| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 34 |
| Tarih: | 15.12.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan; öncelikle Doğu Türkistan'daki soydaşlarımıza ve kardeşlerimize Çin Halk Cumhuriyeti tarafından uygulanan mezalimi kınayarak sözlerime başlamak isterim ve bu kınamadan emin olun ki iktidara da düşen bir pay vardır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Bütçeye döneyim. Bütçe, tabii, sadece paradan ibaret değildir; bütçe, aynı zamanda bir politika ve vizyon meselesidir. Ama, maalesef, günümüzde, mevcut Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle, Türkiye'nin dış politikasını yönetenler, artık, Bakan olmaktan çıkıp Cumhurbaşkanlığının sekretaryası durumuna düşmüşlerdir; devlet erkânı değil, devlet ricali olmuşlardır; Bakan ise Osmanlı tabiriyle reisülküttap olmuş, bugünkü tabiriyle katiplerin başı durumuna inmiştir.
"Yok böyle bir şey." demeyin Sayın Bakan. Kalem kâğıt var, hesaplarsanız, bütçeniz genel bütçenin yüzde kaçı? 0,42'si; Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığının bütçesi genel bütçenin 0,42'si. 0,42'lik bir bütçeyle hangi vizyonu uygulayacaksınız? Ben bunun cevabını biliyorum. Böyle bir bütçeyle uygulanabilecek tek vizyon, onurlu izolasyon ve değerli yalnızlık olabilir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Oysa Savunma Bakanlığı bütçesi 4,9. Bari oradan biraz para alabilseydiniz. Oradan biraz para alıp yüzde 1'e çıkarsaydınız, emin olun, Suriye'deki askerî harekâtlarda daha az zayiat verirdiniz, hem siyasi hem askerî alanda. Bu zayiatlar konusuna birazdan döneceğim.
Bir örnekle devam edeyim. Suriyelilerin güvenli bölgeye yerleştirilecekleri bir masal. Nitekim, Dışişleri Bakanlığının 2020 yılına ilişkin Performans Programı'nın iki yerinde, 37'inci ve 56'ncı sayfalarında bu konuya, Suriye meselesine yer verilmiş şöyle bir cümleyle: "Suriye'deki çatışma ortamının azaltılmasına ilişkin çözüm çabaları, terör örgütleri ve aşırı unsurlarla mücadele ve uluslararası çalışmalara iştirak faaliyetleri..." Hiç öyle "Güvenli bölgeye adam yerleştirilecek, insanlar dönecekler." yazmıyor.
Ayrıca, söz konusu belgenin 22'nci sayfasında insan odaklı dış politikadan bahsedilirken Irak'ın, Afganistan'ın ve Afrika ülkelerinin yeniden imarı çalışmalarından söz ediliyor; Suriye'nin "S"si bile yok. Hani Suriyeliler yerleştirilecekti bölgeye? Bir satır bile yok programınızda bu konuda.
"Suriye" demişken, aynı konudan devam edeyim. 2010 yılında Suriye'de "kardeşim Esad" vardı, birlikte tatile çıkmak vardı, Bakanlar Kurulu toplantıları vardı ortak yapılan; olmayan tek şey, PYD-YPG'ydi. PYD-YPG'nin AKP iktidarı tarafından nasıl Kuzey Irak'tan Suriye'ye sevk edildiğini, bu terörist yapılanmanın liderlerinin nasıl kırmızı halıyla karşılandığını maalesef biz de biliyoruz, siz de biliyorsunuz. Bütün bunlar iktidarın, sözüm ona, başarılı dış politikası sayesinde oldu. Emevi Camisi'nde namaz kılmak için yola çıkanlar, bırakın oralara gitmeyi, Suriyelilerin Sultanahmet'te namaz kıldıkları, Taksim Meydanı'nda yılbaşı kutladıkları günleri yaşattılar bize. Bunlarla da yetinmediniz, vatan toprağı olan Süleyman Şah Türbesi'ni terk ettiniz, bayrağımızı indirdiniz, atalarımızın kemiklerini sızlattınız ve türbeye seyyar bir nitelik kazandırdınız, vatan toprağının işgaline göz yumdunuz. İşgallerin bunlarla sınırlı olmadığını bizzat siz itiraf ettiniz. "Ege adaları bizim dönemimizde işgal edilmedi." gibi, aslında sadece sizin değil, tüm Hükûmetin istifa etmesini gerektirecek ifadeler kullandınız ve bu konudaki yazılı sorularımıza da yanıt vermekten hep kaçındınız.
Yakın geçmişe gideyim, daha Barış Pınarı Operasyonu yok, başlamamış, adı bile konulmamış; Trump'ın mektubu yok, eki de yok ortada; ABD'yle yapılan yüz yirmi saatlik, Rusya'yla yapılan yüz elli saatlik mutabakatlar da yok ortada... Aklıma gelmişken onu da sorayım: O Ruslarla yapılan mutabakattaki "KOC" ifadesinin yani "Kürt Kurtuluş Güçleri" ifadesinin size nasıl yutturulduğunu da sormadan edemeyeceğim. Tamam, yuttunuz da nasıl hazmedebildiniz bilmiyorum.
Yakın geçmiş deyince, bakalım ne demişim 2 Kasımda, tutanaklardan okuyorum: "Bizim doğal müttefikimiz olması gereken bir adam var, Esad. Biz ona sırtımızı dönmüşüz ve maalesef, Amerikalılar kendi istediklerini bize yaptırmakla meşguller şu anda." Tutanaklardan söylüyorum. "O güvenli bölge kısa zamanda tampon bölge olarak anılmaya başlanacak." "Güvenli bölge, tampon bölge olarak anılmaya başlanacak." 2 Kasımdan bahsediyorum. "Tampon bölgenin 36'ncı paralel olarak Irak'ta ne gibi sonuçlar doğurduğunu gördünüz. Burada hangi paraleldeyiz? 37'nci paraleldeyiz. Haritayı açın bakın, 38'inci paralel nerede? Bu tehdit üzerimize geliyor, bunu fark edemediyseniz bu devletin yanlış ellerde yönetildiğinin kanısında olduğumu bu akşam bir kere daha söyleyeyim." demişim, bugün de diyorum.
9 Aralık sabahı bir TV kanalında konuşan Savunma Bakanı Sayın Akar güvenli bölge olarak 145'e 30 kilometre derinliğinde bir alanı tarif etti. Hatta şu itirafta da bulundu: "Biz bunun tamamını henüz kontrol edemiyoruz." dedi. "Biz buraya şimdi 2 milyon insan yerleştireceğiz." diye konuşuyorsunuz siz. Bu bir cep, bu cebin dışında kalan ve Suriye'yle sınırımız boyunca uzanan coğrafyada ise bugün bir güvenli bölgeden söz etmek mümkün değildir. 2 Kasımda söylediğim gibi, güvenli bölge hedefiyle yola çıkılmışken, ABD mutabakatı sayesinde TSK bir cebe sıkışmış, Rusya mutabakatıyla ise özellikle YPG işine yarayacak bir tampon bölgeye kavuşmuştur.
Trump'ın mektubu 9 Ekimde geldi ancak yüzüne çarpamayıp otuz beş gün sonra takdim ettiniz. Trump'ın mektubunu takdim ettiniz de ekini ne yaptınız? Bana sorarsanız, ekini takdim edemediniz çünkü o mektubun ekindeki teröristbaşı Kobani'nin mektubu bilahare ABD'yle varılan mutabakata dönüştü ve siz de bunu kabullendiniz. Birileri de bize bunu başarı olarak anlatmaya, satmaya çalıştı. Sokağa çıkın ve ülkemizde sığınmacı konumunda bulunan Suriyelilere bir sorun bakalım, kaç tanesi o cebe veya Ruslarla birlikte devriye gezdiğiniz tampon bölgeye dönmeye hazırdır? Bir soralım bakalım.
Zayiat konusuna döneyim. Bütçenin geneli üzerinde yapılan görüşmeler sırasında, 9 Aralık günü Savunma eski Bakanı Nurettin Canikli başka bir itirafta bulundu ve Fırat Kalkanı Operasyonu sırasında 70 tankın isabet aldığını söyledi. Garip, değil mi? Tank Palet Fabrikası konusunda bilgi esirgeyen ve konunun askerî olması nedeniyle mazeret beyan eden Sayın Canikli, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 70 tankının isabet almış olduğunu sorumsuzca ifade etti. Bu, istihbarat paylaşmak değil midir? Türk Silahlı Kuvvetlerinin zayiatını, cümle âlemin önünde, bu salonda, bu çatının altında telaffuz etti. Sorumsuz olmak iyi bir şey. Bunu Canikli söyledi. Sorumlu Bakan hiçbir şey söylemiyor, sorumsuzlar konuşuyor. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
SALİH CORA (Trabzon) - Bu konuşmanız sorumlu bir siyasetçinin konuşmasın mı?
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Bu kürsüden şunu ifade etmek isterim: Bu beyanı "şeffaflık" kategorisinde değil "sorumsuzluk" başlığı altında anmamız gerekir.
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Başarıyı hazmedemiyorlar.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Dosta, düşmana istihbarat bilgisi verilmiştir. Ayrıca, iki buçuk yıl boyunca "Bir gece ansızın geliyoruz." denildiğinden teröristlerin hendekler kazmasına...
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Başarıyı hazmediyor bunlar.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Kemal Bey... Kemal Bey, bütün konuşmacıları dinledik, siz de dinleyeceksiniz!
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Başarıyı hazmedemiyorsunuz.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Laf atmayın!
BAŞKAN - Sayın Türkkan...
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Onun politikasını biliyoruz.
BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, lütfen...
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Laf atmayacaksınız, dinleyeceksiniz! Laf atmayın, dinleyin!
BAŞKAN - Sayın Türkkan...
KEMAL ÇELİK (Antalya) - O, boşa Dışişleri görevi yaptı.
BAŞKAN - Sayın Kemal Bey...
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Biz saygıyla dinledik herkesi, siz de dinleyeceksiniz!
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar... Sayın Türkkan...
MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Ne yapacağız?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Bir daha tekrar ediyorum: Dinleyeceksiniz! Biz saygıyla dinledik!
BAŞKAN - Sayın Türkkan, değerli arkadaşlarım, lütfen! Lütfen!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Saygıyla dinle!
MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Laf atmak bu Parlamentonun bir ritüeli. Ne var?
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Başarıyı hazmedemiyor! Başarıyı hazmedemiyor!
BAŞKAN - Sayın Erozan, siz devam edin Genel Kurula hitap etmeye.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Saygıyla dinlemeye devam et!
BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, lütfen susalım.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sen takdim edilen makama oturamayacak yüreksizlikte bir adamsın! Makamı bilemeyen bir adamsın! Hâlâ hatırlatmak istemiyorum.
MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Otur yerine, otur! Yerine otur! Parmak sallama bize!
BAŞKAN - Sayın Türkkan, lütfen, rica ediyorum... Sayın Türkkan, lütfen...
MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Buraya parmak sallama!
BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, lütfen, rica ediyorum!
Devam edin Sayın Erozan, siz Genel Kurula hitaba devam edin lütfen.
MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Kürsüde konuşmacı var, sen müdahale etme! Parmak sallama!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sen makamına bile oturamayacak yüreksizlikte bir adamsın! Anlıyor musun, duyuyor musun! Makamına bile oturamayan bir adamsın!
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Senin haddin değil! Sana ne!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Yüreği hiç olmayan bir adamsın! Adama laf atma! Otur!
BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım... Sayın Türkkan...
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Kendi başarısı mı var! Hiçbir başarısı yok! Hazmedemiyor! Bu kim ya!
BAŞKAN - Sayın Kemal Bey, lütfen, rica ediyorum... Rica ediyorum, lütfen ama...
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Ayrıca, iki buçuk yıl boyunca "Bir gece ansızın geliyoruz." denildiğinden teröristlerin hendekler kazmasına, kuvvet kaydırmasına, hazırlıklarını ona göre yapmasına sebep olunmuş, bu da harekâtın başarısına olumsuz etki yapmıştır.
İktidarın sözde başarıları sayesinde bölgenin haritaları değişmiştir. Kuzey komşumuz güney komşumuz olmuştur, Rusya güneyimizdedir artık. Doğu komşumuz diye bildiğimiz İran da Lübnan'a kadar uzanan bir kuşakta güney komşumuz hâline gelmiştir. ABD binlerce kilometre öteden güneyimize geldi, YPG diye bir müttefikle birlikte geldi.
Kaldı ki iktidarın Suriyelileri en azından 2021 yılına kadar geri göndermeyeceğini de biliyoruz. Niye? Çünkü Suriye Anayasası'na göre Suriye'de milletvekilliği ve yerel seçimlerde yurt dışında oy kullanılmıyor, buna mukabil cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yurt dışında oy kullanılabiliyor. Erdoğan ise, aynen yurt içinde yapılan seçimlerde olduğu gibi, sandıklar üzerindeki kontrolünü kaybetmemek ve Suriye'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale edebilmek için sandıkların Suriye'de değil Türkiye'de kurulmasını hedeflemektedir. Dolayısıyla hedefi, Esad'a rakip olacaklardan birinin kazanmasını sağlamak üzere ülkemizdeki Suriyelilerin kullanacakları oyları manipüle etmektir. Bu da bir ülkenin iç işlerine karışmaktan başka bir şey değildir.
Bu seçimlerin belki de başka bir faydası olacaktır. Zira bu seçimler Birleşmiş Milletlerin denetiminde yapılacak olduğundan, nihayet ülkemizde ne kadar Suriyeli bulunduğunu da öğreneceğiz. Çünkü iktidarın ağzından çıkan rakamlara bakarsanız, bu rakamlar 3 milyon 600 bin ila 7 milyon arasında değişiyor. Belki Birleşmiş Milletler gelir, seçim listelerini hazırlar, o zaman kimin kaç kişi olduğunu da öğreniriz.
İdlib'deki çıbanbaşı devam ediyor. Türk Silahlı Kuvvetleri orada gözlem noktaları oluşturduğunda, oradaki aşırı uçların veya İslamcı mücahitlerin -artık ismini ne koyarsanız, "terörist" deyin- kontrolü o bölgede yüzde 30'dan ibaretti; yüzde 80'e vardı. Bunun kabahati Türk Silahlı Kuvvetlerinde değil, onun elini kolunu bağlayan siyasi otoritede. Kaldı ki o coğrafya bir terörist kuluçkalığına dönüşmüş, bölgeye, savaşmayı öğrenip bunu başka coğrafyalarda uygulamaya kararlı aşırı unsurlar üşüşmüştür.
Şeye hiç girmiyorum, Transaero'yla sevk edilen karpuzlara. Karpuzlar diyorum, daha başka bir şey söylemek istemiyorum.
Bakanlığa döneyim. Sayın Bakan gururla ifade etti bunu geçmişte, "600'den fazla -terörist diyemeyiz tabii onlara ama- FETÖ'cü attık Bakanlıktan." dedi.
HÜSEYİN YAYMAN (Hatay) - Terörist diyemez miyiz?
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Bakanlıktakilere diyebiliyorsanız Bakan der onu. "Terörist attım." demedi, "FETÖ'cü attım." dedi. Bu, Bakanlığın dörtte 1'ine tekabül ediyor yani FETÖ'nün en yoğun olarak nüfuz ettiği bakanlık Dışişleri Bakanlığı. Oranlara bakın, nereden ne kadar atıldı, Dışişleri Bakanlığından ne kadar atıldı, oran nedir, bulursunuz. Dörtte 1 çıkar.
"Bakanlıktan uzaklaştırılan bu memurlar ne zaman Bakanlığa alındılar?" diye sorduk, cevap alamadık. Sizin Bakanlığınız döneminde olmadığını biliyorum ama bu iktidarın döneminde alındı bunların yüzde 90'ı. Dolayısıyla, kendimiz ettik kendimiz bulduk demekten başka bir çaresi yok iktidarın.
Dışişleri Bakanlığının ihtiyacı olan memuru bulmak, eğitim sisteminin çökmüş olduğu bir ortamda geçmişe nazaran çok daha zordur. Kabaca, Türkiye'deki üniversitelerin sözünü ettiğim türde ve vasıfta üretebileceği aday sayısı maalesef bugün Türkiye'de 30'u geçmez. Dolayısıyla, Dışişleri Bakanlığı Akademisinin önemi bugün her zamankinden de fazladır ve hatta bunun süresinin de uzatılması gerekir.
Bakanlığın uğradığı diğer bir zafiyet ise Bakanlık içindeki ustaların yok edilmiş olmasıdır. Dolayısıyla, memurların meslek içi eğitim uygulamaları da gerçekleşemez bir noktaya gelmiştir. Kâtipleri yetiştirecek şube müdürleri, şube müdürlerini yetiştirecek daire başkanı bulunamaz hâle gelmiştir. Bir de yarattığınız neomonşerler yüzünden memurlar kariyer planlaması yapamaz hâle gelmiştir, "Ben niye bu kurumdayım?" sorusu giderek artmaya başlamıştır ve o neomonşerlerin Bakanlık koridorlarındaki sicillerini de öğrenmek isterseniz memurlara dağıtılan tayin formlarına verilen cevaplara bir bakın, kimse sizin atadığınız o neomonşerlerin yanında çalışmak istemez. Eskiden Bakanlığa kırk seneden fazla hizmet edenler hüzünlü bir şekilde, bazen gözleri yaşlı hâlde yaş haddinden emekliye ayrılırken bugün büyükelçiler, yaş haddine gelmeden emekliye ayrılmayı tercih etmekte ve genellikle, ayrılırken ağızlarından dökülen cümle "Çok şükür, kurtulduk." olmaktadır. Bu, maalesef, Bakanlığın içine düşürüldüğü hâlin en acı tezahürüdür.
Doğu Türkistan... Sayın Cumhurbaşkanı, Çin Halk Cumhuriyeti'ne yaptığı ziyaret sırasında bir Çin Halk Cumhuriyeti yayın organına verdiği mülakatta Sincan'da yaşayan soydaşlarımızın refah içinde, mutlu olduklarını ifade etmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla, Sayın Cumhurbaşkanı Doğu Türkistan ile Ankara'nın ilçesi Sincan'ı karıştırmıştır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Yakışmadı.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Kaldı ki Ankara'nın ilçesi Sincan'daki vatandaşlarımızın ne kadar huzur ve refah içinde oldukları da ayrı bir sorudur. "Dünya âlem Doğu Türkistan'da olup biteni ikili düzeyde, mahallinde ve Birleşmiş Milletler kararıyla araştırmaya çalışırken dışarıdan atanmış Pekin Büyükelçimiz son defa, ne zaman Doğu Türkistan'a gitmiştir?" diye soruyorum. Takipçisi olduğu özel ilişkilerden ne zaman vakit bulup soydaşlarımıza uygulanan baskılara "Dur." diyecektir veya ona bu talimatı kim, ne zaman verecektir, merak ediyoruz. Bu sorulara cevap vermeniz zor, zira iktidar üç kuruş için ruhunu Çin Halk Cumhuriyeti'ne emanet etmiş gözükmektedir.
Geçtiğimiz hafta ABD Temsilciler Meclisi "Türk Müslümanlar" olarak tanımladığı soydaşlarımıza baskı uygulamalarında bulunanlara karşı bir dizi yaptırım kararı almıştır. Oysa bu yaptırım kararlarının ABD Temsilciler Meclisinden önce Türkiye Cumhuriyeti tarafından alınması gerekirdi. Önce alamadınız bu tedbirleri, bari şimdi alın.
İçişleri Bakanına da buradan sesleniyorum: Suriye'ye döndüğünü ifade ettiğiniz 370 bin Suriyeli sayesinde tasarruf ettiğiniz meblağları niye ülkemizde mağdur durumda olan Doğu Türkistanlı, Ahıskalı, Kırım Tatarı ve Türkmen kardeşlerimize tahsis etmiyorsunuz? Üstelik bu kardeşlerimizin sayısı giden Suriyelilerin yarısı kadar. Onların tek günahı Arap değil Türk olmaları mıdır? Soruyorum ve yine yanıt bekliyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Üstelik bu insanların en iyi bildiği iş tarım ve hayvancılık. Bunlara keşke arazi tahsis etseniz de kendi başlarına kendi gelirlerini sağlayıp sisteme, devlet içindeki yapıya, toplumumuza entegre edilebilseler.
Avrupa Birliğiyle ilişkilerimize hiç girmeyeceğim, onu zaten biraz sonra Sayın Sezgin sizlere anlatacaktır ama sadece şunu söyleyeyim: İlerleme raporlarının adı "gerileme raporları" olmuştur çünkü o raporda sadece yitirdiklerimiz yazıyor artık.
Libya... Maalesef güncel ve yarın siz bu konuyu Komisyonda da ele alacaksınız. 2 Temmuzda Genel Kuruldaki konuşmamda şöyle bir şey söylemişim: "Münhasır ekonomik bölge konusunda Libya'yla bir anlaşma yapacaksınız günün birinde. Ya yanlış ata oynadıysanız?" Kim yanlış at? Maalesef, biliyoruz. Tabii, iktidar şunu söylüyor: "Ama bu Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti Birleşmiş Milletler tarafından tanınmış." diyor. Tamam, kabul ediyorum. Esad da tanınmış, o zaman Esad'la ne derdiniz var? Hiçbir farkı yok Libya Ulusal Hükûmetiyle. Üstelik şöyle garip bir durum var: Muhatap aldığınız insanlar Libya'nın ancak yirmide 1'ini kontrol edebiliyor ve bugün Tripoli yani Trablus sarılmış durumda, düşmek üzere.
Bir münhasır ekonomik bölge anlaşması da imzalanmadı; imzalanan, deniz yetki alanlarıyla sınırlı bir anlaşma. Ancak şunu belirtmek isterim ki bu mutabakat muhtırası, olsa olsa, niyet beyanlarının kâğıda dökülmesinden ibarettir. İsmi de tesadüfen "mutabakat muhtırası" değildir, anlaşma adı konulamamıştır çünkü bu hükûmetin anlaşma yapma yetkisi yoktur. Zira Libya'nın kurucu siyasi anlaşmasının 8/(f) ve 14'üncü maddelerine göre, böyle bir anlaşmanın yapılabilmesi için ilk önce meclisin onayından geçmesi gerekir. Kısacası, bir hülle söz konusudur. Nitekim, siz mutabakat muhtırasını Birleşmiş Milletlerde tescil ettirmeye yönelirken Libya'nın bu yönde bir adım attığına veya atacağına dair bir ize de biz rastlamadık.
Libya'yla varılan mutabakatın uluslararası hukuka uygun olduğu söylemi ise başka bir çelişki içermektedir. "Uluslararası hukuk" dediğiniz zaman ise akla gelen 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi'dir ama Türkiye o anlaşmaya taraf değildir. Dolayısıyla, Türkiye'nin statüsü tartışmalı Libya Ulusal Hükûmetiyle bir mutabakata varmış olmasını bir siyasi başarı olarak görmek o kadar kolay değildir. Bu, olsa olsa, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki yalıtılmışlığının ve yalnızlığının tescil edilmesidir. Dolayısıyla, Libya Mutabakatı hakkında söylenebilecek en olumlu nitelendirme psikolojik başarı olabilir ya da başkalarının pişirdiği aşa su katmak, başkalarının arabalarının tekerine çomak sokmak da diyebilirsiniz.
Bunların ötesinde, huylunun huyundan vazgeçmediğini de gözlemlemekteyiz. İktidar Suriye'de yaptığı hataları tekrar etmeye devam etmekte, yine bir başka ülkenin iç işlerine müdahale etmektedir. General Hafter'e bağlı birlikler Trablus'u ele geçirme aşamasındayken Sayın Cumhurbaşkanının "Libya'ya asker gönderebiliriz." yönünde dillendirdiği görüşler Suriye'ninkinden de daha vahim bir çukura düşülmesinin eşiğinde olduğumuzu ortaya koymaktadır. Katar'daki Türk Silahlı Kuvvetlerinin Emirin muhafız alayı konumuna düşmesi gibi, şimdi de Türk Silahlı Kuvvetleri bir rejimi âdeta kollamak ve korumak için Libya'ya gönderilmek istenmektedir. Üstelik Libya'da terörle mücadele diye bir durum söz konusu değil. Yani bu gerçekleşirse -Allah korusun- Türk Silahlı Kuvvetleri bir iç savaşın tarafı olarak cepheye sürülmek durumunda kalacaktır. Hele hele -asıl orası önemli- destek verilmeye çalışılan rejimin Müslüman Kardeşler karakteri. Bu karakterinden dolayı şu konuyu da dikkatinize sunmak isterim: Bize göre, bu yapılan anlaşma, bir ulusal ihtiyaçtan ziyade, karşılıklı ideolojik dayanışmanın gereği olarak gündeme gelmiştir. Nitekim Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı bu konularda ademimalumat beyan etmişlerdir. Gönderilecek olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Savunma Bakanının haberi yok, Genelkurmay Başkanının haberi yok.
Bir şey daha var. Yarın Dışişleri Komisyonuna bir Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası geliyor, aynı vesileyle imzalandı. Bu, âdeta, bir tezkereye gerek kalmaksızın Türk Silahlı Kuvvetlerinin Libya'ya gönderilmesine kapı açacak bir kılıf niteliğindedir. Kısacası, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisini baypas etmeyi hedefleyen antidemokratik bir çabayı gözlüyoruz.
Bunun uluslararası boyutu da bulunmaktadır. Önümüzdeki günlerde yayınlanacak Birleşmiş Milletler raporu, 2011 yılından bu yana, Türkiye'nin, BM kararlarını ihlâl ederek, Libya'ya zırhlı araç, İHA vesaire gibi askerî teçhizat sağladığını ortaya koyacaktır. Bu sevkiyatları, bir ambargo kararı varken, savunma alanında iş birliğiyle izah etmek de mümkün değildir.
Yeri gelmişken bir hususa daha değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, bu deniz hukuku veyahut münhasır ekonomik bölgenin gerisinde bir "mavi vatan" kavramı ve bunun korunması yatıyor. Konu bu iken siz BOTAŞ ve TPAO'yu Varlık Fonu'na devrettiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erozan, ben sizin sürenize iki dakika ekliyorum, konuşmanız kesintiye uğradı.
Buyurun.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Dolayısıyla, Varlık Fonu'na ilave ettiğiniz, oraya sevk ettiğiniz ve o sepetin içine koyduğunuz BOTAŞ ve TPAO'nun, bugünkü ekonomik durumu dikkate alınırsa, bir müddet sonra satılması gündeme gelebilir. Hâlbuki yapılması gereken, BOTAŞ ve TPAO'nun, Varlık Fonu'ndan çıkarılarak ortak bir şirket ve özerk bir şirket olarak kurulmasıdır. Niye bunu söylüyorum? Siz eğer bunu satarsanız -ki satabilirsiniz- sattığınız zaman, o zaman TPAO'nun elindeki bütün ruhsatları da birlikte satacaksınız. Ondan sonra firkateynler kimi, nasıl koruyacak, onu merak ediyorum.
Ben, izin verirseniz, 13'üncü maddede beş dakika daha hakkım olduğu için çok zorlamayayım, elimde daha malzeme var ama sona geleyim.
Şunu söylemek isterim: Kısacası, iktidarın işi zordur. İktidarınız döneminde dış politikanın ve Dışişleri Bakanlığının uğratıldığı zararı telafi etmek için en az yirmi yıl gerekecektir. Bunu başka bir nedenle de anma ihtiyacı duyuyorum. Zira, iktidarı devralmaya aday bir parti olarak, ardınızda sadece ekonomik bir enkaz değil, aynı zamanda bürokratik bir enkaz da bırakacağınızı kaygıyla gözlemekteyiz. Bütün başımıza gelenlerin arkasında ise Atatürk'ten yadigâr ne varsa hepsinin köküne kezzap dökmek hedefinizi görüyoruz. Bu, dış politikadaki esaslar ve ilkeler temelinde de geçerlidir.
Şunu bir köşeye yazayım, zabıtlara da not düşeyim: Bu arayışlarınıza geçit vermeyeceğiz ve ilk seçimlerde ümit ediyoruz ki sizleri yerinizden edeceğiz. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET SALİH DAL (Kilis) - Enkaz devraldık.
BAŞKAN - Bitmedi mi?
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Bu kadar konuştuktan sonra değerli kardeşlerime de bir selam vermemde sakınca yoktur diye umarım.
BAŞKAN - Tabii, buyurun.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Biraz evvel söylediklerimden hareketle söylüyorum, Dışişleri Bakanlığı personeline de bu ara dönemde, ilk seçimlere kadar sabırlar diliyorum.
Çok teşekkür ederim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)