| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 38 |
| Tarih: | 19.12.2019 |
HDP GRUBU ADINA ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime Albert Camus'un bir cümlesiyle başlamak istiyorum: "Adalet olmadan düzen olmaz."
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de hiçbir zaman olağan bir yargı sistemi olmadı. Devlet, daha kurulmadan, olağanüstü bir yargı sistemiyle işe başladı. 1920'de kurulan istiklal mahkemeleri, 1946'da kurulan Yüksek Adalet Divanı, sıkıyönetim mahkemeleri, devlet güvenlik mahkemeleri ve şu anda yürürlükte olan CMK 250'yle görevli olan ağır ceza mahkemeleri. Toplumsal muhalefetin yükseldiği dönemlerde kurulan mahkemeler, suça göre değil kişiye göre kurulan mahkemelerdir. Tabii, bütün bu sorunların temel kaynağı, Kürt sorununun yaratmış olduğu muhalefetin bastırılması meselesidir; Şeyh Sait İsyanı, Ağrı Dağı, Dersim, Sur, Cizre... 1991 yılından itibaren siyasi suç olarak -tırnak içerisinde- "terör suçu" olarak, yasalaştırılan ve kayyum atamaları... "Bütün bunların nedenidir olağanüstü hâl mahkemeleri.
Değerli arkadaşlar, toplumun düzenli yasaları, Anayasa'yı koruyacak tek kurum bağımsız ve tarafsız bir yargıdır. Son dönemlerde yargıya dair çeşitli paketler açıklanmaktadır. Bu paketlerde "yargı reformu" adı altında, âdeta pansuman tedbirlerle sorunlara çözüm yerine çözümsüzlük dayatılmaktadır. Hâkimin, kendisine karşı dahi tarafsız olması gereken bir mantalitede olması gerekirken buna rağmen, HSK'nin üyelerinin tamamı neredeyse Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Son on yılda onlarca torba kanun çıktı, onlarca yasal değişiklik yapıldı, infaz yasaları değiştirildi, bu iktidar döneminde temel yasalarda köklü değişiklikler yapıldı ama bu değişikliklerin hiçbiri çare olmadı ve olamaz; bunca ağacın kesilmesine ve yüz binlerce kitabın raflarda yer almasına neden oldu. Yargıda bu kadar pansuman tedbirler, hukuk güvenliği ilkesini de tartışmaya açtı. Yargı, halk adına değil, sermaye adına, siyasi iktidar adına karar verir hâle geldi.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İHD ve TİHV'in Dokümantasyon Merkezinin bazı verilerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Kolluk güçlerinin yargısız infaz, dur ihtarına karşı açılan ateşlerde 10 kişi yaşamını yitirdi. Zırhlı araçlar 2 kişiyi ezdi. Mayın ve sahipsiz bomba patlaması sonucunda 3 kişi yaşamını yitirdi. Cezaevlerinde hastalık, intihar, şiddet ve çeşitli gerekçelerle 38 kişi yaşamını yitirdi. Zorunlu ya da muvazzaf askerlik olarak görevini yaparken 17 kişi şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerine göre, iş cinayetleri sonucunda Türkiye'de 2019 yılının on bir ayında 1.606 işçi yaşamını yitirdi. 2019 yılının ilk on bir ayında ise 305 kadın, erkek şiddetiyle katledildi. Türkiye İnsan Hakları Vakfının verilerine göre, ilk on bir ayında işkence ve diğer kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 840 kişi başvuruda bulundu; yıl içinde başvuruların 422'si işkence ve kötü muameleyle karşı karşıya kaldı. İnsan Hakları Derneğinin yine on bir aylık verilerine göre, gözaltında 830 kişi kötü muamele gördü. İHD'nin verilerine göre, yine 962 toplantı ve gösteri müdahaleye maruz kaldı, 2.886 kişi kötü muameleyle karşı karşıya kaldı. İşte, Türkiye'de adaletin karnesi bu denli karanlıktır değerli arkadaşlar.
Peki, bu ülkede hukuk kalitesinin düşmesine paralel olarak neler oldu? Kişi başına düşen millî gelir düştü değerli arkadaşlar; toplum âdeta kuru bir ekmeğe muhtaç hâle geldi, yoksulluk intiharlara yol açtı. Ne oldu da insanlar canlarına kıyacak duruma geldi? İnsanlar umutlarını yitirdiler. Siz, istediğiniz kadar dünyayı kendinize farklı anlatın, istediğiniz kadar Suriye'yle ilgili "Barış Pınarı, Zeytin Dalı" diye adlandırmalar yapın, bütün dünya bunların asıl anlamını biliyor. İdlib'i alın, Libya'ya gidin, bütün dünyaya hâkim olsanız bile bu insanlara, bu yaşamlara, ne yazık ki hayatlarını kaybeden bu insanlara engel olamadınız, olamıyorsunuz.
Bakın, bu Meclisin içinde bile 4-5 kişi intihar girişiminde bulundu değerli arkadaşlar. Hizmet binasının teras katı belki bilmiyorsunuz ama şimdi kilitli ve kimse teras kata çıkamıyor. Nedeni? Gelip intihar girişiminde bulunan vatandaşlar bir daha çıkmasın diye.
Meclisin Genel Kuruluna gelmek için hizmet binasından buraya gelirken değerli arkadaşlar, 2 tane bariyerden geçiyoruz, 2 tane güvenlik kapısından geçiyoruz yani. Artık bu iktidar halkın iktidarı değil, halkın isteklerine cevap verecek bir iktidar değil ne yazık ki.
Bu iktidar halkın sorunlarına karşı sağır, dilsiz ve duyarsız bir iktidardır. Bu iktidar halkından kopuk ve refahı halkına çok gören bir iktidar hâline geldi. Toplumun idaresi tamamen kolluk kuvvetlerine bırakılmış durumda. Demokrasi rafa kaldırılmış, sokaklar halka kapatılmış, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı tamamen rafa kaldırılmış durumda. Dün, biz 3 milletvekili Ankara sokaklarında bununla açık bir şekilde yüz yüze kaldık, etrafımız yine sarıldı ve yasal bir bildiri dağıtmamıza izin verilmedi; bu şekilde bu yasanın yine rafa kaldırıldığını yani bir kez daha görmüş olduk.
Halklarımız bütün bu zulme itiraz ediyor, halklar sesini duyurmak ve içinde bulunduğu hakikati duyurmak istiyor fakat yandaş medya harikalar diyarında bizlere başka bir dünyadan bahsediyor; işsizlik, yoksulluktan kesinlikle bahsetmiyor.
AKP'nin tabanı kendi siyasetçilerine ulaşamıyor, seçilmişler ve milletvekilleri bakanlarına ulaşmak istiyor fakat bir türlü ulaşamıyorlar, bakanlar saraya ulaşmak istiyor onlar da saraya ulaşamıyorlar.
Değerli arkadaşlar, halkımız âdeta adalete sığınmak zorunda bırakılmış durumda. Adalete sığınıyor fakat adaletin kapısı ne yazık ki saraya çıkıyor. İşte tam da bu hakikatlerle karşılaşan ve bu engelleri aşamayan yoksul insanlar çareyi ne yazık ki yaşamlarına son vermekte buluyor.
Bütün bunlar yaşanırken AKP iktidarı ne yapıyor? Tabii ki de çılgın projelerle yolunu buluyor. Hayata geçirmek istediği projeler ise bu toplumun geleceğini yok ediyor. Bakın, on iki bin yıllık Dipsiz Gölü kurutuyor bu iktidar. Başka ne yapıyor? Hasankeyf'i sular altında bırakmak suretiyle bir toplumun hafızasını yok ediyor, bir toplumu tarihten kopartıyor. Başka ne yapıyor? Tarihî Sur'u yerle bir ediyor, medeniyeti yok etmek suretiyle halkın tarihiyle oynuyor. Kaz Dağlarını talan ediyor, halkın coğrafyasını yok ediyor. Şimdi de tutturmuş "Kanal İstanbul" diye çılgın projelerine devam etmek istiyor bu iktidar.
Sayın milletvekilleri, AKP'nin bütün bu çılgınlıklarına "Dur!" diyoruz ve çılgınlıkların karşısında duran, bütün demokrasi güçlerini birbirlerine kenetlenmeye çağırıyoruz. Bu çılgın yaşama, bu çılgın siyasete karşı demokrasi güçlerinin birlikte hareket etmekten başka çaresi kalmadığını bütün dünyaya ve Türkiye kamuoyuna haykırmak istiyoruz.
AKP iktidarı şunu bilmeli ki: Bizler, halkın vekilleri olarak halkımızın yanında mutlaka yer alacağız ve yer almaya devam ediyoruz. Asla pes etmeyeceğiz. Demokrasi ve insan hakları mücadelemizi bütün ezilenlerle birlikte sürdürmeye devam edeceğiz çünkü bizce insanlık tarihî, zulme karşı direnenlerin tarihi ve bizler, bu şanlı tarihe ait olduğumuz yerde durmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz. Sokakların kolluk kuvvetlerine bırakılmış olması; sokakların bütün halklara, bütün ezilenlere kapatılmış olması da bizim yolumuzu kapatamayacak ve mücadelemizi sekteye uğratmayacaktır. Şunu da belirtmek isteriz ki değerli arkadaşlar, özellikle halkın sesini duyurmuş olduğu, duyurmak durumunda kaldığı sokakta yer almaya ilişkin, 2911 sayılı Yasa'ya getirilen çok ciddi kısıtlamanın yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini Sayın Bakan, buradayken dile getirmek istiyoruz çünkü gün itibarıyla 81 ilde tamamen sokağa çıkmak, haykırmak, adaleti aramak yasak hâle getirilmiş durumdadır. Bütün keyfiyet mülki idarelere bırakılmış durumdadır. Yani Anayasa'nın 34'üncü maddesi çok açık bir şekilde ihlal edilmektedir, ayaklar altına alınmaktadır. Bu konuda acil bir şekilde kanuni düzenlemenin yapılması gerektiğini belirtiyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)