| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin İlk Görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 09.12.2019 |
AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2020 bütçesinin hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum ve emeği geçen bütün arkadaşlara da çok teşekkür ediyorum.
Bütçe gerçekten çok önemli, her açıdan önemli. 1050 sayılı eski Kanun vardı bütçeyi şiir gibi tanımlayan yani harcamalara ve harcamaların yapılmasına yetki veren, gelirlerin toplanmasına da yetkili kılan bir kanun. Hatta eski, biraz Osmanlıca ifadelerle "Devlet devair ve müessesatının senevi varidat ve masarifi muhammenatını gösteren ve bunların tatbik ve icrasına mezuniyet veren bir kanundur." derdi, hiç unutmadım. Sonra 1050 sayılı Kanun değişti, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu geldi. Gerçekten öyle ve bütçe yürütmeye harcama yetkisi verir, yürütme de verilen bu yetki çerçevesinde harcamasını ifa eder çünkü "yönetmek" harcamak demektir, yönetmeden harcama olmaz.
Şimdi, yalnız, aşağı yukarı kırk elli yıldan beri şöyle bir uygulama var: Personel harcamalarıyla alakalı ödeneküstü harcama yapılır. Yani kırk elli yıldan beri bu uygulama vardır, sadece personel harcamaları, personel giderleri için ödeneküstü harcama yapılır ve bu ödeneküstü harcama kesin hesap kanunuyla tamamlama ödeneği olarak Meclisten talep edilir. Biraz önce Sayın Kılıçdaroğlu Sayıştayın ifadesini aynen aktardı yani "Tamamlama ödeneği konusunda takdir Meclisindir." diye. 63 milyar liralık bir ödeneküstü harcamadan bahsetti, sanki olmayan bir para harcanmış ya da yanlış yerlere harcanmış ve verilmeyen bir yetki çerçevesinde bir para harcanmış gibi aktardı. Öyle değil. Personel için harcanan para kırk elli yıldan beri devam eden bir uygulama.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Hayır, hayır, personel harcamalarından başka yere aktarılan...
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Aynen öyle, evet, kırk elli yıldan beri devam eden bir uygulama ve tamamlama ödeneği yani personel harcaması nedeniyle o aşan ödenek de kesin hesap kanunu çerçevesinde yetki olarak alınır ve hukuki süreç yani Meclisin yetkilendirme süreci tamamlanır. Bu işin bütün esası budur. Dolayısıyla açıklığa kavuşturmak gerekir.
Şimdi, tabii, burada, Cumhurbaşkanının yetkileriyle alakalı çok ciddi birtakım tartışmalar gündeme geldi ve özellikle Cumhurbaşkanı izinli olduğunda ya da herhangi bir şekilde yurt dışına çıktığında ona vekâlet edecek olanın seçilmiş biri olması gerekir, Meclis Başkanı olması gerekir şeklinde biraz önce bir ifade ortaya konuldu. Burada, çok ciddi bir mantıksal hata vardır. Hani, hep diyoruz ya yasama, yürütme erkleri mutlaka ayrı olmalıdır; Meclis Başkanı yasama erkinin başı, Cumhurbaşkanı yürütmenin başı. Dolayısıyla siz Cumhurbaşkanlığına yasama organından herhangi birine vekâlet veremezsiniz, o zaman birbirine karışmış olur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu kadar basit bir mantık hatasının yapılmasına gerçekten şaşırdığımı, üzüldüğümü ifade etmek istiyorum.
Biraz önce, aslında, Naci Bey söyledi ama ben de vurgulamak istiyorum: Kolay olan Trump'a o mektubu elçilik kanalıyla ya da postayla ya da başka bir şekilde göndermektir. Esas olan, yüzüne, gözlerinin içine baka baka onu kabul etmediğinizi göstererek, önüne koymaktır. Sayın Cumhurbaşkanımız da bunu yapmıştır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Şahidi var mı, şahidi?
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen...
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Şimdi biraz önce, yine bakın, FETÖ borsasından bahsedildi. Benim anladığım şu: Sayın Kılıçdaroğlu'nun elinde FETÖ borsasıyla ilgili bazı bilgiler var yani yine kendi ifadesinden yola çıkarak söylüyorum: Sayın Cumhurbaşkanımızın avukatları üzerinden FETÖ borsası kurulduğu ve burada birtakım işlemler yapıldığı şeklinde elinizde bilgiler, belgeler var, öyle anladım ben. Peki Sayın Kılıçdaroğlu, cumhuriyet başsavcılığına şikâyet ettiniz mi bunları? Ben merak ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani böyle bir şey varsa, birinin suç işlediğini öğrenmişseniz, birinin kanunlara aykırı bir şekilde davrandığını öğrenmişseniz eğer, ne yaparsınız? Elbette konuşursunuz, söylersiniz ona bir şey demiyorum ama gidersiniz, en temel vatandaşlık görevi olarak cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunursunuz. Bu, en temel vatandaşlık görevidir ama anladığım kadarıyla böyle bir başvuru yok. Nedir bu şimdi?
AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - İzmir Cumhuriyet Başsavcılığında dosyası.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, böyle olmaz. Eğer hakikaten elinizde bilgi, belge varsa -olabilir yani şikâyetiniz, şeyiniz olabilir- götürürsünüz cumhuriyet başsavcılığına -ki onların korunması da yok ayrıca, korunma kalkanına sahip değiller, oradaki avukatlar, ismi geçenler kimse- ama öyle anlıyoruz ki bu vatandaşlık görevini Sayın Kılıçdaroğlu yapmamış, ihmal etmiş. Bu, büyük bir eksikliktir; temennimiz, en kısa süre içerisinde bu eksiği tamamlayıp gereğini yerine getirmesi.
Doğru, Sayın Kılıçdaroğlu, hakikaten her gittiği yerde "Türkiye'de can ve mal güvenliği yok." diyor. Bugün burada da söyledi, yurt dışına gittiği zaman da söyledi, söylüyor, devamlı söylüyor ama güzel olan şu: Kimse itibar etmiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Neden? Geçen yıl 45 milyon kişi geldi Türkiye'ye Sayın Kılıçdaroğlu. Eğer can ve mal güvenliği olmasa ya da o konuda en ufak bir tereddüt olsa 45 milyon turist Türkiye'ye gelmez. On binlerce insan Türkiye'den konut satın alıyor, yurt dışından, dünyanın her yerinden. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve geçen yıl 561 bin kişi sağlık hizmetlerinden faydalanmak için, sağlık hizmeti satın almak için Türkiye'ye geldi; Amerika, Almanya, İngiltere, Fransa, bölge ülkeleri, hepsi. Kusura bakmayın, sizi kimse dinlemiyor Sayın Kılıçdaroğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) İyi ki de dinlemiyor.
Bakın, çok ayrıntıya girmeyeceğim. Yap-işlet bir finansman modelidir. Yine, kendi içinde rekabet kuralları çerçevesinde yarıştırılır ve ona göre ihale edilir, olay bu kadar basittir ve bütün bunların hepsi Sayıştayın da incelemesine tabidir. Bakın, sadece hukukilik açısından değil, biliyorsunuz 6085 sayılı Kanun'la 2010 yılında değişiklik yapıldı ve orada Sayıştaya inanılmaz yetkiler aktardık, Sayıştay denetimi kapsamı dışında olan birçok kurum da Sayıştay denetimi kapsamına alındı. Hatırlarsınız, bu tarihten önce, mesela KİT'ler Sayıştayın denetimine tabi değildi. Belki birçok kişi bunu bilmez. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu vardı Başbakanlığa bağlı, onların denetçileri tarafından denetlenirdi. Aynı şekilde belediyelerin iktisadi işletmeleri de Sayıştayın denetimine tabi değildi. Başkaları da var ve hepsi, bu 6085 sayılı Kanun'la, 2010'da, AK PARTİ tarafından... Bütün Meclis destek verdi ama sonuç itibarıyla Meclisin çalıştırılmasından doğal olarak AK PARTİ Grubu sorumludur yani en çok desteğe sahip olan grup sorumludur. Dolayısıyla, 6085 sayılı Kanun 2010 yılında getirilerek Sayıştayın denetiminin önü açılmıştır, bütün kurumlara teşmil edilmiştir. Bu, yap-işlet-devret modeli için de geçerli. Sayıştay bütün bu dosyaları didik didik etmiştir. Bulduğu bazı eleştiriler vardır ama onlar da esasa müteallik eleştiriler değil, onu da kamuoyuyla paylaşmıştır. Zaten sizler de daha önceki Meclis oturumlarında bunları gündeme getirdiniz.
EYT konusu, burada da çok ayrıntıya girmeyeceğim ama şunu söyleyeceğim sadece EYT'yle ilgili: İnsanlar, 8 Eylül 1999'a kadar, prim ödeme sürelerini doldurduktan sonra, yaş sınırı aranmaksızın emekli olabiliyorlardı. Ne zamana kadar? 8 Eylül 1999'a kadar. Bu tarihte 4447 sayılı Kanun çıktı ve prim ödeme gün sayısını doldurmalarına rağmen, belli bir yaşa kadar emekli olamama durumu ortaya çıktı. Ne zaman çıktı bu kanun? Rahmetli Sayın Bülent Ecevit döneminde. Bu kanunu kim olgunlaştırdı, kim hazırladı bu kanunu? Sayın Kılıçdaroğlu; açıklamalarınız da var, sizin SSK Genel Müdürü olduğunuz dönem Sayın Kılıçdaroğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Doğru değil, yanlış bilgi veriyorsun! 2008'de çıkardığınız ABO'yu anlat sen!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Evet, evet. Bakın, kanunun hazırlanması...
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - ABO'yu anlat, 2008'deki ABO'yu!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - 8 Eylül 1999'da yasalaştı.
BAŞKAN - Arkadaşlar, sayın hatibe kadar böyle bir usul yoktu. Nereden çıktı bu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Sayın Kılıçdaroğlu'nun yine açıklamaları var, çok daha başka şeyler; onlara girmiyorum.
8 Eylül 1999'da kanun çıktı ama onunla ilgili... Bir kanun hazırlanırken onu kim hazırlar? Biraz önce Sayın Kılıçdaroğlu da söyledi, ilgili bürokratlar hazırlar. Hangi bürokratlar? SSK Genel Müdürlüğü bürokratları hazırladı bu kanunu ve bu kanun aylar, yıllar öncesinden hazırlandı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ha, şunu söyleyeyim: Yanlış mıydı? Hayır, yanlış değildi, doğruydu, doğru bir kanundu; ona itirazım yok Sayın Kılıçdaroğlu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İzmir) - Emekliydim, emekli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yanlış olan şu: O zaman çıkardığınız kanunu şimdi yerden yere vuruyorsunuz ve onun üzerinden algı oluşturmaya çalışıyorsunuz...
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Genel Başkan emekliydi o zaman; yoktu, yok!
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Sayın Genel Başkan görevde değildi o zaman!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - ...insanların duygularını suistimal ediyorsunuz; yanlış olan bu, itirazımız ona. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Görevde değildi, yanlış söylüyorsun!
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Emekliydi, emekli, yoktu o zaman. Bilerek konuş!
BAŞKAN - Arkadaşlar, herkes saygıyla dinledi kürsüdeki hatibi. Ne oluyor böyle?
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Hep yanlış bilgi veriyorsunuz!
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Başkanım, biz onların hatibini dinledik.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Ben hiç kimseye hakaret etmiyorum, etmem zaten yani düşüncelerimi, kanaatlerimi olduğu gibi aktarıyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ama emekliydi o zaman!
KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Sayın Canikli, emekliydi, emekli!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Elbette o konuyu da kabul edersiniz, etmezsiniz; takdir sizin.
Değerli arkadaşlar, Tank Palet Fabrikası, tanklarımızın, ALTAY tanklarımızın üretimi için -bakın, altını çiziyorum- münhasıran ALTAY tanklarının üretimi için tahsis edilmiştir, hepsi o, başka bir şey değil. Yani ne mülkiyet devri söz konusudur ne de başka bir şey. Ücreti mukabilinde, bedeli mukabilinde... Rakamı da biliyorum ama burada açıklamam doğru olmaz, rakamı da biliyorum. (CHP sıralarından "Açıkla, açıkla" sesleri)
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Niye açıklamıyorsun, neden? Açıkla.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Askerî bir bilgi olduğu için açıklamam.
Fabrikanın kullanılması hâlinde saat başı ödenmesi gereken ücreti de biliyorum ve dünya standartlarının da bir hayli üzerinde.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Söyle, söyle.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Ne bir peşkeş söz konusudur ne de bu anlama gelebilecek bir durum söz konusudur kesinlikle. Para sağlıyor firma ve ALTAY tankının üretimi için yapılıyor, başka bir şey için değil. ALTAY tankına da ihtiyacımız var, ALTAY tankına da ihtiyacımız var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Epeyden beri ihtiyacımız var. Neden? Çünkü Almanlardan aldığımız ya da başka ülkelerden aldığımız tankları... Gerçi son operasyonlarda vermediler de artık vermiyorlar, satmıyorlar. "Eskileri de orada kullanamazsınız, operasyonlarda kullanamazsınız." diye bloke etmeye çalışıyorlar; başkaları için de geçerli. Dolayısıyla burada herhangi bir yanlış durum söz konusu değil.
Son olarak, Man Adası davasına gelmek istiyorum. Mahkemeyi neden kaybettiniz Sayın Kılıçdaroğlu? Şunun için kaybettiniz...
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İzmir) - Üst mahkeme bozdu.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Ben izah edeyim, siz de biliyorsunuz zaten. Dediniz ki: "Yurt dışına para transferi var." Onun üzerine kurulu sistem ya da sizin suçlamanız, yurt dışına para transferi üzerine kurulu. Ama yurt dışına hiçbir para transferi olmadığı, bu SWIFT'lerin yurt içi hareketler olduğu anlaşıldı, doğru mu Sayın Kılıçdaroğlu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İzmir) - Hayır.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Hayır, hayır. Mahkeme bozdu, mahkeme.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Biliyorum dosyayı, siz de biliyorsunuz, benden daha iyi biliyorsunuz, benden daha iyi biliyorsunuz.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Hayır, doğruyu söyleyin.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bank of New York'a para gitti mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yapmayın, yapmayın, burada her şeyiyle doğruları söylemek lazım.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - BoNY'e para gitti mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Aslında, bunlar benim programımda yoktu.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Üstat, bilmiyorsun, bilmiyorsun. Para Bank of New York'a gitti mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Aslında sonda söyleyeceğim bir konu var, onu en başa almak istiyorum, Kanal İstanbul meselesi. Onunla bağlantılı olduğu için söylüyorum, boğazlar meselesi.
Biliyorsunuz, boğazların şu andaki statüsü 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi'yle kayıt altına alınmıştır, belirlenmiştir. Bu anlaşmaya göre, Türkiye, boğazlarından geçecek ticari gemilere hiçbir müdahalede bulunamaz, serbestçe geçerler. Hiçbir müdahale, bakın, ticari gemilere en ufak bir müdahale yok ve ayrıca herhangi bir ücret de talep edemez. Anlaşma bu, 1936 yılında yapılan Montrö Boğazlar Sözleşmesi. O tarihte yılda toplam 12-13 bin gemi geçiyordu, bugün 50 bini aşmış durumda. 13 bin tane tanker geçiyor İstanbul Boğazı'ndan. Bu 13 bin tanker de patlayıcı, yanıcı, sıkıntılı, bomba gibi kullanılabilecek ya da bomba etkisi yapabilecek ürünler taşıyor, 13 bin. Hatırlayın, geçtiğimiz yıllarda İstanbul'u gerçekten korkutan, hatta bazı yerlerde binaların camlarının kırılmasına neden olan kazalar ve patlamalar oldu ve günlerce o kazalarda İstanbul Boğazı'nda, İstanbul'un açıklarında petrol yandı. Sayısız örnekleri var, ben bunlarda ayrıntıya girecek değilim. İstanbul büyük tehlike altında. Her bir gemi -bu bahsettiğim tanker- bir bomba, kimyasal da var üzerinde, nükleer de var, hiçbir müdahalemiz yok, hatta kılavuz kaptan almak zorunda bile değiller çünkü anlaşma öyle, uluslararası bir anlaşma ve şimdi bunun sürdürülme imkânı yok arkadaşlar, bunun sürdürülme imkânı yok. İstanbul tehdit altında, İstanbul. İstanbul gerçekten her gün "Acaba, bugün olacak mı, olmayacak mı?" diye diken üzerinde. Bu işten anlayanlar bunu biliyor, takip ediyor ve yüreğimiz ağzımıza geliyor. Şimdi, ne yapmaya çalışıyoruz? İstanbul'u bu tehlikeden kurtarmamız gerekiyor. Bunun da yolu Kanal İstanbul ve Kanal İstanbul inşa edildiğinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi orası için geçerli değil yani oradan geçecek gemilerden ücret alacağız, evet, aynen öyle, ücret alacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve biz şu anda güvenlik nedeniyle boğazları kapatabiliriz ama gerçekçi bir şey olmaz, bütün ülkeler ayağa kalkar çünkü 50 bin gemi geçiyor, alternatif bir öneri getirmeden, alternatif bir model sunmadan kapatamazsınız. Alternatifi de nedir? Kanal İstanbul'dur, evet, Kanal İstanbul inşa edilecek.
Şimdi, bazı ülkeler rahatsız, özellikle gemisi çok olan Kıbrıs Rum bandıralı gemiler çok fazla, Yunan bandıralı gemiler, evet, çok fazla, aynen öyle. Geçen ben trafiğe baktım, rakamlara bir baktım, büyük çoğunluğunu bu bandıralı gemiler oluşturuyor arkadaşlar. Bunlar rahatsız çünkü şu anda hiçbir kontrole tabi olmaksızın, hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın bir ücret ödemeden geçiyorlar.
DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Gemicikleri olanlar da rahatsız!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Tehlike, İstanbul'un tehlikesi. Tehlike, Türkiye'nin tehlikesi. Şimdi, bunlar rahatsız, her yerde bağırıyorlar, belki takip ediyorsunuzdur. Bağırmaları normal çünkü daha önce para ödemiyorlardı, şimdi, toplam olarak 6 milyar dolar para ödeyecekler, 6 milyar dolar. Onların bağırmalarını anlıyoruz, onların karşı çıkmalarını anlıyoruz da bazı arkadaşlar neden karşı çıkıyor onu anlamıyoruz değerli arkadaşlar, neden? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Onlara ne oluyor?
Bakın, şunu da söyleyeyim: Eğer tartışma, yap-işlet-devret modeli çerçevesinde burayı yapacak olanın -çünkü böyle iddialar da var- kanalın etrafında birtakım imtiyaz alanları, haklar kazanıp orada, oranın yer altı kaynaklarını elde etmesi, milletin malını elde etmesi ve haksız kazanç sağlaması gibi bir durum veya iddia söz konusuysa, rahat olun, devlet tarafından yapılabilir. Bakın, çok net bir şey söylüyorum: Yap-işlete gerek yok, finansmanı bulunduktan sonra devlet tarafından yapılabilir. Aslında böyle bir tehlike yok ama sırf algı oluşturmak için söyleniyor. Ama onların elinden bu silahı da almak için rahatlıkla devlet tarafından yapılabilir, hiçbir problem de olmaz ve oradan geçen gemiler çatır çatır Türkiye'ye... Çünkü orası bizim egemenliğimizde, boğazlar da bizim egemenliğimizde, o kadar tehditle karşı karşıyayız ama hiçbir ücret alamıyoruz.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Alıyoruz ya, belge var.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Dolayısıyla burada yapılması gereken, kesinlikle bu projeye destek vermektir. Öyle "Ben yaptırmam, efendim, buna izin vermem." gibi tehditvari açıklamaların hiçbir geçerliliği yoktur; bu proje, Allah'ın izniyle yapılacak ve millete hizmet etmeye devam edecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, hükûmetler politikalarını, hedeflerini bütçeler yoluyla hayata geçirir çünkü her yıl, oluşturulan millî gelirin yaklaşık yüzde 30'u bütçeler yoluyla toplanır ve yeniden dağıtılır. Dolayısıyla, hükûmetler, politikalarını, sosyal politikalarını, ekonomi politikalarını bütçe yoluyla realize eder, hayata geçirir.
Ekonomide temel hedef nedir? Temel hedef, refahın yükseltilmesi, üretilen mal ve hizmetlerin artırılması ve artırılan bu mal ve hizmetlerin daha adil bir şekilde dağıtılması; ekonomide temel hedef budur. Dolayısıyla her şey ayrıntıda konuşulabilir, edilebilir ama esas araştırılması gereken, esas irdelenmesi gereken, analiz edilmesi gereken budur.
AK PARTİ olarak bugüne kadarki 18'inci bütçemiz. Geçen 17 bütçe içerisinde ne oldu? Bu hedeflere yaklaşma konusunda neredesiniz? Bu hedeflere ne kadar ulaşılabildi, ne kadar ulaşılamadı? Bunların değerlendirilmesi, analiz edilmesi gerekiyor. Yani gerçekten, Türkiye, refah seviyesini, hükûmetlerden beklenen bu hedefi bu anlamda yerine getirebildi mi, bu amaca ulaşabildi mi?
Refahın unsurları nedir? Refahın unsurları oturduğumuz evdir, kullandığımız arabadır, yediklerimiz içtiklerimiz, gezdiklerimiz, her neyse; bütün bunlardır. Öyle değil mi? Refahın unsurları bunlar. Dolayısıyla, hani biz, son on yedi yılda çok ciddi anlamda reel olarak millî gelir 3 kat artmıştır yani 236 milyar dolardan 789 milyar dolara çıkmıştır -net, tartışmasız- kişi başına düşen millî gelir 3.400 dolardan 10 bin doları aşmıştır, diyoruz ama insanlar bunu çok fazla somutlaştıramıyor, canlandıramıyor. Nedir bu yani ne anlama geliyor? Tamam, artmış, etmiş ama ne anlama geliyor? Bu eleştiriler geliyor, doğrudur, haklıdır bu eleştiriler. Onun için, bizim yapmamız gereken de bunu ete kemiğe büründürmek, somutlaştırmak.
Peki, refahın unsurları nedir? Refahın unsurları biraz önce saydığım unsurlardır. Refahın en önemli unsurlarından bir tanesi konut sahibi olmaktır. Türk milleti de konutu sever, hatta "dünyada mekân, ahirette iman" olarak sloganlaştırır. Dolayısıyla konut açısından bakıldığında, on yedi yılda 10 milyonun üzerinde konut üretilmiş ve satılmış yani on yedi yılda 10 milyon aile Türkiye'de konut sahibi olmuş; somut, net. Bakın etrafınıza, konuşun, herkesi görürsünüz; on yedi yılda 10 milyon konut. Bu ne anlama geliyor? İnsanların refahı -ki refahın en önemli, en belirgin, en baskın unsuru bir ev sahibi olmaktır- açısından bakıldığında, bu anlamda, 10 milyon ailenin refahı yükseltilecek şekilde ev sahibi yapılmıştır.
İkincisi: Taşıt; otomobil ve hafif ticari taşıt, onlar da otomobil gibi kullanılıyor. On yedi yılda insanımız, vatandaşımız 11 milyon 800 bin adet taşıt satın almış, refahını bu kadar artırmış. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Devam edelim yani refahın unsurlarına, bakın, somutlaştırmamız gerekiyor. Konutların da önemli bir bölümü orta ve alt gelir grubunda bulunan insanların satın alabileceği standartta, kulvarda olan konutlar. Lüks konut oranı yüzde 7- yüzde 8 civarında, onun dışındakilerin tamamı orta ve alt gelir grubunda bulunan vatandaşlarımızın satın aldığı konutlar.
Şimdi, bakın, akıllı cihazlar yani bilgisayar, tablet, cep telefonu vesaire... İnsanımız bunu da seviyor. On yedi yılda 197 milyon adet akıllı cihaz satılmış, insanlar bunu almış ve kullanmış, satın almış.
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Bedava dağıtıyorlar(!)
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani refahın bir unsuru, evet, bu da özellikle gelişen teknolojiyle refahın önemli göstergelerinden bir tanesi. Bilmiyorum, hayal edilebiliyor mu, on yedi yılda 197 milyon adet ete kemiğe bürünmüş, almış, satın almış, satın alabilmiş, satın alabilecek geliri elde etmiş ve bunları kullanmış.
103 milyon tane beyaz eşya tüketmiş insanımız, 103 milyon adet. Yani şöyle saymaya kalkışsanız herhâlde bir ayda sayamazsınız, 103 milyon adet beyaz eşyayı vatandaşımız almış, kullanmış. Hepsi var, ayrıntıya girmeyeceğim.
AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - 26 milyon icralık var!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yediklerimize bakalım: On yedi yılda kişi başına tüketilen kırmızı etin miktarı 8 kilodan 12 kiloya çıkmış. Evet yani olmaz olur mu bunun refahla ilgisi? Hep bunları konuşuyoruz. Kişi başı kırmızı et tüketimi 8 kilodan 12 kiloya çıkmış. Aynı şekilde, beyaz et tüketimi 9 kilodan 19 kiloya çıkmış. Yani refah budur işte; giydiğimizdir, oturduğumuzdur, kullandığımızdır, aldığımız taşıtlardır.
FİKRET ŞAHİN (Balıkesir) - Siz yemişsiniz!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Diğer bütün ürünler için geçerli, ben sadece iki tanesinin örneğini verdim. Yani zeytinde, zeytinyağında, sütte, çayda -neyse yani hepsinde çok ciddi tüketim olarak söylüyorum, tüketim olarak- çikolatadan tutun dondurmaya kadar, aynı şekilde, elektrikte, doğal gazda, akaryakıtta, ayakkabıdan tutun bütün giyim eşyalarında reel olarak kişi başına tüketim katbekat artmış.
Bir de hizmetlere bakalım. Yani refahın iki önemli unsurundan biri sağlık hizmeti, biri eğitim hizmeti. Olmazsa olmaz refahı tamamlayan önemli faktörlerden bir tanesi de sağlık hizmeti. Sağlık hizmetinin kalitesi, alınması ya da alınamaması ya da eğitimin kalitesi, seviyesi yine refah seviyesini belirleyen önemli unsurlardandır. Bakın, poliklinikte bakılan hasta sayısı yıllık 209 milyondan 800 milyona çıkmış. Yılda şu anda Türkiye'de 800 milyon hasta bakılıyor, 800 milyon; 209 milyondan gelmiş buralara. Ameliyat sayısı da 3 milyondan 15 milyona çıkmış. Şimdi, belki bazıları "Ya, milleti hasta ettiniz." diyecek, ben biliyorum.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Hasta etmişsiniz milleti.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Hayır, öyle değil. Herkes bilir, Sayın Kılıçdaroğlu da çok iyi bilir; önceki dönemlerde -işte, 1990'lı yıllar, neyse- eğer acilse hasta, ameliyat günü için altı ay sonraya gün verilirdi, acil değilse bir yıldan sonraya gün verilirdi ve hasta zaten altı ay geçmeden de rahmetli olurdu. Bunları yaşadık, o günkü gazeteleri açın bakın; hayal anlatmıyorum, açın bakın o günkü gazeteleri, buna benzer dramatik olaylarla doludur. Dolayısıyla, millet ulaşamıyordu. "Acil, hemen ameliyat olman gerekir." diyor doktor, altı ay sonraya gün veriliyordu. Böyle bir sistemden şu anda gerçekten dünyanın en kaliteli sağlık sistemlerinden bir tanesi kurulmuş vaziyette. Bunu sadece biz söylemiyoruz, bütün dünya söylüyor, değerli arkadaşlar, bütün dünya söylüyor.
Bir de şu bilgiyi vereyim onunla alakalı: Yine 1990'lı yıllarda sağlık hizmeti 5,5 milyon metrekare kapalı alanda veriliyordu ki bu binaların da büyük bölümünde sıkıntılar vardı. Şimdi 25,5 milyon metrekarelik, beş yıldızlı otel standartlarında kapalı alanlarda bu hizmet verilmeye çalışılıyor, onun için diyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu sadece biz söylemiyoruz, bütün dünya söylüyor. Nasıl söylüyor? Arkadaşlar, geçen yıl Türkiye'ye sağlık hizmeti satın almak için gelen 546 bin yabancı uyruklu insan var, 546 bin, geometrik olarak da artıyor. Her yerden gelen var, Doğu Avrupa, bölgemiz, Orta Doğu, İran, Irak ve Amerika, İngiltere, Fransa...
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Saç ektiriyorlar.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Hayır, ona da geleceğim.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Yabancılara var, Türkiyeliye yok.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Belki garip gelecek ama büyük çoğunluğu ne, biliyor musunuz? Açık kalp ameliyatı dâhil sofistike operasyonlar için geliyorlar. Yani açıkçası, ben bu araştırmayı yaparken bende de kalan şey, genelde işte saç ektirmek, kadınlar güzelleşmek için, onlar var; öyle değil.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Kaç kişi Amerika'ya gitmiş buradan, söyleyeceğim biraz sonra. Buradan Amerika'ya kaç kişi gitti?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani sadece ucuz olduğu için hiç kimse sağlık hizmeti almak için bir ülkeye gitmez yani canını emanet etmez, açık kalp ameliyatı olmaz. Hem dünyanın en kaliteli sağlık hizmetlerinden birini veriyoruz hem de rekabetçi fiyatla veriyoruz. İşte bu dönüşüm nedeniyle önümüzdeki... Şunu da söyleyeyim: Normal turist Türkiye'ye geldiğinde 700-750 dolar civarında para bırakıyor, bunlar ortalama 3.000-3.500 dolar para bırakıyor. Onun için -başladık zaten- çok özel teşviklerle bu alanı... Zaten, kendiliğinden gelişiyor yani biz bir şey yapmıyoruz. Onunla direkt bağlantılı değil ama aynı şekilde, dizi film ihracı; evet, 2019'da 500 milyon dolar bekliyoruz değerli arkadaşlar, 500 milyon dolar. Öyle oturduğunuz yerde bunlar olmuyor. Yani önceki dönemlerde bu rakamlar sıfır. Sağlık hizmeti almak için dünyanın her yerinden insanlar geliyor ve gelmeye devam edecek.
Eğitim hizmeti; bu da refahın önemli unsurlarından bir tanesi, çocuklarımızın kaliteli bir eğitim alması açısından son derece önemli. En can alıcı rakamı vereyim: Derslik başına düşen öğrenci sayısı 36,1'den bugün 23,4'e düşmüştür, başka bir sözle izaha gerek var mı arkadaşlar? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bakın, öğretim elemanı sayısı 631 binden 1 milyon 104 bin 109'a çıkmıştır.
ÖZKAN YALIM (Uşak) - İki yıllık adamları öğretim üyesi yaptınız ya.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Evet, aynen böyle, rakam burada işte, devletin resmî rakamları. Yani kabullenmekte zorlandığınızı tahmin ediyorum ama dolayısıyla üniversitede eğitim gören... Bu da önemli yani refah seviyesini belirleyen unsurlardan bir tanesi, insanların üniversiteye gitme seviyesi, 2 milyondan 7 milyona çıkmış, 7 milyona. İsteyen herkes üniversiteye gidiyor. Bir zamanlar bunlar söylendiğinde hayalcilikle suçlanmıştı bazı siyasetçiler geçmişte.
Biraz da eğlenceye, başka şeylere bakalım. Tabii, refahın unsurları sadece ev, giyme, yeme içme değil.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Bu millet zenginlikten intihar ediyor!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın, toplam sinema seyirci sayısı 23,5 milyondan, 2018'de, 70 milyona çıkmış değerli arkadaşlar.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Bravo (!)
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Evet, evet. Tiyatro seyirci sayısı 1 milyondan 1 milyon 800 bine çıkmış. 8,7 milyon kişi iç hatlarda hava yolunu kullanırken -8,7 milyon- bugün bir yılda 113 milyon insan hava yolunu kullanıyor, refah bu işte. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve o 11 milyon 800 bin aracı da son derece konforlu yollarda, mükemmel otobanlarda hakikaten muhteşem manzaralar eşliğinde kullanıyor; refah bu işte. Sinemasıyla, sağlığıyla, yediğiyle, içtiğiyle, giydiğiyle refah bu, ne derseniz deyin.
FEHMİ ALPAY ÖZALAN (İzmir) - Spora da gel Başkanım, spora.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Evet, dolayısıyla Türkiye bu dönüşümü gerçek anlamıyla yaşamıştır.
Şimdi, belki bazılarının hoşuna gitmeyecek olan bir şeyi söyleyeyim: Uluslararası insani yardım. Bu da refahın önemli unsurlarından bir tanesi, en azından ben öyle düşünüyorum. 8,07 milyar dolarlık dış yardımla 2017'de ve 2018'de Türkiye dünyada nominal olarak -millî gelir kıyaslaması olmaksızın- en yüksek dış yardım yapan ülke. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun refahla ne ilgisi var? Refahla ilgisi şu: Bir zamanlar bu ülkenin Başbakanı 1 tanker petrolü kredili olarak alamamıştı. Bakın, 1 tanker petrolü kredili olarak alamamıştı ya da IMF'den -artık duvara toslandığı için- 200-300 milyon dolar kredi alabilmek için o güne kadar savunduğu bütün ilkeleri ayaklar altına alınan bir dönemden... Bugün dünyada ihtiyacı olan milletlere, topluluklara, ülkelere Türkiye her sene 8,07 milyar dolar yardım ediyor, dünyada 1 numara. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu, sadece devletin yaptığı yardım değil, bütün sivil toplum örgütleri, Kızılayıyla, Diyanetiyle ve kişilerin yaptığı yardımların toplamı yani millet olarak, halk olarak. Ha, devletin yaptığı yardım fazla değil, onu söyleyeyim bakın. Esas burada bu rakama dâhil olan, milletin kendisinin yaptığı yardımdır; kendi bağışladığı, kendi gönderdiği paralardır esas rakamı oluşturan ve sivil toplum örgütleri vasıtasıyla gönderdiği paralardır. Yani efendim, işte "Türkiye'deki açlara bakmıyorsunuz, onlara gönderiyorsunuz." diyenlere bu anlamda söylüyorum, bunların büyük çoğunluğunu bu millet gönderiyor, Türk milleti; Türk milletinin en önemli özelliklerinden bir tanesi bu işte, evet. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Şehitlerinki nerede, şehitlerinki?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Şehitlerin parası, iyi hatırlattınız, teşekkür ediyorum. Ne dediniz önce "Şehitlerin parasını yediniz." dediniz, öyle değil mi, bunları da söylediniz.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - "Nerede?" dedim, "Nerede?" dedim.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Ne oldu şimdi; para duruyor, para duruyor, hesapta duruyor, hesapta duruyor, devletin kayıtlarında duruyor; ne oldu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Yediniz; yediniz, yediniz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani gerçekten, bu şekilde...
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Hani nerede?
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Yediniz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Refahın unsurlarından bir tanesi -az daha unutuyordum- güvenlik; öyle değil mi, güvenlik yani devletin en temel görevi de vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Sayın Kılıçdaroğlu'yla aynı düşünmüyoruz. Ama güvenlik noktasında da gerçekten önemli, muhteşem gelişmeler söz konusudur. Nedir bu? Bugün, 780 bin kilometrekareye Türkiye Cumhuriyeti'nin her vatandaşı rahatlıkla girebiliyor, ziyaret edebiliyor.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Cumhurbaşkanı niye rahat gidemiyor? Cumhurbaşkanı niye rahat gidemiyor, 3 bin korumayla gidiyor. Meclise bin korumayla geliyor.
BAŞKAN - Sayın Altay...
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani bugün Tunceli'nin dağlarında şenlikler yapılıyor, Hakkâri'nin yaylalarında şenlikler yapılıyor; uçurtma şenlikleri yapılıyor, isteyen gidip görebilir. Sadece orası değil, 780 bin kilometrekarenin tamamı güven içerisinde, her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bu topraklarda istediği gibi gezebiliyor, istediği gibi hayatını idame ettirebiliyor.
Şimdi, gelir dağılımıyla ilgili -Lütfi Bey açıklayacak ama- yoksullukla ilgili kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Tabii, çok konuşuluyor yoksulluk olayı. Yani nedir, trend nasıldır, nereden geldik, nereye gidiyoruz? Bir analiz yapılırken mutlaka bir yerle, bir dönemle bir karşılaştırma yapmak gerekiyor, başlı başına bir rakamı alıp söylemenin çok fazla bir anlamı yok.
Uluslararası alanda kullanılan rakamlar da günlük dolar bazlı tüketim rakamlarıdır; 1 dolar var, 2,15 dolar var, bir de 4,3 dolar var. 1 ve 2'yi bırakın, orada Türkiye o aşamayı geçti. "4,3 doların altında tüketim yapan." şeklinde yoksulluğun tanımı, uluslararası kategorize etmek gerekirse bu şekilde tanımlanır. Yani bu bizim belirlediğimiz bir rakam değil, 4,3 dolar günlük. Bu açıdan bakıldığında, on yedi yılda günlük 4,3 doların altında tüketen 19 milyon 500 bin kişi bugün 1 milyon 100 bin kişiye düştü; bugün değil, daha doğrusu 2015 rakamları en son. Ondan sonra, TÜİK bu seriyi izlemeyi zaten bıraktı. Neden bıraktı? Çünkü artık Türkiye bu kulvardan çıktı.
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) - Sıfırladı.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Evet, aynen öyle, sıfırladığı için. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Daha fotoğraflar var Sayın Başkanım. Fotoğraflar var daha, fotoğrafları göstermediniz.
BAŞKAN - Sayın Grup Başkan Vekili, lütfen, hatibin sözünü kesmeyin.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Tam bununla bağlantılı, tam da bugün yayınlandı bütün bu konuşmaların üzerine. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından bugün İnsani Gelişme Raporu yayınlandı, 2018 dâhil. Orada yolsuzluk, hepsi var, bütün kriterleri esas alan, son derece komple bir rapor, böyle bir sistem. Ne diyor biliyor musunuz? Türkiye 189 ülke arasında 59'uncu sıraya yükseliyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye ilk defa "Çok yüksek insani gelişme" kategorisine girmiş oluyor, ilk kez giriyor.
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) - İlk kez giriyor Başkanım.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın, bu raporu biz yayınlamadık, bir şey yapsak bir ton laf söylersiniz. Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanıyor, bizimle hiçbir alakası yok, uzaktan yakından alakamız yok.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya, 3'üncü değil, 59'uncu.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Türkiye ilk defa bu anlamda içinde yoksulluğun da, yoksulluk kriterinin de olduğu bu kategoride süper lige çıkıyor, süper lige çıkmış oldu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, hep beraber çıktık, hep beraber çıktık.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya Nurettin Bey, 59; 3 değil.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani sevinebilirsiniz, bu, sadece benim, onun değil, tüm arkadaşlarımızın, tüm arkadaşlarımızın.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bir de şu faiz konusuna değinildi; girmem gerekiyor. Yanlış hatırlamıyorsam, Sayın Kılıçdaroğlu "Faize saniyede 596 dolar ödeniyor." dedi. Doğru olduğunu varsayalım.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Başkanım, vatandaş bana mesaj atmış "Bir gram et bulamıyoruz." diye. Nasıl iş bu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bugün eğer on yedi yıl önceki faizlerin ulaştığı seviye yani bütçe içerisindeki payı aynen korunmuş olsaydı, aynen korunmuş olsaydı arkadaşlar, bakın...
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Mesaj atmış, "Bir gram et bulamıyoruz." diyor.
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) - Bir tek sana gelmiş galiba!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Ki 1990'lı yıllarda bütçe harcamalarının yaklaşık yüzde 40'ı faize ödenir hâle gelmişti, 1990'lı yıllarda, devraldığımızda aşağı yukarı bu rakam yüzde 42; 1990'lı yıllarda ulaştığı rakam bu yani 100 liralık faizin 42 lirası faiz geliri elde edenlere aktarılıyor arkadaşlar. 2019 bütçesinde bu rakam, oran ne kadar? Yüzde 10, yüzde 10. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun anlamı şu: Eğer on yedi yılda bu alanda hiçbir iyileşme ve kötüleşme olmamış olsaydı 2019 bütçesinin yüzde 42'si faiz giderine aktarılacaktı, faize aktarılacaktı. Faiz gelirini kim elde ediyor? Para babaları, zenginler, ağalar.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) - O zamanlar saniyede 2.500'e çıkarıyorlardı.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - 403 milyar lira aktarılacaktı değerli arkadaşlar, eğer aynı oran, dediğim gibi yani ne bir iyileşme olsun ne bir kötüleşme...
CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Evet, evet.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Şimdi, grafik de burada, onu da madem şey yaptık...
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Yüzde 10'u gerçek dışı söyledin, yüzde 17.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Vallahi, "1999'da iktidar olan..." diyeceksin yani ne diyeyim!
BAŞKAN - Arkadaşlar, iyi de bütün hatipleri dinledi herkes.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Arkadaşlar, bakın, faizin bütçe içerisindeki payını gösteriyor; en yüksek olduğu tarih de 1990'lı yılların sonu, 2000'lerin başı, o yıllar yani. Baktığınız zaman, 1990'lı yıllarda yüzde 40'ı aşıyor ve yüzde 42'ye geliyor. Sonrasına bakın, sonrasında on yedi yıllık dönem de şurası. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bakın, düzenli, istikrarlı bir şekilde, bir yıl değil, iki yıl değil, üç yıl değil, tam on yedi yıl kesintisiz faizin bütçe içerisindeki payı düşüyor düşüyor düşüyor ve 2019 bütçesinde 10'a kadar geriliyor, 10'a kadar geriliyor.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Gezi olaylarıyla düzeltmeye çalışıyorlardı!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Eğer o oran aldığımız şekilde kalmış olsaydı bugün 2019 bütçesinden tam 403 milyar lira ödenmiş olacaktı. Şimdi ne kadar ödeniyor? 2019 bütçesinden faize 103 milyar ödeniyor. Aradaki fark 300 milyar; bir yılda faizden 300 milyar tasarruf değerli arkadaşlar. Bu, tarihin en büyük sosyal politikasıdır, evet, aynen öyle. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İşte, bunları -bu, bir yılda tasarruf ettiğimiz 300 milyar lira- nerede kullanıyoruz? İşte, personele aktarıyoruz, eğitime aktarıyoruz, sağlığa aktırıyoruz, yola, köprüye... İşte, bunlar burada yapılıyor, burada yapılıyor. Bakın, bugüne kadar, on yedi yılda eğitime 1 trilyon 128 milyar harcamışız. "Nerelere gitti bu paralar?" deniliyor ya, toplam 6 trilyon 750 milyar harcamışız bütçe yoluyla; hepsi orada zaten. Eğitime 1 trilyon 128 milyar, sağlığa 1 trilyon 3 milyar, tarıma 183 milyar, yatırıma 740 milyar, sosyal harcamalara 375 milyar...
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Çiftçi öldü, eğitim bitti, sağlık çöktü...
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Ha, sosyal harcamalar 1990'lı yıllarda bütçenin sadece yüzde 1'i kadar; sosyal harcamalara 1,3 milyar lira para aktarılıyor. 2019 bütçesinde bu iş için ayrılan para nedir? Yani, engelli vatandaşlarımızdan tutun da... Çoğu da evlere aylık nakit ödemeler olmak üzere 62 milyar; on yedi yılda 1 milyar, 62 milyara çıkartılıyor arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 375 milyarlık sosyal harcama... Bunlar fakir fukara. Yine, 1990'lı yıllarda 1 milyon haneye bu yardım yapılırken bugün 3,5 milyon haneye yapılıyor; 3,5 milyon haneye. O nedenle bu fakirlik azalıyor işte. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Milleti işsiz bırakmışsınız, yoksul bırakmışsınız.
BAŞKAN - Sayın Canikli, sürenize bir dakika ilave ediyorum.
Buyurun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Sosyal güvenlik harcamaları... Bakın, konuşuyoruz. Bu sene, 2019 bütçesinde sosyal güvenlik sisteminin gelirleri giderlerini karşılamaya yetmiyor; onun için, bütçeden her yıl para aktarıyoruz. Bu sene ne kadar? 192 milyar lira değerli arkadaşlarım, 192 milyar lira. On yedi yılda toplam 1 trilyon 182 milyar aktarmışız. Şimdi, eğer o beklenti içine sokulan vatandaşlarımız... Onlar kendi açılarından haklı olabilirler, taleplerine bir şey demiyorum, o ayrı bir şey -EYT'liler için söylüyorum- taleplerini gündeme getirirler. Mesele o değil, mesele bunun rasyonel bir zeminde değerlendirilip gerçek anlamda ciddi bir devlet adamı hareketi içerisinde, olup olmayacağını kararlaştırıp ona göre o insanlara bir şey söylemek lazım.
Şimdi, onların sorunlarını çözmemiz gerekir, çözelim; onlara da yaşı beklemeden, primlerini doldurmuş olanlara emekli hakkı verelim derseniz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bir dakika daha alabilir miyim.
BAŞKAN - Sayın Canikli, buyurun, ilave ettim.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - ...teknik düzenlemelerini Sayın Kılıçdaroğlu sizin yaptığınız, 8 Eylül 1999'da, rahmetli Bülent Ecevit'in uygulamaya koyduğu o düzenleme ortadan kalkar, tekrar biz erken emeklilik sistemine dönmüş oluruz ve bunun da ilk yıl maliyeti 26 milyar, bir süre sonra da 100 milyara çıkıyor, 100 milyar.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Kaç kişi oluyor, kaç kişi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Evet, 100 milyar, öyle. 6 milyon kişi var.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - 6 milyon olmuyor, yanlış bilgi, 1 milyon kişi emekli olacak.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Hemen emekli olacak 1,5 milyon kişi var. Hemen emekli olacakların -bugün çıktığı zaman kanun- bütçeye bir yıllık maliyeti 25-26 milyar. Evet öyle, hepsini tek tek, kuruş kuruş çalıştım, biliyorum. Bir süre sonra da 100 milyara çıkıyor, yıllık 100 milyar ve tekrar 40'lı yaşlardaki erken emeklilik sistemine dönmüş oluyoruz. Bu parayı, bu kaynağı ortaya koymadan o insanlara "Ben bunu çözerim." dediğiniz zaman bu olmaz, olmaz. O insanlara yanlış bir ümit vermiş olursunuz.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Kısın sarayın masrafını.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Ya, bayram ikramiyesi de olmaz diyordunuz, yaptınız ya.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın, Cumhuriyet Halk Partisinde de bütün Mecliste de bu işi bilen arkadaşlar var, lütfen, çıksın konuşsunlar onlar da, paylaşsınlar yani.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Sadece o vatandaşlarımızın siyasi desteğini...
BAŞKAN - Sayın Canikli, tamamlayalım artık lütfen.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Nurettin Bey, bayram ikramiyeleri de olmaz diyordunuz, oldu ama değil mi? Bayram ikramiyeleri...
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - 10 milyar maliyeti vardı, bulduk, bulundu.
Bakın, ben şunu söylüyorum: Kaynağını bulalım, halledelim. 10 milyarı bulduk, 100 milyarın kaynağı...
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Bırakın siz, biz buluruz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Kaynağını ortaya koymadan...
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Sarayda, sarayda.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Ama şöyle değil: Sayın Kılıçdaroğlu daha önce söylemişti: "Benim adım Kemal, ben bulurum." Öyle değil, olmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Aynen, sizin kendi ifadeniz, onun için kusura bakmayın yani başka bir amacım yok, kendi ifadeniz olduğu için söylüyorum. Yani Nobel Ödüllü o kadar anlı şanlı iktisatçılar yüzyıllardan beri bu kaynak problemini çözmek için çalışıyorlar, bir türlü bulamamışlar ama Sayın Kılıçdaroğlu "Ben buldum." diyorsa bu çok kıymetli bir olaydır yani gerçekten. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Biz de destek veririz, her türlü yani o anlamda problem yok.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Bravo!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Ama ortada bir şey yok, ortada bir şey yok.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Var, var.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani içi boş bir aile sigortasıyla "Ben bu işi hallederim." demekle olmuyor.
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum efendim, sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)