GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:34
Tarih:15.12.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İMAM HÜSEYİN FİLİZ (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2020 Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2018 Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi üniversite bütçeleri üzerine İYİ PARTİ grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygılarımla selamlarım.

Konuşmama başlarken Çin'in, Uygur Türklerine yaptığı mezalimi, soykırımı şiddetle kınadığımı belirtmek istiyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) "Uygur da Türk'tür, Türk, ona da gözyaşı dökün./Yürek yoksa eğer sizde, onu oradan atıp sökün."

"Al bayraktan, gök bayrağa selam olsun." diyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Ülkemizde şu anda 129'u devlet, 73'ü vakıf üniversitesi, 5 adet de vakıf meslek yüksekokulu olmak üzere toplam 207 üniversite bulunmakta, 2002 yılından itibaren "her ile bir üniversite" anlayışıyla, nitelikleri ve üniversite gerekleri tam olarak düşünülmeden açılmış olmasından dolayı problemler yaşanmakta, üniversite değerlerimiz geriye doğru gitmektedir. Yükseköğretim öğrenci sayısı 2002 yılında 1 milyon 680 bin iken 2018-2019 öğretim yılı itibarıyla 4,6 kat artarak 7 milyon 750 bine çıkmıştır. Bu sayı, ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerini kapsamaktadır. Nüfusumuzun yaklaşık onda 1'i, üniversite öğrencisi olmuştur.

Değerli milletvekilleri, bu öğrenci sayısının büyüklüğünü göstermek açısından bazı ülkelerle kıyaslamak istiyorum: Almanya'nın nüfusu 83 milyon, yükseköğrenim öğrenci sayısı 3 milyon 43 bin; Fransa'nın 2 milyon 480 bin, Birleşik Krallık'ın 2 milyon 387 bin, bizim 7 milyon 750 bin. Öğrencilere ders verecek yeterli sayıda öğretim elemanı olmadan, devletin öğrenci başına yaptığı harcamayı artırmadan, üniversitelerin kütüphane, laboratuvar gibi imkânlarını yeterli hâle getirmeden, ayrıca mezunlar için istihdam imkânlarını büyük ölçüde hazırlamadan gerçekleştirilen öğrenci sayısındaki artış sonucu üniversite mezunları rahatlıkla iş bulamamaktadır. Bugün iktisadi ve idari bilimler fakültesi mezunlarının ezici çoğunluğu işsizdir veya buldukları işler ile diplomaları arasında bir ilgi yoktur; hasta bakıcılık yapanlar vardır, aynı durum diğer disiplinler için de geçerlidir.

2002 yılında üniversite mezunu işsiz sayısı 267 bin, işsizlik oranı yüzde 11 iken; 2019 Haziran ayı verilerine göre üniversiteli işsiz sayısı 1 milyon 50 bin, işsizlik oranı da yüzde 13'ün üzerine çıkmıştır. Türk üniversitelerinin içinde bulunduğu ve çözümlenmesi zor, büyük sorun buradan başlamaktadır.

Değerli milletvekilleri, öğretim elemanlarına gelirsek; 2019 yılı itibarıyla Türkiye'de 27.326'sı profesör, 15.985'i doçent, 39.985'i doktor öğretim üyesi, 37.060'ı öğretim görevlisi, 48.272'si araştırma görevlisi olmak üzere toplam 168 bin öğretim elemanı vardır. Öğrenci sayısı 4,6 kat artmasına rağmen öğretim elemanı sayısı 2,36 kat artmıştır. Öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı 46'dır; öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısıysa 93'tür. Bu sayılar fevkalade yüksektir ve kaliteli bir eğitimi olumsuz etkileyen faktörlerden birisidir. Kıyaslama için söylüyorum: Öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı Almanya'da 12, Fransa'da 16, Birleşik Krallık'ta 16'dır.

Her şeye rağmen öğretim üyesi sayısındaki artış sağlıklı olmamıştır. "Öğretim üyesi sayısını artıracağız." diye liyakat göz ardı edilmiştir. Örnek verecek olursak 11 Temmuz 1983 tarihindeki Doçentlik Sınav Yönetmeliği'nde doçentlik yabancı dil sınavını başarmak için 100 üzerinden en az 70 alma şartı 1 Eylül 2000 tarihinde 65'e indirilmiş, 22 Şubat 2018 tarihinde de 65'ten 55'e indirilmiştir; doktor öğretim üyeliği için ise dil şartı öngörülmemiştir. Bu konu bir defa daha gözden geçirilmelidir diyorum.

Buna ilave olarak meslek yüksekokullarında öğretim görevlisi atamalarında hassasiyet gösterilmediği, niteliğin arka plana atıldığı, uygulamalı eğitimin tam anlamıyla yapılmadığı söylenmektedir.

Üniversitelerin -biraz önce milletvekili arkadaşımın da söylediği gibi- bütçe ödenek sorunları vardır. Personel giderleri ve Sosyal Güvenlik Kurumu giderlerini düştükten sonra 127 devlet üniversitesine 6 milyar 144 milyon TL düşmektedir, bununla nasıl AR-GE çalışmaları yapılacak, takdirlerinize bırakıyorum.

Değerli milletvekilleri, üniversitelerde yapılan tezlere bakarsak 2018 yılı esas alınarak Türkiye'de yılda ortalama 29.515 yüksek lisans tezi ve 7.139 doktora tezi savunulmuş. Şu soruyu sormadan edemiyorum: Bu sayıda yüksek lisans ve doktora tezleri, hakkıyla hazırlanıp savunulabilmiş midir? Tez öğrenci sayıları o kadar sulandırılmış ki bazı öğretim üyelerine yüzlerce öğrenci düşecek şekilde kayıt alındığı tespitinin ardından Yükseköğretim Kurulu, 22 Kasım 2019 tarihinde yayımlanan yönetmelikle tez danışmanlığı için öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısını tezli yüksek lisans ve doktora programlarında en fazla 14, tezsiz yüksek lisans programlarında ise en fazla 16 olarak belirledi.

Eğitim de tez yönetimi de ciddi bir iştir ama özellikle son yıllarda tez konularından tez yönetimine kadar her şey tefessüh etti. Hazırlanan yüksek lisans ve doktora tezlerinin bilim ve teknolojiye katkıları, akademik kaliteleri tartışılmalıdır. Bir öğretim üyesinin 100 tez öğrencisi varsa, 1 öğrencisine ayda sadece bir saat ayırsa hiçbir derse girmeden yaklaşık iki buçuk hafta sürer. Bu, mümkün değil. Buna enstitü müdürleri, rektörler nasıl müsaade ediyorlar, anlamakta güçlük çekiyorum. Bu, yine bir liyakat sorunudur ya da şöyle diyeyim, liyakatli öğretim üyelerinin böyle bir işe tevessül edeceklerini hayal bile edemiyorum. Bir öğretim üyesinin aynı zamanda lisans, yüksek lisans ve doktora programlarında pek çok dersi de bulunmaktadır ama liyakat sorunu burada da devam etmektedir.

Sayıştay raporlarına konu olan, hocasının derse düzenli olarak girmediği üniversitelerimiz vardır. Üniversitelerin Sayıştay raporları incelendiğinde, öğrencisi olmayan bölümlerde personel çalıştırıldığı, döner sermaye işletmelerinin mali yapılarındaki bozukluklar gibi yanlış işler ve acemilik gösterdikleri de sorunlar arasındadır.

Bir diğer önemli nokta; profesör, doçent ve doktor öğretim üyesi kadrolarına yapılan atamalardaki haksızlıklardır. Süresi dolan ve şartları sağlayan her öğretim üyesine bu imkân tanınmalıdır. Ayrıca, idari kadrolara, daire başkanlığı gibi atamalarda sadece yandaş anlayışıyla atama yapıldığı bilinmektedir.

Değerli milletvekilleri, bazı rektörlerle ilgili olarak basında bir haber yer aldı. Uluslararası makaleleri derleyen "'Scopus & Web Of Science' Veri Tabanı Atıflar" istatistiğine göre Türkiye'deki 68 üniversite rektörünün uluslararası akademik yayını bulunmuyor ve 71 rektör, hayatları boyunca yaptıkları araştırmalardan da sıfır alıyor; bu da incelenmesi gereken bir konudur ama bu arada bunların aksine, nitelikli yayınları olan birçok rektörümüzün de olduğunu söylemeliyim.

Hep devlet üniversitelerinden bahsettik. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın akademik yıl açılış töreninde "vakıf üniversitelerinin vakıf olmaktan çıkıp tamamen ticari çalıştıkları" yönündeki sözlerinin değerlendirilmesi ve eğitimin ticarileştirilmesine engel olunması gerektiğini belirtmek istiyorum.

Biraz önce sıraladığım sorunlar göz önüne alındığında üniversitelerimizin uluslararası kuruluşlarca yapılan sıralamada niçin ilk sıralarda yer almadığı anlaşılacaktır. Biraz önce Milletvekilimiz Sayın Altıntaş'ın bahsettiği gibi "Times Higher Education" adlı kuruluşun 92 ülkeden 1.300'ün üzerinde yükseköğretim kurumu arasında araştırma etkisi, uluslararası görünüm, endüstri bağlantıları ile öğretim kalitesi kriterlerine göre yaptığı sıralamada Çankaya ve Sabancı ilk 401-500 bandında; Bilkent, Hacettepe, Koç 501-600 bandında ancak bu yıl hiçbir üniversitemiz ilk 400'e girememiştir.

Sayın Bakan, Sayın YÖK Başkanı; aslında baştan beri söylemeye çalıştığım şey, kim, hangi işi yapıyorsa ciddi yapmalıdır. Bunun için de bir tek şart vardır, o da liyakat. İşinizin zor olduğunu anlıyorum ancak liyakati esas almak hem Allah'ın emridir hem de bütün vatandaşlarımızın yönetimlerden beklentisidir.

Sayın YÖK Başkanım, ülkemizde üniversiteler eğitim görevi üzerinde yoğunlaşırken araştırma, bilgi üretme, bilgiyi teknolojiye dönüştürme gibi görevleri tam olarak yerine getiremiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Filiz.

İMAM HÜSEYİN FİLİZ (Devamla) - Sayın Başkan, tamamlayacağım.

BAŞKAN - Buyurun.

İMAM HÜSEYİN FİLİZ (Devamla) - Öğrencilerini meslek sahibi yapmaya yönelmiş olan üniversitelerimiz, özellikle araştırma üniversiteleri, bu görevleri yanında, bilgi toplumunun öngördüğü entelektüel, üretimde bireysel yeterlilik, teknolojik bilgi üretimine yönelik ihtiyaçlara cevap verecek ve Türkiye'yi bilgi toplumuna taşıyacak yeterliliğe sahip olacak şekilde desteklenmelidir.

Değerli milletvekilleri, Sayın Genel Başkanımız da bir öğretim üyesi ve meslektaşımızdır. Konuşmamı onun şu sözleriyle tamamlamak istiyorum: "Öğrencilerimizin yaratıcı, özgür, eleştirel düşünebilen, birlikte yaşama ve birlikte çalışma becerileri gelişmiş; problem çözme, araştırma, sorgulama, teknolojiyi etkili kullanma ve girişimcilik becerileri ile analiz, değerlendirme ve sentez yetkinliklerinin yanında, millî değerlere sahip, insan haklarına, doğaya ve çevreye duyarlı iyi insan olarak yetiştirilmesi hedefimiz olacaktır."

2020 yılı bütçesinin ülkemize, eğitim camiamıza, üniversitelerimize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)