| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 4'üncü Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 13.12.2019 |
HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Benim konuşmam Rekabet Kurumu üzerine olacak fakat baştan söyleyeyim ki Rekabet Kurumunun bugünkü yöneticileri herhangi bir şekilde alınmasınlar -tabii ki eleştireceğim- çünkü Rekabet Kurumuyla ilgili olarak benim altını çizmeye çalışacağım sorunlar, başta Başkan olmak üzere orada çalışan insanların sorunları değil, bir sistem meselesi ve bu sistemi esas olarak eleştireceğim.
Şimdi, efendim -çok kısaca, vaktimi de iyi kullanarak- Rekabet Kurumuna niye ihtiyaç oldu? Biliyorsunuz, 1980'le birlikte dünyada neoliberal serbest piyasacı görüşler hâkim olunca bu sürece ilk dâhil olan ülkelerden biri de Türkiye oldu biliyorsunuz. 1983'te rahmetli Özal iktidara geldikten sonra, esas itibarıyla "serbest piyasa düzeni" denilen bir düzeni, özelleştirme, serbestleştirme ve deregülasyon dediğimiz ilkeler çerçevesinde gündeme getirmek istedi. Uzatmayayım ama 1980 ile 1990 yılları arasındaki uygulama, serbest piyasa düzeni çok da olması gereken bir biçimde olmadı ve dolayısıyla da 1991'de, 49'uncu Hükûmet zamanında, rahmetli Demirel ve rahmetli İnönü'nün Hükûmeti sırasında, 4054 sayılı Yasa, esas itibarıyla bu boşluğu doldurmak üzere hazırlandı ve Avrupa Birliği ilişkileri çerçevesinde bir sebeple yani katılma kararı verdiğimizde de Rekabet Kurumunun bir ihtiyaç olduğu ortaya çıktı ve dolayısıyla, bu kanun Mecliste beklerken, bir gecede kanunlaşmış oldu.
Şimdi, bu Kurumun en önemli özelliği, bu kanunla getirilen en önemli özelliği, onun bağımsız olmasıdır. Neden bağımsız olması gerekir? Çünkü "rekabet" dediğimiz mesele, yani firmaların birbirleriyle olan ilişkileri ve tüketici aleyhine ve diğer firmaların aleyhine herhangi bir şekilde uygulama içine girmemeleri için Kurumun bağımsız olması gerekiyor. Fakat neden bağımsız olması gerektiğiyle ilgili olarak benim anladığım kadarıyla Türkiye'de çok net bir düşünce yok.
Arkadaşlar, çünkü rekabeti bozma potansiyeli, aynı zamanda, devlet işletmeleriyle de ilgilidir. Dolayısıyla da bu Kurum öylesine kuruldu ki gerek devletin kurumlarının yani KİT ve ona benzer kurumların rekabeti bozucu davranışlarını çerçeve içine almak ve gerekse özel sektörün rekabeti bozucu davranışlarını çerçeveye almak için bağımsız olması gerektiği söylendi, kanuna geçti ve idarî ve malî bakımdan özerk bir kurum olarak kabul edildi. Fakat hepiniz biliyorsunuz, ben de bunu zaman zaman çok sıklıkla söylüyorum, çünkü söylememin sebebi de şu, tekrar altını çizeyim: Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisinin bu son dönem, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden bir önce de başlamıştı esasında, özellikle ekonomide alınan kararları, "merkezîleştirme" diye bir derdi var; yani "serbest piyasa" deniyor bir taraftan ama bir taraftan da mümkün olduğunca idari kararlarla ekonomiyi yönlendirmeye çalışan bir anlayış var. Dolayısıyla da 2011'de, hatırlayacaksınız, bir KHK'yle, kanun hükmünde kararnameyle bu kurumların bağımsızlığı ortadan kaldırıldı; hepsi Bakanlığa bağlı hâle geldi, bakanların denetimine açık hâle geldi. Şimdi, dolayısıyla da, bugün itibarıyla baktığımızda, bence, benim görebildiğim kadarıyla bu kurumlar, devlet kurumlarının rekabeti bozmaya yönelik etkilerini dikkate almamak üzere iş yapmak zorundalar. Çünkü aksi takdirde, başları belaya girer açıkçası. Dolayısıyla da böyle bir problem var ve bu problemi aşmamız da mümkün değil. Demin de ifade ettiğim gibi, bu bir Hükûmet meselesi. Hükûmetin 2011'de aldığı kararla birlikte, SPK'den BDDK'ye, Rekabet Kurumundan Tütün Kuruluna kadar, Şeker Kuruluna kadar, hepsi aynı torbada bağımsızlıklarını yitirdiler. Dolasıyla da şimdi karşımızdaki kurumlar esas itibarıyla da Hükûmet kurumlarıdır, devlet kurumları değildir yani tarafsız olma şansları yoktur.
Şimdi, öte yandan arkadaşlar, sadece imalat sanayisi bağlamında söylüyorum, sadece imalat sanayisinde, bu konuyla ilgili ve bilgili herhangi bir insan baktığında, "alarme" olması gereken, dehşete düşmesi gereken bir tabloyla karşı karşıyayız. İmalat sanayisinin yüzde 60'ında aşırı derecede tekelleşme var. Bunu başka bir biçimde ifade edecek olursam: Mutlaka ve mutlaka Rekabet Kurumunun müdahale etmesi gereken bir durum var. Tekeller cirit atıyor neredeyse. İmalat sanayisi için hesaplayabildiğimiz bir şey bu ama diğer sektörleri, hizmet sektörlerini, tarımı düşündüğümüzde durumun daha da vahim olma ihtimalini gündeme getiriyor. Dolayısıyla da bugün itibarıyla baktığımızda, Türkiye'de serbest piyasa ekonomisi var mı? Yani zombi gibi, hem var hem yok; var gibi duruyor ama aslında yok bence ve görebildiğim kadarıyla da piyasadaki fiyatlar konusunda, doğrudan doğruya bu tekellerin kendi aralarındaki ilişkilerin belirlediği biçimde karar alınıyor. Şimdi, peki, bu durum tabii ki Rekabet Kurumunun önüne gelmesi gereken ve Rekabet Kurumunun resen değerlendirmesi gereken ve gerektiğinde -ki gerektiği çok açık- davalara konu olması gereken bir durum.
Doğrusunu isterseniz, son dört dakikamı ben medyayla ilgili konuşmaya çevirmek istiyorum. Çünkü medyanın tekelleşmesi, arkadaşlar, beyaz eşya sanayisinde tekelleşmeye benzemez. Beyaz eşya sanayisinde tekelleşme olduğunda ne olur? Mesela buzdolabı piyasasında tekelleşme oldu diyelim; bu, beyaz eşya fiyatlarının yükselmesi anlamına gelir, dolayısıyla da aşırı kârlar oluşması demektir ve tabii ki tüketici aleyhine bir durumdur esas itibarıyla. Ama, ona rağmen, medyanın daha özellikli bir durumu olduğunun altını çizmemiz lazım. Çünkü medyada tekelleşme olduğu zaman 2 tane önemli konu gündeme gelir arkadaşlar.
Bunlardan bir tanesi, ülkedeki demokratik ideallerden kopma ihtimali ortaya çıkar çünkü eğer az sayıda kişi medyayı kontrol eder hâle gelirse ülkedeki demokratik idealin, demokratik bekleyişin veya demokratik bir toplumsal siyasi ortamın oluşması mümkün olmaktan çıkar. Neden? Çünkü çok az sayıda insan, çok insanın bir bakıma evine girer medya aracılığıyla ve istediği gibi yönlendirme şansına sahip olabilir; bu bir.
İkincisi de son yıllarda -iktisatla ilgilenenler bilirler- beklentiler, tüketicilerin ve üreticilerin beklentileri çok önemli kavramlar hâline geldi. Bunlar maddi kavramlar değilse bile, ama tıpkı maddi değişkenler gibi ekonomide dikkate alınması gereken kavramlar, beklentiler. Arkadaşlar, medyadaki tekelleşme çok rahatlıkla insanların, toplumun beklentilerini manipüle edebilir, olmayanı olmuş gibi gösterebilir ve böylelikle de bu medyaya sahip olan kişiler veya şirketler açısından, borsadan tutun herhangi bir işleme kadar, müthiş bir etki alanı oluşturur.
Şimdi, dolayısıyla da medyadaki tekelleşme çok özel bir tekelleşmedir ve bence her kurumda yani toplumun demokratik mekanizmalarından sorumlu her kurumunda buna dikkat edilmesi lazım. Şimdi, ben Plan ve Bütçe Komisyonunda bu soruyu sordum "Medyadaki tekelleşme sizi rahatsız ediyor mu?" diye. Okumayayım şimdi "Biz ölçtük ve medyada herhangi bir şekilde hâkim durum olmadığını, dolayısıyla da bir incelemeye ihtiyaç olmadığını..." biçiminde bir cevap verdiler. Şimdi, arkadaşlar, bu konuyu bilenler bilirler, siz eğer "4 firma yoğunlaşma oranı" denilen bir oranla ölçüyorsanız bu bir şey ama eğer mesela çapraz mülkiyet sahipliği bakımından bir endeks kullanırsanız... Yani şunu kastediyorum: Bir şirket sadece televizyona sahip olmayabilir; televizyona sahip olur, radyoya sahip olur, dijital alanda bir sahiplik vardır ve bu sahiplik olayı, bu çeşitli alanlardaki sahiplik olayı esas itibarıyla -demin söylemeye çalıştığım- medyanın olumsuz bir etki üretmesinin de temel sebebidir. Dolayısıyla da bu anlamda -çok az zamanım kaldı- baktığımızda gerçekten ciddi bir sıkıntı var.
Şimdi arkadaşlar, asıl konuşmak istediğim belki buydu ama...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Arkadaşlar, benim elimde, hesapladım, Türkiye'de medya sahipliğine baktım. Kimler sahip bu medyaya? Adlarını söylemekte de bir sakınca yok, söyleyeyim size. Ciner: Habertürk, Show TV, Bloomberg. Doğuş: STAR, NTV, Kral TV, NTV Spor. Demirören: CNN Türk, Kanal D, Teve2. Kalyon: ATV, A Haber, Yeni Asır TV. TürkMedya, ES Medya: 24 TV, TV 360, TV4. Albayraklar: Tvnet ve Tempo TV. Bir de İhlas Holding var "TGRT ve TGRT Haber" diye.
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - FOX yok mu?
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - FOX'u dışında bıraktım çünkü o tek... Sadece onu değil, başkalarını da dışında bıraktım yani mesela "3N Medya" diye bir medya grubu daha var, onu da dışında bıraktım.
Şimdi niye bunları dikkate aldım? Arkadaşlar, burada okları da tabii ki görmeyeceksiniz ama, bu grupların hemen hemen hepsi yani medyaya sahip olan bu grupların çoğu inşaat şirketleri ama aynı zamanda kabuk değiştirmiş durumdalar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - ...nitelik değiştirmiş durumdalar ve şu anda, benim anladığım kadarıyla, neredeyse her alanda yatırımı olan dev holdingler hâline gelmiş durumdalar. Arkadaşlar, tuhaf olan nedir biliyor musunuz? Son yıllarda, devletten kamu ihalesi ve özellikle de davet usulüyle ihale alan şirketler hemen hemen bu saydığım şirketler. Yani bu bir tesadüf olamaz arkadaşlar. Şöyle bir mekanizma kurmuş Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı: Medyada istediğinizi yansıtıyorsunuz, hükûmetin istedikleri yansıyor ve hükûmetten bunun karşılığında ihale alıyorsunuz.
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Ama bu ağır bir itham.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Doğru söylüyorsun, çok ağır bir itham ve ben ağırlığından dolayı da -Rekabet Kurumu Başkanı burada, Sayın Bakanlar burada, onun için de- altını çizerek söylemek istiyorum. Bu gerçekten, Türkiye demokrasisine yapılmış en büyük zararlardan biridir ve bunun temizlenmesi de son derece zordur. Bir ihale sistemi medya sahipliğiyle ilişkilendirilmiş ve Türkiye'yi böyle yönetiyorlar. Arkadaşlar, bu gerçekten hiçbir şekilde demokratik değildir ve bunun düzeltilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)