GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 4'üncü Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:32
Tarih:13.12.2019

HDP GRUBU ADINA MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Teşekkürler Başkan.

Genel Kurul ve değerli halkımız; evet, ben, DOKAP -Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi- üzerine söz almış bulunuyorum. DOKAP ve Doğu Karadeniz madalyonun bir diğer yüzü aslında. Oraya girmeden önce, Doğu Karadeniz'i tartışmamız esnasında mutlak ve mutlak başvurmamız gereken, Türkiye'deki modelin, sistemin kendisine bir bakmak lazım.

Şimdi, biz, burada günlerdir bakanlıklarla muhatap oluyoruz; Enerji, Adalet, Kültür ve Turizm, Çevre ve Şehircilik ve benzeri... Aslında, bütün bu bakanlıkların, saray çevresinin aparatlarına dönüştüğünün ve pazarlama şirketlerinin departmanlarına dönüştüğünün altını çizmek lazım. Yani bu süreç şöyle yürütülüyor: Sarayda çizilen proje -örneğin, diyelim ki Enerji Bakanlığının yaptığı planlamalar- buna itiraz edenlerin Adalet Bakanlığı tarafından susturulmaya çalışıldığı, İçişleri Bakanlığının da elindeki kolluk kuvvetler vasıtasıyla itirazları susturmaya çalıştığı bir modelle karşı karşıyayız. Hepsinin ortak mottosu millî çıkarlar. Fakat nasıl bir şeyse bu, içinde millî hiçbir şeyin olmadığı, halkın, işçi sınıfının, emeklerin olmadığı bir millî çıkar tarifi üzerine bütün bu halk, doğa karşıtı siyaset, ekonomi, politika pekâlâ yürütülebiliyor.

Örneğin, dün ve bir önceki gün, Kültür ve Turizm Bakanı ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı burada konuştu. Şimdi, Kültür ve Turizm Bakanına bir soru sordum ben. Kendisi, tabii, burada bir pazarlama şirketinin CEO'su gibi konuştu; ağzından "para" "kâr" "pazarlama" dışında tek bir kelime duymadık. Oysa, kültür, bir toplumun tarihsel olarak tüm birikimlerinin ifade edilmiş hâlidir. Dolayısıyla, bir coğrafyada Kültür Bakanının temel görevi, evet, bu tarihsel birikimlerin korunması, kollanması ve geliştirilmesidir. Bu kapsamda, örneğin, Hasankeyf'i sordum kendisine. Hasankeyf on iki bin yıllık bir tarih, yüzlerce binlerce eseri barındıran ve tarihsel olarak bugüne kadar gelmiş, gelebilmiş bir dünya mirası. Sordum, yanıt vermedi çünkü orası bir güvenlik politikasına bağlı olarak bir enerji santraline kurban ediliyor.

Şimdi, dün de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı bir konuşma yaptı. Çok enteresandır, muhtemelen sizlerin de dikkatinizden kaçmamıştır. Orada, doğa tahribatına ilişkin eleştirilere bir yanıt verdi, resimli bir yanıt verdi, dedi ki: "Bakın, bu eski hâli yani tahrip edilmiş hâli, tıraşlanmış dağ; yeni hâli ise yeşillenmiş hâl." Yani diyor ki: "Siz biraz sabredin, buralar bir süre sonra yeşillenecek." Oysa yıllardır, aylardır, günlerdir bir şey söylüyoruz; bütün ekoloji örgütleri, bütün yurttaşlar, olayın yaşandığı alandaki bütün yurttaşlar bir şey söylüyor, diyor ki: "Biz ölüyoruz." Türkiye'de yılda 33 bin insan hava kirliliğinden ölürken Bakan burada "Sabredin, biz buraları yeşillendireceğiz." diyor. Şimdi, böyle bir anlayışla karşı karşıyayız.

Şimdi, geliyoruz DOKAP'a yani Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi. Şimdi, ben de bir Rizeli, Karadenizli olarak bunu çok derinden yaşayan insanlardan birisiyim. Şimdi, tabii, 80'lerden sonra neoliberal politikaların yani özelleştirme politikalarının yaygınlaşmasıyla birlikte, devlet kontrolündeki yerel kaynakların özel şirketler vasıtasıyla sermaye tekellerine aktarılma süreci başladı. Bu süreçte DOKAP'ın bir açıklaması var, orada, raporlarında şöyle bir tanımlamada bulunuyor: "Uluslararası sermayenin, turizm gibi ticarete konu olmayan hizmetlerle ilgili olarak ticaret üzerinden değil, ülkenin fiziki sermayesinin mülkiyetinin -bakın burası önemli- satın alınmasından fayda sağlayacağı için mülkiyet istediği..." Yani politikanın esasının, turizm olmaktan öte, kaynakların, toprakların sermayeye peşkeş çekilmesi olduğunu bizzat kendileri ifade ediyorlar.

Şimdi, DOKAP kapsamındaki Yeşil Yol Projesi üzerinde özel olarak durmak lazım. Yeşil Yol; Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Artvin, Rize, Bayburt illerini kapsayan bir proje ve bu proje 2.600 kilometre uzunluğunda, yaylaları birbirine bağlayan bir proje. 1.000 kilometresi yeni yapılan yollardan, 1.600 kilometresi ise yenilenen yollardan oluşuyor ve bunun da 500 kilometresi beton yoldan ibaret. Şimdi, buralar, 33 turizm merkezi ve 5 adet kültür turizm gelişim bölgesi olarak tanımlanmış. Yine, Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı ve Turizm Özel İhtisas Komisyonu Raporu'nda da buraların turizme açılacağı, yapılan teşviklerle, anlaşmalarla başta Arap sermayesi olmak üzere turizme açılacağı ve buraların kalkındırılacağı kaynaklarda yer alıyor.

Şimdi ben, kısaca birkaç başlık altında bu projenin zararlarına ilişkin halkımıza seslenmek istiyorum, Karadeniz halkımıza seslenmek istiyorum: Bakın, bu bölgenin yüzde 37'si flora ve fauna açısından zengin olanaklara sahip yani dünyada sayılı. 36 adet koruma alanı var burada. Yine, dağlar yani suyun kaynakları... Şimdi, Karadeniz, biliyorsunuz HES projeleriyle derelerin çölleştirildiği bir bölge. Dolayısıyla, bunların yarattığı, küresel ısınmanın da yarattığı "beklenmeyen doğa olayları" diye tarif ettiğimiz seller gerçekleşiyor, heyelanlar gerçekleşiyor. Şimdi, AKP iktidarı Karadeniz Sahil Yolu'nu bitirdi, sahilleri betonlaştırdı, sonra "enerji yatırımı" adı altında HES işgaline dönüştürdü. Yetmedi, dağlarda kalmış olan su kaynaklarını da bu projeyle ortadan kaldırmaya çalışıyor.

Şimdi, Karadeniz'deki yaylaların hepsinin yolu var. 2.600 kilometrelik yolun -başta da belirttiğim gibi- 500 kilometresi betondan ibaret. Buralar aynı zamanda hayvan geçiş yolları yani yollarla birlikte insanların yaylaya çıkıp hayvanları otlatacakları meralar ortadan kaldırılmış durumda. Yani bu, aynı zamanda, yine aşırı yağmurlar ve heyelanlara sebep olacak bir mesele.

Aynı zamanda, bu bölge, biliyorsunuz, çay bölgesi ve çayın da kimyasal kullanılmadan üretildiği neredeyse dünyadaki tek alan. Bu, tabii, nadir bir özellik gerçekten. Dolayısıyla, bu projeyle birlikte, dokunun bozulmasıyla, aynı zamanda kimyasal üretim yapmak zorunda kalacak küçük üreticiler.

Yine, burası fındığın yüzde 73'ü... Bakın, arı kovanı varlığının yüzde 12'sini barındıran bir bölge. Bölgede ortalama eğim yüzde 74 oranında. Dolayısıyla, yüzde 74 oranında eğim olan bir arazide, bölgede yapılacak yol binlerce, milyonlarca tonluk hafriyatın doğal olarak araziye serilmesine sebep olacak. Tabii, bunun yaratacağı sonuçlar, herhâlde hepimizin malumu.

Bölgede turizm zaten yaygın yani bölgede bir turizm zaten var. Fakat "Yeni yollar turizm adına yapılıyor." derken aslında, bu turizm tam olarak şöyle bir turizm: Yani yaylaların zengin şirketlere, zenginlere açılması suretiyle kurulan tesislerle, aslında oradaki turizm tümüyle bir zengin turizmine dönüştürülecek yani lüks oteller, AVM'ler, alışveriş merkezleri, benzin istasyonları ve benzeri.

Buradaki en büyük handikaplardan biri de yaylacılığın bitecek olmasıdır. Yani yaylacılık tarihsel bir kültürümüz bizim Karadeniz'de, insanlar belli dönemlerde hayvanlarıyla beraber çıkarlar. Memleketin dört bir tarafından gelirler ve yaylaya çıkarlar; orada hem hayvancılık yaparlar hem de horon ederler, bir araya gelirler, kardeşleşirler, hasret giderirler birbirleriyle. Dolayısıyla, bu, aynı zamanda Karadeniz halkının kültürüne bir saldırı niteliği taşıyor çünkü oraya yapılan bu zengin turizmi, doğal olarak oradaki doğal yaşamı, doğal kültürel yapıyı da dinamitleyecektir.

Bölgenin bu projeden elde edeceği hiçbir mali getiri yok çünkü bütün proje, kurulan lüks tesisler üzerinden gerçekleştirilecek. İnsanlar otobüslerle gelecekler ya da helikopterleriyle gelecekler ve gidecekler, dolayısıyla kentin kendisine ne istihdam sağlama şansı var ne de bir mali getirisi söz konusu. Aynı zamanda, burası bir zamanlar 40 milyon hektardan fazla meraya sahipken, bugün 14 milyon hektara düşmüş olan bir mera olayıyla karşı karşıyayız.

Şimdi, Yeşil Yol Projesi'nin aynı zamanda ÇED raporu da yok. Peki, bunu nasıl yapmışlar? Buraları 19 kilometrelik dilimler hâlinde planlayarak davetiye usulü yaptıkları için ÇED raporuna ihtiyaç duymuyorlar.

Şimdi biz buradan soruyoruz? Bunu kime sorarak yaptınız? Yani böylesine bir projeyi kime sorarak yaptınız? Kimden onay aldınız?

SALİH CORA (Trabzon) - Halka sorduk.

MURAT ÇEPNİ (Devamla) - Halka falan sormadınız, sorduğunuz tek kurul şirketler, anlaşma yaptığınız yabancı şirketler. Arap sermayesi diye en çok yaygın olan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın Sayın Çepni.

SALİH CORA (Trabzon) - Hiç alakası yok ya, senin oradan haberin yok, biz orada yaşıyoruz.

MURAT ÇEPNİ (Devamla) - Siz Karadeniz'de yaşamıyorsunuz, siz sırça köşklerde yaşıyorsunuz.

Karadeniz insanı, Karadeniz halkı yoksulluk içerisinde. Karadeniz insanı göç ediyor. Karadeniz insanının yaylaları, meraları zapt edilmiş durumda. Dolayısıyla, bölgenin ihtiyacı olan tek şey güvenli bir istihdam politikasıdır.

Son bir örnek vermek istiyorum: Ben İkizdereliyim. İkizdere Vadisi "Issız Vadi" diye geçer yani henüz Ayder'deki gibi ihanet etmediğiniz bir vadidir İkizdere Vadisi. İkizdere'de -şöyle söyleyebilirim- bir çivi çakılmış değildir yani bir yatırım yapıldığı görülmemiştir, bir fabrikanın kurulduğu görülmemiştir fakat orayı da ne yazık ki şimdi bir turizm bölgesi ilan ettiler ve biz eyvah diyoruz, eyvah diyoruz. İkizdere'de AKP'nin ve onun yandaş sermayesinin talanına maalesef maruz kalacak.

Şimdi biz şunu söylüyoruz burada: Karadeniz'deki tablo, işte, Türkiye'nin toplamındaki tablonun aynısıdır, madalyonun diğer yüzüdür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın Sayın Çepni.

MURAT ÇEPNİ (Devamla) - Toparlıyorum.

Evet, Karadeniz insanı peki buna nasıl onay veriyor? Onay vermiyor çünkü Karadeniz insanını siz ırkçılıkla ve şovenizmle zehirlediniz, onları ölüme mahkûm ettiniz; onları ölüme mahkûm ederek teslim almaya çalışıyorsunuz. Karadeniz insanı, Cerattepe'de Havva ananın dediği gibi, size meydan okumaya devam edecek. Bu talan ve hırsızlık politikalarınıza karşı isyan etmeye devam edecek ve sizin gidişiniz, emin olun ki Karadeniz'den olacak.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)