| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 38 |
| Tarih: | 19.12.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA MUHAMMET NACİ CİNİSLİ (Erzurum) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi'nin 3'üncü maddesi üzerine İYİ PARTİ Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulumuzu ve aziz milletimizi saygıyla selamlarım.
Teklifin 3'üncü maddesi genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri, özel bütçeli idareler ile düzenleyici ve denetleyici kurumların 2018 yılı toplam bütçe giderleri ile bütçe tahsilat toplamları arasındaki farkı açıklamakta. Bu çerçevede, 2018 yılı bütçe giderleri yaklaşık rakamlarla 930 milyar lira, bütçe gelirleriyse 857 milyar lira. Netice itibarıyla 2018 yılı bütçesi yaklaşık 73 milyar lira açık vermiş. Önceki yıllara baktığımızda da bütçe açığını görüyoruz. 2015 yılında 23,5 milyar, 2016 yılında da 29,3 milyar, 2017 yılında 47,8 milyar açık verilmiş durumda. 2019 yılı için 80 milyar lira bütçe açığı öngörülmekteyken ekonomimizin büyümemesi nedeniyle zorlama eklemelere rağmen 2020'de 125 milyar liralık bir bütçe açığı bekleniyor.
Çığ gibi büyüyerek kronikleşmiş bir hâle gelen bütçe açığını kapatmak için üretime dayalı bir ekonomi programı takip edilmeli. Bunun yerine, yeni vergilerin ihdas edilerek, mevcut vergi oranlarını yükselterek, cezaları yoğunlaştırarak milletimizin sırtına durmadan yüklenilmesi anlaşılır iş değil. Maalesef, her geçen yıl giderlerimizin gelirlerimizi hızla geçtiği bir durumdayız. Bununla birlikte, 2018 yılından 2019 yılına 480 milyar lira dış borcumuz, 586 milyar lira da iç borcumuz devredildi. Hazine garantili borcumuzsa 100 milyar liraya yaklaşmış bir hâlde 2019 yılı kesin hesap teklifine aktarıldı. Her geçen gün artan borç yükü altında hepimiz eziliyoruz. Ekonomimizin geldiği bu durumla oluşturulan bütçe, hepimizin hemfikir olduğu gibi faiz bütçesidir. Âdeta çikolata pazarlar gibi cep telefonlarına gönderilen mesajlarla, televizyonlarda gösterilen cazip reklamlarla çekici hâle getirilen kredilerin, insanımızın günlük hayatındaki yıkıcı sonuçlarını hepimiz görüyoruz. Üretmeden, borçlanarak yapılan harcamalarla 2018 yılında bütçenin yüzde 9'una tekabül eden 75 milyar liralık kısmı faiz giderlerine ayrılmış. Bu oran 2019'da yüzde 13, 2020'deyse yüzde 17 olarak öngörülüyor. Yani önümüzdeki yılın kesin hesabını incelediğimizde 140 milyar liralık bir tutarın faiz ödemesine ayrıldığını göreceğiz.
Ekonomimiz düzgün yönetilebilseydi bu parayla, emeklilikte yaşa takılanların, 3600 ek gösterge bekleyenlerin, KYK borçlularının, asgari ücretlilerin, emekli maaşıyla geçinemeyenlerin ve çiftçilerin dertlerine çare bulunabilirdi. Böylesine karamsar ve dibe doğru giden bir ekonomideki bütçe açığının nedenlerini on gündür kıymetli milletvekillerimiz açıklıyorlar.
Kötü gidişatı iyiye yöneltmek için sanayileşmeyi, tasarruf yapmayı, tarımsal faaliyetlerde üretim yapmayı, katma değerler üretmeyi ve en önemlisi güven ortamı oluşturmayı AK PARTİ iktidarı maalesef sağlayamıyor. Sayıştay Başkanlığı, kamu kurumlarımızı her sene incelerken bu kötü gidişatın resmini de çekmiş oluyor.
İnkâr etmenin en kolay çözüm yolu olduğu günümüzde, Sayıştay denetim grup başkanlıkları ve Sayıştay denetçileri tarafından büyük bir özveriyle, yoğun baskı altında hazırlanan denetim raporları yangından mal kaçırır gibi görüşülmemelidir. Raporlarda denetim görüşünü esas alan bulgular ile görüşü etkilemeyen tespitlerin sınıflandırılmasında da şeffaflıkla hareket edilmesinin sağlanması gerekiyor.
Örneğin, kamu-özel iş birliği projelerinde tespit edilen bulguların derinlemesine tetkik edilmesi için talep edilen sözleşmelerin denetçilere verilmemesi Sayıştayın denetim görüşünü muhakkak ki olumsuz etkiliyor.
Milletimize ait bütçe hakkının gereği şekilde yerine getirilebilmesi adına kesin hesap kanun teklileri, bütçe kanun tekliflerinden kesinlikle ayrı olarak görüşülmelidir. Bununla birlikte, milletimiz adına sorumluluğunu üstlendiğimiz denetim hakkı yetkisi göz göre göre sınırlandırılıyor.
Sermayesi kamuya ait kurum ve bankaların hazineye ait hisselerinin Türkiye Varlık Fonuna devri, bu kurumların Sayıştay denetiminden kaçırılması demek oluyor. 2018 yılında Ziraat Bankası 2,3; Halkbank ise 1,3 milyar lira görev zararı açıklamıştı. Bu zararın sebebi, aşırı borç nedeniyle kredibiliteleri kalmayan AK PARTİ'li belediyelerin kaynak bulması için değerlerinden çok daha yüksek fiyatlarla arazilerini kamu bankalarına satmaları olabilir mi? Veya başka bir deyişle, kamu bankaları acemice gayrimenkul ticaretine başlamış olabilirler mi?
Sayıştayın merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idarelerinin bütün gelir giderlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamakla görevli olduğu hepimizce bilinmekte. Bu çerçevede, milletin değerlerinin millet adına yapılan denetimden kaçırılması millî iradeye saygısızlıktır. Kamu harcamaları denetiminden yüz akıyla çıkan bir yönetimin en çok ihtiyaç duyduğu güven ve istikrar ortamını oluşturacağı unutulmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, son olarak elde avuçta kalan son değerlerimizden biri olan Vakıflar Genel Müdürlüğünün Vakıfbanktaki yüzde 58,5 oranındaki hissesi, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle hazineye devredildi. Buradan elde edilecek gelirle ne bütçe açığı kapanır ne de güven telkin edemediğimiz yabancı yatırımcıyı cezbedebiliriz. İstikrarsız iç ve dış politikamız yüzünden ekonomide güven telkin edemiyoruz, yabancı yatırımcıları ülkemize çekemiyoruz.
Demokrasi ve tutarlı dış politika olmazsa kalkınma da olmuyor. Devletimizin dış politikasında temel prensip kabul edilen komşularımız ve dış dünyayla denge içinde, barış ortamında ilişkilerin yürütülmesinden son sekiz senedir uzaklaşıldığını menfi tecrübeler yaşayarak görüyoruz. Uluslararası kuruluşlardaki tartışılan hâlimiz vahim boyutlarda. Nazımızın en çok geçtiği, gücümüzü en çok hissettirdiğimiz NATO'da bile değerimiz tartışılır oldu. Hem ekonomimiz hem de dış politikamız istikrarsızlaştıkça giderek yalnız kalmaya başlayan, uluslararası örgütlerde destek görmeyen, itibarsızlaşan bir ülke oluyoruz. Nerelerde hata yapıldığını çok iyi düşünmeliyiz.
Suriye'de krizin en başında kurulan yanlış siyasetin neticesinde kahraman ordumuz devreye girmek zorunda bırakıldı. Şehitlerimize Allah'tan rahmet, gazilerimize hayırlı ömürler dilerim. Ordumuz tarih boyunca görevlerini hep yüz akıyla yerine getirdi fakat bu yola neden başvurulmak zorunda kalındığını doğru değerlendirmeliyiz. Kanaatimce, Suriye'de yanlıştan dönülebilecek kırılma noktası Kobani'ydi. Bütün dünya kamuoyunun itiraz edemeyeceği ve bölgede hâkim güç olma fırsatını Kobani'ye kendimiz müdahale etmeyerek kaçırdık. Sürecin başında Fırat'ın doğusuyla hiç ilgimiz yokmuş intibasını vererek o bölgenin şimdi temizlemeye çalıştığımız terör örgütüne teslim edilmesine zımnen razı olduk.
Bugün Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya arasında gidip gelen politikalarla insanımızı hayli rencide eden söylemlere maruz bırakılıyoruz. Yüz yıllardır gerçekleşmeyen, Rusya'nın sıcak denizlerle buluşma hayalini altın tepsiyle sunmak maalesef AK PARTİ dönemine nasip oldu. Artık iki Rusya arasında kalmış bir ülkeyiz. Üç Rus işgali yaşamış bir şehrin milletvekili olarak derin endişeler yaşıyorum. Bu demek değil ki her kararda ABD'ye teslim olalım fakat bu işin akıllıca bir yolu olduğunu da unutmayalım. Dış politika uluslararası siyasettir neticede, siyaset de akılla yapılır. Haklıyken haksız gözükme maharetinden uzaklaşmalıyız. Türkiye'nin demografik ve kültürel yapısını tehdit ederek millî güvenlik sorunu hâlini alan ülkemizdeki geçici sığınmacıların tekrar yurtlarına dönmeleri elzemdir. Yabancı savaşçıların ülkelerine gönderilme tavrının devam etmesini diliyorum. Özellikle Avrupalıların kendi terörist vatandaşlarını geri kabul etmeme küstahlıklarını kabul edemeyiz.
Doğu Akdeniz'de ön yargılı dış politikamızın sonucunu yaşıyoruz. Mısır ve İsrail'le olan sorunlu ilişkilerimizi Yunanistan istismar ederek romantik düşüncelerle dost kabul edilen Katar'ı bile işin içine alarak Ürdün gibi bölge ülkeleriyle blok hâlinde bizi, hakkımız olan doğal servetten dışlıyorlar.
Doğu Akdeniz demişken Kıbrıs'taki haklarımızdan vazgeçmeyi asla düşünemeyiz. 24 Nisan 2004 Annan Planı referandumundan sonra Doğu Akdeniz'deki doğal serveti paylaşmayı bile düşünmeyen Rum kesimiyle Birleşmiş Milletler gözetiminde görüşmeleri sürdürmenin bir anlamının kalmadığına inanıyorum. 2004 referandumunun sonrası dünya kamuoyunun tepkisini de çekmiş Rum kesimine karşı bu politika daha o zaman uygulanmaya başlanmalıydı. Artık hiçbir Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti, otuz altı yıllık bir Türk devletinin yıkılmasına sebep olamaz. Ayrıca AK PARTİ yetkililerinden ricamız, büyük vatansever Denktaş karşıtı, millî şuura sahip olmayan siyasetçileri artık desteklememenizdir.
Libya konusuna gelirsek... Deniz yetki alanlarına ilişkin anlaşmaya ülkemizin menfaatlerine uygun olarak tabii ki destek olduk. Yeni gelecek olan Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası ise hem büyük riske girmemize hem de yine haklıyken haksız sayılmamıza neden olur mu, iyi düşünmeliyiz.
AK PARTİ iktidarının, şu anda iç savaş yaşayan Libya'ya asker göndermeyi kamuoyunu alıştırmaya çalıştığı bir ortamda, 16 yaş altı ve 55 yaş üstü Libyalıların ülkemize vizesiz girişlerine apar topar izin vermesi son derece düşündürücü. Bunun yeni bir göç akınına neden olabileceği endişesini de yaşıyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım.
MUHAMMET NACİ CİNİSLİ (Devamla) - Batı hayranlığı olarak lütfen kabul etmeyiniz fakat Avrupa Birliği ve Batı kanadından uzaklaştıkça gelişmekte olan ülkeler ve Orta Doğulu dostlarımızın gözünde de sıradanlaştığımızı, ciddiye alınmadığımızı üzülerek görüyorum. Göçlerin doğudan batıya doğru olduğunu unutmayalım. Biz Batılı devletlerle aynı kurumlarda medeniyetimizden taviz vermeden bulundukça Orta Doğulu ve Doğulu dostlarımızın gözündeki değerimiz hep yüksek kalacaktır. Özellikle, Batı gerçeklerini, tavır realitelerini göz ardı etmeden şahsiyetli, akıllı ve sürdürülebilir Avrupa Birliği ilişkilerinin, hem Orta Doğu hem Amerika Birleşik Devletleri hem de Rusya ve Çin ilişkilerimizi, güçlü devletlerin kabadayılık yaptığı bu kuralsız ortamda, çok olumlu yönde etkileyeceğini belirtir, sizleri ve Genel Kurulumuzu saygıyla selamlarım. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)