GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:29
Tarih:10.12.2019

CHP GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Divan üyeleri, milletvekilleri; 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi ve 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi'nin Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay bütçeleri üzerine söz almış bulunuyorum.

Kısacası, Anayasa Mahkemesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin normatif yetki kullanımını denetleyen, Sayıştay ise TBMM adına denetleyen bir organ. Şu hâlde burada belirleyici olan Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Konuyu üç aşamalı ele alacağım; yürürlükteki Anayasa bakımından, uygulama açısından ve anayasal düzenleme gereği açısından. Birinci başlık altında çok şey söylendi -anayasal düzlemde durum nedir- o nedenle birkaç cümleyle yetineceğim. Anayasa'ya uygunluk denetimini yapan Anayasa Mahkemesi, burada oylanan yasaların Anayasa'nın sözüne ve özüne, saygı ölçütüne uygun olarak yapılıp yapılmadığını denetler. Anayasa metniyle sınırlı olmayıp Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler de denetim ölçütleri arasında yer almaktadır. Bu itibarla, Türkiye'nin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ni onaylamasının 65'inci, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin onaylanmasının 71'inci yılında vahim insan hakları ihlallerinin inkârı insan hakları suçu ortaklığıdır. Bunu belirtmek isterim.

Anayasa'yı resmî yorum yetkisi Anayasa Mahkemesi tarafından kullanılır ve bu açıdan Anayasa iyi anlaşılmalıdır. Anayasa Mahkemesi, Anayasa tanımı gereği birbirinden ayrılmış iktidarları denetler, buna karşılık bir bütün oluşturan hak ve özgürlüklerin güvencesini oluşturur. Bu itibarla, Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay yargı-demokrasi ilişkisini belirleyen üçlü işlevin ekseninde yer alır. Yargı demokrasi faktörüdür, demokrasi aktörüdür ve demokrasinin antrenörüdür. Uygulama ve gerçek durum açısından durum hayli farklıdır. Anayasa Mahkemesi çok geç denetlemekte, en az denetimle yetinmekte ama mesela anayasal sistemimizi zedeleyen, bozan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini bugüne kadar hiç denetlememiş bulunuyor. Bu, çok ciddi bir ihmaldir. Bu, özellikle paralel yasama olgusu dikkate alındığı zaman -biraz önce Sayın Tanal'ın vurguladığı üzere- Anayasa madde 2'nin ihlali anlamına gelmektedir. Gerekçesizdir üstelik bu kararnameler, devlet yapısını altüst eden kararnameler.

Sayıştay ise verimlilik ve etkinlik denetimi bakımından denetimi düzleminden basit bir performans denetimine indirgemiş olmakla birlikte, Sayıştay denetimi dışında tutulan işlemler kategorisi, kurumlar kategorisi giderek yaygınlaşmakta ve bu da tabii ki hukuk devleti ilkesine ağır bir darbe indirmektedir. Varlık Fonunun denetimi kâğıt üzerinde kalmakta, Turizm, Tanıtım ve Geliştirme Ajansının denetimi bunun dışında kalmaktadır. Dolayısıyla hukuk devletine aykırıdır.

Bunların ötesinde, yerel yönetimleri de eşitsiz denetime tabi tutması, mesela 2'nci parti belediyelerinde sürekli Sayıştay denetçisi gördüğümüz hâlde 1'inci partinin ne kadar denetlendiğini bilmiyor olmamız ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - 3'üncü partide de kayyum var.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Evet, 3'üncü partide de kayyum var. Muhtemelen 4'üncü parti de denetlenmiyordur.

Şimdi, burada, Anayasa Mahkemesinin tabii kayyum yoluyla... Kayyum esasen, aslında valilerin de görevini gasbetmektir çünkü valiler, illere valilik için atanmışlardır madde 126'ya göre; 127'ye kaydırmak, valiye de görevini yaptırmamak anlamına gelmektedir.

Şimdi, Anayasa Mahkemesinin varlık nedeni -bizim Anayasa Mahkememiz Avrupa'da 4'üncü mahkeme- politikanın hukukun kıskacı altına alınmasını ifade etmektedir. Politika hukuk çerçevesinde icra edilir. Şimdi, burada bizim açımızdan çok önemli bir sorun, "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" olarak adlandırılan düzenleme ile monokrasi arasındaki "Acaba bu, parlamenter rejim midir, yoksa başkanlık rejimi midir?" biçimindeki bir nitelemenin ötesinde, nasıl adlandırma yapılırsa yapılsın bu düzenlemenin Anayasa madde 2'yle bağdaşıp bağdaşmadığıdır. Madde 2, bilindiği gibi, demokratik hukuk devleti, cumhuriyet anayasalarımızın ortak paydası, insan haklarına dayanan laik ve demokratik bir sosyal hukuk devleti. Buna uygun mu, değil mi? Anayasa Mahkemesi bu konuda karar vermek durumundadır. Gerçekten anayasal ve yasal düzlemde olmak üzere, hukukta çifte olağanüstü duruma neden olan siyaset, olağanlaşmamak için direndiğinden Anayasa Mahkemesinin buna katkıda bulunması tarihsel misyonu gereğidir.

Evet, buna da değindikten sonra, şimdi, "anayasal düzenleme gereği" neyi ifade etmektedir? Anayasal düzenleme gereğini vurgulamadan önce, anayasa içi yapılabilecek olanlar belirtilmelidir. Zira bu gereklilik, Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay açısından olduğu kadar Meclis açısından da gereklidir çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa madde 104 çerçevesinde kullanılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle, 7'nci maddenin gereğini yerine getirememektedir. Bu da yasama yetkisinin devir yasağını öngören maddedir. Anayasa Mahkemesi ise yasama, yürütme ilişkisi nasıl olursa olsun nitelik olarak ve bundan doğan gereklilikler çerçevesinde güçlendirilmeli, özellikle önceden denetim ve organ davası kabul edilmelidir. Sayıştay ise yürütme üzerinde siyasal denetimin bulunmadığı bir düzenlemede akçasal denetimin güçlendirilmesiyle yetinmemeli, denetim dışı alanlar denetime açılmalıdır. Kuşkusuz asıl olan, Anayasa'nın, demokratik hukuk devletinin asgari gerekleri ışığında, çağdaş birikimler ve ulusal deneyimimiz doğrultusunda yeniden yazılmasıdır. Zira on altı aylık uygulama yürütmeyi bir bütün olarak, yasama ve yargıyı ise dolaylı bir biçimde tek kişide toplayan anayasal düzenlemenin sürdürülemez özelliğini teyit etmiş bulunuyor. Türkiye'nin siyasal ve anayasal gelişmelerine tamamen yabancı olan ve bunu âdeta tersine çevirmeye çalışan 2017 Anayasa değişikliği cumhuriyet anayasalarının ortak paydaları olan madde 2'ye yabancıdır, 2'nin dışında yer almaktadır.

Gerçekten, Tanzimat'tan başlayarak kurallar, kurumlar ve değerler bütünü ışığında, darbelere, kesintilere ve kırılmalara karşın anayasacılık açısından şu süreç kayda değer: İktidarı sınırlandırmak ve özgürlükleri güvencelemek. Bu bakımdan, 2017 kırılması Osmanlı-cumhuriyet kırılmasına da yabancı olup ona ters düşmektedir. Bu açıdan "monokrasi" olarak niteleyenlerin eleştirisi ile "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" deyimini kullananların eylemleri aslında örtüşmektedir çünkü onların yaptığı yollama, sürekli tek kişiye yaptığı yollama iktidarın kişiselleşmesinin teyididir ve bu rejimin, düzenlemenin geçici olduğunu göstermektedir.

Bu bakımdan, genel başkanın konumu ile müttefik fetişizmine değinmekte yarar var. Meclis konuşmalarında vekillerin, andı gereği Anayasa ve hukukun üstünlüğü referansı yerine kişi referansını öne çıkarmaları ölçüsünde Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay denetimi zorlaşmaktadır. Burada tarafsızlık statüsüne göre Cumhurbaşkanının, Anayasa'nın amir hükümlerine karşın parti genel başkanlığına dönmüş olmasının payı belirleyicidir. Parti genel başkanlığı, başta yasamanın asli ve genel yetki özelliğinin yanı sıra Anayasa'nın birçok amir hükmünün uygulanmasını zedelemektedir. "Hükûmet istikrarı" sloganıyla yıkılan anayasal düzenin ardından kurulan Cumhur İttifakı ise muhalefet hakkı yoluyla nitelikli yasa yapımını engellemek için kullanılmakta, özerk yasama ilkesini zedelemektedir. İlk çelişkiler bununla da bitmemekte, esasen Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve bakanların işlem ve eylemleri bakımından onların yeni anayasal konumu gereği siyasal faaliyetlerde bulunamayacakları hâlde sürekli siyasal faaliyette bulunmaları, seçilmemiş bir kişi olarak Cumhurbaşkanı Yardımcısının vekâlet yetkisini kullanması aslında Anayasa madde 2'ye aykırılık oluşturduğu gibi partizan devlet uygulamasının da bir teyidi olmaktadır.

Aslında bu belirttiklerim 15 Temmuz öncesi, esnası ve sonrası politik tavır ve uygulamalarla da doğrulanmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Kaboğlu.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Şöyle ki: 2003'te Bilim Kurulu üyelerinin Başbakan tarafından atanması için değiştirilen TÜBİTAK Yasası ile 2010 Anayasa değişikliği yanılgısı ardından "Ne istediler de vermedik?" itirafı geldi. Şimdi ise OHAL ve ortam koşullarında dünya hukuk tarihinin en büyük toplu hukuk kıyımı eşliğinde dayatılan 2017 değişikliğini savunmak için müttefiklerin karalama kampanyası artık tutmayacak. 4 örnek sadece... Başbakan 22 Şubat 2017'de "KHK ek listelerinde kimlerin yer aldığını biz bilemeyiz. Kurunun yanında yaş da yanıyor, bunun için komisyon kurduk." dedi. 22 Mart günü Başbakan Yardımcısı "Ek listeleri MİT hazırlıyor. 16 Nisan oylamasından sonra bunları düzelteceğiz." dedi. Başbakan 6 Haziranda "Yetmiş günde yüzde 31'lik desteği yüzde 51'e çıkardık." dedi. 23 Haziran 2019: "Bu ek listelerde yer alanlar seçmen olamazlar listesi." Niçin gece karanlığında bu listelerin hazırlandığı oraya çıkmış bulunuyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın, bir dakika daha ilave ediyorum, lütfen toparlayın Sayın Kaboğlu.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, sataşma da oldu, bir dakika daha lütfen.

BAŞKAN - Sayın Kaboğlu, bir dakika ekledim, konuşmanızı sürdürün lütfen.

Buyurun.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Şimdi, bu itibarla, bütün bunlar ortadayken şu anda monokrasiyi meşrulaştırmak isteyenler bu dönemde yaptıkları hukuk dışı uygulamaları haklı kılmak için yeniden ben ve benim gibileri "sözde bilim adamı" veyahut da "ülke bölücülüğü" sözleriyle hedef göstermeye ve yaşama hakkımızla uğraşmaya devam etmektedirler. Ben onları muhatap almıyorum. (CHP, HDP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Benim muhatabım, bir öğretim üyesi olarak, Cumhur İttifakı'nın atamış olduğu 69 rektör ve bunların hiç yurt dışı yayını yokmuş; 71'ininse hiç atfı yokmuş; benim tek başıma sadece yabancı dillerde yaptığım yayın sayısı -elimin altında olan- 90 kadar, Fransızcadan Farsçaya kadar ve belki de saptayamadıklarımla 100'ü geçmektedir. (CHP, HDP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

VELİ AĞBABA (Malatya) - Utansınlar, utansınlar! Türkiye'nin en önemli bilim adamını ihraç edenler utansın.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, sözlerimi tamamlayayım.

BAŞKAN - Tamamlayın, bitirin lütfen.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.

Dolayısıyla, yurtseverlik ölçütü burada eğer bilimse bilimle olur. Burada oyladığımız yasalar ülkenin tarihsel, doğal, kültürel bütünlüğünü bozuyorsa, kişi özgürlüklerinin, sosyal hakların ve çevresel hakların bütünlüğünü ihlal ediyorsa, demokrasiyi ve hukuk devletini zedeliyorsa... Bütün bunları savunmak, ulusal ölçekte ve uluslararası alanda bütün yaşamı boyunca hukuk devleti ve insan hakları yönünde uluslararası bilimsel projelerde hep açık ortamda, cemaatlerde değil cemiyetlerde, saydam bilimsel ortamlarda savunmak eğer ülke bölücülüğüyse o zaman kendilerine Anayasa madde 81 gereği içtikleri andı hatırlatmak isterim. (CHP sıralarından alkışlar)

Dolayısıyla, Anayasa suçu işlememek asıldır, hukuku savunmak bütünleştiricidir; Anayasa suçu işlemek esasen bölücülüktür.

Saygılarımla. (CHP, HDP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)