularla inşa edilir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin hiçbir anayasa kitabında yazmadığı söylenmektedir. Bu görüş, yönetim sistemlerinin toplumla birlikte yaşayan ve gelişen dinamik bir alan olduğunu göz ardı eden bir görüştür; bu, Aristocu, sakat bir mantıktır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin teorisi yokmuş. Milletin gerçekleri karşısında hangi teoriye ihtiyaç var? Bu yerli ve millî modele hak ettiği değeri vermek için, bir teorisyenin, bir Batılının, bilmem kimlerin referansını ve onayını bekliyorsanız, merak etmeyin, o günler de yakındır. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini karalamak ve itibarsızlaştırmak için tekerleme hâline getirilen "ucube sistem" "tek adam rejimi" "rejime kasteden anayasa değişikliği" gibi ifadeler, gerçek dışı, absürt ve bizatihi kendisi ucube söylemlerdir. Türkiye'nin demokrasi birikiminin çağın gerekleri, ülkemizin gerçekleri ve ihtiyaçlarıyla birleştiği aşamada Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi gündeme gelmiştir. Bu model, devlet erklerinin hem kendi içinde hem de birbirlerine karşı güçlendirilmesini ve sınırlandırılmasını ifade eder. Sistem 3 sacayağı üzerine inşa edilmiştir; millî devlet, güçlü iktidar, demokratik istikrar. Bu itibarla, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi yönetimde istikrarı, temsilde adaleti hedeflemiştir, bu hedef gerçekleşmiştir. Devletimizin dirliği, milletimizin birliği, vatanımızın bütünlüğü istikbal ve istiklalimizin güvencesidir. Cumhuriyetin başarısı cumhurun irade ve istikbalidir, Türk milletinin tarihin süzgecinden 21'inci yüzyıla taşıdığı devlet idealidir; hedefi, güçlü devlet, güçlü millet, güçlü Meclis, güçlü yargı ve güçlü Türkiye'dir.
Türkiye, 9 Temmuz 2018 tarihinden bu yana on yedi aydır Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle yönetilmektedir. Geçiş evresi son derece uyumlu geçmiştir. Eski sistemdeki hükûmet kurulma sürecinde yaşanan gerginlik, çalkantı ve krizler yaşanmamıştır. Seçimin akabinde, Cumhurbaşkanı, Kabinesini süratle teşkil etmiş, ülke gündemine temel konulara odaklanmıştır. Sistem, demokratik kurum ve kurallar çerçevesinde sağlıklı bir şekilde işlemektedir. Yeni hükûmet sistemiyle kalıcı istikrar, siyasi istikrar sağlanmış, hızlı ve etkin icraat sistematik hâle gelmiş, güvenli ve huzurlu Türkiye'nin yolu inşa edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, yeni ve sağlam esaslarıyla Türk milletini emin ve metin bir istikbale taşıdığı kadar, asıl siyasi fikir ve anlayışlarda yarattığı yenilik itibarıyla da büsbütün yeni bir siyasi hayatın vasatı olmuştur. Bu sistem, millî güvenliğimizde, dış politikada ve ekonomiyle ilgili etkin, hızlı, uyumlu ve isabetli kararların alınmasını kolaylaştırmıştır. Türkiye, 15 Temmuz hain darbe girişimiyle başlatılan ülkemizi işgal planının çok cepheli devam ettirildiği süreçte tüm tehdit ve saldırılara daha güçlü şekilde karşılık vermiştir, terörle mücadelede önemli ve büyük bir başarı sağlanmıştır. Kıran operasyonlarıyla terörün kökü kazınmaktadır. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Pençe Harekâtlarıyla yüz yıllık emperyalist terör devleti projesi çöpe atılmıştır.
Sistemin sağladığı hızlı ve etkin karar alma mekanizmasıyla ekonomik politikalar, dönüşüm ve değişim süreci daha koordineli bir şekilde yönetilmektedir. Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik saldırılarına maruz kalmasına rağmen, faiz-kur-enflasyon sarmalından çıkarılması konusunda önemli bir mesafe almıştır. Yeni sistemle büyük bir atılımın gerçekleştirilmesi ve öngörülen hedeflere ulaşılması için yapısal sorunlara yönelik tedbirlerin hızla alınması gerekmektedir.
Elbette bugünlere gelmek kolay olmadı, Türk demokrasisi çeşitli zamanlarda darbelerle, muhtıralarla ve vesayet girişimleriyle kesintiye uğradı. Yaşanan yönetim krizleri, büyük ölçüde yönetim organları arasındaki ilişkilerin belirsizliğinden, yetki ve sorumluluk kargaşasından kaynaklanmıştır ve bu durumu hükûmet krizleri olarak çokça gördük.
Değerli milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, kuvvetler ayrılığı prensibine dayanan fren-denge mekanizmasını işleten çoğunlukçu demokraside çoğulcu bir model olarak ortaya çıkmıştır. Tabii, çoğulculuğun ilk adımı da kuvvetler ayrılığının inşasıdır.
Öte yandan, Parlamentonun sahip olduğu denetim yetkisini, seçim sistemiyle beraber getirilen ittifak imkânı gibi araçları, çoğunlukçu demokrasi modelinde çoğulculuğu ve uzlaşmayı temin eden araçlar arasında saymamız gerekir.
Parlamentonun sandalye dağılımı da çoğulculuğun inşası bakımından önemli bir göstergedir. Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 9 siyasi parti, 5 parti grubu ve 4 bağımsız milletvekili bulunmaktadır. Parlamentodaki bu sandalye dağılımı, 100'üncü yılındaki Meclisimizde temsiliyetin en geniş toplumsal kesimlere dayandığını göstermektedir. 24 Haziran 2018'de vatandaşlarımızın verdiği oyların yüzde 95'i Mecliste temsil edilmektedir ki bu durum tarihimizin en yüksek temsil nispetidir. Parlamentonun bu aritmetiği, denetim mekanizmalarını da güçlendirmektedir.
Sayın milletvekilleri, millet ve devlet olmanın, toprak bütünlüğü içinde yaşamanın ilk şartı güvenliktir. Devletimizin dirliği, ülkemizin bütünlüğü, milletimizin birliği olmadan ne hürriyeti ne demokrasiyi ne refah ve kalkınmayı ne de insan haklarını sağlayabilirsiniz, her işin başı önce güvenlik. Bu nedenle, terörle mücadele en hassas konumuzdur, bu mücadele çok boyutlu bir mücadeledir. Devlet, terörle sahada mücadele ederken sivil toplumda, kamu hayatında, siyasette, kültürde, sanatta, medyada ve eğitimde de mücadele edilir ve edilmelidir. Eğer bunlardan biri eksik olursa, terörün bu alandan güç, taban ve menfaat devşirmesine, terörizmin fonlanmasına mâni olunmazsa nihai başarıya ulaşılamaz. Bunun içindir ki terörü destekleyen ve onların sözcülüğünü yapan bütün unsurlarla ve terörün maddi kaynaklarıyla mücadele ediliyor. Bunun içindir ki milletimizin alın teriyle kurup işlettiği hiçbir kamu kurum ve kuruluşunda hiçbir terör örgütü mensubu veya destekçisine yer verilemez. Terörle her alandaki mücadelede demokrasi, özgürlük, insan hakları yaygarası koparanlara diyorum ki devletimiz âciz değildir ve bu mücadeleyi, kim ne derse desin, kararlılıkla sürdürecektir ve terörün de kökü mutlaka kazınacaktır.
Bilindiği üzere, 15 Temmuz 2016 akşamı, devşirilmiş FETÖ'cü ajanlar darbe hevesiyle Türkiye'yi işgal girişimine kalkışmıştı. Türk milleti, 251 şehidi, 2.194 gazisiyle destanlaşan bir mücadele vermiştir. Emperyalizmin kiralık ajan katili FETÖ darmadağın edilmiştir. Türk milleti, istiklal ve istikbaline kanıyla, canıyla, imanıyla sahip çıkmıştır. Uzun yıllar sinsi ve sistematik şekilde devlet ve toplum hayatına ahtapot gibi sızan FETÖ'yle mücadele 15 Temmuz akşamı sona ermemiştir; Silahlı Kuvvetler, Emniyet, bürokrasi, iş dünyası, eğitim, sivil toplum, yargı ve medya gibi alanlarda FETÖ'yle yoğun ve kararlı bir mücadele sürdürülmektedir. Siyasi, hukuki, diplomatik ve güvenlik araçlarıyla yürütülen bu mücadelede takdir edilecek sonuçlara da ulaşılmıştır. Türk milletinin beka ve onur meselesi olan FETÖ'nün kökünün kazınması için atılan adımları desteklemeye devam edeceğiz.
FETÖ ve FETÖ'cülük, yapısı itibarıyla maddenin üçüncü hâli olan gaz hâline benzemektedir; rengi ve kokusu yok ama çok zehirli ve sinsidir, her tarakta bezi vardır, her kalıba girmektedir. Bu gibi örgütlerin ortaya çıktıkları ortam, tutundukları kök ve dallar da analiz edilmeli, devletimizi içten içe kemiren hiçbir yapıya müsamaha edilmemelidir. Stratejik devlet konseptiyle mücadele sürmelidir.
Terörle mücadelenin diğer bir ayağı PKK/PYD'yle mücadeledir. Bu mücadele tüm askerî, idari ve adli araçlarla gerek yurt içinde gerekse de sınır ötesinde başarılı bir şekilde devam etmektedir. Türkiye, bu örgütün hem kendisiyle hem de sivil toplumdaki, siyasi yapı ve medyadaki diğer destekçileriyle mücadele etmektedir.
Güney sınırlarımız boyunca terör mevzileri ve inleri yok edilmekte, teröristler etkisiz hâle getirilmektedir. Bu istikamette Suriye'de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtları gerçekleşti; Irak'ta Pençe Operasyonlarına imza atıldı; amaç Türkiye'nin güvenliğini tesis etmek. Sınır ötesi harekâtlarla Türkiye, terör örgütleriyle mücadele ederken bir taraftan millî güvenliğini tesis etmekte, diğer taraftan da komşu ülkelerin toprak bütünlüğüne yönelen tehditleri bertaraf ederek uluslararası barış ve güvenliğe karşı yükümlülüklerini yerine getirmektedir. Özellikle, Barış Pınarı Harekâtı'yla vurguladığımız kararlılık, emperyalist projelere karşı bir set olmuştur. Bölgede siyasi ve ekonomik çıkarından başka bir amacı olmayan yabancı güçler, birbiri ardına tehditlerle karşımıza çıkmıştır. Oysa biz haklıyız ve güçlüyüz. Tehditlere aldırış etmeden kararlılığımızı gösterdik. ABD'yle ve Rusya'yla imzalanan mutabakatlarla da haklılığımızı yedi düvele kabul ettirdik. Şu an herkes bu örgütün sadece Türkiye için değil, başta Suriye olmak üzere tüm bölge ülkeleri için bir tehdit unsuru olduğunu kabul ediyor. Bu hâlde, Suriye'nin toprak bütünlüğünü tehdit eden terör örgütleriyle mücadele etmek artık tüm uluslararası camianın sorumluluğundadır. ABD, Rusya ve İran başta olmak üzere, bugün Suriye hakkında söz söylemeyi kendisine hak gören ülkeler, Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve terör örgütlerini yok etmeye yönelik tutumlar almalıdır, Türkiye'nin sınır ötesi harekâtlarını da bu çerçevede görmeleri ve mutlaka desteklemeleri gerekir.
Terörle mücadelenin bir diğer boyutu da DEAŞ'la mücadeledir. Dünyada gerek sahada gerekse sosyal ve mali kaynakları bağlamında DEAŞ'la en etkin ve başarılı bir şekilde mücadele eden tek ülke Türkiye'dir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dış politikada bağımsızlık ve millî egemenlik, sosyal, ekonomik ve siyasi bakımdan yabancı güçlerden bağımsız, egemen politik bir alanın kurulması ve bu alandaki egemenliğin uluslararasında tanınması ve saygı görmesiyle mümkündür. Bağımsız dış politikanın somut göstergesi ise sahada ve masada güçlü olmaktır. Bugün, Türkiye, dış politikada sahada da masada da belirleyici konuma gelmiştir. Barış Pınarı Harekâtı'nda sahadaki başarı masaya güçlü bir şekilde oturmamıza vesile olmuştur. Bu hamlelerle, Türkiye millî çıkarlarını korumakta ve güçlendirmektedir; Türkiye, bölgesinde ilteber devlet konumuna gelmektedir. İlteberlik derleyen ve toplayan olma sorumluluğunun gücünü ve yetkisini ifade eder. Bu vazifede yapıcı siyaset ve saygınlığın varlığı rızayı tesis etmekte -güçlendirmekle birlikte- yetersizdir. Rıza, gücün bir yansımasıdır; güç ise sahadaki varlığınızdır. Türkiye, ilteber devlet rolünü sahadaki ve masadaki gücüyle inşa ettiği bölgesel ve küresel rızayla tesis etmektedir.
Dış politikada tarihin ve coğrafyanın mantığına uygun olarak hareket etmek zorundayız; binlerce yıllık Türk devlet geleneğine, millî kültürümüze, hariciye tecrübesine bağlı olarak bağımsız dış politikaya devam etmeliyiz. İkili ilişkilerdeki tüm olumlu gelişmelere rağmen, kuşkulu ve uyanık ve aynı zamanda akıllı ve iddialı olmak durumundayız.
Türkiye, emperyalist ülkelerin taşeronu terör örgütleriyle mücadelesini sınır içinde ve sınır ötesinde başarıyla sürdürürken diğer taraftan, mülteci krizleriyle baş ediyor; bir taraftan, üyesi bulunduğu uluslararası kuruluşlarda millî çıkarlarımızı gerçekleştirmeye gayret ediyor.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak dış politika anlayışımız, Türkiye'nin uzun ve köklü bir devlet geleneğine sahip güçlü bir ülke olduğu gerçeğinden hareketle, tarihî, sosyal ve kültürel unsurları da dikkate alan, çok boyutlu bir temele dayanmaktadır. Ülkemizi ve coğrafyamızı stratejik güce dönüştürerek bir ayağımızla Doğu'ya, diğeriyle Batı'ya tutunmak Türkiye'yi uluslararası politikada sıkıştırmak isteyenlere en büyük cevap olacaktır.
21'inci yüzyılın uluslararası politikası hızlı ve etkin diplomasiyi, millî iradeyi arkasına almış güçlü bir yönetimi zorunlu kılmaktadır. Dış politika ile devletlerin yönetim sistemleri arasında yakın bir bağ vardır. Dünya konjonktürü içinde dış politikada ülkeler kendilerini ilgilendiren sorunlarda genellikle iki tür ilişki içindedir: Meselelere ya mahkûmsundur ya da hâkimsindir. Türkiye, mahkûm ilişkilerden hâkim ilişkilere geçmiştir, bunu da yönetim sistemini iyileştirerek ve güçlendirerek başarmıştır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle Türkiye gücüne güç katmıştır. Türkiye Cumhuriyeti bu sistemle daha derli toplu bir devlet hâline gelmiştir. Gururla söylemeliyim ki Türkiye bu sistemle dış politikada daha etkin ve belirleyicidir. Son yıllarda dış politikada önemli kazanımlar elde ettik. Bölgemizde ve uluslararası siyasette proaktif yaklaşımla suyun yatağını belirleyen, suyu mecrasında akıtan ülke konumuna geldiğimizi lütfen unutmayalım; bu durum, hiç şüphesiz ki bu yeni sistemle gelen imkân ve fırsatları doğru ve zamanında değerlendiren, tehditlere yerinde, zamanında ve güçlü bir şekilde cevap veren bir dış politika yönetimi sayesinde olmuştur. Burada iki hususun altını çizmeliyiz. Birincisi: Dış politikada artık etkin ve hızlı biçimde hareket kabiliyetine kavuştuk. İkincisi ise eski hükûmet modelindeki siyasi sorumluluğun bölünmüşlüğü hâli ortadan kalkmıştır. Dış politika söz konusu olduğunda siyasi sistem etkili çalışmaktadır, iç politikadaki siyasi istikrar dış politikaya olumlu yansımıştır. Dış politikamızın arkasında güçlü millî iradeye sahip yürütme ve millî iradeyle birlikte güçlü temsiliyete sahip Türkiye Büyük Millet Meclisi bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz üç buçuk yılda ekonomide zor günler yaşadık, 15 Temmuzun devamı niteliğindeki ekonomik operasyonlara maruz kaldık. Özellikle son iki yılda daha önce şahit olmadığımız ölçüde saldırıları göğüsledik. 2000 ve 2001 yıllarında nasıl ki Türkiye'ye karşı mali ve ekonomik bir savaş açıldıysa bugün de benzeri günlerden, zamanlardan geçiyoruz. Kriz havarilerinin oyunları o günlerden itibaren peşimizi bırakmadı. Kur silahıyla geldiler, dış ticaretle tehdit ettiler, piyasalarla oynayıp milletimizin boğazındaki lokmaya göz diktiler; yılmadık, yıkılmadık. Taşeron sözcüler, yerli iş birlikçiler Türkiye'yi can ve mal güvenliği olmayan, yatırım yapılamaz ülke ilan etmekten utanmadılar ancak milletimiz itibar etmedi. Artık herkes farkında ki, karşılarındaki Türkiye birlik ve beraberlik içinde, maddi manevi tüm gücüyle hak ve çıkarlarını koruyan bir ülkedir, tüm kriz tellallarına karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirmiştir. Krizden medet ummanın Türkiye'ye ihanet olduğu bilinciyle hareket ediyoruz. Küresel simsar ve soyguncuların tehdit ve sinsi operasyonlarına karşı milletçe bir ve bütün olarak aynı tepkiyi göstermekten başka çaremiz yoktur. Elbette, Türkiye ekonomisindeki sorunlara gözümüzü kapatamayız; yapısal sorunları, reformları konuşacağız ve konuşmamız lazımdır. İşsizlikten borçluluğa, tarımdan sanayiye, faizden enflasyona makroekonomik sorunları tartışacağız. Ancak unutmayınız ki ekonomiye çığ düştüğünde bu çığdan muaf olacak hiç kimse yoktur.
"Ekonomi" kelimesinin kökeni kelime itibarıyla "ev içi işler" anlamına gelmektedir. Bu nedenle diyoruz ki, millî ekonomi seferberliğine girişmeli ve üretime odaklanmalıyız. Üretim ekonomisini inşa etmeye yönelik yapısal reformları hayata geçirmek bir mecburiyettir. Milletimizin geleceği, sıcak para mahfillerine, rant lobilerine, emek hırsızlarına teslim edilemez. Üreten, geliştiren, yatırım ve tüketim ölçülerini rasyonel eşiklerde planlayan, kendi dinamiklerinden güç alıp millî ve manevi özellikleriyle ayakta duran ekonomiye sahip olmalıyız. Ekonomi, millî tasarruflara ve millî kaynaklara dayanmalıdır. Ekonomi, borç ve rant sarmalından, savurganlıktan kurtarılmalıdır. Sanayimizi, bilim ve teknolojimizi süratle ileri seviyelere getirmeliyiz. İstihdam sorunu mutlaka çözülmelidir, tarım ve hayvancılık güçlendirilmelidir. İşçisi, emeklisi, memuru huzurlu ve güvenli bir ekonomik ortama mutlaka kavuşturulmalıdır. Gelir dağılımını iyileştirip eşitsizlikleri giderecek adımlarla yoksullukla mücadele edilmelidir. Bu alan sadece insani bir temenni değil, aynı zamanda sürdürülebilir ekonomik büyüme ve istikrarlı demokrasinin de şartlarıdır. Büyüyen ekonomiden emeklinin, işçinin, çiftçinin, esnafın daha çok pay alması sağlanmalıdır. Millet büyümedikçe rakamların büyümesinin de pek bir anlamı yoktur.
Sayın milletvekilleri, millî kültür, gündemin yoğun maddeleri arasında kaybolma eğilimi gösteren ancak dünden yarına millî kimlikle var olmanın göstergesi olan bir alandır. Bir milletin kendi kimliğiyle varlığını sürdürebilmesi, bireylerde millî kültür bilincinin oluşmasına ve yaşanmasına bağlıdır. Güçlü ve müreffeh ülkeler içinde yer almamız, teknolojik ve toplumsal refahın yükselmesinin yanı sıra, millî kültürümüze sahip çıkarak onu geliştirmek ve daha ileriye götürmekle mümkün olacaktır. Bugün, ülkemizin içinde bulunduğu bunalımların aşılmasının, büyük bir millet ve devlet olarak yaşamamızın yolu millî birliğimizin ve bütünlüğümüzün millî kültür ekseninde kurulmasından geçmektedir. Millî kültürü işlemenin en etkin yolu sanattır. Sanat, millîlik niteliğiyle bir kimlik ve yaşama tarzı hâline gelir. Sanatla beslenmeyen bir kültür yok olmaya mahkûmdur. Sanatın her alanında millîliği öne çıkaran özgün eserler teşvik edilmelidir. Sanat anlayışımızda Dede Korkut tarzını uygulamalıyız; eğlenmenin yanı sıra bilgiyi, katılımı, sorgulamayı esas alan, kültürel köklere uygun, folklorun derinliğini temsil eden bir sanat; bu tarzı, modern teknolojinin bütün imkânlarıyla, bütün sanat dallarıyla işlemeliyiz; pek çok ülke bunu yapmaktadır. Kaynağını kültür pınarlarımızdan alan sanat eserleriyle kültürümüz 21'inci yüzyılın ihtiyaçlarına göre donatılmalıdır.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin savunmasında, dış politikasında ve terörle mücadelesinde, sınır ötesi harekâtlarında ülkemize engel olma gayretine giren devletlerin yıllardır sarıldığı ilk koz silah araç ve gereç satışlarının engellenmesidir. Millî savunma sanayisinin önemini her gün bir kez daha anlıyoruz. Savunma gücü, bir milletin bağımsız, güçlü ve müreffeh bir ülke olarak yaşamasında en önemli etkenlerdendir. Türkiye, bu alanda önemli ilerlemeler sağlamıştır. Savunma sanayimizdeki yerlilik oranı yüzde 70'lere ulaşmıştır. Terörle mücadele ve sınır ötesi harekâtların başarısında yerli silah araç ve gereçlerinin önemi açıktır. Türkiye'nin güvenliği, Mehmetçik'imizin kahramanlığı ve fedakârlığının yanı sıra, yerli ve millî savunma sanayimizle güçlenecektir. Hedefimiz yüzde 100 yerli üretimdir ve bu hedefe mutlaka ulaşacağız.
Muhterem milletvekilleri, büyük ve güçlü Türkiye'yi inşa ediyoruz. Bu inşada temel kazacağız, iskele çıkacağız, taş taşıyacağız çünkü bu vatan bizim, bu yuvada hepimiz yaşıyoruz. Haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, ekonomik sıkıntıların, kültürel yozlaşmaların, beka tehditlerinin üzerine üzerine süreceğiz atlarımızı. Türk milletinin güzel yarınları için bıkıp usanmadan, ardımıza bakmadan temizleyeceğiz bütün engelleri. Ahlakı, erdemi, bilgiyi, bilimi, üretimi, emeği, saygıyı ve sevgiyi hâkim kılacağız.
Kurtuluş Savaşı'mıza benzer bir mücadele yöntemini benimsemeliyiz. O güne kadar klasik savaş doktrinlerinde hat savunması yani mevzi mücadelesi yürütülüyor, ordular kaybettikleri mevziden geri çekilip bir başka hâkim tepeye yerleşiyordu. Vatan toprakları istila edilirken Gazi Mustafa Kemal Atatürk "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır." demiş ve millî mücadeleyi topyekûn bir direniş ve kahramanlık destanına dönüştürmüştü. Bugün de topuyla tüfeğiyle, taşeron örgütleriyle, iş birlikçileriyle, ekonomik silahlarıyla, kültür emperyalizmiyle, yabancılaşma ve yozlaşma furyalarıyla gelen düşmana karşı mevzi değil, topyekûn satıh savunması yapacağız. Tarih, Türk milletini yeniden şahlanmaya davet etmektedir. Bu görev, mazlumun ahını zalimden sorup dünya nizamında insanı insan kılma davasıdır. Çağrımız huzura, refaha, esenliğe, dayanışmayadır; çağrımız Türklük gurur ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adaletle yarışa, birliğe, kardeşliğe, Hak yoluna, hakikat yolunadır; çağrımız dilde, fikirde, işte birliğedir. Yaşasın Türkiye! Sonsuza kadar var ol Türk milleti! (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Konuşmama son verirken 2020 yılı bütçesinin Türkiye'miz için hayırlar getirmesini temenni ediyor, yüce heyetinizi ve büyük Türk milletini saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)